*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir mürşid-i kâmilden istifâde edebilmek için, o zâtın, Peygamber aleyhisselâmın *(vârisi)* olduğunu, Allahü teâlânın sevdiği bir *(Velî)* olduğunu bilecek.
Böyle inanırsa, istifâde eder. Bizim sohbetimiz de onların *(kırıntı)* sıdır. Çünkü, hep o büyüklerden, onların sözlerinden anlatıyoruz kardeşim. Kendimizden bir şey eklemiyoruz.
Kötü kişilere, (Allah râzı olsun) demiyecek miyiz? Efendi hazretleri, *(diyeceğiz)* buyurdu. Allah râzı olsun demek, (Allah, senin bu hâlinden râzı olsun) demek değildir.
Biz bunu söylerken, *(Allah seni, râzı olduğu hâle soksun)* mânâsına niyet edip de söyliyeceğiz.
İhlâs elde etmek, Allahü teâlânın dostlarından *(feyz)* almakla olur. Eshâb-ı kirâm, Peygamber Efendimizden feyz aldılar, hepsi ihlâslı oldu. Onlar da kendi talebelerine *(feyz)* verdiler.
Onların talebeleri de, kendilerinden sonrakilere feyz verdiler. Feyz, akmak demekdir. O da, kalbden kalbe olur. Hiç anlaşılmadan feyz akar.
Nasıl ki güneş ışınları *(hava)* dan akar, elektrik *(tel)* den akar. Bunlar, birbirine hiç benzemez. Feyz akışı da onlara benzemez.
Diğer tarîkatlerde intisâb etmek, yanına gelerek olur. Nakşî yolunda ise, uzakdan *(sevmesi)* de yetişir.
Nakşî büyükleri için *(feyz)* vermekde, (uzak-yakın), (ölü-diri), (kadın-erkek), (yaşlı-çocuk) farkları olmaz.
*(Diri)* olan mürşid-i kâmil, *(ölü)* lere de feyz verebilir. Vefât etmiş olan bir mürşid-i kâmil, yaşıyanlara da feyz verebilir.
Bir kadın, Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin talebesi olmayı istermiş. Kocasına, *(Git söyleyiver, beni de mensublarından saysın)* dermiş. Kocası da söylemeyi unuturmuş.
Bir gün kadın ölmüş. O vakit kocasının aklına gelmiş ve Tâhâ-i Hakkârî hazretlerine gelip, durumu anlatmış. O gece, bu adam rüyâsında, ölen hanımını görmüş.
Hanımı kendisine; *(Senelerdir istediğime bugün kavuşdum)* demiş.
Evliyâ-yı kirâm, râhat ve huzûr kaynağıdır kardeşim. Resûlullahın mübârek kalbinden çıkan *(feyz)* ler, onların kalbleri vâsıtasıyla yayılır. Kimlere yayılır? Onları sevenlere yayılır.