Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah, bu büyük *(Ni’met)* in karşısında, dünyâ *(Zevk)* leri, dünyâ *(Mal)* ları ne kalır ki, *(Hiç!)* 


Onun için bu dünyânın hayrına ve şerrine, *(Varlığı)* na ve *(Yokluğu)* na hiç üzülmemelidir kardeşim. Olsa da *(Hiiiç)*, olmasa da *(Hiç)*. 


*(Allah dostları)* nın isimlerini öğrenmek, Onların varlığına inanmak, Onların buyurduklarına inanmak, bu asrın en büyük *(Kerâmet)* idir. 


Çünkü artık inanan kalmadı. Dinliyen zâten yok. Onun için, biz çok *(Şanslı)* yız kardeşim. Biz çok şanslıyız. 


Çünkü Allahü teâlâ bizi *(İnsan)* olarak yaratdı. Sonra *(Müslümân)* olarak, yâni Muhammed aleyhisselâmın dîninde olarak yaratdı. 


Üçüncü olarak *(Ehl-i sünnet)* îtikâdında yaratdı. Dördüncü olarak da en çok sevdiği kullarını, yâni *(Allah dostları)* nı tanıtdı. Bu dört maddeden dolayı çok şanslıyız. 

● ● ●

Hiçbir ev *(Temel)* siz olmaz. Hiçbir ağaç *(Kök)* süz olmaz. İsterse en büyük evliyâ olsun. 


En önce yapılacak şey, ehl-i sünnete uygun, doğru bir *(Îmân)* ele geçirmekdir. İşte bu, *(Temel)* dir. Sonra üstüne ilâveler yapılır. 


Yâni *(Dîn)* in temeli, ilk başda öğreneceğimiz şey, *(Âmentü)* dür, yâni doğru *(Îmân)* dır. Temel olmazsa, binâ ne kadar yüksek olsa da, hepsi birden yıkılır. 


Velhâsıl ilk başda öğreneceğimiz şey, *(Taklîdî)* de olsa, görünüşte de olsa, doğru *(Îmân)* dır ve çok mühimdir kardeşim. 


*(Fıkh)* da söz söylemek kolay bir şey değildir. Bir kelime için aylarca *(Kitap)* karışdırılır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri müctehid olduğu hâlde, *(Fıkh)* kitaplarına bağlıydı.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm *(Sekiz)* yaşında iken dedesi vefât edince, amcası *(Ebû Tâlib)* in yanında kaldı. İşte bunları okumak, konuşmak *(Mevlîd)* oluyor kardeşim. 


İllâ ki *(Kasîde)* şeklinde okumak şart değildir. Hattâ paraya, altına, gümüşe, mala ve yiyeceğe *(Mevlîd)* okunsa, o şeyin *(Bereketi)* artar. 


Eshâb-ı kirâm, *(Mevlîd)* geceleri toplanır, bu hâlleri konuşurlardı. Tâbiîn de böyle yapardı. Ama vehhâbîler mevlîde bid’at diyorlar, hâlbuki *(Sünnet)* dir ve çok *(Sevap)* dır.


Bu kâinatda yaratılan her şey, insana *(Fâideli)* olması için yaratılmışdır. Ama insanoğlu, ihtiyâcı olduğu her şeye *(Kalbi)* ni bağlar. 


Bağladığı müddetçe de, bağladığı mikdarda Allahü teâlâdan *(Uzak)* laşır. Böylece insan, mahlûkatın en *(Kötü)* sü olur. Ölçü, Allahü teâlâya *(Yakınlık)* ve *Uzaklık)* dadır. 


Eğer işlenen günâhlarda *(Küfr)* bulaşığı varsa, kâfirleri *(Övmüş)* se, veyâ ağzından *(Küfr)* sözleri çıkmışsa, bu hâl üzere ölenler için, Cehennem azâbı, *(Küfr)* den dolayı vardır. 


Müslümâna hizmet, *(İbâdet)* dir kardeşim. Elden geldiği kadar, mü’min, mü’minlere *(Hizmet)* etsin. 


Allahü teâlânın dînine hizmet eden bir mücâhide az bir *(İyilik)* eden, meselâ ona bir bardak *(Su)* veren kimse, *(Ölüm)* acısı, *(Kabir)* azâbı, *(Mahşer)* azâbı çekmez. 


Evliyâdan *(Feyz)* alabilmek için, bâzı şartlar vardır. Önce *(Müslümân)* olması, sonra *(Bid’at)* ehli olmaması ve *(Harâm)* lardan sakınması lâzımdır. Harâmla feyz bir arada olmaz. 


Sonra *(Farz)* ları yapması lâzımdır. Allahü teâlânın emirlerine uymıyan, *(Feyz)* alamaz. Ayrıca boğazından bir *(Lokma)*, bir *(Zerre)* harâm gıdâ vücûda girmemesi lâzımdır. 


Eğer *(Harâm)* girerse, insan vücûdunda o harâm lokma *(Buhar)* olur ve bütün *(Feyz)* kapılarını kapatır. Delikleri tıkar, hiç feyz alamaz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çok şanslıyız kardeşim, çok bahtiyârız. Bu *(Îmân)*, bir mücevherdir. Cenâb-ı Hak, bu *(Mücevheri)* çöplüğe koymaz. 


Arkadaşlarımızın kalpleri müsâit olmasa, Allahü teâlâ o *(Mücevheri)*, o *(Pırlanta)* yı onların kalbine verir mi? Yalnız bunun için, Cenâb-ı Hakka ne kadar *(Şükr)* etsek azdır. 


*(Fıtrat)* çok mühim kardeşim, bâzılarının fıtratı, mutlak *(Küfr)* dür, Allah korusun. Hiç ıslâhı mümkün değil. Bâzılarının da fıtratı *(Küfr)* dür, ama aslı kaybolmamışdır.


Sâdece üstü *(Örtülmüş)* dür, o kadar. Yâni ümit var, her an için, o örtü kalkıp, *(Îmân)* edebilir. Ama birincisinde hiç *(Ümit)* yok, tamâmen kapalı. 


*(Îmân)* etme ihtimâli *(Hiç)* yok, mümkün değil. Onun üstü tam örtülmüş. Böyleleri, Peygamberi dahî görse, yine îmân etmez, ancak *(Küfr)* ü artar. İkincisi ise *(Örtü)* kalkar, *(Müslümân)* olur. 


İşte birincisine misâl, *(Ebû Cehil)*, ikincisine misâl de *(Hazret-i Ömer)*. Hazreti Ömer'in fıtratı müsâitdi, ama üzeri *(Küfr)* ile örtülmüşdü. Fıtratı *(Temiz)* idi.


*(Huy)* bakımından, *(Ahlâk)* bakımından müsâit idi. Nitekim Peygamberimiz aleyhisselâm ona *(Duâ)* etdi, duâsı kabûl oldu. Zâten fıtratı *(Temiz)* di ve îmân edip, *(Hazret-i Ömer)* oldu. 


Peygamber Efendimize yahûdîler, *(Zehirli et)* yedirdiler. Hazret-i Ömer'i câmiye giderken, Hazret-i Osmân'ı Kur'ân-ı kerîm okurken, Hazret-i Alî’yi namaz kıldırırken *(Şehîd)* etdiler. 


Hazret-i Hasan'a, *(Elmas)* parçaları içirdiler, midesi bağırsakları parçalandı ve *(Şehîd) oldu*. Hazret-i Hüseyin'in başını kestiler, *(Şehîd)* oldu. 


Bunların hiç biri *(İmdât!)* demedi, yardım istemedi. İsteselerdi, *(İmdât yâ resûlallah!)* deselerdi, Efendimiz aleyhisselâm elbette yetişir ve *(Yardım)* ederdi. 


Ama onlar istemediler. Niçin istemediler? İki sebepden. Birincisi, *(Şehit)* lik sevâbı almak istiyorlardı. Şehitlere vaad edilen *(Ni’met)* lere kavuşmak için *(Yardım)* istemediler. 


İkincisi de, *(Levh-il mahfûz)* u okuyorlardı. Yâni değişmiyecek olan *(Kazâ-i mübrem)* i görüyorlardı, buralarda şehîd olacaklarını *(Görüyor)* ve *(Okuyor)* lardı, niçin istesinler?

Sen muallim olunca talebeye bol not ver

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün dergâhın bahçesinde Efendi hazretleriyle oturuyorduk, kanepede yan yana. Bana dönüp; *(Sen muallim olunca talebeye bol not ver. Bu sözümü unutma)* dedi Mübârek. 


Ben de; Efendim, bizi *(Öğretmen)* yapmazlar, bizi *(Hastâne)* lere tâyin ederler, biz *(Eczâcı)* lık yaparız, öğretmen sınıfı ayrıdır, dedim. 


Ben öyle söyleyince, Mübârek gülümsedi ve; *(Sen şimdi eczâcısın, ama zararı yok, öğretmen olunca benim bu sözümü unutma)* dedi. 


Efendi hazretleri vefât etdikden dört *(Sene)* sonra, 1947 de, buyurdukları *(Gerçek)* oldu. Beni, Bursa Askerî lisesi’ne *(Kimyâ)* muallimi olarak tâyin etdiler. 


Bir müddet sonra Genelkurmayda işimiz kalmadı. *(Bu kimyâ mühendisini ne yapalım?)* diye düşünmüşler.


Sonra; *(Askerî mekteplere kimyâ muallimi yapalım)* demişler. Askerî Liseye sokak kapısından girerken, Efendi hazretlerinin bu sözü hâtırıma geldi. 

 

*(Bu sözümü unutma!)* buyurmuşdu bana. Bunu hâtırlayınca hüngür hüngür ağladım. Benim ilerde *(Muallim)* olacağımı haber vermişdi. 


Efendi hazretleri *(Ölüm)* hastalığında sık sık; *(Elhamdülillâh, dünyâdan bir şey götürmüyoruz)* derlerdi. Yatak üstünde konuşurduk. Beni imtihân bile etdi. 


Vefâtına iki *(Gün)* kala, yatağın içinde oturuyordum, o gün de pazardı. *(Bu gün günlerden ne?)* dedi. (Pazar efendim) dedim. 


Peki, Pazar *(Arabca)* mı, *(Farsça)* mı? dedi. Yatakda beni imtihân ediyor. 


Ben de; (Efendim Arabca) dedim. Efendi; *(Ooo olmadı, Fârisîdir)* dedi. Bilemedim orada. İmtihânı kazanamadım.

ESHÂB-I KİRÂM

 ESHÂB-I KİRÂM “Radıyallahu teâlâ ‘anhum ecmâin”


Ferâidü’l-fevâid fî beyâni’l-akâid  kitabındaki bir hadîs-i şerifde şöyle buyrulmaktadır:

“Kim ki eshâbım hakkında hüsn-i i’tikâd etse (güzel i’tikâdı olsa), (o kimse) mü’min-i sâdıktır. Ve kim ki onlara fenâ kelam söylese münâfıktır.”

CENNETE GİRMEK

Ferâidü’l-fevâid fî beyâni’l-akâidde yazar:

“Duhûl-i cennet (cennete girmek), ancak Hakk teâlânın rahmetiyle ve fadlıyledir. Amel-i sâlih ref’et-i dereceye (yüksek derecelere kavuşmaya) sebeb olur, duhûl-i cennete sebeb olmaz. Nitekim Sahîh-i müslimdeki bir hadîs-i şerïfde Resûl-i kâinat (sallallahu teâlâ aleyhi vesellem) şöyle buyurdu ki;

“Ey mü’minler! Amel-i sâlih sizden biriniz(i) cennete idhal (dahil) etmez ve cehennemden necat (kurtuluş) vermez. Benim amelim dahi böyledir. Duhûl-i cennet ancak Allahu teâlânın rahmeti ile olur. Îmân bu rahmete sebebdir.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:

 

Kıyâmete yakın, çok dehşetli, büyük (Zelzele) ler olacak. Dağlar (Pamuk) gibi atılacak. Dünyâ, yörüngesinden çıkacak ve yavaş yavaş (Güneş) e doğru yaklaşacak. 

 

Sonra (Mîzân), yâni terâzî, ortadoğu taraflarında kurulacak. (Sırat) köprüsü, dünyâdan Cennete giden bir (Merdiven) olacak. 

 

(Zaman) olmıyacak. Zaman, dünyâda olur efendim. Orada zaman duracak. O mahşer azâbının (Şiddeti) ne insanlar dayanamıyacaklar. 

 

Yâ Rabbî, azabsa (Azab), Cehennemse (Cehennem), ne olur, şu (İzdiham) dan bizi kurtar, bu (Azâbı) bizden kaldır, diyecekler. Kolay değil kardeşim. 

 

(Güneş) alçaklara inmiş, hiç (Gölge) yok, yer (Beton). Ama bütün bu sıkıntılar, (Kâfir) ler için. Mü’minler râhat. Mevlânâ Hâlid hazretleri buyuruyorlar ki: 

 

Mahşerde, (Ehl-i sünnet) îtikâdında olan mü’minler için hiç azap yok. (Mahşer), kâfirler için elli bin (Sene) sürerken, bu, mü’minler için birkaç (Dakîka) olacak. 

 

Onlar, (Arş) ın gölgesinde iki rekât (Namaz) kılacaklar, selâm verince, elli bin sene (Bitmiş) olacak. Onun için, bu doğru (Îtikâd) çok kıymetli kardeşim. 

 

Çünkü düşmanı çok. Doğru îtikâdın (Üç) düşmanı var. Biri, (İblîs), o mâlum, bütün şeytanların (Baba) sı. Bir de, onun evlâtları olan cin (Şeytan) ları var. 

 

Bir de insanın (Nefsi) var. Nefs en (Kötü) sü. İnsanı (Kâfir) yapmadıkça râhat etmez. Onun nihâî hedefi, sâhibini (Küfr) e sokmakdır, Allah korusun.

Üveysîlik

 “Resûlullahdan ( aleyhisselâm ) üveysî olmak isteyen, yatsı namazından sonra, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) mübârek ellerini, kendi elinde imiş gibi tutup şöyle demelidir: “Ey Allahın Resûlü, sana beş şeyde bî’at ettim: Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü demek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan’da oruç tutmak ve gücüm olduğunda Kâ’be’ye gidip haccetmek.” Birkaç gece bunu yapmalıdır. Eğer büyüklerden birine üveysî olmak istiyorsa, yalnız olarak oturup, iki rek’at namaz kılıp, sevâbını onun rûhuna göndermeli ve rûhuna müteveccihen oturmalıdır.”

(Abdullah-ı Dehlevî kuddise sirruh)

Diş kaplamak

 Hanefî mezhebine göre ağzın içinde iğne ucu kadar su değmemiş mahal [yer] kalırsa, gusl tamam olmaz. Cünüblük kalkmaz. Bu sebebden diş kaplatanlar [dolduranlar] Şafii'yi taklîd etmelidir.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Mürted

 Allahın şeraîtinin bir hükmünü ibtâl edenler mürteddir. Bunların hiçbir ibâdeti makbul olmaz. 

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hutbeyi ve Kur'ânı anlamak lâzım değildir

Hutbeyi ve Kur'ânı anlamak lâzım değildir. İbâdet emre imtisaldir, anlamak değildir. Kur'ânı anlamak için,yetmişiki ilmî öğrenmek lâzımdır. Anlamak lâzımdır, demek, dinde müdâhene etmek demektir. Kur'ânı anlamak için, istidâdı müsâid olanlar -zeki olanlar- on sene, orta zekâlılar elli sene çalışmak lâzımdır. Bizim gibi yavaş zekâlılar ise,yüz sene de çalışsa, bir şey anlamaz. Ancak bundan sonra Kur'ân-ı kerîmi anlamağa istidâd hâsıl olur. Ondan sonra Cenâb-ı Hak ihsân ederse, anlayabilir. 

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)