*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allahü teâlâ, *(Derd-ü belâ)* yı ve *(Hastalığı)* sevdiği kullarına verir kardeşim. Hazret-i Alî radıyallahü anh ne buyurmuş? *(El mü’minü beleviyyûn)*. Ne demek bu?
Yâni mü’min, *(Belâ)* dan ve *(Üzüntü)* den kurtulamaz. Çünkü mü’min olmanın alâmeti, *(Keder)* li olmakdır, *(Üzüntü)* lü olmakdır. El mü’minü beleviyyûn, bu demek.
Peygamber aleyhisselâm, birgün Eshâb-ı kirâmla bir yere gidiyorlardı. *(Hava)* da çok *(Sıcak)* dı, *(Güneş)* heryeri kavuruyordu.
Eshâb-ı kirâmdan biri, Peygamber aleyhisselâmın mübârek başının üzerine bir *(Örtü)* koymak istedi, hani *(Güneş)* den korumak için.
Ama Efendimiz aleyhisselâm bunu *(Kabûl)* etmediler. Niçin kabul etmediyer? *(Farklı)* muâmele olmasın diye.
● ● ●
*(Sevme)* nin üç alâmeti vardır. Birincisi, sevdiğini kim seviyorsa, onu da *(Sever)*. Kim sevmiyorsa, onu da *(Sevmez)*. Bu, sevenin elinde değildir. Kendiliğinden olur.
İkincisi; insan, sevdiğine *(İtâat)* eder. İtâat varsa, *(Seviyor)* demekdir. Yoksa, *(Sevmiyor)* dur. Bu da, insanın elinde değildir.
*(Sevgi)* nin üçüncü alâmeti de, hep *(Sevgili)* den bahsetmek ister. Bu da sevenin elinde değildir.
İki mü’min, *(Sevgi)* le, *(Muhabbet)* le bir araya gelseler, muhakkak birinden diğerine *(Feyz)* akar. Hiç bir şey konuşmasalar bile.
Sâdece birbirlerinin yüzüne *(Sevgi)* ile baksalar, *(Kalp)* leri arasında bir hareket başlar. Hangisinin *(İhlâsı)* daha çoksa, onun kalbinden öbürünün kalbine *(Feyz)* akar.
Feyz, *(Nûr)* demekdir. Bu, onların ellerinde değildir. Haberleri olmadan bu münâsebet kurulur. *(Sahâbî)* ler, henüz ilk sohbetde *(Müctehid)* olurlardı.
Yâni dereceleri, bütün *(Evliyâ)* ların üstünde olurdu. Çünkü onların nefsleri *(Îmân)* ederdi.