Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendi hazretlerine her gidişimde, hemen bir *Kitap* verirdi elime. Bakardım, *İslâm* harfleri ile yazılmış. Evet, ben *İslâm Harfleri*’ni tanıyordum o zamanlar.


*Okuma*’sını da biliyordum. Ama Efendi’nin verdiği o kitapları *Türkçe* olsa bile okuyamıyordum. Çünkü *Eski Zaman* türkçesiyle yazılmış. 


Ben okuyamayınca, Efendi hazretleri bana *Yardım* ediyordu. Ben *Okuyor*’dum, O *Tashîh* ediyordu. Ben okuyordum, O *Düzeltiyor*’du. 


O zamanlar Onunla okuduğumuz *Kitap*’lardan biri de *Mevlânâ Hâlid* hazretlerinin *Dîvân*’ı idi. *Fârisî* idi o da. Bana *Fârisî*’yi de öğretdi Mübârek. 


Her *Kelime*’sini anlatırdı. Ben de kurşun *Kalem* ile kendime göre *Not*’lar alırdım. O *Kitap* şimdi evde, burada. Bugün onu alıp bakdım.


Bana, kaç sayfa *Okumuş*, *Okut*’muş, *Yazdır*’mış, *Anlat*’mış Mübârek, Hiç üşenmemiş. Aldım o *Kitâb*’ı, yüzüme gözüme *Sürdüm* sahîfelerini. 


Efendi hazretleri *Bizi* yetişdirmek için çok *Emek* verdi kardeşim, çoook. *İbni Âbidîn*’den okuturdu. *Arabî*’yi ne bileceğim ben. 


Onları, böyle yavaş yavaş *Okut*’du, *Öğret*’di. Her şeyi Ondan öğrendik. Velhâsıl Efendi hazretlerinin sâyesinde bu *Hizmet*’ler meydana geldi.


Elhamdülillah. Bütün bu *Kitap*’lar, hep Onların *Himmet*’leriyle, *Gayret*’leriyle yazıldı kardeşim. Onu tanımasaydık, bu kitaplar meydana gelmezdi.

● ● ● 

İnsanın *Çene*’sinin altında bir mânevî *Zincir* vardır. Bir de *Burnu*’nun üstünde bir mânevî *Zincir* vardır. 


O kimse, kendini yükseltir, *Yukarı* çekmeye çalışırsa, yâni *Kibir*’lenirse, çenesinin altındaki zincir, onu *Aşağı* çeker. O kimse, herkesden *Aşağı* olur. 


Bir kişi de *Tevâzû* sâhibi olsa, kendini *Aşağı* görse, burnunun üzerindeki zincir, onu *Yukarı* kaldırır, yâni *Yüksel*’tir. O kişi, Allahü teâlânın indinde ve insanların gözünde *Büyük* olur.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sebeb*’e teşebbüs etmek lâzım. *Esbâb*’a yapışmak lâzım. Allahü teâlâ, her *Şeyi* bir sebeple gönderir. Meselâ duâ ediyoruz, *Yâ Rabbî, Sen benim gözüme şifâ ver!* diyoruz. 


Allahü teâlâ *Şifâ*’yı nasıl verir? *Sebeb*’ini gönderir. Onun için sebebe yapışacağız, *Sebeb*’ini arıyacağız. Allahü teâlâ *Elbette* sebebini gönderir. 


Ama *Duâ* edene gönderir. Duâ etmiyen, istediği kadar arasın, *Sebeb*’ini bulamaz. Ama *Duâ* eden, sebebini bulur. Allahü teâlânın *Âdet*’i böyledir. 


Ne diyor Allahü teâlâ? *Cihad için, düşmanlarınızda bulunan silâhların hepsini, hattâ atınızın ipine varıncaya kadar hazırlayın!* buyuruyor.


Meselâ *Bosna*’daki müslümânlar, bu *Emr*’e uymamışlar, *Silâh* hazırlamamışlar. 


Onlar da, *Elli sene*’den beri çalışsalardı, *Düşman*’larında, *Sırp*’larda ne *Silâh* varsa, aynısını onlar da yapsalardı, o *Felâket*’ler başlarına gelmezdi. 


Allahü teâlâ, her *Şey*’i bir sebeple gönderir. Kur’ân-ı kerîm bunu emrediyor. *Düşmanda olanı siz de yapınız!* buyuruyor. 


Demek ki, *Sebeb*’e yapışacağız. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde; *Li külli şey’in sebebâ!* buyuruyor. Yâni, *Ben her şeyi, sebeple yaratıyorum*, buyuruyor. 


Sen sebebe yapışma, sonra da; *Yâ Rabbî sen bana ver!* de. Yâhut namaz kılma, sonra da; *Yâ Rabbî, sen benim günâhlarımı affet!* de. Olur mu öyle şey? 


*Sebeb*’e yapışmayı Cenâb-ı Hak bize *Emr*’ediyor. Sebebe yapışanları Allahü teâlâ sever. *Helekel müsevvifûn!* diyor Peygamber Efendimiz. 


*Sebebe yapışmıyan, yarın yaparım, öbür gün yaparım, Allah kerîmdir diyen, mahv olur!* buyuruyor Peygamberimiz. 


Sen *Ders*’lerine çalışma, sonra de *Sınıf*’ı geçeceğim diye bekle. Olur mu öyle şey? 


Allahü teâlâ; *Sebebe yapışın!* diyor. Allahü teâlâ herkesin *Mükâfât*’ını verir. Ama sebebe yapışanlara *İhsân* eder.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendi hazretleri, zaman zaman; Biz, *Bî-kes* kaldık! derdi. Bunu *Çok* söylerdi. Zaman zaman buyururdu ki: 


*Herkesin var bir kesi. Ben bî-kesin yok kimsesi. Ben bî-kesin sen ol kesi. Ey kimsesizler kimsesi!* 


Şimdi o *Kes*’e ne diyorlar? *Dayı* diyorlar. Bunun *Dayısı* var! diyorlar. Yâni *Arka*’sı var, *Dayanağı* var. 


*Herkesin var bir kesi. Ben bî-kesin yok kimsesi*. Yâni ben kimsesizim. Benim kimsem yok, dayım yok, arkam yok. 


*Ben bî-kesin sen ol kesi, ey kimsesizler kimsesi!* Allahü teâlâya böyle yalvarırdı Mübârek, *Nûr* içinde yatsın. Biz, her *Şey*’i Efendi hazretlerinden işitdik kardeşim. 


Efendi hazretlerini görmeseydik, hâlimiz *Harâb*’dı. Meselâ ben, *Küfr* içinde yuvarlanıyordum. Çünkü *Öyle* yetişdirdiler bizi. 


Ama Efendi hazretleri *Elimiz*’den tutdu, *Ayağa* kaldırdı ve bizi *Küfr*’den kurtardı, halâs eyledi, elhamdülillah. 


Yoksa *Nefs*’imize uymuşduk. Nefsimizin *Esîr*’i idik. Efendi hazretlerini görmeden evvel, *Nefs*’imin elinde *Esîr*’dim ben. 


Bizi, *Nefs*’in esâretinden *Halâs* eyledi, kurtardı. Nefs, insanın *Düşman*’ıdır. İnsana evvelâ *Kibr*’i emreder. Yâni kendini beğendirir. *Nefs*’den gelir bu. 


Ben o zaman *Askerî Lise*’de idim, hem de sınıfın *Birinci*’siydim. Çok çalışkandım. Onun için kendimi çok *Beğenir*’dim.


Öyle ki, bir yerlerde *Konuş*’sam da, herkes beni dinleyip *Alkış*’lasa derdim. 


Sonra bir yerde bir *Apartman* görsem, içimdan; *Benim de böyle bir apartmanım olsa!* derdim.


Yine bir yerde *Otomobil* görsem, yine içimden; *Ah, benim de bir otomobilim olsa!* derdim. 


Ama Efendi hazretlerinin *Sohbet*’inde, bunların hepsi *Eridi*, gitdi hiç kalmadı elhamdülillah. Aynen *Kar* gibi. Kar, dayanabilir mi temmuz *Güneş*’ine? 


Efendi hazretlerinin bereketiyle, *Nefs*’in elinden, onun *Pençe*’sinden kurtardı beni Allahü teâlâ.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İstiğfâr* duâsı çok mühimdir kardeşim. *İstiğfâr* okunan yere, orada oturan insanlara, *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur. 


Allahü teâlâ, hepsinin murâdlarını *İhsân* eder, günâhlarını *Afv*’eder. Oturduğu yerler, *Kıyâmet* gününde ona *Şefâat* eder. 


Geçdiği *Sokak*’lar şefâat eder. Molla *Nâmık-i Câmî* hazretleri böyle diyor. Onun için *İstiğfâr* duâsını her gün okumalı kardeşim. 


Peygamber Efendimiz de; *Bu duâ, her derde devâdır. Düşmanların zararından korunmak için de, her gün yüz kere okumalı*, buyuruyor. 


Meselâ, beş vakitde kılınan namazlardan sonra, bir miktâr, *Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh*, diye okumak lâzım. Kısacık. 


*Seâdet-i Ebediyye*’de yazılı bu hadîs-i şerîf. Muhammed Ma’sûm hazretleri de; *Ben kime tavsiye etdimse, dertlerden kurtuldu*, diyor. Çok tecrübe etdim, buyuruyor. 

● ● ●

*Dünyâ*’nın bir ucundan bize *Mektup*’lar geliyor kardeşim. Diyorlar ki: *Kur’ân-ı kerîm*’de Allahü teâlâ buyuruyor ki:


*Kıyâmet*’e kadar, benim *Râzı* olduğum *Yol*’da olan, bu *Yol*’da çalışan müslümânlar olacak. Bunların *Düşman*’ları *Çok* olacak. 


Fakat o düşmanlar, onlara bir *Şey* yapamıyacak. *Kur’ân-ı kerîm*’de böyle buyurduğuna göre, sizin düşmanlarınız *Çok*’dur, diyorlar bize yazdıkları mektuplarda. 


Hakîkaten *Hıristiyan*’lar bize düşman, *Yehûdî*’ler düşman, *Mezhebsizler de düşman. Ama yine de bizim *Kitap*’lar bütün dünyaya yayılıyor. *Allah*’ın büyüklüğü bu. 


Bizim kitaplar, bizim değil ki, o *Büyük*’lerin kitaplarıdır. Bunları okuduğumuz zaman, kalplerimize *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur, kalplerimiz *Nûr*’lanır. 


Efendi hazretlerini görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri *Veliyy-i kâmil*'dir ve *Seyyid*’dir ve Resûlullahın *Vârisi*’dir.


Efendimiz aleyhisselâmın mübârek kalbinden fışkıran *Nûr*’lar, Onun *Kalb*’ine geldi. Resûlullahın *Feyz*’leri ve *Nûr*’ları, onların kalbine, böyle *Ceyhun nehri* gibi akıyor. 


*Gürül gürül* akıyor. İşte onları *Sevip* de etrâfına üşüşenlere, toplananlara da, o *Feyz*’lerden, o *Nûr*’lardan muhakkak nasîb olur kardeşim

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:


Elhamdülillâh ki, Allahü teâlâ bize, dînine Hizmet etmek, Onun kullarını Cehennem Ateş inden kurtarmak vazîfesini verdi. Bu vazîfe, ancak Peygamberlere verilir.


Bir de Onun Vârisleri ne verilir. O hâlde bu Hizmete tâlip olanlar, bu hizmet için koşduranların hepsi, Peygamberimizin Vârisleri olurlar.


İşte sizler, bu Kitap ları dağıtıyorsunuz kardeşim. Siz hepiniz, Onun Vârisi oluyorsunuz. Bu Ni’met in kıymetini bilin.


Âlim in mürekkebi, âhiretde Şehîd in kanı ile tartılacak, mürekkep daha Ağır gelecek efendim.


Ama hangi Mürekkep? Kitâbı yazmış, Rafa koymuş, öylece duruyor. Hiç kimse bundan İstifâde etmiyor. Bu mürekkep tartılmaz.


Orada kastedilen Mürekkep, milletin istifâdesine sunulan kitapların mürekkebidir. İnsanların dînini öğrendiği Kitaplar ın mürekkebidir efendim.


O hâlde, bizim kitapların mürekkebine, hem Yazan, hem Satanlar, hem de Dağıtan lar dâhildir. Yâni bütün arkadaşlar dâhil kardeşim.


Peki niçin? Bizim Kitapları dağıttıkları için. İşte Sizler bizim kitapları dağıtıyorsunuz. Sizin dağıttığınız o Kitaplar dan, insanlar okuyup istifâde ediyorlar.


İslâmiyeti öğreniyorlar. Yâni bu kitapları dağıtmakla Emr-i mâruf yapıyorsunuz. Bunun için, siz de bu Mürekkep den payınızı alacaksınız kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendi hazretleri *Nere*’ye gitse, ben de *Peşin*’den giderdim. Bâzan herkes *Bahçe*’de oyalanırken, ben Efendi hazretlerinin *Dizi*’nin dibinden ayrılmazdım. 


Ondan, hiç duymadığım *Şey*’leri duyardım. Onları defterime *Not* eder, ezberlerdim. Efendi hazretlerine olan muhabbetim de *Ben*’den değildi. 


Beni, kendisi *Cezb* ederdi. Yâni *Cezb* etmek de Efendi hazretlerindendi. Sanki *Elli Sene* sonrasını, yâni *Bu gün*’leri görmüş gibiydi Mübârek. 


*Yemek*’de, *Namaz*’da, *İstirâhat*’de, bir yere gitmekde, *Efendi*’den hiç ayrılmazdım. Her hareketine *Dikkat* ederdim ve hep Onu dinlerdim. 


Bir dakîkanın *Boş* geçmemesi için *Çırpınır*’dım. Her fırsatda *Yanına* giderdim. Başka câmilerdeki *Vaaz*’larına da giderdim. 


*Arabî* ve *Fârisî* okutmadan evvel, bâzı *Türkce* kitaplardan *Ders* verdi bana. Sonra *Arabî* ve *Fârisî* okutdu. Emsile, avâmil, simâî masdarları öğretdi. 


*Emâlî Kasîde*’sini, Mevlânâ Hâlid *Dîvânı*’nı, İsaguci denilen *Mantık* kitâbını ezberletdi. Bir *Şey* öğretmediği *Gün* olmamışdı. 


Efendi hazretleri, İmâm-ı Begavî'nin *Kazâ-Kader* hakkındaki yazısının, *Arabî*’den *Türkçe*’ye tercümesini yapdırdı bana. 


O gece *Evde* yazdım, ertesi gün götürüp *Arz* etdim. Sonuna kadar okuyup; *Çok iyi, doğru tercüme etmişsin, hoşuma gitdi!* buyurdu. 


Bu tercüme, Bizim *Seâdet-i Ebediyye* kitâbının *412*.ci sayfasındadır. 

 

Sen bizi *Şeytan* şerrinden ve *Düşman* şerrinden ve *Nefs*’imizin şerrinden muhâfaza eyle yâ Rabbî. Evlerimize *İyilik*’ler ver, helâl ve hayrlı *Rızık*’lar ihsân eyle yâ Rabbî. 


Hastalarımıza *Şifâ*, dertli olanlarımıza *Devâ* ihsân eyle yâ Rabbî. Sen bizleri, *Yevm-i Cumâ*’nın ve *Leyle-i kadr*’in şefâatine ve bereketine nâil eyle yâ Rabbî. 


Bizleri, *Cennet*’inle *Cemâl*’inle müşerref eyle, *Günah*’larımızı ve *Kusur*’larımızı affeyle yâ Rabbî.

Sidret-ül Müntehâ

 Sidret-ül müntehâ, ağaç şeklinde bir mahlûk-ı ilâhîdir. Kökleri âlem-i halkı, dalları âlem-i emri setr etmiştir. Sanki bütün mahlûkatı ihâta etmiştir [kuşatmıştır].

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mevlânâ *Hâlid-i Bağdâdî* hazretleri rahmetullahi aleyh öyle büyük bir *Zât*’dır ki, eğer Efendimiz aleyhisselâmdan sonra peygamber gelmesi *Câiz* olsaydı, o hâliyle *Peygamber* olurdu.


Yâni bütün *Kemâlât-ı nübüvvet* kendisinde mevcutdu. Sâdece o *Mansab* verilmemişdi, yâni o *Mertebe* verilmemişdi. 


Mansab ve mevkî verilmemiş, ama *Kemâlât*’ı verilmiş. O hâliyle *Peygamber* olurdu. O kadar büyük *Evliyâ* idi Mevlânâ Hâlid hazretleri.

● ● ●

Geçen gün *Enver âbi*’ye söyledim. Şimdi insanlar *Nefs-i mücessem* olmuş. Yâni *Nefs*’ler, cisim olmuş, *İnsan* şeklinde görülüyor. 


*Nefs*’in elinden kurtulmak ise çok *Zor*. Ancak, bizim arkadaşlar *Nefs*’inden kurtulmuşdur. 


*Enver âbi*’yi tanımak ve bizim *Kitap*’ları bilmek ve okumak, çok büyük *Ni’met*’dir. Neden? Çünkü bu kitapların hepsi, *Ehl-i sünnet* âlimlerinin yazılarıdır.


Onların *Kitap*’larından alınmış, yazılmışdır. *Allah Adamları*'nın yazıları bunlar kardeşim. Bu kitapları okumak kime *Nasîb* olursa, ne kadar *Bahtiyâr*’dır. Çok sevinsin. 


Sizinle müsâfeha edelim kardeşim, *Tekrâr-ı hasen*’dir. Benim için sizinle müsâfeha etmek ne *Şeref*’dir. Nerde bulacağız bu devirde, böyle mübârek *Müslümân*’ları. 


Bizim *Kitap*’larımız, Allahü teâlânın *Sevdiği* kullarının yazılarıdır kardeşim. Ben bâzen, yeri gelince diyorum ki: 


*Bizim kitaplarımız çok kıymetli, çoook. Her kitapdan daha kıymetlidir*. Peki niçin çok *Kıymet*’lidir? 


Çünkü bizim *Kitap*’larımızın içinde, *Bana* âit bir *Yazı* yok da onun için efendim. Hep o *Büyük*’lerin yazıları. Onun için kıymetli. 


Bize âit yazılar, *Pırlanta*’nın yanında, *Cam parçası* gibidir. Bizim *Kitap*’larımızda eğer bana âit birkaç satır *Yazı* olsa, pırlantaların arasına *Cam* parçalarını karışdırmış oluruz. 


O zaman hiç *Kıymet*’i kalmaz. Elhamdülillah, bize âit hiçbir *Yazı* yok. Nasıl olsun ki efendim. *Büyük*’lerin meydânında *Küçük*’lerin ne işi var?.

Nûh aleyhisselâmın gemisi

 Nûh aleyhisselâmın gemisi Recebin onuncu günü hareket etti. Muharremin onuncu günü durdu. Geminin uzunluğu binikiyüz zira' [600 metre], eni altıyüz zira' [300 metre] idi. Ve üç kat idi.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Nuh aleyhisselâma îman edenler

 Nûh aleyhisselâma îman eden üç oğlu ile seksen insandır ki, bunlara Eshâb-ı seb'în derler. Bu seksen kişi bilâ veled [çocuksuz] vefât ettiler. Ancak Nûh aleyhisselâmın üç oğlu kaldı. Bütün insanlar bunlardan türedi.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Peygamber efendimizin ilmi

 Peygamber efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ilmi başlıca iki kısımdır: Biri zahir, diğeri batın ilmidir. Zâhir ilmi ikidir: Biri arz,biri semâvât. Arz ilmi yüzyirmi dörttür. Semâvât [gökler] ilmi yirmidir. Bâtın ilmi yirmi dokuzdur. 

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)