Hocası Mevlânâ Hâlid hazretleri, kendisine yazdığı Fârisî mektûplarından birinde şöyle buyurdular: “Kıymetli Seyyid Tâhâ! Allahü teâlânın emânında olunuz! Âfet olan şöhretten dâima çok sakınınız! Kişi için, talebelerin çokluğu büyük belâ olabilir. Allahü teâlâ sizi o âfetten korusun! Âmîn. Kalbin acem beldelerine meylini, öldürücü, rûhu kurutucu zehir biliniz! Nerede kaldı ki, onların yanına gidilsin. Onlara yakın olmaktan, tatlı, idâreli dil kullanmaktan çok uzak olmalıdır. İnşâallah bir araya gelmezsiniz. Eğer şah bile bizzat da’vet ederse, gitmemelidir. Nerede kaldı ki, başkalarının da’vetine gidilsin. Böyle da’vete verilecek cevap şudur: “Biz derviş kimseleriz. Bizim işimiz, dünyâdan kesilmek ve İslâm pâdişâhına duâ etmek, insanların dînine hizmettir. Devlet reîslerinin meclisinin edeblerini bilmeyiz.” Sana emrettiğim üzere ol, muhalefet etme! Molla Mustafa Eşnevî’ye de fakirin selâmını söyle ve bu yazdıklarım aynı zamanda onun içindir. Fitne olan yerden çok uzak olup, dîne hizmet edecek yerde bulunmak ve yerleşmek zarurîdir. Bizden birşey gizli tutulmasın ki, helake sebep olur. Kulların en za’îfi Hâlid-i Nakşibendî Müceddidî.”
ÖLÇÜ
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (kaddesallahu teala sirreh) haretleri buyurdular:
“Evliyâyı inkâr etmekten sakınmak vâcib olduğu gibi, onlara itikadda taşkınlık yapmaktan kaçınmak da vâcibdir.”
(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 144)
NAMAZIMI SEN KILDIRIRSIN!
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî "kuddise sirruh" hazretlerinin kıymetli talebelerinden olan İbn-i Âbidîn, ondan ders aldığı sıralarda, bir gece rüyâda Resûlullah efendimizin üçüncü halîfesi hazret-i Osman'ın vefât ettiğini ve Câmi-i Emevî'de namazını kendisinin kıldırdığını gördü. Sabahleyin derse gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine bu rüyâyı olduğu gibi anlatınca, o da; "Senin rüyânın tâbiri, Allahü teâlâ bilir ki şöyledir: "Ben yakında vefât ederim, sen benim cenâze namazımı Câmi-i Emevî'de kıldırırsın. Çünkü ben, hazret-i Osman'ın torunlarındanım." buyurdu. Aradan birkaç gün geçince Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tâûn, vebâ hastalığından şehîd olarak vefât etti. Namazını İbn-i Âbidîn kıldırdı.
İbn-i Âbidîn, buyurdu ki:
"Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz edildi. Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Namaz, duâ demektir. Dînin emrettiği, bildiğimiz ibâdete, namaz "salat" ismi verilmiştir. Mükellef olan yâni âkil ve bâliğ olan her müslümanın, her gün beş vakit namazı kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir. Mîrâc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mîrâc, hicretten bir yıl önce, Receb ayının yirmi yedinci gecesinde vukû buldu. Mîrâcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı."
"Kur'ân-ı kerîm, Kadir gecesinde inmeğe başlamış ve hepsinin inmesi yirmi üç sene sürmüştür. Tevrât, İncil ve bütün kitaplar ve sahifeler ise, hepsi birden, bir defâda inmişti. Hepsi, insan sözüne benziyordu ve lafzları mûcize değildi. Onun için çabuk bozuldu, değiştirildiler. Kur'ân-ı kerîm ise, Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin de en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir."
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Mevlânâ *Hâlid-i Bağdâdî* hazretleri rahmetullahi aleyh öyle büyük bir *Zât*’dır ki, eğer Efendimiz aleyhisselâmdan sonra peygamber gelmesi *Câiz* olsaydı, o hâliyle *Peygamber* olurdu.
Yâni bütün *Kemâlât-ı nübüvvet* kendisinde mevcutdu. Sâdece o *Mansab* verilmemişdi, yâni o *Mertebe* verilmemişdi.
Mansab ve mevkî verilmemiş, ama *Kemâlât*’ı verilmiş. O hâliyle *Peygamber* olurdu. O kadar büyük *Evliyâ* idi Mevlânâ Hâlid hazretleri.
● ● ●
Geçen gün *Enver âbi*’ye söyledim. Şimdi insanlar *Nefs-i mücessem* olmuş. Yâni *Nefs*’ler, cisim olmuş, *İnsan* şeklinde görülüyor.
*Nefs*’in elinden kurtulmak ise çok *Zor*. Ancak, bizim arkadaşlar *Nefs*’inden kurtulmuşdur.
*Enver âbi*’yi tanımak ve bizim *Kitap*’ları bilmek ve okumak, çok büyük *Ni’met*’dir. Neden? Çünkü bu kitapların hepsi, *Ehl-i sünnet* âlimlerinin yazılarıdır.
Onların *Kitap*’larından alınmış, yazılmışdır. *Allah Adamları*'nın yazıları bunlar kardeşim. Bu kitapları okumak kime *Nasîb* olursa, ne kadar *Bahtiyâr*’dır. Çok sevinsin.
Sizinle müsâfeha edelim kardeşim, *Tekrâr-ı hasen*’dir. Benim için sizinle müsâfeha etmek ne *Şeref*’dir. Nerde bulacağız bu devirde, böyle mübârek *Müslümân*’ları.
Bizim *Kitap*’larımız, Allahü teâlânın *Sevdiği* kullarının yazılarıdır kardeşim. Ben bâzen, yeri gelince diyorum ki:
*Bizim kitaplarımız çok kıymetli, çoook. Her kitapdan daha kıymetlidir*. Peki niçin çok *Kıymet*’lidir?
Çünkü bizim *Kitap*’larımızın içinde, *Bana* âit bir *Yazı* yok da onun için efendim. Hep o *Büyük*’lerin yazıları. Onun için kıymetli.
Bize âit yazılar, *Pırlanta*’nın yanında, *Cam parçası* gibidir. Bizim *Kitap*’larımızda eğer bana âit birkaç satır *Yazı* olsa, pırlantaların arasına *Cam* parçalarını karışdırmış oluruz.
O zaman hiç *Kıymet*’i kalmaz. Elhamdülillah, bize âit hiçbir *Yazı* yok. Nasıl olsun ki efendim. *Büyük*’lerin meydânında *Küçük*’lerin ne işi var?.