SOHBET.................. BİR VASİYET

İslâm âlimlerinin büyüklerinden Hüseyin Hilmi Işık’ın (rahmetullahi aleyh) vasiyetnamesinde özetle şöyle buyurulmaktadır:

“Aklı olan herkes dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, âhırette azaptan kurtulup sonsuz nîmetlere kavuşmak ister. Dünyanın her yerindeki her çeşit insana, saadet-i ebediyye yolunu göstermek için uğraştım. Önce kendim öğrenmek için çok çalıştım. Senelerce, yüzlerce kitap okudum. Tarihi, tasavvufu çok inceledim. Fen bilgileri üzerinde çok düşündüm. İyi inandım ve îmân ettim ki, dünyada rahat, âhırette sonsuz iyiliklere kavuşmak için sâlih Müslüman olmak lâzımdır.

Sâlih mü’min Ehl-i sünnet itikadındadır. Ehl-i sünnet itikadında olana Sünnî denir. Ehl-i sünnetin dört mezhebinden Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî’den birine uyar. Böylece her hareketinde İslâmiyet’e tâbi olur. İbâdetlerini kendi mezhebine göre yapar. Haramlardan sakınır. Bunlarda kusur olursa şartlarına uygun tevbe eder. Sâlih Müslüman olmak için din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmek lâzımdır. Câhil, sâlih Müslüman olamaz. Sâlih Müslümanın nasıl olacağını Seâdet-i Ebediyye kitabımda uzun bildirdim. Kısaca şöyledir:

1- Ehli Sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi inanmalıdır.

2- Dört mezhepten birinin ilmihâl kitabını okuyarak din bilgilerini doğru öğrenip buna uygun ibâdet yapmalı ve haramlardan sakınmalıdır. 4 mezhepten birinde olmayan veya 4 mezhebin kolay yerlerini ayırıp bir araya toplayan yâni mezhepleri birbirine karıştıran kimseye mezhepsiz denir. Mezhepsiz olan, bidat ehli yâni sapıktır.

3- Çalışıp para kazanmalıdır. Dine uygun yolla kazanmalıdır. Fakir kimse bu zamanda dînini, nâmusunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak ve İslâmiyet’e hizmet edebilmek için fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lâzımdır. Helâl kazanmak büyük ibâdettir. Namaza mâni olmayan ve haram işlemeye sebep olmayan her kazanç yolu hayırlıdır ve mübârektir. İbâdetlerin ve dünya işlerinin faydalı, mübârek olması, yalnız Allah için yapmakla, yalnız Allah için kazanmakla ve yalnız Allah için vermekle kısaca ihlâs sâhibi olmakla olur.

Ya Rabbi! Günahlarımız büyük ve çok ise de, senin af ve mağfiretin sonsuzdur. Sevdiklerin hürmetine bizi af ve mağfiret eyle. Âmin!”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, ortak, yâni *Şerîk* kabûl etmez efendim. İnsanların Allaha karşı *Îmânı* azaldıkça, Cenâb-ı Hakka karşı *Güveni* azalır. Allaha güven azaldıkça da, *Dünyâ* ya güveni artar. 


Bir kimse, *Allah* dan başka neye bel bağlarsa, bu hâl, *Felâket* olarak ona yeter. Çünkü *Allah Sevgisi* nin üzerinde bir *Sevgi* olmaz, aslâ olamaz efendim. 


Şimdi bu odada, *Radyo* dalgaları var mı, yok mu? Muhakkak ki *Var*. Biliyoruz çünkü. Bunu bilmesek, var diyene inanmayız. *Olur mu öyle şey? Hani görmüyorum*, deriz. 


Evet ama, o *Radyo* dalgalarını, o sesleri işitmiyoruz. Neden işitmiyoruz? Çünkü kendi bedenimizde bir *Alıcı* mız yok. Alıcımız olsa, işitiriz. 


İşte, *Evliyâ* nın kalbinden çıkan *Feyz* ler, *Mârifet* ler, *Nûrlar* da, aynen radyo dalgaları gibi, her an, her yere yayılıyor. Fakat alıcımız olmayınca, fâideli olmuyor, *Zâyi* oluyor. 


Bir gün, *Abdülhakîm* Efendi hazretleriyle odada oturuyorduk. Bir ara; *Ben zâyi oldum!* buyurdu. Efendi hazretleri niçin *Zâyi oldu?* Çünkü kimseyle görüşemiyor, konuşamıyor. Yaydığı *Nûr* ları alan yok. 


Abdülhakîm Efendi hazretlerinin mübârek kalbinden çıkan *Nûr* ları alan olmayınca, *Ben zâyi oldum!* diyor. Nûr yayılıyor, ama *Alan* yok. 


Yâni almaya *Müstaîd* kimse yok. *Kabiliyeti* olan yok. Evliyâların kalbinden çıkan mârifetler, nûrlar her an yayılıyor. Bunları almak için şartlar var. Nedir o şartlar? Evvelâ *Îmân* lâzım. Ama *Doğru Îmân*. 


Ehl-i sünnet üzere bir *Îmân*. Kâfirler; değil evliyâlardan, Peygamberden bile *Nûr* alamadılar. *Ebû Leheb* ler, *Ebû Cehil* ler öyle işte. O *Nûru* alamadılar. 


O mübârek nûr menba’ına, yâni Resûlullah Efendimize, *Büyücü* dediler, *Sihirbâz* dediler, *Yalancı* dediler, *Şâir* dediler. Nasipleri olmadı, alamadılar. 


Evliyâların kalbinden çıkan mârifetleri, nûrları almak için de evvelâ ne lâzım? *Îmân*. Sonra ne lâzım? *Ehl-i sünnet* îtikâdı. Mezhebsizler *Nûr* alamaz. 


Mezhebsizler, meşâyih-ı kirâmdan, evliyâ-yı kirâmdan *Nûr* alamazlar. *Aldık!* derler, hattâ, *Şeyh* olduk, derler. *Şeyhlik* de yaparlar. Fakat hiçbir şeyden haberleri yokdur, *Yalan* söylüyorlar.

Mustafa Hulki Demiray

Hocamız Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Kuleli Askeri Lisesindeki ilk talebelerinden olan Merhum Mustafa Hulki Demiray abi...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan vücûdunda en kıymetli organ, *Kalp* dir. Bu dînin esâsı da, bu kalbi *Hastalık* dan kurtarmakdır. Nedir o hastalık? Kalbi hasta yapan şey nedir? *Nefsimiz*.


Hepimizin içinde bir *Düşman* var kardeşim. Hem Allaha düşman, hem bize düşman. O da, insanın kendi *Nefsi* dir. Yâni düşman içimizde, dışarda değil. O da kendi *Nefsimiz* dir. 


İşte bu nefsin, kalbe akıtdığı o *Zehire* karşı, bir *Panzehir* lâzım. Büyükler buyuruyorlar ki: Nefse karşı olan o panzehir, ya o büyük zâtların *Kendi* leridir veyâ *Eser* leridir. 


Eserleri deyince, ne anlıyacağız? Yâni o büyük zâtların *Kitap* ları ve *Talebe* leridir. 


Onun için, bizim *Âbiler* den birine rastlıyan, kurtulur efendim. Bizim *Kitap* lara kavuşan, bizim *Âbi* lere rastlıyan, kurtulur. Onun için biz çok *Şanslı* yız.

● ● ● 

Eskiden *Ezân* okunurken herkes işini gücünü *Bırakırdı*. Nasıl mı? Meselâ demirci demir dövüyor, çekici kaldırmış, tam vuracak. O anda müezzin *Allahü Ekber!* diyor.


O bunu işitince *Çekici* vurmuyor, indiriyor ve yavaşça kenara koyuyor. Neden? *Ezân* okunuyor diye. 


Çekici kaldırmış, demire vuracak, demiri dövecek, tam kaldırdığı zaman *Allahü ekber!* diye ezânı işitiyor, vurmuyor onu artık. 


*Ezân okunurken iş görülmez* diyor ve yavaşca yanına bırakıyor. Eskiden öyleydi. Ezâna *Hürmet* edilirdi. Şimdi nerde kardeşim? Nerdeee? 

● ● ● 

Yemekden sonra ne okuyoruz? *Elhamdü lillâhillezî eşba’nâ ve ervânâ min gayri havlin minnâ velâ kuvveh. Allahümme et’imhüm kemâ et’amûnâ.* 


Buraya kadar, Abdülhakîm Efendi hazretlerinin *Duâsı* dır. Bu kadar duâ ederdi Efendi hazretleri. Sonra bendeniz, ona bir ilâve yapdım. 


*Allahümmerzuknâ kalben takiyyen mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyâ velhamdü lillâhi rabbil’âlemîn*. 


Bizim ilâvemiz bu kadar. Diyeceksiniz ki: *Sen kim oluyorsun da bunu ilâve yapıyorsun?* Evet ama bizim kendi sözümüz değil ki bu. 


Peygamber Efendimizin *Duâsı*. Onun *Sözü*. Berât gecesinde, Efendimiz aleyhisselâm secdede bu *Duâyı* okurmuş. Kitapda gördüm ve onu *Yemek duâsı* na ilâve etdim efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Müslümâna verilen *Dert* ler ve *Belâ* lar, mutlaka *İyidir* ve *Hayrlı* dır. Bu hususta hadîs-i şerîf var. Dolayısıyla bizler, dünyânın en *Bahtiyâr* insanlarıyız kardeşim. Niçin?


Çünkü *Gemi* belli, *Kaptan* belli, *Rota* belli. Cenâb-ı Hakka, verdiği bu büyük ni’metden dolayı sonsuz *Şükür* ler olsun. Allahü teâlâ bu günlerimizi aratmasın. 


Biz her namazda, ayakda, *Elhamdülillâhi rabbil âlemîn* diyoruz ya hani *Fâtiha* sûresini okurken. Neden elhamdülillah diyoruz? *Bana, namaz kılmayı nasîb etdin!* diye. 


Yâ Rabbî, beni huzûr-i ilâhiyyene kabûl etdin. Beni, namaz kılmak şerefine kavuşdurdun. Bundan büyük seâdet olur mu? Bunun için sana hamd ederim yâ Rabbî! 


Elhamdülillahın mânâsı bu işte. *Ey Rabbil âlemin! Ey âlemlerin rabbî olan Allahım! Bana namaz kılmayı nasîb etdiğin için sana hamd ederim*. 


Sonra ne diyoruz? *Errahmânirrahîm* diyoruz. Yâni, Sen merhamet edicisin yâ Rabbî. Sen bana merhamet etdin, acıdın da namaz kılmayı nasîb etdin, diyoruz. 


Namaz kılmak, büyük ni’metdir. Allahü teâlâ, *Eraeytellezî* sûresinde ne diyor? *Namâza ehemmiyyet vermiyenlere lânet olsun!* buyuruyor. 


*Namâza ehemmiyyet vermiyenleri Veyl çukuruna atacağım!* diyor Cenâb-ı Hak. Hem de sonsuz. Niye sonsuz? *Îmânı* gidiyor da onun için. 


Günah işliyenin, yâni Allahü teâlânın emrini yapmıyanın îmânı gitmez, sâdece *Günâha* girer. Ama ehemmiyyet vermiyenin *Îmânı* gider, *Kâfir* olur kardeşim, bu çok mühim. 


Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *Ey Eshâbım! Siz emr olunduklarınızın onda dokuzunu yapsanız, birini terk etseniz, helâk olursunuz*. 


Bu helâk olma, bulunduğu makâmdan *Tenzîl-ür rütbe* dir, yâni bir aşağı dereceye düşmekdir. Onlar için bir makâm düşmek, *Helâk* olmakdır. Hattâ bin azapdan daha *Zor* ve *Dehşet* lidir. 


Yine Efendimiz buyuruyor ki: *Âhir zamanda gelecek ümmetim, emirlerin onda birini yapsa, onda dokuzunu yapamasa, kurtulur*. 


Burada buyurulan onda bir, *Îmân* dır. Âhir zamanda mü’minlerin en büyük tehlikesi, *Îmânsız* olmakdır. 


Çünkü bu gün *Harâm* ve *Helâl* karışmışdır. Eskiden haramın yolu başkaydı, helâlin yolu başkaydı. Harâmlar belliydi ve yapanlar ayıplanırdı. Şimdiyse *Küfre* düşmek çok kolay kardeşim.

Hakk sübhânehu ve teâlâ ile alış-veriş makamında değiliz

 Efendi Hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) buyurdular:

“Mecâr-ı umûru (işlerin olmasını) Cenâb-ı Hakk’a tevzîf ediniz (ısmarlayınız, bırakınız). Hakk’dan gayri bir şeyi maksûd bilmeyiniz. Zirâ dünya ve âhiret bu sûretle ma’mur olur. İsterse dünya ve âhiret mamur olmasın. Zirâ ki, kuluz. Bu itibarla, ubûdiyyetin (kulluğun) gereği budur. Îfâya mecburuz. Hakk sübhânehu ve teâlâ ile alış-veriş makamında değiliz.”

(Son Halkalar I, sh 459-460)

HAKÎKAT

Efendi Hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) buyurdular:

“Hakîkat, şerîattan ibârettir.”

(Son Halkalar I, sh 456)

Nakşibendî büyüklerinin yolu

 Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teala sirreh) Hazretleri buyurdular;

“Meşâyıh-ı Nakşibendiyyenin mesleki (Nakşibendî büyüklerinin yolu) tarîk-i Nübüvvetle vusûldür (Nübüvvet yolu ile kavuşucu/kavuşturucudur).”

(Son Halkalar I, sh 454)

ADÂLET / ZULM

 Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki;

“Adl; kendi mülkünde tasarruf, zulm; gayrin mülk ve mal ve ihtisasına tecavüzdür.”

(Son Halkalar I, sh 444)

...

Efendi hazretlerinin bu izahından anlaşılıyor ki;

Mâlikü’l-mülk ve hâliku’l-mükevvinât olan Allahu teala için “adâlet” fiilinin gayrisi söylenemez, tasavvur dahi edilemez.

AKIL

Efendi Hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) buyurdular:

“Akıl, bir kuvve-i derrâkedir (anlayış kuvvetidir). Hakkı bâtıldan fark ve temyîz  (ayırmak) için halk olunmuştur (yaratılmıştır). Hakkı bâtıla iltibâs (karıştırma) isti’dâdında bulunan ins ve cin ve melâikede halk olunmuştur. 

Zât-ı Bârî’de (Allahu teala için) ve Zât-ı Bârî’ye tealluk eden mesâilde (meselelerde, işlerde) hakkı batıl ile iltibas (karıştırma) istidâdı olmadığından, o nev’i mesâilde başlıbaşına medâr-ı ihticâc (delile esas) olmaz. 

Umûr-ı ibâdda (kulların işlerinde) iltibâs istidâdı olduğundan mesâil-i ubûdiyyette sahîh olur. 

Umûr-ı rubûbiyyette iltibâs istidâdı olmadığından, o mesâilde akıl mütemeşşi değildir (yürüyemez). 

Rubûbiyyet, vahdet-i mutlakadır (her iş ve halde tek ve benzersiz olmaktır). Orada temyîz ve temyîze mecal yoktur (güç yetmez). Öyle ise aklın cevlângâhı (dolaşacağı yer) değildir. 

Bir de, akıl âlet-i kıyâs (ölçü âleti) olup, ma’rifetullahda kıyâs merdûddur (redd olunmuşdur).”

(Son Halkalar I, sh 445)

AKL-I SELÎM

 Efendi Hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) buyurdular ki;

“(Tam) akl-ı selîm hiç yanılmaz, hiç hata etmez. Mûcib-i nedâmet (pişmanlığı gerektirecek) hiçbir harekette bulunmaz. Düşündüğü şeylerde asla hata etmez. Hep doğru ve savab ve akibeti iyi işlerde bulunur. Doğru düşünür, doğru yolu bulur. 

Bu nev’i akıl, ancak enbiyâ-i izâm aleyhisselâmda bulunur. Her teşebbüs buyurdukları işlerde muvaffak olmuşlardır. Mûcib-i nedâmet ve hasaret hiçbir şeyde bulunmamışlardır. Bu akıllara karîb (yakın), Eshâb-ı kirâm, Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în ve alâ merâtibihim (derecelerine göre) eimme-i dîn (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmîn) akıllarıdır. Bunların akılları ahkâm-ı ilâhîye karîb (yakın) akıllardır. Onun için bunların zamanında âlem-i İslâmiyyet tevessü’ ediyordu (genişliyordu). Ahvâl-i âleme vâkıf olanlar, bunu ziyâdesi ile tasdîk etmeğe mecbur olurlar.”

(Son Halkalar I, sh 446-447)