Adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İnsanın evvela kendine adalet etmesi lazımdır

 “İnsanın evvela kendine, hareketlerine, azasına adalet etmesi lazımdır. İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşularına, arkadaşlarına adalet yapması lazımdır. Adliyecilerin ve hükümet adamlarının da, millete adalet yapması lazımdır. Demek ki, bir insanda adalet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, azasında adalet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her azasını, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalıdır. Allahü teâlânın adetini değiştirip, onları aklın ve islâmiyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır. Çoluk çocuğu varsa, onlara karşı da, akla ve dine uygun hareket etmeli, dinin gösterdiği güzel ahlaktan sapmamalıdır. Güzel ahlâk ile huylanmalıdır. Hakim, vali, kumandan ve herhangi bir amir ise, yine ibadetleri yaptırmalı ve yapmalıdır. Böyle olan kimse, bu dünyada, Allahü teâlânın halifesi olmuştur. Kıyamette de adiller için vaad edilen nimetlere kavuşur. Böyle bir hayırlı kimsenin hayır ve bereketi, onun bulunduğu talihli zamana, mübarek yere ve orada bulunmakla bahtiyar olan insanlara, hayvanlara, hatta nebatlara ve rızıklara sirayet eder, yayılır. Fakat, Allah korusun, bir yerdeki hükümet adamları, şefkatli, iyi huylu, adaletli olmazsa, insan haklarına saldırırlar, zulüm, yağma, işkence yaparlarsa, bunlar adalet erbabı değil, iblislerin ahbabı, şeytanların yoldaşlarıdırlar.


Emri altında olanlara merhamet etmeyenler, kıyamet günü Allahü teâlânın merhametinden uzak kalacaklardır. (Men, lâ yerham, lâ yurham!) buyurulmuştur ki, acımayana acınmaz demektir. Böyle zalimlerin topluluğuna hükümet değil, eşkıya denir. Bunlar, birkaç senelik, muvakkat dünya zevkleri için, milyonlara eziyet ederler. Fakat, zulümlerinin cezasını çekmedikçe, bu dünyadan gitmezler. O kadar refah ve lezzetler içinde oldukları halde, elbette şiddetli sıkıntılar, büyük dertler yakalarını bırakmaz. O saltanat hiçbirinin elinde kalmaz. Çok olur ki, saltanatları düşmanlarının eline geçer. Bu hali görür. Ciğerleri yanar. Meryem suresinin seksenbirinci ayetinde meâlen, (Mâlik, hakim olduğunu söylediği şeylerin hepsini elinden alırız. Yalnız başına huzurumuza gelir) buyuruldu. Burada buyurulduğu gibi, Allahü teâlânın mahkemesine, yüzü kara, sürünerek getirilir. Yaptığı kötülükleri inkar edemez. Hepsinin cezasını çok acı olarak çeker. Yaptığı zulümlerin, işkencelerin karanlığı, etrafını kaplar. Önünü göremez. Azap meleklerinin pençesinde, kendi yaptıklarının katkat kötüsünü çekmek için, Cehennem azabına atılır. Allahü teâlânın dinini beğenmediği, ona çöl kanunu dediği için, orada rahmete kavuşamaz.”


[İslâm Ahlâkı]

Adalet ve İhsan

 Hikmet ehli zatlar Buyurdular ki: Ba’zı insanlara bir meselede ne kadar delil getirilirse, vesika gösterilirse, iki kere ikinin dört ettiği gibi kat’i olarak isbat edilse bile onlar yine inanmaz. Fakat bin kişi de bir kişi, hatta milyonda bir kişi inanacak olsa, hakkı bildirmek lâzımdır. Bizim ihmâlliğimiz yüzünden bir kişi, hidâyete kavuşmazsa, yahut bizim hatâlarımız yüzünden bir kişi, hidâyetten dalâlete düşerse bunların vebalinin altından kalkmak kolay olmaz...Sibirya’daki insanın hayat şartları ile, Amerika’da yaşayan insanların hayat şartları aynı değildir. Allahü teâlâ, her memlekette yetişen kulları için, adâleti fazlasıyle yapmıştır. Ya’ni Akıl ve baliğ olmadan ölen kâfir çocuklarını Cehenneme sokmayacaktır. Akıl ve baliğ olduktan sonra İslâmiyeti duymayan kâfırlere de azap yapmıyacaktır. Bunlar, İslâm dinini, Cenneti, Cehennemi duydukları halde, merak edip öğrenmez ise, inad edip inanmazsa, o zaman azap görecektir.Amerika’daki bir papazın oğlu müslüman olabildiği halde, Türkiye’deki bir hocanın oğlu müslümanlığı bırakabilir. Ya’ni Akıl ve baliğ olanlar, ana babanın,muhitin te’siri altında muhakkak kalır diye bir şey yoktur. Eğer muhakkak kalsaydı, İslâm memleketlerinde Islâm terbiyesi altında yetişen müslüman çocukları, yabancıların yalanlarına, iftiralarına inanmaz, dinsiz. olmazdı. Bu çocuklar Akıl ve baliğ olduktan sonra, hattâ kırkından sonra, hattâ hoca olduktan sonra müslümanlığı yıkmağa çalışmazlardı. Meselâ Cemaleddin Efgani ile tilmizi M. Abduh, mason olmuşlar. İslâmiyeti içinden yıkmak için yıllarca çalışmışlardır.

Bu acı misaller, ana baba terbiyesinin te’sirinin devamlı olmadığını göstermektedir. Ana babanın te’siri varsa da kat’i ve devamlı değildir. Ana baba ve muhitin te’siri devamlı da olabilir. Bir çocuğun müslüman evlâdı olması, müslüman terbiyesi ile yetişmesi Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Gayri müslim memleketlerindeki çocuklara bu ihsanı yapmıyor. Fakat kimseye ihsanı yapmağa mecbur değildir. İhsan yapmamak zulüm, haksızlık olmaz. Meselâ, bir bakkaldan bir kilo pirinç alsak, tam bir kilo tartması adâlettir. Noksan tartarsa haksızlık etmiş olur. Biraz fazla verirse ihsân olur. Bu ihsânı istemek kimsenin hakkı değildir. İşte Allahü teâlânın bir kimseyi İslâm memleketinde bulundurması, İslâm terbiyesi ile yetiştirmesi büyük ihsândır. İhsân ettiği kimseler, bu ihsânı teperek İslâm ni’metinden mahrum ölürlerse, cezaları, azapları kat kat olacaktır.

 (Mektûbât-ı Rabbâni c.1, M.259; Din Tahripçileri; Nuhbet-ül-leâlî s.116; Nebrâs)

ADÂLET / ZULM

 Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki;

“Adl; kendi mülkünde tasarruf, zulm; gayrin mülk ve mal ve ihtisasına tecavüzdür.”

(Son Halkalar I, sh 444)

...

Efendi hazretlerinin bu izahından anlaşılıyor ki;

Mâlikü’l-mülk ve hâliku’l-mükevvinât olan Allahu teala için “adâlet” fiilinin gayrisi söylenemez, tasavvur dahi edilemez.