Yahya bin Muaz Hazretlerinin bir münacatı

 Yahya bin Muaz Hazretleri, bir münacatında (Allahü tealaya yalvarıp dua ederken) şöyle buyurdu: "İlahi! Geceler ancak sana yalvarmak ile, gündüzler senin taatin ile dünya senin zikrin ile ahiret senin affın ile Cennet cemalini görmekle güzel olur."

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm, Resûlullah Efendimizi çok seviyorlardı. İçlerinden diyorlardı ki: 


*Onun Cennetdeki derecesi çok yüksek olur, bizimkiyse aşağıda kalır. Bu yüzden Cennetde Resûlullahı göremeyiz*.


Böyle diyorlardı ve bunu düşünüp, çok üzülüyorlardı. Hattâ aralarında bu *Mevzû* yu konuşup dertleşirlerdi. 


Ne zaman ki Efendimiz bir *Müjde* verdi onlara. O zaman sevinçlerinden hepsi bayram etdiler. Neydi o müjde? *Bu yolda ehil, nâ ehil, berâberdir!* 


Ne demek bu? Yâni dünyâda birbirini sevenler, âhirette, *Cennetde* de ayrılmıyacaklar. Bu *Ehil* dir, şu *Ehil* değildir, diye ayırım yok. Yeter ki *Sevsin*, sevenlerin hepsi, berâberdir. 


Öyleyse biz de, *Allah Dostları* nı seversek, âhiretde onlarla berâber oluruz efendim. *Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî* hazretleri öyle buyuruyor.

● ● ● 

*Mehmed Ma’sum* hazretleri, bir gün talebeleriyle bir yerde oturmuş konuşuyorlar. Mevzû *Yaş* dan açılınca, talebelerine sıra ile; 


*Sen kaç yaşındasın?* diye sormaya başlıyor. Orada, *Sâdullah* adındaki bir talebesi, bir yerde *Vâli* imiş ve hocası Mehmed Ma’sum hazretlerini çok seviyormuş. 


Mübârek, ona da soruyor ki: *Sâdullah, sen kaç yaşındasın?* Sâdullah da cevâben; *Üç yaşındayım efendim*, diyor. 


O böyle deyince herkes şaşırıyor tabii. Anlıyamıyorlar. *Üç yaşında adam olur mu?* diyorlar. Sâdullah, onların hayret etdiklerini görünce, hocasına dönüyor.


Ve diyor ki: Efendim, bendeniz *Zât-ı âlînizi* tanıyalı *Üç sene* oldu. Ondan evvel *Hayvan* gibiydim. Ondan evvelki ömrümü, *Ömür* den saymıyorum. 


Böyle diyor. İşte o *Büyük* leri tanımak, görmese bile kitaplarını okuyarak o zâtı *Sevmek*, çok büyük *Ni’met* dir. Böyle şanslı ve tâlihli kullar, *Evliyâ* olurlar. 

 ● ● ● 

Kalp, Beytullahdır. Allahü teâlâ; *Ben yerlere göklere sığmam, ama mü’min kulumun da kalbinden çıkmam!* buyuruyor. 


Onun için kalp, Beytullahdır. Ne demek Beytullah? Yâni *Allahın evi*. Mâdem ki; *Kalpden hiç çıkmam* diyor, o hâlde kalp, *Allahın Evi* dir. 


Onun için Beytullahı, yâni hiç kimsenin *Kalbini* kırmıyacağız kardeşim. Hattâ *Kâfir* in kalbini bile kırmak *Câiz* değil. Meselâ kâfire; *Sen kâfirsin!* demiyeceğiz. 


Kalp kırmak yok. Kızdığı zaman, gücü kuvveti olduğu hâlde, hiç karşılık vermiyen, intikam almıyan kimse, kıyâmetde istediği *Cennet köşkü* ne gidecek. 

 

Ama bu, kolay değil. Herkes yapamaz bunu. Velhâsıl kızdığı zaman kalp kırmıyan kimse, *Ehl-i Cennet* dir. Yâni âhirette *Cennete* gidecek kardeşim.

İbrahim Aleyhisselam'ın duası

İbrahim aleyhisselam;

*“Elhamdü lillahi kable külli ehad, vel hamdü lillahi bade külli ehad, el hamdü lillahi ala külli hâl”*
diye dua edince, Hak teâlà;

_*“Ya Cebrail,dostuma selam söyle! O üç kelamı üç defa söyledi, ben azimüşan da, ona kırk defa kabul olunmuş nafile HAC  sevabını verdim. Bu duayı okuyan her Müslümana da, aynı sevabı ihsan ederim”*_ buyurdu. (Miftah-ül cennet)

*Elhamdü lillahi kable külli ehad; *
“Her şeyden önce Allahü teâlâya hamd ederim.”

*El hamdü lillahi bade külli ehad;*
“Her şeyden sonra Allahü teâlâya hamd ederim.”

*El hamdü lillahi ala külli hâl;*
“Her halükârda Allahü teâlâya hamd ederim.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir toplulukda, Cenâb-ı Hakkın *Sevdiği* biri varsa, onun hürmetine diğerleri de, onunla berâber *Cennete* girecek. Ne büyük *Ni’met* efendim. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât’ın birçok yerinde; *Allahü teâlânın, bir kuluna ihsân edeceği en büyük ni’met, ona, sevdiği bir kulunu tanıtmasıdır!* buyuruyor. 


Bu dünyâda, kim *Kimi* severse, âhiretde de *Onun* yanında olacak. Ne güzel işte. Eshâb-ı kirâm, bu *Müjde* ye o kadar sevinmişler ki, hiç birşeye, bu kadar sevinmemişler. 


Dînimizi öğreneceğiz kardeşim. İslâmiyetin en büyük düşmanı *Cehâlet* dir. Efendimiz aleyhisselâm ne buyuruyor? *Beşikden mezara kadar ilim öğreniniz!* diyor. İlim öğrenmek farzdır. 


Farzları öğrenmek *Farz*, vâcibleri öğrenmek *Vâcib*, sünnetleri öğrenmek *Sünnet*, harâmları öğrenmek de *Farz* dır. Öğreneceğiz ki, sakınacağız. 


*Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin*. Ne demek bu? Yâni müslümânların, erkek olsun, kadın olsun, ilim öğrenmesi *Farz* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben yedi yaşından beri *Kitap* okuyorum, hâlâ da okuyorum. Kitap okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. Bizim kitaplarımız çok *Kıymetli*. Niçin çok kıymetli? 


Çünkü içinde, bana âit hiçbir *Yazı* yok da onun için. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. *Pırlanta* nın yanında, *Cam parçası* nın kıymeti olur mu? 


Abdülhakîm Efendi hazretleri, bize hangi *Kitâbı* tavsiye etdi ise, medh etdi ise, o kitâbı aldım, o kitapdan *Tercüme* etdim kardeşim. 


Beni Ankara’ya *Tâyin* etmişlerdi. Efendi hazretleri bana mektup gönderirdi. Bir mektûbunda; *Azîz Hilmi* diye başlıyor mektûba. Azîz ne demek? *Sevimli* demek. 


İçinde diyor ki: *Bir zaman gelecek, din bilgileri Hilmi’den sorulacak*. Evde saklıyorum o mektûbu. Şimdi hakîkaten bütün dünyâ bize soruyor kardeşim. 


Ben, öğrendiğim herşeyi *Abdülhakîm Efendi* hazretlerinden öğrendim. Maddî mânevî, elime geçen herşey, Onun *Bereketi* yle olmuşdur. Senelerce bana *Arabca* öğretdi kardeşim.

Herkes Kur’ân-ı kerimi anlayabilir mi?

Ehl-i sünnet olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur’ân-ı kerimi doğru anlayamaz.

Sual: Herkesin Kur’ânı anlayabileceği söyleniyor. Gerçekten Kur’ân-ı kerimi herkes anlayabilir mi?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri, Tuhfet-üs-sâlikîn kitabında, İmam-ı Gazâlî hazretlerinden alarak buyuruyor ki:

“Üç kimse, Kur’ân-ı kerimin manasını anlayamaz: Birincisi, Arabiyi iyi bilmeyen ve tefsir okumamış olan cahil. İkincisi, büyük bir günaha devam eden fasık. Üçüncüsü, itikat bilgilerinden birini yanlış anlayıp, anladığına uymadığı için, hak sözü kabul etmeyen bidat sahibi.”

Ehl-i sünnet itikadından ayrılmak büyük günahtır. Bunun için bidat sahibi olan Kur’ân-ı kerimin manasını anlayamaz. Çünkü bidatin zulmeti kalbi karartır. Görülüyor ki, Ehl-i sünnet mezhebinde olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur’ân-ı kerimi doğru anlayamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, herkesi felakete sürükler.

Sual: Bir sıkıntı, ihtiyaç olduğu zaman, başlanmış oruç bozulabilir mi?

Cevap: İhtiyaç, sıkıntı olunca, orucu bozmak caiz olur. Bahr-ür-râıkda deniyor ki:

“Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.”

Sual: Erkeklerin, kadınlar gibi her renkte elbise giymelerinin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Erkeklerin de her renk elbise giymeleri caiz ise de, kırmızı, sarı elbise giymeleri tenzihen mekruh denildi. Başlık ve takkenin kırmızı ve sarı renklerde dahi mekruh olmadığı söz birliği ile bildirildi. Resulullah efendimizin ayakkabısının siyah olduğu, Şir'at-ül-islâm şerhinde yazılıdır.

Sual: Namaz kılarken ceketi, gömleği giymeden omuza alarak bu şekilde namaz kılmanın mahzuru olur mu?

Cevap: Elbiseyi giymeyip, omuzlarına alarak namaz kılmak mekruhtur.

Sual: İmamlık yapmayı ve din bilgisi öğretmeyi, ücret karşılığında yapmanın dinimizce mahzuru var mıdır?

Cevap: Ezan okumak, imamlık yapmak, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için ücret almaya izin verilmiştir.

Sual: Namazda kıraat olarak Kur’ânın tercümesi okunabilir mi?

Cevap: Kıraatte, Kur’ân-ı kerimin tercümesini okumak caiz değildir.

Enver abi benim mutlak vekilimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* benim mutlak *Vekîlim* dir. O bir şey söyleyince, onu *Ben* söylemiş olurum. Ben öldükden sonra da vekîlimdir. Benim vekîlim bir tâne, o da belli, *Enver âbi*. 


Bir işi *Vekîl* yapınca, o işi *Asıl* yapdı denir. Allahü teâlâ, Enver âbiyi bize yardımcı yaratdı. Sizi de hepinizi, Enver âbi ye yardımcı yaratdı. 


Bülbülsüz kafes nasıl olur? Enver âbisiz *Gazete*, bülbülsüz *Kafese* benzer. 


İnşallah bugün *Bülbül* gelir Amerika’dan. Sıhhatle, selâmetle gelir de, kafesimiz şenlenir. Gazete şenlenir inşâallah. Allahü teâlâ buyuruyor ki: 


*Ben affedeceğim, fakat afv olmayı istiyen afv olur, mağfiret istiyen mağfiret olur. Siz istiğfâr okuyun ki, ben de sizi afv edeyim!* diyor. 


Onun için Allahü teâlâdan *Ümit* kesmek olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *Küfr* olur mâzallah. 


Ne büyük *Ni’met* yâ Rabbî! Elhamdülillah. İslâm âlimlerinin kitapları dünyâya yayılıyor. Arkadaşlar gitmişler Beşiktaş’da bir *Kur’ân kursu* na. 


Kursta, *Bin talebe* varmış. Herbirine kitaplarımızdan birer tâne vermişler. Kitaplarımız *Bin eve* giriyor, ne büyük *Ticâret*, ne büyük *Kazanç*. 


Allahü teâlâ bu hizmetleri kime nasîb etdiyse, gece gündüz *Şükr* etsin kardeşim. Bu kitapları basdıranlar, yükliyenler, yayanlar, götürenler, hepsi *Sevap* kazanıyorlar. 


Şoförleri dahî bu *Hizmet* lere, bu *Sevap* lara dâhil. Ne büyük hizmet yâ Rabbî! 


Hele bu *Fitne* zamânında, bu hizmetleri yapmak, cenâb-ı Hakkın çok büyük bir *Lutf-ü ihsânı* kardeşim. Çok seviniyoruz, çook. 


Öyle ki, *Sevincim* den dünyâyı unutdum. Hiç, dünyâ varmış, yokmuş, hâtırıma gelmedi, o kadar çok *Sevindim*, elhamdülillah. 

● ● ● 

Hastalıklar, Cenâb-ı Hakkın mü’minlere lutfüdür. Âhiretde; *Âh keşke biraz daha hastalık çekseydim de, daha çok ni’mete kavuşsaydım!* diyecekler. 


Cenâb-ı Hak’dan gelen her şey, bize *Şer* gibi gelse de, aslında *Hayr* dır. Yeter ki, biz sebebiyet vermiyelim. 


Kur’ân-ı kerîmde; *Ve mâ zalemehümullah!* buyuruluyor. Yâni Allahü teâlâ kullarına *Zulm* etmez. *Kötülük* yapmaz, *Zarar* vermez. 


*Ve lâkin kânû enfüsehüm yazlimûn!* Ve lâkin onlar, benim emir ve yasaklarıma uymadıkları için, kendi kendilerine *Zulm* ediyorlar.

Noktacı Kasım Efendi

 Allahü teâlâ, her şeyi düzenli olarak yarattı.Allahü teâlâ, din ve dünya ihtiyaçlarına kavuşmak için, duâ etmeyi sebep yaptı. 

 Noktacı Kasım Efendi evliyanın büyüklerindendir. Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerinin torunlarındandır. Antakya’da doğdu. Halep’te ilim tahsil ettikten sonra Bursa’da İnegöl'e giderek İzzeddin Ali Karamani sohbetlerinde kemale erdi ve hilâfet alarak taliplerini yetiştirdi. 941 (m. 1534)’de İnegöl'de vefat etti. “Cevahirü'l-Ahbar” ismindeki eserinde şöyle anlatmaktadır:

Allahü teâlâ, her şeyi nizâmlı, düzenli olarak yarattı. Kur'ân-ı kerimde, her şeyin nizâmlı, hesaplı olduğunu bildirdi. Bu nizâmın devamı için, her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Maddeleri, birbirlerinin yaratılmasına sebep yaptığı gibi, insanın irâdesini ve kuvvetini de sebep kılmıştır. Bâzan, (hârikulâde) olarak, yâni bu âdetinin hilâfına, sebepsiz de yaratmaktadır. Peygamberlerin duâsı ile sebepsiz yaratmasına, (mucize) denir. Şeriate uyarak, kalblerini ve nefislerini temizleyen evliyânın duâsı ile sebepsiz yaratmasına, (kerâmet) denir. Şeytan bunları aldatamaz. Açlık çekerek, sıkıntılar içinde yaşayarak, nefislerini ezip, onu kalbi aldatamaz bir hâle getiren fâsıkların ve kâfirlerin istediklerini, sebepsiz yaratmasına (istidrâc) ve (sihir) denir. Sebepsiz iş yapan, kaybolan şeylerin yerlerini ve gelecekte olacak şeyleri haber veren ve cinlerle konuşan bir kimse, şeriate uyuyor ise, bunun velî olduğu anlaşılır. Uymuyorsa, kâfir olduğu, nefsini tasfiye etmiş, cilâlamış olduğu anlaşılır. Bunun kalbi mahlûkların sevgisinden temizlenmemiş, nefsi de Allahü teâlâya düşmanlıktan vazgeçmemiştir. Şeytan da, yanlarından ayrılmaz.

Bir şeye kavuşmak isteyen bir Müslüman, Allahü teâlânın âdetine uyar. Bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapar. Meselâ, para kazanmak isteyen, sanat, ticâret yapar. Aç olan, yemek yer. Hasta olan, tabîbe koşar, ilâç alır. Hasta, câhil kimseden ilâç alırsa, şifâ bulmaz, ölür.

Allahü teâlâ, din ve dünya ihtiyaçlarına kavuşmak için, duâ etmeyi de sebep yaptı. Fakat duânın kabûl olması için, Müslüman olmak, Ehl-i sünnet olmak, sâlih olmak, yâni Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, çalışmak, bunun için de, haram yoldan, kul hakkından geçinmemek ve yalnız Allahü teâlâya yalvarmak lâzımdır. Böyle olmayan kimse, böyle olan kimseden, yâni, evliyâdan, kendisine duâ etmesini ister. Evliyâ, öldükten sonra da, işitir. Kabrine gelip, dileyenlere duâ eder.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Annenin babanın, üzerimizde hakkı çokdur. Onları seveceğiz, ama *Aşk* derecesinde değil. Onlara olan sevgi de, *Allah sevgisi* nden dolayıdır. O emretdiği için seviyoruz.  


Müşrikler, *Bilâl-i Habeşî* radıyallahü anh hazretlerini, *Kızgın kuma* yatırıp, üzerine koca bir *Taş* koydular. Bu eziyete, Allahü teâlâya olan *Sevgisi* sâyesinde sabredebildi. 


Peygamberimiz aleyhisselâm; *Büyüklerine hürmeti olmıyan, küçüklerine şefkati olmıyan, bizden değildir!* buyuruyor. 


Ayrıca; *Bu yolda, ehil ve nâehil, berâberdir*, buyuruluyor. Yâni birbirini sevenler, Cennetde de berâber olup ayrılmıyacaklar. 


Yâni, bu *Ehil* dir, şu ehil *Değil* dir, diye bir ayırım yok, yeter ki Allahı ve Peygamberi *Sevsin*. Sevenlerin hepsi berâber olacak, ayrılmıyacakdır. 

● ● ● 

Peygamber Efendimiz; *İki kelime vardır ki, söylemesi çok kolay, ama terîzîde çok ağırdır* buyuruyor. Efendi hazretleri bunu bana okutdu, tekrar etdirdi, ezberletti.


Ve, Ölünceye kadar bunu unutmazsın, dedi. Nedir o iki kelime? *Sübhânallahi ve bi hamdihî sübhânallahil azîm!* Hadîs-i şerîfdir bu. 


Bu iki kelime, kıyâmetde *Mîzâna*, yâni *Terâzî* ye konacak. Öbür kefedeki günâhların toplamından daha *Ağır* gelecek ve bütün günâhları temizliyecek. 


Onun için kitapda diyor ki: *Her namazdan sonra bunu on kerre okumalı*. Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin Mekâtib-i şerîf kitâbı var, fârisî, orda yazılı bu. 


Berîka kitâbının en son sahîfesinde de Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 


*Namazlardan sonra 11 kerre ihlâs-ı şerîf okuyan, Cennetin sekiz kapısından istediğinden Cennete girer*. Müsâid olduğu zaman okumalı kardeşim. 


*Mehmed Mâsum* hazretleri de, Mektûbât’ında bunu bildiriyor ve diyor ki: *Peygamber Efendimiz buyurdu ki: Her namazdan sonra üç istiğfâr okuyun!* 


Bunu okumak lâzım. Geriye 67 kalıyor. Bunu da, duâdan sonra okuruz, diyor. Bunlar, bizler için büyük *Kazanç*. Bunu 70 kerre okumak, günâhlara *Keffâret* dir. 


Büyüklerimiz çok merhametli olduğu için, kazanalım diye bunları tavsiye ediyorlar bize. *İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme!* Ne demek bu?


Yâni evliyânın *İsmi* anıldığı yere *Rahmet* yağar. Bütün arkadaşlar müsâit zamanlarda toplanıp, *Kitap* okusunlar. Kitap okumak çok mühim, hattâ *Şart* dır kardeşim.

Sünnet-i Gayri Müekkede nedir?

(Kuvvetli olmayan sünnet) Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yapıp, arasıra terk ettikleri işler ve ibâdetler. Buna, müstehâb da denir.

İkindi ve yatsı namazlarının ilk dört rek'atlik sünnetleri, sünnet-i gayr-i müekkededir. (İbn-i Âbidîn)

Allahü teâlânın isminden sonra, tazîm, saygı gösteren bir kelime de söylemeli

*Allahü teâlânın isminden sonra, tazîm, saygı gösteren bir kelime de söylemeli*


Allahü teâlânın ismini söyleyince, işitince, yazınca, *(Sübhânallah),*

*(Tebârekallah),* *(Celle-celâlüh),*

*(Azze-ismüh),*

*(Cellet kudretüh)* veyâ 

*(Teâlâ)* gibi saygı sözlerinden birini söylemek, yazmak *birincisinde vâcib*, tekrârında ise *müstehaptır.*


*Resûlullahın ismini işitince salavât söylemek de böyledir.*


(Bezzâziyye)de ve (Hindiyye)nin beşinci cüzünde diyor ki, (Allahü teâlânın ismini işitince ve söyleyince, “celle celâlüh” veyâ “teâlâ” yâhud “tebâreke”, “sübhânallah” diyerek saygı göstermek vâciptir. Tekrâr edince de, yalnız söylemeyip, teâlâ da demek müstehabdır. Yanî, Allahü teâlânın isminden sonra, tazîm, saygı gösteren bir kelime de söylemelidir. 


*Bunun gibi, yalnız (Kur’ân) dememeli, dâimâ (Kur’ân-ı kerîm) demelidir.*


Görülüyor ki, (Allah buyurdu ki...) veyâ (Allah teâlâ buyurdu ki...) demek ve yazmak yanlışdır. *(Allahü teâlâ buyurdu ki...)* demek lâzımdır. 


*İslâmiyetde kavmiyet, ırkcılık yoktur. Her milletin, her dil sâhiblerinin böyle arabî söylemeleri lâzımdır. Tercümesini söylüyorum diyerek saygısızlık yapmamalıdır.*


İbni Âbidîn beşinci cildin sonunda ve (Birgivî)nin Kâdî zâde şerhinde diyor ki, *(Eshâb-ı kirâmın ismine (radıyallahü anh), başka âlimlere (rahmetullahi aleyh) demek ve yazmak müstehaptır).*


Tam İlmihal Saadet-i Ebediyye/434

Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki;

Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya'nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni'metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni'metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni'metler gibi tatlı olur. [Allahü teâlânın her işinden, Onun işi olduğu için râzıdırlar. Fekat, günâhlardan, kulun kesbi olmak bakımından râzı değildirler.] Cenneti, Allahü teâlânın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab etdiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azâb ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlûbu, maksadı bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte, tâm ihlâs budur.


NOT;

Fena hasıl olmak ne demektir?

Önce fena fil arkadaş. Sonra fena fişşeyh. Sonra fena firresul, sonra fena fillah.

Fena fil arkadaş; (Ben yokum arkadaşım var) bilincine ermek. Sırasıyla diğerleri gelir. Bunların olabilmesi, bir mürşid-i kamil zatın sohbetinden veya kitaplarını okumaktan gelen feyiz iledir.

(Hüseyin Hilmi Işık)