GAVS’IN KÖPEKLERİ

 “Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah-i Arvâsî (kaddesallahu teala sirreh) hazretleri bir hârika idi. Kapısının köpeğinde bile hârikalar zuhûr ederdi.
Şöyle ki;
Verebîn köylüleri arasında bir çatışma oldu. Gavs’ın köpeklerinden ikisi bu köye gidip, köyü dolaştılar ve ölen kişinin kapısına gelip oturdular. Verilen et ve ekmekten yemeyip, katil afv olununcaya kadar bu evin kapısından ayrılmadılar.”
(Son Halkalar, sf 91, Süleyman Kuku)
...
Ey kardeşim!
Bu büyüklerin teveccühü köpeklere bile te’sir ediyor. Köpekler dahi onların teveccühü ile hârika hallere kavuşuyorken,
onları seven, sevmeye gayret eden, isimlerine hürmet ve edeb ile mukabele edenlere te’sir etmezler mi sanıyorsun?
Sevdiğin kadar tâbi olursun, tâbi olduğun kadar da sevilirsin.
Ne mutlu tâbi olan ve sevilenlere!

Dünya işleri üzülmeye değmez

Silsile-i aliyye büyüklerinin 23. halkası olan İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" hazretleri buyurdular ki;

“Dünya işlerinin bozuk gitmesinden ve halinizi toparlayamadığınızdan hiç sıkılmayınız! Çünkü dünya işleri, üzülmeye değmez. Bu dünyada olan her şey geçecek, yok olacaktır. Allahü teâlânın razı olduğu şeylerin arkasından koşmak lazımdır. Güç olsa da, kolay olsa da, bunları yapmaya çalışmalıdır. Aranılacak, gönül verilecek, Allahü teâlâdan başka hiçbir şey yoktur. Geçici, yok olucu şeylere gönül vermek pek yazık olur. Bu yolun büyüklerine olan sevgiyi, dünya ve ahiret saadetinin sermayesi biliniz! Bu sevginizin artması için, Allahü teâlâya dua ediniz! Bu sevgi, insanın islamiyet’e uymasını kolaylaştırır. Kalbin her an Allahü teâlâ ile olması, bu sevgi ile elde edilir. Eğer dünyanın bütün sıkıntılarını kalbe doldursalar, bu sevgi bulunursa, hiç üzülmemelidir.”

MAHMÛD EKİNCİ

Van eşrafındandır. Seyyid Abdulhakim Efendi'nin sevdiklerindendir. Efendi’yi çok sevenlerdendir. Bağlum’da Efendi’nin çok yakınında medfundur.


Bir gün Efendi’ye çok müsâfir geldi. Şeker bitti. Zaten vesika ile satılırdı. Akşamdan sonra bir grup misafir daha çıka geldi. Efendi Hazretleri, çay kaynatın buyurdu. Rahmetli Mekkî efendi der ki, biraz durduk. Efendi babam, tekrar “çay koyun” buyurdu. Bu sefer, “şeker kalmadı” diye arz ettik. “Bizim Ağa (Mahmûd Ekinci) gelir, şeker getirir” buyurdu. Yarım saat geçmeden Mahmûd Ekinci çıka geldi. Elinde Erzurum kesme şekeri paketi vardı.


Mahmûd Ekinci anlattı: Efendi’ye her gelişimde ayrılırken Van peyniri veya bölge mahsulü şeylerden bir şeyler ısmarlardı. Son defa ayrılırken bir şey söylemediler. Efendim, bir emriniz var mı? Dedim. Estağfirullah, yok, dediler. Peynir gibi bir şey istemez misiniz? Dedim. Lüzum kalmadı, dediler. Az bir zaman sonra İzmir’e nefy edildiler.

BU YOLUN ESASI

Seyyid Tâhâ (kaddesallahu teala sirreh) hazretleri buyurdular ki;

“Şâh-ı Nakşibend (kuddise sirruh) tarîkatının esasını Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân) yolu üzere kurdu. Onlar Resûlullahın (sallallahu teala aleyhi ve sellem) muhabbeti ile yetindikleri gibi, bize de mürşîde muhabbet yetişir.”

İRŞÂD EHLİ

 Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah-i Arvâsî (kaddesallahu teala sirreh) hazretleri, bazı kitablarda bazı evliya için “kuddise sirruh” bazıları için “rahmetullahi aleyh” denmesinin hikmeti nedir, diye Seyyid Tâhâ hazretlerine (kaddesallahu teala sirreh) sual arzedince, Seyyid-i Büzürk buyurdular ki;

“Birincisi nefsinden tamamen kurtulanlar, ikincisi nefsinden kendinde bir şeyler kalanlar içindir. Nefsinden tamamen kurtulmak irşâdın şartı değildir. “Rahmetullahi aleyh” denilenlerden de bir çoğu irşâd makâmına oturmuşlar, büyüklerin yolunda olup, faideli olmuşlardır.”

Ben seni evimde soyacağım

“Herkes âlemi, yâni insanları dağda soyuyor, ben seni kapımın önünde, evimde soyacağım. Senden Seyyid Fehîm’i alacağım”buyurdu Seyyid Tâhâ hazretleri, Seyyid Sıbgatullah hazretlerine (kaddesallahu teala esrarehum).Öyle de oldu.

Arvas, ehl-i olmayana nasib olmaz

KORKU VE ÜMİD

Bahçesaray’a adım atana kadar hiç gitmedi o korku içimden;

“Arvas, ehl-i olmayana nasib olmaz!”

Elhamdulillah, ki bu kusurlu ve gafil kulun o büyüklere olan muhabbeti kabul buyruldu da Arvas’ın toprağına, büyüklerin eteğine yüz sürmek nasib oldu.

Bu ihsanın şükründen acizim.

AHIRDAKİ ŞEYHÜLİSLÂM

Vaktâ ki Seyyid Tâhâ (kaddesallahu teala sirreh) hazretleri ile Irak’taki Şeyhülislâm arasında bir husûmet peydâ oldu ve bir müddet görüşülemedi.

Şeyhülislâm, Seyyid Tâhâ hazretlerine gelmek istedi “İzin versinler Nehrî’ye gelip el ve ayaklarına kapanayım” 

diye haber gönderdi. Seyyid Tâhâ hazretleri 

“Onlarla meşveret edin ve onlara muhalefet edin” hadîs-i şerifi mucebince 

“Zevcemle meşveret ettim. Şeyhülislâm efendinin gelmesini tensîb ettiği için muhalefet ettim” 

şeklinde cevab gönderdiler.

Şeyhülislâm efendi durur mu! Atlayıp Nehrî’ye gelir. Doğruca ahıra girer. Seyyid Tâhâ hazretleri ayakkabılarını giymeğe vakit bulamadan çorablı olarak, ardından gidip; 

“Aman Şeyhülislâm efendi! Buyrun!” 

diyerek istikbâl eylemek (karşılamak) istediler. 

Şeyhülislâm efendi, ahırda ineğin bağını kendi boynuna geçirdi.

Seyyid-i Büzürk: 

“Ne yapıyorsunuz Şeyhülislâm efendi? Dîvânhâneye buyurun”

dediler. 

Şeyhülislâm;

“Allah’a yemin ederim ki (seni afv ettim) sözü mübârek ağzınızdan çıkmadıkça bu ip boğazımdan çıkmaz!”

diye arz ve  iltica etti.

Ve Seyyid-i Büzürk (Seyyid Tâhâ) hazretleri (kaddesallahu teala sirreh);

“Seni afv ettim” 

buyurdular.

Kudüs'ün kurtuluşu

 Ahmed Cevdet Pâşa Kısas-ı Enbiyâ kitâbında diyor ki:


Haçlı ordusu 1099'de Kudüs'e girdi. Şehirdeki halkın hepsini, kılıçtan geçirdi. Mescid-i aksâya sığınmış olan, yetmiş binden ziyâde müslümânı öldürdü. Bunların içinde, imâmlar, âlimler, zâhidler, eli silâh tutmaz ihtiyârlar çoktu. 


Hıristiyan barbarları, (Sahratullah) denilen meşhûr kıymetli taş yanındaki hazînede bulunan sayısız altın ve gümüş kandilleri ve pahâ biçilmez târihî eşyâyı yağma ettiler. Sûriyenin birçok şehri haçlıların eline geçti ve bir (Kudüs krallığı) teşekkül etti. Bu krallık ile müslumânlar arasında uzun seneler, yüzlerce muhârebeler oldu.


Nihâyet, Sultân Selâhuddîn-i Eyyûbî çeşitli savaşlardan sonra, 1186 senesinde, Hattin zaferi ile Cuma günü Kudüs'e girdi. Bir sene içinde, birçok şehirleri haçlılardan temizledi. Yüzbinlerce müslimânı esâretten kurtardı. Kudüs patrîki ve piskoposlar, papazlar, mâtem elbisesi giyerek, Avrupa'yı dolaştılar. İntikâm almak için, propaganda yapdılar. 


Papa mağlûbiyyet haberini işitince, kederinden öldü. Bütün Avrupada, yeniden haçlı ordusu kuruldu. Alman İmparatoru Fredrik, Fransa kralı Filip, İngiltere kralı Rişard, göğüslerine haçlar takınarak, birer büyük ordu ile geldiler. Kudüsü alamadılar. Mısır sultânı Melik Eşref 1290 senesinde, haçlıların merkezi olan Akkâyı ve diğer şehirleri alarak, haçlı seferleri nihâyet buldu.


Kaynak: Herkese Lazım Olan İman Kitabı

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâmdan bâzıları, Resûlullah Efendimize sallallahü aleyhi ve sellem demişler ki: 


Yâ Resûlallah, *hazret-i Ebû Bekr*, evinde Kur’ân-ı kerîm okurken o kadar *Sessiz* okuyor ki, dinlemek istiyoruz, ama hiç duyamıyoruz. 


*Hazret-i Ömer* de, o kadar *Sesli* okuyor ki, sokakdan bile duyuluyor. Bunların hangisi efdâl dir? diye sormuşlar. 


Efendimiz aleyhisselâm, hazret-i Ebû Bekre; *Yâ Ebâ Bekr!* Sen evinde Kur’ân-ı kerîmi çok *Sessiz* okuyormuşsun. Niye böyle yapıyorsun? buyurmuş. 


Hazret-i Ebû Bekr radıyallahü anh cevap verip; *Yâ Resûlallah, kim için okuyorsam, O beni duyuyor*, diye arz etmiş. 


Sonra Resûlullah Efendimiz, hazret-i Ömer’e; *Yâ Ömer!* Sen Kur’ân-ı kerîmi çok *Sesli* okuyormuşsun. Niye böyle yapıyorsun? buyurmuşlar. 


Hazret-i Ömer de radıyallahü anh cevap olarak; *Yâ Resûlallah, gâfilleri uyandırmak için öyle yapıyorum*, buyurmuş. 


Efendimiz aleyhisselâm cemâate dönmüşler ve; *İkisi de efdâldir. İkisinin de niyeti hayrdır*, buyurmuşlar. 

● ● ● 

Geçen gün bir hadîs-i şerîf okudum, dört maddelik. 


Birincisi; *Dünyâya, dünyâda kalacağın kadar çalış!* Yâni dünyâ çok kısadır, onun için boşuna yorulmayın, zahmet çekmeyin, demekdir bu. 


İkincisi; *Âhirete, orada sonsuz kalacağınız kadar çalışın!* Şimdi insanlar, *Sonsuz* un ne demek olduğunu bildikleri hâlde *Hiç* düşünmüyorlar.


O kadar matematik, geometri okuyorlar. Ama *Sonsuz* un ne olduğunu hiç düşünmüyorlar. Milyonda bir *İhtimâl* bile olsa, insan bundan sakınmaz mı?


Üçüncüsü; *Allahü teâlâya, muhtâc olduğun kadar şükret!* Yâni her an şükretmek lâzım. Neden? Allahü teâlâya *Muhtâc* olmadığımız bir an *Yok* da ondan. 


Dördüncüsü de; *Ateşe, dayanabileceğin kadar günâh işle!* Yâni hiç günâh işleme.

Mahzen-ül-ulûm

 Âlimlerin asırlardan beri kütüphaneleri süsleyen pekçok eserlerinden, din ve fen ilimlerine dair bilgilerden bahseden ansiklopedik bir eserdir. Bu eseri Seyyid Abdülzâde Muhammed Tâhir ve Serkiz Urpilyan yazmıştır.

Kitabı okumak için lütfen linke tıklayın: Mahzen-ül-ulûm