Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

Bir mü’minin, mahşerde hesâbı görülüyor. Ne hazindir ki, sevâbı *Azıcık*, günâhları *Dağ* gibi. Melekler, o mü’mini tam Cehenneme götürecekleri zaman, gökden bir *Torba* inip, sağ kefeye düşüyor.

O torbanın ağırlığından, sevâblar *Dağ* gibi çoğalıyor. Allahü teâlâ, meleklere; *Terâziye bakın!* buyuruyor. Melekler terâziye bakıyorlar ki, sevaplar çoğalmış. 

Hayret içinde; *Bir torba imdâda yetişdi*, diyorlar. Ama bunun hikmetini merak edip, Rabbimize soruyorlar. Cenâb-ı Hak meleklere buyuruyor ki: 

Benim bir *dostum* vefât etmişdi. Bu da oradaydı, kabrine iki kürek *Toprak* atdı. Benim *Velî* kuluma, benim *dostuma* bu kadar hizmet etdiği için, kendisini affetdim, buyuruyor. 

Yâ kardeşim, bu kadarcık hizmetin netîcesi böyle olursa, bir düşünün. Ya hayâtdayken hizmet etdiyse? Ya ona bir bardak *Su* verdiyse, *Yemek* yedirdiyse, bir işini gördüyse, *Kitaplarını* dağıttıysa, düşünün artık. 

Ehl-i sünnet âlimleri çok *Büyük*’dür kardeşim. Çok ilim sâhibidirler, çok fazîletlidirler. Peki efendim, bu âlimler niye çok büyükdür? 

Çünkü bunlar, o kadar *Mütevâzı* insanlardır ki, onlar mütevâzı oldukça, Allah onları *Yükseltir*. O hâlde, âlim ne kadar alçak gönüllü olursa, o kadar yükselir. 

Aksine, kendini ne kadar *İyi* bilmeye kalkışırsa, Allah indinde ve insanların nazarında o kadar kaybeder. Bir insan kendini ne kadar *Büyük* görürse, kibirlenirse.

*Ben bilirim*, diye başını kaldırırsa, çenesinin altından, mânevî bir zincirle onu aşağı çekerler. O vakit Allah indinde ve insanların gözünde *Küçülür*. Sâdece kendisi, kendisini büyük görür. 

Bir insan da ne kadar *Mütevâzı* olursa, kendini *küçük* görürse, başını ne kadar *aşağı* indirirse, kibirlenmezse, başının üzerinden, mânevî bir zincirle onu *Yukarı* asılırlar.

Kendisini, sâdece kendisi *küçük* görür. Fakat o kişi, Allah indinde ve insanların gözünde, *Büyük* ve *Kıymetli*’dir.

Namaz ve İman

Namaz nerede var ise, orada iman var. Namaz yok ise, iman ya var, ya yok. Zirâ namaz kılmayan tamamen gafildir. 

(Seyyid Abdülhakim Arvasi Kuddise sirruh)

Cennette makamını görmek için

Seyyid Abdülhakîm Arvasi (Kuddise sirruh)
Kaynak: Son halkalar Seyyid Abdülhakîm Arvasi külliyatı

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî Hazretlerinin Cum’a hutbesine başlarken minberde söylediği türkçe hutbe

Mürşid-i Kâmil Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî Hazretlerinin Cum’a hutbesine başlarken, minberde söylediği türkçe hutbesidir.

Fırsat ganîmetdir. Ömrün temâmını fâidesiz işlerle telef ve sarf etmemek lâzımdır. Belki temâm ömrü, Hak celle ve alânın rızâsına muvâfık ve mutâbık şeylere sarf etmek lâzım ve lâbüd [lâzım, gerekli] ve vâcib ve lâyıkdır. Beş vakt nemâzlar, ta’dîl-i erkân ile, cem’ıyyet-i bâtın ve cemâ’at ile edâ edilmelidir. Ve teheccüd nemâzlarını elden çıkarmamalı. Seher vaktlerini istigfârsız geçirmemeli. Gaflet uykusuyla hoşlanmamalı, huzûz-ı âcile [dünyâ zevkleri] ile magrûr olmamalı [aldanmamalı]; tezekkür-i mevt [ölümü düşünmeli], ahvâl-i âhıreti [âhıret ahvâlini] göz önünde bulundurmalı. Umûr-ı gayr-i meşrû’a-yı dünyeviyyeden i’râz [harâm olan dünyâ işlerinden yüz çevirip], bâkî kalan âhıret işlerine ikbâl etmek lâzımdır. Lâzım ve zarûrî olan, dünyâ ma’îşeti işleri ile meşgûl olup, sâir vaktleri, âhıreti i’mâr etmekle meşgûl olmalı. Hâsıl-ı kelâm [sözün kısası], mâsivânın [Allahü teâlâdan gayri şeylerin] muhabbetinden korunmalı ve bedeni ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla süslemeli, onunla meşgûl olmalı. İşin hakîkati budur. Bundan gayri cümlesi hiçdir. Bâkî [devâmlı kalıcı] ahvâlimiz hayrlı olsun.

ZARARLI VE BOZUK TERCÜME VE TEFSİRLER

 Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını yalnız Muhammed “aleyhisselâm” anlamış ve hadîs-i şerîfleri ile bildirmişdir. Kur’ân-ı kerîmi tefsîr eden Odur. Doğru tefsîr kitâbı da, Onun hadîs-i şerîfleridir. Din âlimlerimiz, uyumayarak, dinlenmiyerek,istirâhatlarını fedâ ederek, bu hadîs-i şerîfleri toplayıp, tefsîr kitâblarını yazmışlardır. (Beydâvî) tefsîri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsîr kitâblarını da anlıyabilmek için, otuz sene durmadan çalışıp, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek lâzımdır.

Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilmdir. Ana ilmlerden biri, (Tefsîr) ilmidir. Bu ilmlerin ayrı ayrı âlimleri ve çok kitâbları vardır. Bugün kullanılan ba’zı arabî kelimeler, fıkh ilminde başka ma’nâya, tefsîr ilminde ise dahâ başka ma’nâya gelmekdedir. 

Hattâ aynı bir kelime, Kur’ân-ı kerîmdeki yerine, aldığı edâtlara göre, başka ma’nâlar bildirmekdedir. Bu geniş ilmleri bilmiyenlerin, bugünkü arabcaya göre, yapdıkları Kur’ân tercemeleri, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsından bambaşka birşey oluyor. 

Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsından, mezâyâsından, rumûzundan, işâretlerinden,herkes îmânının kuvveti kadar, birşey anlıyabilir. Tefsîr, anlatmakla, yazmakla olmaz. Tefsîr, din büyüklerinin kalblerine doğan bir nûrdur. Tefsîr kitâbları, bu nûrun anahtarıdır. Çekmeceyi anahtarla açınca, mücevherler meydâna çıkdığı gibi,o tefsîrleri okumakla, kalbe bu nûr doğar. Seksen ilmi iyi bilenler, tefsîrleri anlayıp, bizim gibi din câhillerine bildirmek için, çeşidli derecedeki insanlara göre, binlerle kitâb yazmışlardır. (Mevâkib), (Tibyân) ve (Ebülleys) gibi, türkçe kıymetli tefsîrler, bu kitâblardandır. (Tibyân tefsîri), hicretin [1110] senesinde yapılmış bir tercemedir. Konyalı Vehbî efendinin tefsîri, bir va’z kitâbıdır. Yeni yazılan türkçe tefsîrlerin ve ilmihâllerin, en kıymetlisi sanılanlarında bile, şahsî düşünceler bulunmakda, okuyanlara zararı, fâidesinden çok olmakdadır. Hele islâm düşmanlarının, bid’at sâhiblerinin, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını bozmak için yapdıkları tefsîr ve terceme kitâbları, birer zehrdir.

Dönmek ne mümkin bir daha düne!

 

Dönmek ne mümkin bir daha düne!
Hayâl-i cânândan gayri ne kaldı?

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî efendi, Hüseyn Hilmi Işık efendi ve Mazhar Veziroğlu (Vapurda 1931)