Süleyman Kuku efendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman Kuku efendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İsm-i Azam Duası Nedir?

İsm-i Azam Duası Nedir?

Hadislerle ilmin kıymeti (Risale-i Münire'den)

Hadislerle ilmin kıymeti (Risale-i Münire'den)

MÜ'MİNİN KALBİNİ KIRMAYI MEN ETMEKTEDİR (2013)

MÜ'MİNİN KALBİNİ KIRMAYI MEN ETMEKTEDİR (2013)

_*İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:_*
Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! 
_*Allahü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur._*

Kelâm-ı Kibarlar (Risaleyi Münire'den)

Kelâm-ı Kibarlar (Risaleyi Münire'den)

HANEFÎ HOCA

Merhum Süleyman Kuku (rahmetullahi teala aleyh) hocamızın sarf ve nahivde hocası olan Muhammed Salihoğlu (Allahu teâlâ rahmet eylesin), Hanefî Hoca nâmı ile bilinirdi. 

Ehl-i takvâ ve hâfız-ı Kur’ân bir zat idi. Otuz sene hatm-i Kur’ân ile teheccüd namazı kıldı. Hafta geçmezdi ki Resûlullah’ı (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) rüyâda görmesin.

Merhum Hanefî Hoca, vefatından birkaç ay evvel kendisini ziyaret eden hocamıza sorar;

“Sizce, Eshâb-ı kirâm (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmain) ne için o kadar sevgili, o kadar kıymetli ve fazîletlidir?”

Cevâbı da kendileri verir:

“Resûlullah’ın (Sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) uğruna canlarını, mallarını ve yurtlarını fedâ ettikleri için mi?

Hayır! Vallahi, ben bir zaid ümmeti olarak, canımı, malımı, her şeyimi O’nun uğruna veririm. 

Onların fazîleti bana göre, Allahu teâlânın onları, Habîbine (Sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) eshab olarak seçmesinden ve beğenmesinden geliyor.”

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 271)

Zarûretler haramları mubah kılar

Buyruldu ki;

“Zarûretler haramları mubah kılar”

Bu mühim fıkıh kaidesine misal olarak İbni Âbidîn (rahmetullahi teala aleyh) hazretleri Reddü’l-muhtar’ın “setr-i avret” bahsinde şu misâli vermektedir:

”Avret yerini örtmek, namazda da, namazın dışında da farzdır. (Setr-i avret için) Hiçbir şey bulamayan bir erkek, ipek (elbise, örtü) bulsa, haram olmasına rağmen, onunla örtünmesi lâzım olur.”

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 211)

İSTİKÂMET

“Nakşî, Müceddîdî ve Hâlidî yollarının ve kollarının esâsı, Sünnet-i seniyyeye ittiba’ ve şeyh-i muktedâya muhabbet ve hep huzûr-ı meallah ile olmak üzere kurulduğundan, bu yolda hâkim unsûr istikâmet oldu. Kerâmet istikâmetten aşağıda kaldı.

Dîni istikâmet, dünyâsı istikâmet, dışı istikâmet, içi istikâmet üzere bulunmak çok zordur. Resûlullah’ın (sallallahu teala aleyhi ve sellem);

“Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı” hadîs-i şerîfi, o sûredeki 

“Emr olunduğun gibi, istikâmet üzere ol”

âyet-i kerîmesinin ağırlığı altında buyurulmuştur. Bunun için evliyâ, istikâmet kerâmetten bin kat üstündür, demiştir. Ya’nî gerçek dîn, hakîkî kulluk, ancak istikâmetle ele geçer. Bu da, büyüklerin nasîbi oldu.

Ve bu fakîr, (Hilmî Bey) hocamızı hep buna dikkat eder, istikâmetten ayrılmamağa çalışır, buldum ve gördüm. Bunun için hocamızı kerâmetle hiç değerlendirmedim.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 154)

İSTİMDÂT

“Bu fakîr (Süleyman Kuku “rahmetullahi teala aleyh” Efendi), Mektûbât’ı el yazım ile yazıp, istinsâh ettiğim sıralarda, bazı yerleri veyâ kelimeleri anlayamazdım. Bazan rüyâda Abdülhakîm Efendi (kaddesallahu teala sirreh hazretleri) teşrîf edip, izah buyurur, bazan (Hilmî Bey) hocamı (rahmetullahi teala aleyh) rüyâda görür, bilmediklerimi suâl eder, cevablarını alırdım.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 156)

Tarîkâtte hilâfet rüyâda verilmez

 Yatsı vakti Ahmed Mekkî efendi ile hocamızı ziyârete gittik. Evden, kapıyı açıp, namazdadır, siz içeri buyurun, dediler. Girip oturduk. Biraz sonra hocamız geldi. Merhum Mekkî efendi, namazınızı bitirseydiniz, buyurdu. Sünneti kıldım, salât-i vitri sonra kılarım, sizi bir dakika bekletmek bana girân [ağır] gelir, cevâbını verdi. İsterseniz o gece konuşulanlardan bir hikâyeyi arz edeyim.

 Mekkî efendi anlattı:

Babam İstanbul'a geldikten bir müddet sonra, Erbil'li Es'ad efendiyi ziyârete gitti. Tanıdığı halde, gereken hürmeti göstermedi. Kendisi divanda oturduğu halde, babamı kapının yanında, yerde oturttu. Başının üstünde (yâ Seyyidem Tâhâ) yazılı bir levha asılı idi. Babam, bu Seyyidim Tâhâ dediğiniz, bizim bildiğimiz Seyyid Tâhâ hazretleri midir? diye sûâl edince, hayır, o Tâhâ-i Harîrî'dir, Seyyîd Tâhâ hazretlerinin halîfesidir, dedi. Babam, bendeniz, Seyyîd Tâhâ hazretlerinin bütün halîfelerini, menkıbeleri ile bilirim, içlerinde bu isimde bir zât yoktur, buyurunca, Es'âd efendi, o, Seyyid Tâhâ'dan rüyâda hilâfet almıştır, cevâbını verdi. Biraz sonra kalktılar ve Efendi babam: "O kadar câhil ki, hilâfetin rüyâda değil, ayıkken, uyanıkken, yazılıp verileceğini dahi bilmiyor. Kusuruna bakılmaz. Sultan Abdülhamîd Hân tahta geçince, bu, sarayın etrafında dolaşıp, hizmetçi kadınlara fal bakardı. Bunun için Sultan onu İstanbul'dan çıkardı ve Abdülhamîd Hân tahttan indirilince tekrâr İstanbul'a geldi, ama şeyh olarak. Eh, zaman değişti. Bize muâmelesine gelince, kaba bir Kürd hocaya yapılsa dahî, ayıb sayılacak harekette bulundu" buyurdu.


[Gün batarken gördüğüm son ışık, sf: 110-111]


Not: Burada dikkat edilmesi gereken asıl mevzu, tarikatte rüyada hilafet verilemeyeceği hususudur. Çünkü rüyada hilafet verileceği hususu meşru kabul edilirse, o zaman kötü niyetli kimselerin de yalan bir rüya uydurarak hilafet almasının önü açılmış olur. Bu durumda tarikatte sahte şeyhler çıkmasının yolunu açar. Onun için tarikatte hilafet uyanık iken ve şahitler huzurunda yazılı olarak verilir.

MUHABBET

“(Hocama) Sevgim arttıkça, Onlardan istifâdem artıyor, istifâde ettikçe muhabbetim ziyadeleşiyordu. Muhabbet arttıkça Onlara yaklaşıyor, kendimi Onların oğlu, veya bir parçası, hattâ zaman zaman nerede ise kendileri buluyordum.”

(Süleyman Kuku rahmetullahi teâlâ aleyh)

[Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf. 36]

İbrâhîm Müceddîdî (rahmetullahi teâlâ aleyh)

Ruslar’ın Afganistan işgali sırasında şehid ettikleri,

İmâm-ı Rabbânî (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretlerinin evlâdından,

merhum Süleyman Kuku (rahmetullahi teâlâ aleyh) Efendinin kendileri ile mektublaştığı,

mahdumları Avrupa’ya giderken, İstanbul’da “muhakkak Süleyman Efendi ile görüşün” buyurdukları,

Nakşî Müceddîdî yolunun Afganistan’daki büyüklerinden

İbrâhîm Müceddîdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Efendi.

SÜLEYMAN KUKU EFENDİ "Rahmetullahi teâla aleyh

Trabzon’un Sürmene kazâsının Baștımar köyünde 1938 senesinde başlayan hayatları, Allahu teâlânın rızası uğruna geçen 81 sene sonra, miladi 1 Zi’l-hicce 1440 – 2 Ağustos 2019 Cuma günü Trabzon’da nihayet buldu. Kabri doğduğu köydedir.


Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdikten sonra bir iki ay Harb Okulu’na devam etti. Buradan Türk Silahlı Kuvvetleri adına Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne geçiș yaptı. Fakülteden “pekiyi” derece ile mezun oldu. Rus Dili ve Edebiyatı dıșında İngilizce ve Tarih Bölümü’nün Orta Çağ Tarihi Anabilim Dalı’ndan sertifika aldı. Ankara’da Kara Harb Okulu’nda bir yıl vazîfe yapıp İstanbul’da Kuleli Askerî Lisesi Rusça öğretmenliğine tayin oldu. On altı yıl bu vazîfede bulundu. İki yıl Türk-Rus hududu rodemarkasyonu, ya‘nî sınır düzeltme çalıșmalarında tercüman olarak görev aldı.


Öğretmenlik hayatı Kuleli Askerî Lisesi’nde, Harb Akademisi’nde ve Ordu Yabancı Diller Okulu’nda geçti. Üniversitede talebe iken, yaz tatillerinde Arabçaya çalıștı. Sarf ve nahvi memleketinde Hacı Hanefî Hoca’dan okudu. Subay çıktıktan sonra devrin en büyük âlimlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin büyük oğlu, Kadıköy Müftüsü, faziletli Seyyid Ahmed Mekkî Efendi’den mantık, fıkıh, usûl-i fıkıh, akaid, meanî, tefsîr ve benzeri ilimleri tahsîl etti. Van Müftüsü Seyyid Muhammed Kasım Efendi’den ilimde icâzet aldı.


 Kuleli Askerî Lisesi’nde talebe iken mezkûr Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin ma‘nevî evlâdı kimyâ öğretmeni Hüseyin Hilmi Ișık Efendi’nin talebesi oldu ve onun yol göstermesi ile hayatının istikametini buldu. Ve bundan sonra hep onu ve büyüklerini takib etti. Tasavvufa da meraklıydı. Bu yolda Seyyid Abdülhakîm ve İmâmı Rabbânî hazretleri ve yolundakilerle mânevi irtibatı yanında, Afganistan’da bulunan Müceddidî yolunun temsilcisi İbrâhim Müceddid ile mektûblașmaları olmuștur.


Ayrıca Doğu Türkistan’dan Kayseri’ye hicret eden Abdülhalîl-i Müceddidî hazretleri ile zaman zaman İstanbul’da ve Kayseri’de görüșüp, husûsi halkasına dâhil olmuștur. Her ne kadar bu hususta fazla konușmazsa da, oradan istifade ve istifaze eylemiș olduğu, el ve izin almıș olduğu yakınlarınca ma‘lûmdur.


1983 yılında devlet hizmetindeki görevini tamamladıktan sonra bütün zamanını Türk-İslâm klasiklerini günümüz Türkçesine aktarmakla geçirdi. Osmanlıca pek çok klasik eserin yanında Arapça ve Farsça, biraz da Urducadan olmak üzere yirmibeș-otuzbin sayfayı așan çevirilerle, telif ve tercüme kitab ve risâleler olmak üzere ellinin üzerinde eseri bulunmaktadır.


Reklamdan ve zâhirden uzak, hakîkate ve içe dönük, hizmetle geçen bir hayatı vardı. Tanıdıkları çok, dostları azdı. Gece onun için gündüzden kıymetli idi. Büyüklerinin dostu, küçüklerinin melcei ve duâcısı idi.


Hayatı ni’met, memâtı nikmet idi, üzüntü idi. Her nefesini Resûl-i Ekremin (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) dinine hizmetle geçirmek, en güzel ve devamlı duâsı idi.


Allahu teâlâ makamlarını âlî, sevenlerine şefaatlerini ihsan buyursun. Amin.

SÜLEYMAN KUKU EFENDİNİN "Rahmetullahi teâlâ aleyh" ESERLERİ

Arapçadan Tercümeler:


1- Mîzânü’l-Kübrâ [Dört Hak Mezhebin Fıkıh Kitabı]


2- Keșfü’z-Zünun ve Zeyli [4 cild] [Basılmamıștır]


3- Șir‘atü’l-İslâm


4- Tarîkü’n-Necât


5- Risâle-i Münîre


6- Dav’ü’ș-Șems [Gün Ișığı]


Farsçadan Tercümeler:


1- Zûbdetü’l-Makâmât [Berekât – İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Menâkıbı]


2- Kimyâ-yı Seâdet


3- Evliyanın Kutbu Muhammed Masûm Farukî [Farsçadan Derleme – İçerisinde – Yevakıtü’l-Harameyn Risâlesi ve Ezkâr-ı Ma’sûmiyye]


4- Riyadü’n-Nâsıhîn


5- Mekâtib-i Șerîfe


6- Dürrü’l-Meârif


7- Umdetü’l-Makâmât


8- Mebde ve Meâd


9- Türpüștî Risâlesi


10- Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Divânı


11- Tashihü’l-Mesâil: Vesikalarla Vehhâbiliğin İç Yüzü


12- Seyfü’l-Ebrâr: Mezhebsizlik ve Vehhâbilik


13- Hazinetü’l-Meârif [Ma’rifetler Hazînesi] – Mektûbât


14- Mektûbât-ı Ma’sûmiyye [3 cild, 2 kitap hâlinde]


15- Șâh-ı Nakșibend (kaddesallahu sirrehul bârî)


Osmanlıcadan Tercümeler:


1- Birgivî Vasiyetnâmesi


2- Büyük Amentü Șerhi [Feraidü’l-Fevaid fi Beyâni’l Akaid]


3- Dürr-i Yektâ Șerhi


4- Mevzuâtu’l-Ulum [2 cild]


5- Mir’at-i Kâinât [2 cild]


6- Gülzâr-ı Saminî [Mektûbât – 2 cild]


7- Altı Parmak: Peygamberler Tarihi


8- Mâ’rifetnâme


9- Reșahât Ayn’ü’l-Hayât


10- Gunyetü’t-Tâlibin [İlim ve Esrar Hazinesi]


11- Șemâil-i Șerîfe


Derleme-Te’lif Eserler:


1- Menkıbelerle İslâm Meșhurları Ansiklopedisi [4 cild]


2- Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Külliyâtı [2 cild]


3- Çeșme-i Muhabbet [Mevlânâ Hâlid Divânında]


4- İmâm-ı Rabbânî ve Yolundakilerde Namaz


5- Ehl-i Beyt ve Bazı Șecereler


6- Ziyaeddin Mevlânâ Hâlid (kuddise sirruh)


7- Mecd-i Tâlid fî Menâkıb-ı Mevlânâ Hâlid ve Arabî, Farisî Mektûbları


8- Gün Batarken Gördüğüm Son Ișık


9- Hac Rehberi


10- Lâ İlâhe İllallah


11- Muhammedûn Resûlullah (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem)


12- İmâm-ı Â’zam Ebû Hanife (rahmetullahi teâlâ aleyh)


13- Seyyid Abdulkâdir Geylânî & Șâh-ı Nakșibend (kuddise sırrıhuma)


14- Hanefî Mezhebinde Namaz


15- Kelâm-ı Kibâr [Hikmetli Sözler]


16- Șah-ı Nakșibend “kaddesallahu sirrehul bârî”


Risâle Derlemeleri


1- Nadir Risâleler


– Risâle-i Vâlidiyye [Ubeydullah-ı Ahrâr (kuddisesirruh)]


– Muhyiddin Arabî’nin Șerîat, Tarîkat ve Hakîkat Risâlesi ve Șerhi


– Tesviyetül İmâd Risâlesi [Din Direğini Doğrultmak]


– Tevbe, İstiğfâr ve Faydaları Hakkında Risâle [Arabîden]


– Zikrin Fazîleti Hakkında Risâle [Arabîden]


– Resûlullah’a Salavâtın Fazîleti Hakkında Risâle [Arabîden]


– Yevakıtu’l-Harameyn Risâlesi


– Kıyamet ve Kıyamet Alametleri Hakkında Risâle


– Șâh-ı Râh Risâlesi


– Mebde ve Me’âd Risâlesi


– Rûhû’l-Ârifîn Risâlesi [Ziyâeddin Gümüșhânevî – Arabî]


– Șifâü’l-Mümînin Risâlesi


– Cilâü’l-Külûb ve Keșfü’l-Kurûb Mênakıb-ı Ebû Eyyûb [Arabîden”] [Eyyüb Sultan Hazretleri (radıyallahu teâlâ anh)]


– Ehl-i Beyt Risâlesi


2- Nadir Risâleler II: Kadı Senâullah Pâniputî Hazretlerinin Risâleleri


– İslâm Hukuku [Hukuku’l-İslâm]


– Zarurî Bilgiler [Mâ Lâ Büdde Minhü]


– Ölüm ve Kabir Hâlleri [Tezkiretü’l-Mevtâ ve’l-Kubur]


– İrșâdü’t-Tâlibîn [Müceddidi Yolu]


3- Nadir Risâleler III: Vesîletü’n-Necât [Seâdet Yolu]


– Risâle-i Münire


– Ehl-i Sünnet İtikâdı


– Namaz ve Fazileti


– Oruç Risâlesi


– İslâm’da Alıșveriș-Bey ve Șirâ


– Dört Büyük İmâm


– Hucec-i Katiyye


– Tariku’n-Necât [Kurtuluș Yolu]


– Tenvir Risâlesi (Kader Hakkında)


4- Nadir Risâleler IV: Takvâ Yolu


– Takva Risâlesi


– Sirâcü’l-Musallî [Namaz Kılana Ișık]


– Et-Taklid ve’t-Telfik


– Mecmûa-i Deâvat [Dualar Risâlesi]


– Malûmât-i Nafia [Fâideli Bilgiler]


– Așere-i Mübeșșere [Cennetle Müjdelenen On Sahabî]


– Gâyetü’l-İmkân fî Ma’rifeti’z-Zaman ve’l-Mekân [Zaman ve Mekânın Delillerle Anlașılması]


– Behçetü’s-Sâliki ve Nehcetü’l-Meslekin [Sâliklerin güzeli ve Yolların özeli]


– İslam Hukukunun İncelikleri


– Ölüm Halleri ve Kabir Ziyareti


– Ruh Risâlesi


– Tarikât-ı Nakșibendîyye Risâlesi


– Mazhar-ı Can-ı Canân Hazretlerin Mektûbları


– Mesîretü’s-Sâlikîn Alâ Sîreti’s-Sâirin [Sâliklerin yolu seyredenlerin hâli]


– Tarika-i Aliyye-i Nakșibendîyye-i Hâlidiyye


– Mevlâna Hâlid-i Bağdadî Hazretlerinin Akâid Risâlesi


– Müridlerin Zikir Adâbı Hakkında risâle


– Mecmuâ’dan Çok Muhim Bir Mektûb


Bunlarla beraber Süleyman Kuku, İmâm-ı Rabbanî hazretlerinin Mektûblarından bazılarını tercüme etmiș ve Kısas-ı Enbiyâ gibi bazı eserlerin bazı bölümlerini sâdeleștirmiștir. Eserlerinden bazıları “A. Farûk Meyân”, bazıları da dostlarının isimleriyle neșredilmiștir.

...

Bu  eserleri https://cesmekitabevi.com/  web sitesinden temin edebilirsiniz.

BEREKÂT

Berekât’a başladım.

Dedim Hilmi Bey hocamıza;

-Efendim, size sormadan bir iş yaptım.

-Ne yaptınız?

Dediler. Dedim;

-Farsça çalışmak için, Berekât’ı tercümeye başladım. Ama, gece de sabaha kadar, hep Muhammed Bâkîbillah hazretlerini gördüm. Sohbet ettik. Sakalı böyle siyah değildi, kırmızı gibi böyle. Öyle konuştuk.

-Yaa efendim. İnşallah devam edin. İnşallah biter de bir gün kitab olarak çıkar.

Arkadan buyurdular ki efendim;

-Ne mutlu size! Ömrünüzün en iyi zamanını, en iyi işte geçiriyorsunuz.

İmam ı Azam Ebu Hanife


İmam ı Azam Ebu Hanife...
İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin ismi Nu’man, babasının ismi Sâbit’tir. Ebû Hanîfe Ehl-i Sünnetin reisidir. Din-i İslâm’ın en büyük direğidir. Babaları İran şahlarından birine ulaşır. Dedesi Müslüman olmuştu. Hicrî seksen yılında Kûfe’de dünyaya geldi. Yüz elli yılında Bağdad’da şehîd edildi.
Tâbiîn’in ve esas Tebe-i Tabi’inin büyüklerindendir. Fıkhı hazreti Hammad’dan aldı.
Tasavvufda İmam Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin sohbet ve meclisinde kemâle geldi.
Ebû Hanîfe hazretleri fıkhın, ya’nî ahkâm ilminin kurucusudur. Emevîlerin Irak vâlisi Yezid bin Ömer tarafından Kûfe Kadısı yapıldı ise de, kabûl etmedi. Zindana atıp dövdüler.
Abbâsî halifesi Ebû Ca’fer Mansûr da kâdı yapmak istedi. Yine kabûl buyurmadı.
Derin ilmi, keskin zekâsı, aklı, zühdü, takvâsı, hilmi, salahı ve cömerdliği yüzlerce kitabda övgü ile yazıldı. Talebesi pek çok olup, büyük müctehidler, ilmi ile âmil âlimler yetişdirdi. Kendisine Alp Arslan’ın oğlu Selçuklu Sultanı Melikşah’ın vezirlerinden Ebû Saîd Muhammed bin Mansûr (494) tarafından kabri üzerine mükemmel bir türbe yaptırılmıştır.
Bugün yeryüzünde bulunan Ehl-i İslam’ın yarıdan çoğu ve Ehl-i Sünnet’in yüzde sekseni Hanefî mezhebindendir.
İmamların evveli, evlâsı, efdali ve en üstünü, Müslümanların büyük imamı, Tâbiîn’in yükseği, ümmetin ışığı, imamların müctehidlerin gözlerinin sürmesi ve medâr-ı iftiharıdır. Menakıbı hakkında söylenen sözler, yazılan yazılar anlatmakla bitmez. Onu ilmi ile, güzel ahlâkı ile, ibâdet ve amelleri ile, din gayreti ile, ictihaddaki derin istinbatı ile anlatmak imkânsızdır. Beyt:
"Ebû Hanîfe doğdu, karanlıkları boğdu."
Ebû Hanîfe (radıyallahu teâlâ anh) zamanının ve sonraki zamanların imamı, rehberi, dört büyük halîfe gibi hatırlatan ve sevdiren Peygamberi! Sözü Hakkın hitabı. Hitabı ise andırır Kitabı. Hakla hakikati, Kitabla Sünneti, Eshabla icma’ı esas alan mezhebinde ahkâm-ı İslâmiyye kitab haline gelmiş, sanki İslâm dini onun mezhebi ile derlenmiş, toparlanmış, en güzel hâlini almıştır. O talebeye hoca, müteallime muallim, müride mürşid, müçtehide imam idi. Ya’nî O, O idi ve bir daha eşi gelmedi.
Her büyük devlette bu nevi hareketlere rastlanır. Bunlar tesadüf değildir. Sağlam ana sağlam evlâd doğurur. Nitekim benzeri örnekleri siyâset, ilim ve san’atta Osmanlı Âli devletinde de vardır. Ya’nî zaman denilen ana, en iyisini doğurmak için kendini zorlar, hilkatindeki en iyileri ortaya koymak için çalışır. Bu bakımdan:

“Dehre -zamana- sövmeyin, onda ulûhiyyet kokusu vardır” buyuruldu.

Zaman ve mekân müsâid idi. Ya’nî Ebû Hanîfe hazretlerinin gelmesi için her şey hâzır idi. Asr-ı Seâdet ve Eshabın devri kalblere yerleşmiş, iki ayaklı canlı insan olmuş, Resûl-i ekremden (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) gelen İslâm yerine oturmuş, ondan başka hiçbir zaviyeden hayata bakmak kalmamış, Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn asırları ile pekleştirilmiş, İslâm devlet, İslâmiyyet din ve idâre olmuş, bütün halk Müslüman ve Hakka, adâlete riâyet eder hâle gelmiş ve işte bu mevcûd ortamın bir sistem, ilâhî kanun hâlini alacak zaman ve mekân hazır olmuş idi. Bu ise İslâm devletinin en büyük ihtiyacı olup, tebliğ-i ahkâm ve kalbleri cezb ile birlikte yürüyen amelî devletin tesisi idi. Elhamdülillah.

Bunun için bütün bunları bir araya getirecek îman, ilim, ihlâs ve medeniyyeti iyi bilen bir ulu kişiye ihtiyaç vardı. Ve nihayet zamanı geldi. Zaman denilen ana bütün maharetini ortaya koyup, bütün zamanlarda hayırla yâd edilecek Ebû Hanife hazretlerini doğurdu. Cihan ikinci defa nura gark oldu. O gün güneş yine doğudan doğdu, ama daha parlak idi. O gece dolunayın üzerinde hiç leke yoktu. Denizdeki balıktan meyve ağaçlarına, hatta gecenin karanlıklarına kadar her şey bir başka neş’e ve sevinç içindeydi.
Babalar, analar, kendilerinden daha iyisini doğurmağa hasrettirler. İşte buradan bakarak deriz ki, zaman ve mekân ana ve babası, Ebû Hanîfe hazretlerini doğurunca rahatladı ve vazifesini yapmış olmanın şuur ve huzuruna kavuştu. Bu tür rahatlıklara Eş’arî’de, Gazali’de, Gavs-ı azamda, Şâh-ı Nakşibend’de ve İmamı Rabbânî hazretleri gibi büyüklerin dünyayı teşrîf etmelerinde de rastlanır ve onları doğuran zaman bunların arkasından nice yıllar dinlenir.
Zira zamanın ve mekânın, sâhibi ile alâkası vardır ve bu alâka sebebiyle, müstakil olarak düşünülmezler. Allahu teâlâ ile o kadar çok birlikte kullanılırlar ki, kullar yanlış yapmasınlar diye, Allahu teâlâ zamandan ve mekândan berîdir deyip, ulûhiyyetten ayrı tutarlar, nübüvvet kandilinden iktibas edilmiş bu cins mâlumattan size kısa bir nûmune olarak bunları anlattım.
Kıt’a:
Beklerse daha bin yıl, zaman denilen ana,
Böyle bir er doğurur, ışık saçar cihana.
O ne müdhiş gelişti, geçti ayı güneşi,
Bin küsur yıllar geçti, gelmedi başka eşi.

HERŞEY ASLINA RUCU EDER

HERŞEY ASLINA RUCU EDER

Topraktan geldik yine toprak olacağız…
Tek tesellimiz, şu gök kubbede hoş bir seda bırakmak!
Hüzünlüyüz, üzgünüz, acımız büyük!
Kendisini tanımakla kelimelerle anlatılamayacak, yazı ve söz ile ifade
edilemeyecek değerde kıymetler kazandığımız, insanlığımızı, taat ve ibadetlerimizi, hakiki özgürlüğün ne demek olduğunu anlamamızı sağlayarak hayatımıza yeniden yön veren;
Kıymetli büyüğümüz, efendimiz, manevi babamız, ağabeyimiz, kendilerine evlad, gardaş olarak bizleri kabul eden, kulluğun tadını bedenin bütün hücrelerinde hissetmiş, benlik ve enâniyetten uzak olan;
Allahu teâlâ’ya ve onun sevdiklerine yakın, sevmediklerine uzak, hak ve hakikati ifade etmekten asla geri durmayan, insanlığın kurtuluşu için 82 yıllık ömrünün neredeyse tamamını kendinden önceki hocalarına uymak suretiyle samimi bir niyyetle ilim, amel ve ihlas ile hakikat aleminin hallerine vakıf olmaya çalışarak geçiren;
Samimi, sevecen, müşfik ve de kalender;
Ailesinin, sevdiklerinin ve dostların dertleri ile dertlenen, sevinçlerine ortak olan, asla nefsi hareket etmeyi sevmeyen “Kendisi için yaşayan ve sadece kendisini düşüneni sevemiyorum” diyecek kadar açık;
“Bizi sevmek kolay değil, bedel ister” diyecek kadar kendilerinden emin;
-İstişare ve karar verdikten sonra işin tamamı bitirmek için gece ve gündüz her türlü riski göze alabilecek kadar dirayetli ve çalışkan;
“Yanlış iş üzerine doğru iş yapmayı sevemiyorum” diyerek yanlış önce o işin düzeltilmesini sağlamak, sonrada işin doğrusunu bildirerek, doğruların artmasını, yanlışların azalmasını ve hakikatin ortaya çıkararak her daim kötülüğü men ile iyiliğe sevk eden;
-İlm-i ile amil, hali ile malum, ortaya koyduğu eserleri ile kıyamete kadar anılacak olan, katıksız, saf ve temiz bir silsile ile Resulü Ekrem Muhammed Mustafa “sallallahu teala aleyhi vessellem” efendimize bağlanarak, onların ahlakı ile ahlaklanan, yolarının özelliği ile kısa yoldan Allahu telaya kavuşturan, Nakşi, Müceddidi ve Hâlidi yolunun tesirli nefesi, sarsılmaz direği, haller menba-ı, gönüller sultanı, Süleyman Kuku Ahmedoğlu ( A. Fârûk Meyan) efendimiz hicri 1440 yılı Zilhicce ayının birinci Cuma günü ( M: 02 Ağustos 2019-Cuma), öğleden sonra duaların kabul olduğu saatlerde Allahu telanın rızasına boyun eğerek darül bekâya, sonsuzluk alemine intikal etti.

Beyt:
Cihanda bundan daha güzel hangi şey olur,
Seven dostuna gider, yâr yârına kavuşur.

Allahu teâlâ’ya kulluğunun ifadesi olarak;
Beyt:
Müflis olarak senin kapına geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.

Üzgünüz, çok uzun süre beraber olduğumuz (aciz, otuzbeş seneye yakın bir beraberlik yaşadığım, anamdan, babamdan kardeşlerimden daha çok beraber olduğum), her halimize vakıf, bizi seven, öğreten, koruyan hocamızı, manevi babamızı kara toprağa teslim etmek bize çok ama çok tesir etti.

Beyt:
Ayrılığın acısı az olsada az değildir,
Gözde kıl olsa çok görünür.

O kadar tesir etti ki, kimse kimseyi göremez, halini soramaz ve ne yapacağını bilemez oldu. İlim gitti. Akıl gitti. Halimiz perişan oldu. Bakmaya doyamadığımız, her sözüne, nefesine can kulağı ile dinlemeye çalıştığımız büyümüzün ayrılığı yaktı, yıktı. Sözün bittiği yer burası idi.
Ne yapacağını bilemez bir halde na’şını evden alarak önce camiye sonra da aile mezarlığa omuzlar üzerinde bütün sevenleri ile beraber taşıdık. Ayrılığın son demlerinde takâtimiz bitti, nefesimiz tükendi. Okunan kuran-ı kerim ve naâtlarla gönlümüz biraz ferahladı. Bu onlarla beraber “Muhabbet Çeşmesi’ ne son inişimiz idi.

Beyt:
Ey dost, buraya gelki, ikimiz topraktanız
Yabancı gibi durma, bir yerden âşinayız.

Kendi şiirlerinde kendisini kucaklayan kara toprak için söyle diyorlardı.
(15 Şaban-1410–Pztesi / 23 Mart 1989 Perşembe)

SEVDİM SENİ
Ele soğuk bana sıcak
Ele mezar bana kucak
Ele duman bana ocak
Kara toprak sevdim seni!

Kokunda Habîbullah var
Altında Halîlullah var
Gıbta eden Arşullah var
Kara toprak sevdim seni!

Ateş olup yakma sakın
Emr-i Haktan çıkma sakın
Süleymanı sıkma sakın
Kara toprak sevdim seni!

Acının tarifi yapılsada anlaşılması ancak yaşanınca, tadınca anlaşılır. Aziz milletimiz örf ve adetlerinde bu bilindiği için yakın, eş dost, seven sevmeyen, bilen bilmeyen o acı günde insanlığın icabı biraraya geli de bu acının kısa zamanda telafi için cenaze evini taziye ederler. Bu acı günümüzde bizleri yalnız bırakmayan taziye eden herkese teşekkür ediyoruz.
Allahu teâlâ razı olsun. “Eden kendine eder”.

Beyt:
Sana söylemiyene susman daha iyidir
Seni yad etmiyeni unutman daha iyidir.

Şiir:
Kim bana kulluk dışı davranırsa
Dostum olmaz çok, yakının da olsa
Kendimi ve akrabamı terk ettim
Öylesi bana ağyardır, yârım da olsa

Buyururlardı ki
- Doğrularım için tebrîk ve tasdîk etmediniz ki, yanlışlarım için tenkîdiniz âdil olsun.
- Keşke bazı kimselerin beni sevmediği kadar, ben de nefsimi sevmeyebilsem.
- Hasedin altında düşmanlık yatar. Yoksa gıbta yeterlidir.
- Kişinin menfeati söz konusu olursa, ihsân adâlet, adâlet zulum olur.
- Kendi hakkında âdil davranan kişi görmedim.
- Sen dua etmene bak, âmin deyen çok bulunur.
- Ölümcül bir hastalığın akabinde söyledim: Yâ Rabbi, bana bir nefes ikrâm edersen, onu Habîbinin dinine hizmette harcamamı nasîb eyle!
- Rabbini unutmak, aslını unutmaktır. Mert işi değildir. Zordur. Büyük suçtur. Rabbini zikretmek ise, kulluğun icâbı ve kulun şerefidir.
- Küçücük bir bedene, koskoca kâinâtı sığdıran Rabbimin san’atına hayran kalmayan ahmaktır.
- Kul ubudiyyeti anladığı kadar rubûbiyyeti, rubûbiyyeti anladığı kadar ubûdiyyeti anlar.
- Şerîat, rububîyyeti ve ubudiyeti bilmek içindir. Bütün iyilikler bunu bilmede, bütün kötülükler ise bunu bilmemede saklıdır.
- Ölümü unutmayan günah işlemez.
Mısra:
Unutmak dostluğa sığmaz
- Allahu teâlâyı zikreden günah işlemez.
- Evliyâyı seven günâh işlemez.
- Günâh işlemek zor, sevab işlemek kolaydır. Çünkü günahdan Hak teâlâ, melekleri, peygamberleri, âlimler, veliler ve hatta akıl râzı değildir. Sevabdan ise hepsi râzıdır.
- Bütün günahların ve kötülüklerin başı gaflettir. Gafleti îras eden ise, nefistir. Bunun için büyük hocaya [mürşid-i kâmile] ihtiyaç vardır.
- Başıma gelen sıkıntı ve üzüntülere, ille de bir sebeb söylemek icâbetse, hocama olan katıksız, eşsiz muhabbetimdir derim. Zira bu kadar lekesiz muhabbeti dünyada kime verirlerse, bedeli olan acılık ve üzüntü ile imtihan ederler. Kazanan kazanmış, kaybeden kaybetmiştir.
Kim yalan söylerse, mahcûb olacak,
Dostları içinde yalnız kalacak.
Yüzü kızaracak varsa şerefi,
İzzet arar iken, zillet bulacak.
Beyt:
Her nereye gitsem hep seninleyim
Sanma ki yalnız başıma giderim.

Onların duaları ile yazımızı kıymetlendirerek inşaallah amin diyelim…..

SON
Bakıp da görmiyen gözden,
Duyup da işitmeyen kulaktan,
Tefekkür etmeyen kalbden,
Sabır ve Şükre yol vermiyen ilimden,
Hakla tutmayan elden,
Hakla ve Hakka yürümeyen ayaktan,
Helalla doymadan mi’deden,
Secde ve rukû’ tevazu’u göstermiyen baştan,
Secde eseri taşımayan simâdan,
Hakka gadabdan, zulme alkıştan,
Rabbinden gafil gönülden,
Hakkı görür gibi olmayan yakînden,
Nefsini düşünen beyinden,
Kulluk yerine, efendiliğe özenen zihinden,
Hak kelâm yerine malâyanî ile doldurulan hâfızadan,
SANA SIĞINIRIM RABBİM

Beni ve sevdiklerimi koru; ey sevdiklerine özel muâmele eden ALLAH’ım. Âmin, âmin ve selâmün alel-mûrselîn ilâ yevmiddin.

Osman Nuri Bilen