MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ - 476
Şeyh Bayezid-i Bestamî rahmetullahi aleyh, tâlipliği döneminde bir gün mescide girip ve iki rekât namaz kılmak ister. Tam ALLAHU EKBER diyerek namaza duracağı sırada, şeyhinin de aynı mescitte bulunduğunu fark etti ve kendi kendisine:
— Şu namazımı huşû ile kılayım, şeyhim de görsün, düşüncesi ile kendisine ayrıca bir çeki düzen verir. Namazı bitirdikten sonra, şeyhinden takdir yerine şu tekdiri işitir:
— “Ey riyakâr Bayezid, git, yedi yıllık namazını iade et, riyâ ile namaz kılanların namazlarını Hak teâlâ geri çevirir” der.
Bayezid-i Bestamî, yedi yıl tazarrû ve niyaz eyledi, çalıştı ve çabaladı ve ancak ondan sonra kendisini riyakârlar defterinden sildirebildi.
Ey dertsiz: Sen ise, amellerini her gün halka arz eder, dinini dünyaya satar durursun. Acaba, halinin ne olacağını hiç düşünür müsün? Bak, Bayezid-i Bestamî'nin şeyhinin huzurunda kıldığı iki rekât namaz yüzünden başına gelenleri gördün mü? Huşû ile kılayım derken, tamam yedi yıllık namazları red olundu.
Ey mürâi ko riyayı, sıdk ile ihlâsa gel;
Kır riyâ leşkerlerin ihlâs kılıcın al ele...
Sultan-ül-ârifiyn Bayezid-i Bestamî, bir gün nafile oruç tutmuştu. İkindiye doğru orucunu bozdu. Ağzında bir tane kuru üzüm çiğniyordu. Ancak nefsine de şöyle diyordu:
— Ne sana olsun ne bana! Nefsi feryat edip sızlandı:
— Beni mahrum ve zararlı ettin.
Meşâyihten birisi, bir yudum su içti ve sakaya yüz altın sadaka verdi. Verdiğine de hiç üzülmedi. Ancak, nefsi:
— Allah yoluna bir günde bu kadar altın verdin, deyince:
— Yüz altın verdik ama o da bize bir yudum su verdi, içtik. Bu da onun karşılığı oldu, dedi ve nefsine hiç minnet etmedi.
Oysa, sen bir fakire beş akçe versen, o kadar minnet edersin ki, o fakir incinir. Rastladığın yerde sana hürmet göstermezse: (Yazık, yazık.. Bu fakir hiç iyilik bilmez. Kendisine bu kadar sadaka verdik, bize bir selâm bile vermiyor.) diye yaptığın işi o kadar beğenir ve kendine öyle ümit verirsin ki, âdeta şeytan olursun. Halbuki, âşıklar amel ettikleri zaman nefislerinin ümidini keserler ki, riyalı amelle kendilerini görüp şeytan olmasınlar ve amelleri de hebâ olup gitmesin.
Sultan-ül-âşıkiyn ve burhan-ül-ârifiyn Bayezid-i Bestamî (Rahmetullahi aleyh) elli haccının sevabını, mısır unu ile yapılmış pideye sattı ve pideyi de bir köpeğe yedirdi. Bütün amellerinden feragat eyledi. İşte, nefsin ümidini kesmek böyle olur.
Ebû Süleyman-ı Dârânî, müritlerinden birisine misafir oldu. Yemek vakti olup sofra kurulunca, ev sahibi karısına seslendi:
— Hatun, şeyhimin yiyeceği yemeği, Mekke-i Mükerremeden son defa gittiğimde getirdiğim tabağa koy. Sakın, bundan önce gittiğimde getirdiğim tabağa koyma! deyince, Hazret-i şeyh dayanamadı:
— Ey riyakâr! dedi. O iki haccın da bâtıl oldu. Var yine haccet, o iki haccından hiç sevap umma!
Bundan da anlaşılıyor ki, farz olan amellere de riyâ karışabiliyormuş, dile getirmek ve söylemek iyi değilmiş. Zira, o kişinin biri farz ve diğeri nafile olan iki haccının da bâtıl olduğunu böylelikle bizler de öğrenmiş ve anlamış olduk.
Sultan-ı Enbiyâ sallallâhu ve sellem efendimiz: “İyi amellerde, gururlanmaktan Allahu teâlâya sığınırım, buyurmuşlardır.”
Ey kardeş: Ne diyeyim? Sen, kendine ne hac bırakırsın, ne namaz bırakırsın, ne oruç bırakırsın, ne niyaz bırakırsın, ne de sadaka bırakırsın. Bir sözle hepsini feda edersin, gider.
Şeyh Safi kuddise sirruh ne güzel buyurmuştur:
Minnet beklenen ekmeğin olur mu hiç değeri?
Taş üstüne tohum eken, eli böğründe kalır;
Minnet lokmaları ateş gibi yakar ciğeri,
Hak rızası için veren, ecrini Haktan alır.
Kişi, yaptığı hayır ve hasenatı, ibadet ve tâati unutması gerekir. Zira, gönüldeki dile gelince, minnet düşer ki, iyi değildir. Minnet dedimse, yalnız başkasına minnet değildir. Kişinin, kendi kendisine minneti de minnettir. Bundan dolayı, âşıklar riyâ olmaması için nefislerinin ümitlerini keserler. Riya denilen şey, nereye uğrarsa bütün amelleri bâtıl eder.
Bu sebeple, amelleri riyâdan korumak ve kurtarmak ve riyâdan çok korkmak gerekir. Nitekim, Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Beni, sizin için en çok korkutan şey, küçük şirke düşmeniz korkusudur, buyurmuşlardır.”
Bir diğer hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: “Hak teâlâ, kullarının amellerinin karşılığını verirken, bazılarına: (Amellerinizi göstererek riyâlandığınız kimselere gidin, size bu amellerinizin karşılığını onlar versinler. Benim katımda, bu amellerinizin hayrı ve sevabı yoktur.) Buyuracaktır.” (Ne’ûzü billah)
Riyâ ile amel işleyenler, mahşer günü o amelleri için karşılık istedikleri zaman Hak teâlâ onlara şöyle buyuracaktır: “Ey Riyakâr Ben, sana o amelinin karşılığını vermedim mi? Meclislere gidince, sana hürmet ve izzet etmediler mi? Baş köşelere oturtup, türlü nimetler ikram etmediler mi? Alımda, satımda sana saygı ve güven göstermediler mi? Bütün bunlar, senin ibadetinin karşılığı idi. Zira, senin o ibadet ve tâ’atten maksadın da halk içinde itibar bulmak değil miydi?
İşte, muradın hasıl oldu. Sûfi lik eyledinse, şeyh oldun. Baş köşelerde oturdun, izzet ve ikramlar gördün. Herkes, senin ellerini öptüler, sana hizmetler ettiler. Müderris oldun, ilim okuttun, hikmetler söyledin. Sana verdiğim o ilmi, götürüp âciz ve günahkâr âdemoğullarının kapılarına bıraktın ve karşılığında izzet ve hürmet istedin. Sana verdiğim ilimle amel ederek, horluk ve miskinlikle benim katıma gelmedin. Şimdi ey mürâi! Sen ecrini dünyada iken aldın, buraya bir şey bırakmadın. Şimdi senin yerin cehennemdir.
Hakkın bu iradesi üzerine zebaniler onu alır ve cehenneme atarlar.
Ne büyük zarara uğramaktır bu riyâ zararı...
Ne müşkül olur bu riyâ âfeti...
Ne zehirli lezzet olur, bu riyâ lezzeti !..
(Eşrefoğlu Abdullah Rumî Hazretleri)