Kadınların erkeklerin bulunduğu câmilere gelmeleri günâhdır

 ***Kadınların erkeklerin bulunduğu câmilere gelmeleri günâhdır.Kızların, genç ve yaşlı kadınların beş vakit namaz, teravih ile Cuma ve Bayram namazları için ve vaaz dinlemek için camiye gitmeleri caiz değildir. Eskiden, yalnız çok yaşlı kadınların, akşam ve yatsı namazına gitmesine izin verilmişse de, şimdi bunların da gitmesi caiz değildir. 

(İbni Âbidîn c.1, s.380) (Redd-ül-muhtar)

İmam-ı Rabbani hazretleri kimdir?

 Sual: Sürekli kaynak verdiğiniz imam-ı Rabbani hazretleri kimdir?

Cevap: Alimlerinin gözbebeğidir. Tesavvuf bilgilerinin mütehassısı idi. Âlimlerin önderi, Velîlerin baş tâcı idi.12 tarikatın şeyhidir.İslam dininde onun ayarında kimse gelmemiştir.Hicri ikinci bin yılın müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı Müceddid-i elf-i sani, ahkam-ı İslamiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, Sıla ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için, Faruki nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, Serhendi denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, imam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi'dir. Bir hadis-i şerifte; "Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefaati ile çok kimseler Cennete girer" buyurularak onun geleceği haber verilmiştir. Bu hadis-i şerif, imam-ı Süyuti'nin Cem'ül-Cevami kitabında vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda; "Beni iki derya arasında "Sıla" yapan Allahü teâlâya hamd olsun" diye dua etmiştir. Eshabı, talebeleri ve sevenleri arasında "Sıla" ismiyle meşhur olmuştur. Hadis-i şerifte müjdelenen "Sıla" ismini ondan evvel hiç kimse almamıştır.Zamanının âlimleri, imam-ı Rabbani hazretlerine Sıla ismi ile hitap ettiler.Peygamber efendimizden sonra peygamber gelmeyeceğine göre, kendisinden bin sene sonra, İslam dinini her bakımdan ihya edecek, dine sokulan bid’atleri temizleyip, asr-ı seadetteki temiz haline getirecek, zahiri ve batıni ilimlerde tam vâris, âlim ve arif bir zatın olması lazımdı. Hadis-i şerifler bunu bildirmektedir. Bu mühim hizmeti imam-ı Rabbani hazretleri yapmıştır.Bütün İslam âlimleri, bu zatın imam-ı Rabbani hazretleri olduğunda ittifak etmişlerdir. Peygamberimizden tam bin sene sonra ilim ve irşad kürsüsüne mutlak olarak oturup, cihanı Resulullahın nurları ile aydınlattı. Bid’atleri temizleyip İslam dinini ihya etti.İmam-ı Rabbani hazretleri, Müceddid-i elf-i sanidir. Yani hicri ikinci binin müceddididir. Kısacası biz, İmam-ı Rabbani “kuddise sirruh” hazretlerini anlatmaktan aciziz.

İbni Âbidîn hazretleri kimdir?

 Sual: Sürekli kaynak verdiğiniz İbni Âbidîn hazretleri kimdir?

Cevap: Seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretleri,Hanefî mezhebindeki fıkh kitâblarının en kıymetlisi olan (Redd-ül-muhtâr) kitabının yazarıdır.Hanefîde en sağlam,en faydalı fıkh kitâbıdır.Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî “kuddise sirruh” hazretlerinin sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi. O vilâyet güneşinin Şâmda cenâze nemâzını bu kıldırdı.Seyyid İbni Âbidin hazretleri Osmanlıların en meşhur fıkıh âlimlerindendir.

Müdârâ yapmak

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerini bir sâat görebilmek için, her hafta sonu *Ankara* dan gelirdim. Bir defâsında yine bir *Kış günü*, Ankara dan gelirken asker sevkiyâtı vardı. 


Trende yer bulamadım. Yine iki vagonun arasında, demirlerin üzerinde *Ayakta* geldim. Hattâ parmaklarım *Donup* körüğe yapışmışdı. *Buzdan* kurtaramadım. 


İnsan, sevdiğinin her *Şeyini* sever. Sevdiği için, her *Şeyine* katlanır


Peygamber Efendimiz, bâzı sahâbîlerle bir evde otururken, birden sıkıntı basmış ve; *Sıkılıyorum yâ Ömer* buyurmuş. 


Hazret-i Ömer hemen; *Emret yâ Resûlallah. Ne isterseniz yapalım!* demiş. 


Efendimiz; *Şimdi bir Allah düşmanı gelecek, onu görmek, onunla konuşmak beni sıkıyor. O gelecek diye sıkılıyorum* buyurmuş. 


Biraz sonra kapı çalınıyor, bir kabîle reîsi geliyor. Peygamber Efendimiz ayağa kalkıyor, onu *Güzelce* karşılıyor, yanında *Yer* açıyor, oturtuyor, *Tatlı tatlı* konuşuyor. 


Biraz sonra, o adam kalkıp gidiyor. Peygamber Efendimiz, onu *Güler yüzle* selâmetliyor. Hazret-i Ömer soruyor: *Yâ Resûlallah, Allahın düşmanı dediğiniz, bu kişi miydi?* 


Efendimiz buyuruyor ki: *Evet, o idi*. Hazret-i Ömer merak ediyor tabii. Ve soruyor hemen:


Yâ Resûlallah, siz ona dost muâmelesi yapdınız, yer verdiniz, tatlı tatlı, neş’eli konuşdunuz ve güler yüzle selâmetlediniz, biz bunun hikmetine anlıyamadık, diyor. 


Peygamber Efendimiz şöyle îzâh ediyorlar: Bu, bir *Kabîle* reîsidir. Eğer ben onunla iyi geçinirsem, *Dost* muâmelesi yaparsam, o da bana dost muâmelesi yapar.


Müslümânlara da *Dost* muâmelesi yapar. Eğer ben ona sert söyleseydim, yer vermeseydim, kapının dibine oturtsaydım, o zaman bana *Düşman* olurdu. Bana bir şey yapamazdı. 


Ama Müslümân lardan *İntikam* alırdı. Kabîle reîsi çünkü, zengin, îtibârlı biri. Müslümânlara *Eziyet* ederdi. Müslümânlara eziyyet etmesin diye onun kalbini okşadım, buyuruyor. 


Buna, *Müdârâ* denir kardeşim. Kâfirlerle müdârâ yapacağız, çok mühim bu. *Gülerek* ve *Tatlı dille* görüşeceğiz.

Allahın düşmanları sevilmez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her müslümâna, Sırat köprüsünde, yedi yerde, yedi suâl sorulacak. *Îmân* dan, *Namaz* dan, *Oruç* dan, *Hac* dan, *Zekât* dan, *Gusül abdesti* nden ve *Kul hakkı* ndan. 


*Kul hakkı* o kadar mühim ki, bir *Dank* kul hakkı için, âhiretde yetmiş yıllık, cemâatle kılınmış, kabûl olmuş namâzın *Sevâbı*, karşı tarafa verilecek. 


Yetmezse, onun *Günâhları* buna yükletilip Cehenneme atılacakdır. Bunu bilen bir müslümân, *Münâkaşa* edemez, *Kavga* edemez, *Kalb* kıramaz. 


Çünkü korkar kul hakkından. Hattâ bir mü'minin kalbini kırmak, *Kâbe* yi, yetmiş defâ *Yıkmak* dan daha büyük günâhdır. 


*Hubbu fillah* ve *Buğdü fillah* yâni Allah için seveceksin, Allah için düşmanlık edeceksin. Kimdir o Allah için düşmanlık edeceğimiz kimseler? *Allah* ın düşmanları. Şimdi zamânımızda çok var. 


Ne demek islâmiyet? Allahü teâlânın *Emrleri* ve *Yasakları*. Allahü teâlânın emretdiği şeyleri yapacağız. Yasak etdiği şeylerden de kaçınacağız. 


İşte budur hubbu fillah, buğd-ü fillah. *Îmân* ın alâmeti budur. Zamânımızda Allahın düşmanları çok var. İslâmiyetle *Alay* ediyorlar. Allahın düşmanları sevilmez efendim. 


Namaz kılmak *Farz* dır. Namaza mâni olanler, Allahın düşmanıdır. Oruç tutmak *Farz* dır. Oruca mâni olan da Allahın düşmanıdır. 


Bunlar sevilmez. Sevmek ve sevmemek *Kalb* ile olur. Muhabbetin yeri *Kalb* dir. 


Kitaplarda; *Evliyâlar, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmışlardır* diye yazıyor. Yâni dünyâda, Allahü teâlânın sıfatları ile hareket ederler. 


Onlar da, bu dünyâda dost ile düşmanı ayırmazlar. *Evliyâlar* da, dostlara yapdıkları iyi muâmeleyi, düşmanlara da yaparlar. 


*Ve men yüridillâhe bihî hayren yüfekkıh hü*. Ne demek bu? *Ve men*; bir kimse ki, *Yüridillâhe*; Allahü teâlâ irâde ediyorsa, diliyorsa. 


*Bihî*; o kimse için. *Hayren*; Hayr murâd ediyorsa, yâni Allahü teâlâ, bir kulunu seviyorsa. *Yüfekkıh hü*; onu fıkh âlimi yapar.

Fâideli bilgiler (Mâlûmât-ı Nâfia)

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bâzen elini bana uzatır ve *Sık!* buyururlardı. Ben de sıkardım. Az sonra, Efendi gözlerini kapatırdı. Ben, *Uyudu* zannedip, elimi gevşetirdim.


O zaman gözünü açar ve yine *Sık!* buyururdu. Bu *Büyükler* in her bir hücresi zikredermiş efendim. Demek ki, kendi hücrelerindeki o *Zikr* bana da geçsin diye öyle yapardı Mübârek. 


Bu hususta *Râbıta* da var, ama o kolay birşey değil. Herkes yapamaz. Abdülhakim Efendi hazretlerinden, râbıta için izn istemeye gelenlere; *Ona da sıra gelir, daha vakti var* deyip, geçişdirirlerdi. 

********

Ben her şeyi, Abdülhakim Efendi hazretlerinden öğrendim. Yalnız arabça kitapları değil, türkçe kitapları bile Ondan öğrendim. *Mâlûmât-ı Nâfia* diye bir kitap vardı.


Onu bana verip, *Bunu oku, fâidelidir* buyurdu. Biz onu şimdi basdırdık. *Bir* numaralı kitâbımız oldu. *Fâideli bilgiler*. Efendi hazretleri tavsiye etdi bize onu. 


Velhâsıl hep Abdülhakim Efendi hazretlerinin methetdiği, tavsiye etdiği kitapları basdırdık. O büyüklerin ismini bile söylemek kârdır. *İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme*. 


Hadîs-i şerîfdir bu. Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfde ne buyuruyor? *Allahü teâlânın sevdiklerinin, yâni Evliyâ kullarının ismi bir yerde söylenirse, oraya rahmet yağar* buyuruyor. 


Elhamdülillah, Rabbimize çok şükür. Mübârek ramezânda Cum’a namâzı kılmak ne büyük seâdet, ne büyük bahtiyârlık. Cenâb-ı Hak bize *İhsân* etdi. 


Abdullah ibni Abbâs hazretleri buyuruyor ki: Günlerin en kıymetlisi *Cum’a* günüdür. Ayların en kıymetlisi *Ramezân-ı şerîf* ayıdır. Amellerin en kıymetlisi de ihlâs ile kılınan *Namaz* dır. 


Elhamdülillah, bugün işte bize üçü de nasîb oldu. *Ne güzel, ne güzel, ne güzel*. Ne kadar şükretsek azdır kardeşim. 

********

Allahü teâlâ bâzı kullarına *Hâdî* ismiyle tecellî etmiş, yâni *Hidâyet* nasîb etmiş. Bunları kendi hizmetinde kullanıyor. Kullarının hidâyetine vesîle ediyor. 


Bâzı kullarına da *Mudil* sıfatıyla tecellî etmiş. Bunlar da, dalâlete vesîle oluyorlar, yıkıcıdırlar, bölücüdürler. *El-hamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah*. Rabbimiz bizi onlardan etmemiş. 


*Elhamdülillah elhamdülillah elhamdülillah*, Rabbimiz bizi *Hâdî* ismiyle şereflendirdiği, mes’ud, bahtiyâr kullarından eylemiş. Ne büyük *Seâdet*, ne büyük *Müjde* efendim.

Lisân-ı hâl,lisân-ı kâlden entakdır

 Hüseyin Hilmi bin Saîd Mübarek Hocamız 

Rahmetullâhi aleyh kuddise sirruh buyurmuşlar ki: 

Yasîn-i şerîfi her Cum’a günü,ölmüşlerimize okuyoruz ya.Yasîn-i şerîfde ne buyuruyor Cenâb-ı Hak? Vemtâzül yevme eyyühel mücrimûn! Yâni,ey kâfirler, bugün dostlarımdan, müslümânlardan ayrılınız! 

Kâfirler,Eshâb-ı şimâl dir, onlar başka tarafda. Müslümânlar,Eshâb-ı yemîn dir.Bunlar başka tarafda.Orada Müslümânlara Ni’metler var,kâfirlere Azap var. 

Ne büyük Ni’met içindeyiz kardeşim.Çok mes’uduz. Sevinelim,üzülmiyelim, kızmıyalım.Seâdete kavuşan insan kızar mı? Neş’eli dir o.Allahü teâlâ,hizmet edenleri sever.Rabbimiz, müslümânlara hizmet edeni çok sever.Şimdi biz de, Türkiye’de ve bütün dünyâdaki müslümânlara Hizmet ediyoruz.Nasıl mı? Bu kitapları göndermekle. 

Dünyâ larına hizmet etmek kıymetli.Fakat Âhiret lerine hizmet etmek daha kıymetli.Onların Cennete gitmelerine,Küfr den,Cehennem den kurtulmalarına hizmet ediyoruz.Kim ediyor bu hizmeti? Bütün arkadaşlar, hepsi,hepimiz.Bu yolda bir adım atan,meselâ kitâbı alıp da cildciye götüren,bu sevâba kavuşur.Yeter ki Allah için yapsın. Rabbimize hamdolsun, elhamdülillah,bizde çalışan yüzlerce arkadaşımız,hepsi Allah için çalışıyor.Hepsi bu sevâba kavuşacak inşallah.Kıyâmetde karşımıza çıkacak bu hizmetler.Ne büyük Ni’met içindeyiz.Allahın yolunu yaymak büyük ni’metdir. Bunun devâm etmesi için bu ni’mete şükretmek lâzım. Şükretmek,yerinde kullanmak demekdir.Yerinde kullanmanın da birinci şartı, Fitne den sakınacağız. Velâ tülkû bi-eydiyeküm ilet-tehlüke.Yâni kendinizi fitneye sokmayınız, buyuruluyor.Peki,fitne ne demek? Fitne,müslümânları zarara uğratmak,onlara zarar getirmekdir.Fitnenin de çeşitli sebepleri var. Birinci sebep,müslümânların birbirlerine olan Sevgisi nin azalmasıdır.Fitne çıkmaması için, birbirlerimizi çok seveceğiz. Sevgimizi de ona bildireceğiz.Bir kimse birini severse,sevgisini ona bildirsin! buyuruluyor. Sevgisini ona bildirsin ne demek? Yâni,sevginin şartlarını yerine getirsin de, o da onun sevdiğini anlasın. Ben seni seviyorum,demeye, Lisân-ı kâl denir.Kâl,söz demekdir.Ama sevginin şartlarını yapsın,yerine getirsin demek,Lisân-ı hâl dir.Yâni hâlimizle,tavrımızla sevdiğimizi bildireceğiz. Lisân-ı hâl,lisân-ı kâlden entakdır diyor âlimler.

Peygamber efendimizin bir duası

 Resûlullah Efendimiz şöyle dua ederdi:

 “Allahım! Yıkıntı altında kalmaktan sana sığınırım. Yüksek bir yerden düşmekten sana sığınırım. Suda boğulmaktan, ateşte yanmaktan, yaşlanıp ele avuca düşmekten sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Vitir 32)

Habîb-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ümmeti olmak şerefi size yetmez mi ?

 “Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) hilâfeti zamanında, Şam şehrine gitmek icab etmişti. Saadet ve izzetle, Eshâb-ı güzînden (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în) bir cemaati de yanlarına alıp, Medîne-i Münevvereden çıkıp, yola revân oldular. Hazret-i Ömerin bir deveden başka bineceği yoktu. Mugîre adlı bir köle var idi. Bir saat hazret-i Ömer (radıyallahü anh) o deveye binerdi. Mugîre piyâde olunca [yaya kalınca], deveyi yederdi. Bir saat Mugîre binerdi. Hazret-i Ömer önünde piyâde olurdu. 


Allahü teâlânın hikmeti, Şam şehrine girecekleri vakit, deveye binmek nöbeti Mugîreye gelmişti. Eshâb-ı güzîn, hazret-i Ömere geldiler, dediler ki, efendim, ihsan eyleyin. Bu saatte deveye saadetle sizin binmenizi rica ederiz. Hazret-i Ömer buyurdu ki, önce nöbet benim idi, bu saat nöbet Mugîrenindir. Deveye niçin ben bineyim. Eshâb-ı güzîn dediler ki, bugün Şam şehrine girilecektir. Şam şehrinin bütün ileri gelenleri, cenâbınıza karşı çıkarlar [sizi karşılamaya gelirler]. Onlar atlı, siz halîfe iken yaya yürümek münâsib değildir. Lütfunuzdan ümit ederiz ki, ricâmızı makbûl tutup, red etmeyiniz. 


Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) huzursuz olup, dedi ki, siz bu evhâmdan kurtulmadınız mı? İslâm dîninin kadrini böyle mi anladınız. Bize İslâm şerefi yetmez mi. İslâm dîninden ekrem ve eşref bir nesne var mıdır. Bu saadet ve bu devlet ve bu izzeti Allahü teâlâ hazretleri bize ihsan eylemiştir. Dîn-i islâm tâcını başına koymak, kime müyesser olmuştur. Resûlullahın (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) getirdiği islâm elbisesini arkamıza giydirdi. Kelime-i şehâdeti dilimize çırağ eyledi. Kur’ân-ı azîm ile kalbimizi münevver eyledi. İslâmiyetin kadrini acaba niçin anlamamışsınız ki, kendinizi halka, at ile, don ile göstermek istersiniz. Yalnız Habîb-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ümmeti olmak şerefi size yetmez mi, diye cevap verince, kimse söze kâdir olamayıp, bir şey diyemediler.”


 [Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn]

Ben zâyi oldum

Abdülhakîm Efendi bir gün Bâyezîd Câmi'inde va'z veriyor mübarek. Kürsüde, kelâm-ı ilâhîyi tefsîr ediyor. Neler, neler anlatıyor mübarek. Efendim, Allahü teâlânın nûru, ma'rifeti her an evliyâların kalbinden yayılıyor. Anlatdık ya, söylemeseler dahî, onların sükûtları ni'metdir. Fekat iş onu alabilmekde. Şimdi bu odada radyo dalgaları var mı, yok mu? Muhakkak var biliyoruz. Bilmesek var diyene inanmayız. Görmüyorum deriz, ama bildiğimiz için inanıyoruz. İşitmiyoruz, çünki alıcımız yok. Evliyâların kalbinden çıkan ma'rifetler, nûrlar da öyle, her an yayılıyor. Fekat alıcı olmayınca maalesef fâideli olmuyor. Zâyi' oluyor. Abdülhakîm Efendi de böyle, *"Ben zâyi' oldum"* buyururdu. Kimseyle görüşemiyor, konuşamıyor. Yaydığı nûrları alan yok. Abdülhakîm Efendi'nin mübarek kalbinden çıkan nûrları alan olmayınca, *"Ben zâyi' oldum"* buyuruyor.


(Hüseyin Bin said hazretleri)

Feyiz almanın şartları

Nûr yaymak çok güç. Güç ama elhamdülillah mevcûd. Mevcûd, fekat müsâid olup da alan yok, kâbiliyyeti olan yok. O nûru, o feyzi almanın şartları var. Nedir o şartlar? Evvelâ îmân. Kâfirler, değil evliyâlardan, peygamberden bile alamadı. Ebû Lehebler, Ebû Cehller alamadı. Halbuki Sevgili Peygamberimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" mübarek kalbi, nûr dolu bir menba' idi. Nûr menbâ'ı! Büyücü dediler, sihrbâz dediler, yalancı dediler, şâir dediler. Nasîbleri olmadı, almadılar. Onun için evvelâ, o nûrları almak için ne lâzım? *Birincisi, îmân.* Sonra ne lâzım? *İkincisi, Ehl-i sünnet i'tikâdı.* Mezhebsizler alamaz. Mezhebsizler meşâyıh-ı kirâmdan, evliyâ-yı kirâmdan nûr alamazlar. Aldık derler, hatta şeyh olduk derler. Şeyhlik de yaparlar. Fekat hiçbir şeyden haberleri yokdur. Yalan, yalan söylüyorlar. Nerden anlıyoruz yalan söylediklerini? Konuşmalarından, yazdığı kitablarından anlıyoruz. İ'tikadları bozuk. Ya kitâbları, ya sözleri Ehl-i sünnet olmadığını gösteriyor.


O nûrları almanın *üçüncü şartı, harâm işlememek.* İçki içmiyecek. Faiz yemiyecek. Bunlar meşhûr olan şartlar. Daha çok şart var. Bugün Cum'a nemâzı için Alaca Hasen Mescidine gitmişdim. Hoca hutbede hep faiz alıp vermekden bahsetdi. Hoşuma gitdi. Yalnız, hutbe uzun sürdü. Doğru değil tabî, hutbeyi uzatmak mekrûhdur. Kısa kesmek sünnetdir. Demek oluyor ki, harâm işlemiyecek. Dedikodu yapmıyacak. Farzları yaparken kusûr etmiyecek. En birinci farz nedir? Nemâz. Nemâzı terk etmiyecek. Nemâzı terk eden kimse, evliyânın kalbinden feyz alamaz. Nûrları alamaz. O'nun kalb makinesi bozukdur çünki. Nasıl radyosu, televizyonu bozuk olan, radyo dalgalarını, sesleri, resmleri alamazsa, kalbi bozuk olan da, nurları, feyzleri alamaz. En mühim şartlar bunlar kardeşim.


(Hüseyin Bin said hazretleri)