“Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) hilâfeti zamanında, Şam şehrine gitmek icab etmişti. Saadet ve izzetle, Eshâb-ı güzînden (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în) bir cemaati de yanlarına alıp, Medîne-i Münevvereden çıkıp, yola revân oldular. Hazret-i Ömerin bir deveden başka bineceği yoktu. Mugîre adlı bir köle var idi. Bir saat hazret-i Ömer (radıyallahü anh) o deveye binerdi. Mugîre piyâde olunca [yaya kalınca], deveyi yederdi. Bir saat Mugîre binerdi. Hazret-i Ömer önünde piyâde olurdu.
Allahü teâlânın hikmeti, Şam şehrine girecekleri vakit, deveye binmek nöbeti Mugîreye gelmişti. Eshâb-ı güzîn, hazret-i Ömere geldiler, dediler ki, efendim, ihsan eyleyin. Bu saatte deveye saadetle sizin binmenizi rica ederiz. Hazret-i Ömer buyurdu ki, önce nöbet benim idi, bu saat nöbet Mugîrenindir. Deveye niçin ben bineyim. Eshâb-ı güzîn dediler ki, bugün Şam şehrine girilecektir. Şam şehrinin bütün ileri gelenleri, cenâbınıza karşı çıkarlar [sizi karşılamaya gelirler]. Onlar atlı, siz halîfe iken yaya yürümek münâsib değildir. Lütfunuzdan ümit ederiz ki, ricâmızı makbûl tutup, red etmeyiniz.
Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) huzursuz olup, dedi ki, siz bu evhâmdan kurtulmadınız mı? İslâm dîninin kadrini böyle mi anladınız. Bize İslâm şerefi yetmez mi. İslâm dîninden ekrem ve eşref bir nesne var mıdır. Bu saadet ve bu devlet ve bu izzeti Allahü teâlâ hazretleri bize ihsan eylemiştir. Dîn-i islâm tâcını başına koymak, kime müyesser olmuştur. Resûlullahın (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) getirdiği islâm elbisesini arkamıza giydirdi. Kelime-i şehâdeti dilimize çırağ eyledi. Kur’ân-ı azîm ile kalbimizi münevver eyledi. İslâmiyetin kadrini acaba niçin anlamamışsınız ki, kendinizi halka, at ile, don ile göstermek istersiniz. Yalnız Habîb-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ümmeti olmak şerefi size yetmez mi, diye cevap verince, kimse söze kâdir olamayıp, bir şey diyemediler.”
[Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn]