Kibirden kaçın!

 Siz birini ne kadar severseniz, o da sizi o kadar sever. Birinin kalbinde ne kadar kibir varsa, aklında da o nisbette noksanlık var demektir.Kul, Rabbine ne kadar dua ederse, Rabbi onu o kadar belalardan kurtarır. Oğlum, sakın fasık kimselerle arkadaş olma!Cimrilerden de uzak dur. Yalancıya yaklaşma. Ahmakla hiç işin olmasın.Kibirden kaçın! Şu aciz insana kibir yakışır mı ki, her an öleceği ve azaba götürüleceği zamanı beklemektedir.Ölünce, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını görecek, sonra da Cehenneme atılıp tarifi imkânsız azablara yakalanacaktır belki de.Bütün bu musibetlerin başına gelmesi muhtemel olan bir insana, kibir mi yakışır, yoksa tevazu mu?Allalhü teâlâ da mealen; “Kibredenleri sevmem, tevazu edenleri severim” buyuruyor zaten.

(Muhammed Bakır hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Rastgele yüz kitap okuyacağınıza, bir doğru kitabı yüz defa okuyun

 Kardeşlerim, çok kitap okumakla doğruyu bulmak mümkün değildir.Doğru,doğru kitabı çok okumakla bulunur. Yani rastgele yüz kitap okuyacağınıza, bir doğru kitabı yüz defa okuyun.Peki, doğru kitap hangisidir?Ehl-i sünnet âlimlerinin Allahü teala için yazdığı kitaplardır. O kitapları okuyan, hem dinini doğru öğrenir, hem de kalbi temizlenir.

(Rabia-i Adviyye hazretleri “rahmetullahi aleyha”)

Dine hizmette ihlas şarttır

 Bir kimse dine çok hizmetler etse, fakat bu hizmetinden dolayı kendine birazcık pay çıkarsa, ahirette o hizmetlerinin bir faydasını göremez.Çünkü Allahü teala için yapmamış sayılır o hizmeti. İslam’a hizmette de mutlaka ihlas gerektir. Zira facir ve fasıklar da bu dine hizmet edebilirler.Bir iş Allahü tealanın rızası için yapılmazsa, onu yapan, ahirette o işin faydasını göremez.Hem çok hizmet etmeli, hem de boyun bükmelidir. Bu hizmet elimden çıkar diye, tir tir titremelidir.Dualarında; Yâ Rabbi (celle celalühü), ben bu hizmeti yapmaya lâyık değilim. Bana bu hizmet için liyakat ver! demelidir.*Mümin, kendini herkesten aşağı bilmeli ki, bu yolda ilk adım budur.Hak yolunda ilk adım, kendini hiç bilmek ve kendinde bir iyilik, bir varlık görmemektir.Boynu bükük olan kazanır. Zira cenâb-ı Hak, böyle olan kulları çok seviyor.

(Ebu Süleyman-ı Darani hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Nefs kimseye danışmak istemez

 Nefs kimseye danışmak istemez. Ben bilirim der. İşlerinizde istişare ederseniz, kırılır nefsiniz.Yolda bir mümine rastlarsanız, önce siz selam verin. Ve müsafeha için, önce siz uzatın elinizi.Gücendiğiniz kimseden, önce siz özür dileyin. Bir ihtilafta, karşı tarafa; Sen haklısın! deyin. Bütün bunlar, nefsi kıran şeylerdir.

(Abdullah bin Alevi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Şunların haline bak

 Şunların haline bak. Birkaç yıl sonra hepsi kabirlerde olacak. Halbuki ahirette her günaha hesap var.Aklı olan kimse, dünyada iken ölüm ve ahirete hazırlanır. Bilir ki, dünya fani, ahiret ebedidir. Ahiret için hazırlık yapar.Ey insan, bak ömrün azalıyor, ölüme gidiyorsun. Hazırlığın bile yok, niçin üzülmüyorsun?

(Abdullah bin Alevi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Ben kendimi onlardan daha fena bilirim

 Kardeşlerim, bana çok hakaret etseler, aşağılasalar, ne kadar kötüleyip alçaltsalar da, yine de hiç kızmam.Çünkü tahkir olarak bana ne söyleseler, ben kendimi onlardan daha fena bilirim de ondan.

(Ebu Süleyman-ı Darani hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Dünyada en zor şey, hakkı batıldan ayırmaktır

 Dünyada en zor şey, hakkı batıldan ayırmaktır.Bundan mühim şey yoktur dünyada.Birincisi, ahirette nice kimseler, hak diye sarıldıklarının batıl olduğunu görünce kahrolacak ve; “Eyvah! Biz ne yaptık?” diyecekler. Ama çaresi olmayacak. Çünkü süre bitmiş, imtihan sona ermiştir.Bir kısım insanlar da hakka, batıl diye saldırmışlardır dünyada. Ahirette her şey açığa çıkıp da, hak batıl belli olunca, çok pişman olacak, hüsrana uğrayacaklar.

(Muhammed Bakır hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Bu nur seçilmiş olanların kalbinden böyle akıp gider

 Hüseyin bin said hazretleri Buyurdular ki:Resulullah efendimiz “aleyhisselam”, Kur’an-ı kerimdeki manevi ilimleri ve Hak teâlâya ait çok yüksek bilgileri, sahabe-i kiramın istidatlarına göre kalblerine akıtırdı.Mübarek kalbindeki nurların tamamını hazret-i Ebu Bekrin “radıyallahü anh” kalbine akıtmıştı.O da bu nurları Selman-ı Farisinin “radıyallahü anh” kalbine nakletti.O da Kasım bin Muhammed hazretlerinin “kuddise sirruh” kalbine aktardı.Bu zat da Cafer-i Sadık hazretlerinin “kuddise sirruh” kalbine akıttı bu nurları.Bu nurlar, tâ kıyamete kadar, seçilmiş olanların kalbinden böyle akıp gider.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim kitaplar, birer *Mücevher* kardeşim. Okuyan çok istifâde eder. Çünkü kendimden bir şey yazmıyorum. Falanca kitapda *Şöyle*, filanca kitapda *Böyle* yazıyor, diye yazıyorum. 


Bizim kitaplar, hep islâm âlimlerinin yazılarıdır. Bizim ilâvelerimiz varsa, onlar da *Efendi* hazretlerinden duyduğum, öğrendiğim *Bilgiler* dir.


İşte bizim kitaplar, hep *Büyükler* in yazıları olduğu için bütün dünyâ hayrân kalıyor. Elhamdülillah, bunlar hep *Efendi* hazretlerinin bereketi.


Onun himmeti kardeşim. Bizimle alâkası yok. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini görmeseydik, bu kitapların *İsmi* ni bile işitmezdik, değil basdırmak. 


*Evliyâ-i kirâm* ın, vefâtlarından sonra da kerâmetleri devâm eder. Hattâ himmetleri, tasarrufları, yardımları daha *Fazla*, daha *Kuvvetli* olur. 


Zâten Seâdet-i Ebediyye kitâbında yazılı. Allahü teâlâ, her zaman, her yerde *Hâzır* ve *Nâzır* dır. Her yerde ve her zaman. *Evliyâ* ise, çağrıldıkları zaman orada *Hâzır* olurlar. 


Ondan evvel hâzır değildir Evliyâ. Onlara tevessül edilirse, isti’âne edilirse, istigâse edilirse, hemen ruhları orada *Hâzır* olur. 


Hele böyle hayâtda iken bulundukları, bildikleri *Yer* ve *Mekân* olursa, oradaki irtibâtları daha çok devâm eder onların. Hattâ kıyâmete kadar devâm eder. 


Birbirimize duâ edelim kardeşim. Ben, beş vakit namâzımda; *Hizmetlerimize iştirak eden, yardım eden din kardeşlerimize!* diye hepinize duâ ediyorum. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinin, hiç *Sert* konuşduğunu görmedim. Dâima güler yüzlü, tatlı dilli idi. Ama bir gün, ikimiz berâber oturuyorduk. 


O günlerde annem ve kız kardeşlerim, benim *Tıbbiye* den *Eczâcı* ya geçdiğimi bir türlü istemiyor, ileri geri konuşuyorlardı. Bu hâli *Efendi*’ye söyleyip dedim ki: 


Efendim, o kadar üzüldüm ki, onları susdurmak için; *İleri varmayın, fazla üzerime gelmeyin, yoksa intihâr ederim!* dedim. 


Ben böyle söyleyince, Abdülhakim Efendi hazretleri bi kaşlarını çatdı. *Ne dedin ne dedin? Bir daha senin ağzından bu lâfı işitmiyeyim!* dedi. Lâfını bile duymak istemedi.

Onu ne kadar özlediğimi bilemezsiniz

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her zaman söylüyorum kardeşim, benim ömrüm aramakla geçdi. Yâni Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden işitdiklerimin *Vesîka* sını aradım kitaplarda. Bu sebeple *Bin* den fazla *Kitap* karıştırdım. 


Satır satır okuyup, o bilgileri aradım, *Efendi* den öğrendiklerimin mehazını, kaynağını, senedini bulmak için, bir ömür uğraşdım. 

********

*Sultân-ı zikr* ne demek? Yâni bu *Büyükler* in bütün zerreleri, bütün hücreleri, kanları zikredermiş kardeşim. Etleri, âzâları her an, devâmlı *Zikr* edermiş. 


İşte Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, o büyüklerdendir. Nûr içinde yatsın. Biz herşeyi *Efendi* den öğrendik. Onu görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. 


Papazlar, misyonerler kapı kapı dolaşıp, *Hıristiyânlığı* metheden kitapları bedava dağıtıyorlarmış, *Sivas* da, *İzmir* de, *Antalya* da. 


Biz de, bu bozuk kitaplara, câhil papazlara ve misyonerlere karşı, şimdi hangi kitâbımızı dağıtıyoruz? *Cevap Veremedi*. 


Çünkü *Cevap Veremedi* kitâbımızın sonunda, Mehmed Mâsum hazretlerinin 110.cu mektûbu var. O mektupda; *Câhil hocalara, yalancı şeyhlere aldanmayın!* diyor Mübârek. 


Peki, hocaların, şeyhlerin, imâm ve müezzinlerin *Câhil* olduğu, *Yalancı* olduğu, *Sahte* olduğu nasıl anlaşılır? Bunların câhil, yalancı ve sahte olduğunun alâmeti var mıdır? Var tabii. 


Nedir o? Nasıl anlaşılır? *Yaşayışları islâmiyete uyuyor mu?* Ona bakılır. Yâni şeyhlerin, hâfızların, hakîkî olup olmadığı, hareketlerinin islâmiyete uygun olup olmadığından anlaşılır. 

********

Bir gün Abdülhakim Efendi hazretlerinin evinde *Çay* içiyorduk. Efendi’den öyle korkuyordum ki, titriyordum. Bir gün çayı verirken kolum çarpdı, çay bardağı üstüne devrildi Mübâreğin. Çok korkdum kızacak diye. 


*Dikkat etsene!* falan derse diye korkdum. Benim korkduğumu gördü Mübârek. *Zararı yok, zararı yok, hayrdır inşallah!* dedi. O zaman râhatladım. Şimdi ben de size öyle söylüyorum. 


*Hayrdır inşallah!* diyorum. Efendi hazretlerinden böyle işitdim çünkü. Gözümün önünde şu anda *Efendi hazretleri*. Onu ne kadar özlediğimi bilemezsiniz kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Askeriyede iken, bize birer kilo *Toz* şeker verirlerdi. Başkalarına dahâ az verirlerdi. O bir kilo toz şekeri alır, saklardım efendim. 


İstanbula gelirken o şekeri de getirirdim. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinin yanında çok *Çay* içilirdi, ama *Kesme* şekerle içilirdi. Bir bakkalla anlaşdım efendim. 


Ona *Toz* şekeri verip, farkını da ödeyip, *Kesme* şeker alırdım. O bir kilo kesme şekere, Abdülhakim Efendi hazretleri çok sevinirdi. O da bana yeterdi tabii. 


Çayı, açık ve *Tek* şekerle içerdi Mübârek. İki kere karışdırır, şekeri erimeden kalırdı. Bâzen ikinci bardağı yarım bırakır, bana uzatıp; *Al, bunu sen iç!* derdi. 

********

*Eddünyâ cîfetün tâlibühâ kilâbün* buyuruldu. *Eddünyâ cîfetün*; Dünyâ ne demek? Allah için olmıyan şeyler, demek. 


İşte insanların kalpleri, niyetleri Allah için olmazsa, bu dünyâ *Cîfe* dir, yâni *Leş* dir. Allah için yapılmıyan her iş, dünyâdır. *Dünyâ* ile uğraşmak, *Leş* ile uğraşmakdır. 


*Tâlibühâ kilâbün*; Tâlipleri köpekdir. *Leş* ile kim uğraşır? *Köpekler*. Köpekler, Leşe üşüşürler, birbirlerini ısırırlar, hırlarlar. Biz de onları seyrederiz, karışmayız. 


Allahü teâlâ, maddî mânevî iyilik edeni, insanlara hizmet edeni, seviyor. *Hayr-ün nâs men yenfe’un nâs!* Hadîs-i şerîf bu. İnsanlara fâideli olmakdan daha büyük hizmet olur mu? 


En büyük hizmet bu. *Hayrün nâs*; insanların en hayrlısı, en iyisi, *Men*; şol kimsedir ki, *Yenfe’u*; fâide verir, *Nâs*; insanlara. İnsanların en hayrlısı, insanlara fâide veren, hizmet edendir. 


İşte insanların en *İyisi* budur, en kıymetlisi budur. Demek ki, Allahü teâlâ müslümânları o kadar çok seviyor ki, müslümânlara *Hizmet* edeni de seviyor. 


Cenâb-ı Hak, Habîb-i ekremine minnet ediyor; *Sana, yardımcılar yaratdım!* diyor. Biz de, sizin gibi yardımcılarla, sizin gibi mücâhidlerle, Rabbimize *Şükr* ediyoruz kardeşim. 


Elhamdülillah ki, Rabbimiz sizleri *Seçmiş*, bu cihâd şerefiyle şereflendirmiş. Biz, sizin gibi mücâhidlerle Rabbimize *Şükr* ediyoruz kardeşim. 


Bu cihâdın, bu hizmetin devâmını arzu ediyoruz. Nasıl devâm eder bu? Kolay. Allahü teâlâ; *Ni’metime şükrederseniz, artdırırım!* buyuruyor. Bu ni’metin devâmı için Rabbimize şükredeceğiz.