İman ve vesvese

İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: 

Her insana musallat olan en az bir şeytan vardır. Şeytanın vereceği vesveselerden korunmaya çalışmalı! Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kanın damarlarda dolaştığı gibi, şeytan da, insanın vücudunda dolaşır. Açlıkla [az yemekle, oruç tutmakla] onun yollarını daraltın!) [Buhari]


Şeytanın insanın kalbine vesvese verme yollarından biri de, Allahü teâlânın zatı hakkında düşündürmek, şüpheye düşürmektir. İnsanların en ahmağı, zekâsına en çok güvenendir. İnsanların en akıllısı da, suçu kendinde arayan ve bilmediklerini âlimlere soran kimsedir. İki hadis-i şerif meali:

(Şeytan, "seni kim yarattı" diye vesvese verir. O kişi "Allah yarattı" derse, "Onu kim yarattı" diye vesvese verir. Böyle vesvese gelince, "Ben Allah ve Resulüne iman ettim" desin!) [Buhari]


(Allah’ın yarattığı şeyleri tefekkür edin, ama zatını tefekkür etmeyin.) [Ebu-ş-şeyh]


Vesvese, dua ve zikir ile azalıp yok olur. Bunun için, bilhassa günaha meyledildiği zaman, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı! 


Bilhassa 40 yaşını geçince, tevbeyi hiç ihmal etmemeli. Hadis-i şerifte, (Şeytan, 40 yaşını geçtiği halde, tevbe etmeyen için, "Bu artık kolay iflah olmaz" der) buyuruldu. (İ. Gazali)


Tevbe edip şeytanı çaresiz hâle getirmeye çalışmalı. Bir hadis-i şerif meali: 

(İnsan, yolculukta devesini zayıflatabildiği gibi, mümin de şeytanını zayıflatabilir.) [İ.Ahmed]


Kötü şeyler düşünerek, kötü yerlere giderek, şeytana yardımcı olmamalı! Çünkü hadis-i şerifte, (Uçurum etrafında dolaşan oraya düşebilir) buyuruldu. (Buhari)


Haram işlemeye niyet edip, Allah’tan korktuğu için vazgeçen günaha girmez. Bir hadis-i şerif meali: 

(Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur.) [Beyheki]


Kibir, hased gibi şeyler böyle değildir. Çünkü bunlar zaten kalb ile olur. 


İbadetleri yapıp imanıma bir zarar gelir diye korkanın ve günahlarım çoktur, ibadetlerim beni kurtarmaz diye düşünenin imanı kuvvetli demektir. (Bezzaziyye)


İbadetleri yapıp, ilmihal bilgilerini öğrenmeye çalışan kimseye, Allah’ı, ahireti inkâr gibi düşünceler gelmesi, onun imansız olduğunu değil, imanlı olduğunu gösterir. Meyveli ağaç taşlandığı, hırsız mücevher olan eve girmeye çalıştığı gibi, şeytan da imanlı olanlara saldırır. Hadis-i şerifte, böyle vesveselerin imandan olduğu bildirildi, (Vesvese imanın tâ kendisidir) buyuruldu. (Ramuz)


İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: 

Kötü vesveselerin gelmesine sebep imanın kâmil olmasıdır. Çünkü hadis-i şerifte (Böyle vesveseler, imanın olgun olmasındandır) buyuruldu. (1/182)


Böyle vesveseler birçok kimsede olabilir. İmanım gitti diye şüpheye düşmemeli, böyle düşüncelere önem vermemeli. Vesvese, dua ve zikir ile de azalıp yok olur. Bunun için, vesvese gelince, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı! Şeytanın vesvesesinden kurtulmak için, her gün şu duayı da okumalıdır:

(Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini *Kırmak* dan titreyeceğiz. Zâten mü’minin kalbini kırmak, mü’mini incitmek *Harâm* dır. 


Hele, böyle mübârek kardeşlerimizi *İncitmek*, onları *Üzmek*, hele hele darılmak ve münâkaşa etmek, çok tehlikeli kardeşim. Allah muhâfaza etsin. 


Bâzen işitiyorum; falanca kardeşimizle filanca kardeşimiz birbirleriyle münâkaşa etmiş, kalpleri kırılmış. *Eyvaah!* diyorum, *Ye’se* düşüyorum, ümitsizliğe kapılıyorum. 


Çok üzülüyorum, *El hazer! El hazer! El hazer!* Sakınalım, birbirimizi incitmekden pek sakınalım! Evet, Peygamberlerden başka, hepimizin *Kusûru* var.


Hepimizin *Günâhı* var. Bir toplulukda günâhı *Az* olan da var, *Çok* olan da var. Bana sorarsanız, günâhı en çok olan hangimiz biliyor musunuz? *Benim, Beeen!* 

● ● ● 

*Seyyid* lerden biri, bir köye gitmiş. Bir zâtın evini arıyormuş. Kime sorayım derken, karşıdan biri gelmiş, ona sormuş: *Falancanın evi nerdedir?* demiş. 


Meğerse o sorduğu kişi de *Yahûdî* imiş. Yahûdî, eliyle işâret etmiş. *İşte şu karşıdaki ev!* demiş, eliyle göstermiş. Böylece seyyidin işi hâllolmuş.


Hem de hiç yorulmadan. *Cenâb-ı Hak* dan meleklere bir *Nidâ* geliyor, buyuruyor ki: 


Ey meleklerim! Bunun sağ koluna *Azap* yapmayın. Çünkü bu kolu, benim sevgili Peygamberimin evlâdlarından birine *Hizmet* etdi, ona bilmediği *Evi* gösterdi. 


Bir *Seyyide* o kadarcık hizmet etdiği için, kıyâmete kadar yahûdînin sağ koluna *Azap* yok. Seyyidler öyle *Kıymetli* dir. Onlara ufacık bir hizmet, kabir azâbından kurtarır insanı. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri Ankara’ya, bize mektup yazardı. Bir mektûbunda; *Pek sevgili Hilmi! Bir gün gelecek, islâm bilgileri Hilmi’den sorulacak!* diyor. 


Ben bunları okuyunca, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri öylesine yazıyor zannederdim. Meğer *Hakîkat* miş Efendi’nin bu yazıları. Onun yanından hiç ayrılmazdım efendim.

Şaban ayının fazileti

Sevgili Peygamberimiz "aleyhissalatü vesselam" buyurdular ki;

*Şaban-ı şerîf, benim kendime mahsus bir aydır. Hak teâlâ hazretleri Arş-ı âlânın meleklerine azamet-i şâniyle buyurur ki: "Ey benim meleklerim, gördünüz mü? Benim kullarım, sevgilimin ayına tâzim ve hürmet ediyorlar. İzzetim, celâlim hakkı için ben de kullarımı af ve mağfiretime nail eyledim."*

*Her kim, Şaban-ı şerîfte üç gün oruç tutarsa, Hak teâlâ, Cennet-i âlâda ona bir yer hazırlar.* [Ey Oğul İlmihâli]

İslam ahlakı kitabı

İmam-ı Azam Ebu Hanife “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin rüyası

*İmam-ı Azam _“rahmetullahi teâlâ aleyh”_ hazretlerinden rivayetle;* _“Yüce Rabbimi rüyamda doksan dokuz kere gördüm. —Kendi kendime “Eger Rabbimi yüzüncü defa görürsem, kıyamet gününde mahluklar ne ile azabından kurtulacak?”_ diye kendisine soracağım dedim, arkasından; 

Hak Sübhanehü ve teâlâyı gördüm ve “Ey Rabbim! Senin koruman güçlüdür, övgün yücedir ve isimlerin mukaddestir. Kıyamet gününde kulların senin azabından ne ile kurtulur?” dedim; Hak Sübhanehu ve teâlâ şu cevabı verdi:

_*“Her kim sabah, akşam namazından sonra “Sübhanel ebediyyil ebed…”_* duasını okursa azabımdan kurtulur”, buyuruldu.*

Yûsuf aleyhisselâmın duâsı

 Hz. Yûsuf aleyhisselâmı ,kardeşleri kuyuya attıkları zaman, kuyunun dibinde taş vardı. Mübârek dizi taşa geldi. O kadar canı yandı ki, kardeşlerinin cefâsından ve babasının ayrılığından daha zor oldu. 

Bütün gece onun ağrısından inledi. Seher vakti olunca Allah'ü Teâlâ acısını durdurdu. Cebrâil aleyhisselâm gelip,

 "Ey Yûsuf! Rabbin sana selâm gönderiyor ve bu derin kuyunun dibinde, bu elem ve acı ile nasılsın diye soruyor" dedi.

 Bundan sonra Cebrâil aleyhisselâm "Ey Yûsuf! Duâ et, ne arzu ediyorsan dile Rabbin sana verecek" dedi.

. "Ey Cebrâil, benim için sen duâ et" dedi. Cebrâil aleyhisselam onun için duâ etti o da âmin dedi. Sonra "Ey Cebrâil, ben duâ edeyim sen âmin söyle" dedi. Ellerini kaldırıp duâ etti ve Cebrâil aleyhisselâm âmin dedi. 

"Ya Rabbi! Bu seher vaktinde bana şifa gönderdiğin gibi dünyanın sonuna kadar, bütün hastalara seher vaktinde şifa gönder" dedi. Allah'ü Teâlâ duâsını kabul buyurdu. Bunun için bir hasta ne kadar hasta olsa da seher vaktinde rahatlar. Bu, Yûsuf aleyhisselâmın duâsı bereketiyledir.

Helâk olan kavim!

🔹Bir gün İsa aleyhisselam, havarileriyle birlikte giderken bir köye geldiler. Bir de baktılar ki, köyün ortasında bütün köylüler ölmüş. Hiç canlı yok.


İsa aleyhisselam, (Bu bir gazab-ı ilâhidir. Eğer hastalık olsa, bunlar tek tek ölürlerdi. Madem toptan öldüler, buraya bir musibet gelmiş) dedi.


Sordular ki, (Yâ Nebiyallah, sen ölüleri Allah'ın izniyle dirilten bir nebisin, çağır birini de sor bakalım, ne yapmışlar?


İsa aleyhisselam, birine seslenince, adam kalktı, geldi. İsa aleyhisselam, (Bu ne hâldir, ne oldu size?) diye sordu.


Dedi ki, (Yâ Nebiyallah, bu köy çok takva ehli, çok dindar, çok iyi ahlâk sahibi bir köydü. Sonra bizim kalbimiz dünyaya yöneldi. Namazı terk ettik, akla ne gelirse, hepsini bıraktık, yalnız parayı düşündük ve ektik biçtik, benimki çok, benimki güzel diye yarıştık.


Ne Allah kelâmı var, ne Peygamber! Ahireti unuttuk, Allah'ı unuttuk, Peygamberi de unuttuk. Bir gün, hepimiz eğlenmek için, oynaşmak için buraya toplandık. Bir musibet geldi, hepimiz öldük.)


İsa aleyhisselam, yerine git dedikten sonra, yanındakilere buyurdu ki:

(Ahiret nimetini bırakıp da dünyaya tapanların, dünyadaki sonu budur. Ahirette de, en acı azapları çekeceklerdir.

Dünyâda Allahü teâlâyı ve emirlerini unutanların uğrayacağı musibetlerden Allahü teâlâ hepimizi muhâfaza eylesin.)

Bu tarîkte [yolda] aklın eremediği yerler çoktur

KÂŞİFE-19: Mevlâna Abdülgafûr Lârî, Nefehât'ın hâşiyesinde buyurdular: Mevlânâ Sadeddin'in rüyası şöyle idi. Pîri Mevlânâ Nizâmeddin'i öyle bir şekilde görmüştü ki, zâhir-i şerîat ona tahammül eylemezdi. O sebebden Mevlânâ Nizâmeddin kendisine "Korkma!" diye teselli verdi ve kemâl-i takvâ ve teşerru' ile mevsûf olan kimseye rüyânı anlat buyurdular ki, öyle müteşerri' kimseler şâhid olmakla Mevlânâ Sadeddin'e itminan-ı kalb [gönül huzuru] hâsıl olup, bu yolda aklın erişemediği yerlerin çok olduğunu bilip, tamamen teslîm olmasına sebeb olsun!

Gerçekten bu tarîkte [yolda] aklın eremediği yerler çoktur. Sâdık olan tâlibe lâzımdır ki, pîr [mürşid] huzuruna eriştikten sonra, istidlâlı [aklî, mantıkî delillerle hareket etmeği] terk edip, mürşide kendini teslîm eyleye. Nitekim Zâd-ül Müsâfirîn sâhibi, bunun doğruluğu hakkında buyurmuştur.

Nazım: 

Aşkın ilk adımını herkes bilir,

Bir buluttur ki, hep küfür yağdırır,

O yüzden ki senin gözün ahveldir,

Senin ma'budun, ilk önce pîrindir.


Şeyh Ferîdeddin Attâr hazretleri Mantık-ut Tayr adlı kitâbında sülûk yapanların hâlini, benzetme yoluyla, kuşların dilinden anlattığı yerde: Bütün kuşlar sâlik olan Hüdhûd'ün sözüne uyup Sîmurg'a [Anka'ya] gitmek niyetiyle yol başına geldikleri gibi, yolun tehlûkeli ve korkulu olduğunu görüp, sülûkten [ilerlemekten] pişman olduklarını beyân ederken der ki:

Nazm,

Bütün kuşlar, yol korkulu dediler,

Kol, kanat kanlı hep ah eylediler,

Yola baktılar, hiç sonu görünmez,

Derde baktılar derman görünmez.

Bu hâli kuşlar görünce, yoldan dönmek istediler. Hüdhûd dilinden azarlar mâhiyette onlara şöyle der:


Reisleri hüdhûd o zaman dedi:

Âşık olan canını düşünmedi.


Bu makalenin sonuna kadar, Şeyh Ferîdeddin Attâr hazretleri çok sözler söyleyip Şeyh-i San'an menkıbesini misâl olarak bu makalenin zeylinde [ekinde] getirmiştir. Dikkatle mütalaa edilip, iyi anlaşılsın ki, o azîz burada ne güzel şeylere işâret etmiştir.

Ve yine gerçekten bu yol, fâsıklar yolu değil, âşıklar ve canbazlar [canı ile oynayanlar] yoludur. Korkak tüccâr sâhiblik etmez. Aşksız bu menzil [mesâfe] alınmaz. Derdi olmayanlara bu şifâhanede derman bulunmaz. Bitti.

Şeyh Zeyneddin huzuruna erişince, o rüyaları arz eyledim. Dediler ki, "bana biât eyleyip, benim irâdetime gir". "İrâdetinde bulunduğum azîz henüz hayattadır. Siz emînsiniz. Eğer tasavvuf yolunda, bir kimsenin pîri sağ iken, bir başka azîzin irâdetine girmek câiz ise, ben de öyle edeyim" dedim. İstihâre eyle buyurdular, istihâreme itimâdım yoktur, siz istihâre eyleyin, dedim. Sen istihâre eyle biz de eyleriz dediler. Akşam olunca, istihâre eyledim. Rüyada gördüm ki, Hâcegân tarikatının geçmiş azîzleri Herî ziyâretgâhındalar. Ama aynı zamanda gördüm ki, Şeyh Zeyneddin hazretleri de oradadır ve o yerin ağaçlarını kesip, duvarlarını yıkıyor. Öyle kızgın bir hâlleri var ki, kelime ve ifâdeye sığmaz. Bildim ki, başka tarîka girmekten men'e işârettir. Bu rüyâyı gördükten sonra hâtırım o sıkıntı ve telâştan kurtuldu. Ayağımı uzatıp huzur ile uyudum. Sabahleyin şeyhin meclisine geldim. Ben rüyâmı anlatmadan söze başlayıp buyurdular ki: "Bütün yollar birdir. Bir yere çıkarlar. Yine eski yolunda meşgul ol. Bir vâkı'an veyâ bir müşkülün olursa, bize bildir. Elimizden geldiği kadar yardım ederiz" buyurdular.

Mevlânâ Câmî hazretleri Nefehat-ül Üns'te bundan fazla bildirmeyip şeyh hazretlerinin istihâresine işâret etmiştir. Lâkin bazı büyüklerden işitilmiştir ki, şeyh hazretleri de, bizde istihâre edelim, sözüne binaen, istihâre eylemişler ve rüyâlarında gayet yüksek ve büyük bir ağaç görmüşler ki, sayısız dalları var. Hazreti şeyh o ağaçtan bir büyük dal koparmak istemiş de, ne kadar uğraştıysa koparamamış. Sabahleyin Mevlânâ hazretleri ile buluştuklarında, buyurmuşlar ki: Yol birdir. Siz yine kendi yolunuzla meşgul olun.

Mevlânâ Muhammed Rûcî buyurdu: Pîrimiz Mevlânâ Sadeddin Kaşgârî hazretleri buyurdular: Mevlânâ Nizâmeddin hazretlerinden, Hicâz yolculuğu için izin istediğim zaman, bana: "Sahrada kafileyi [kervanı] gördüm. Sen onlarla beraber değildin" buyurdular. Sustum. Birkaç gün sonra yine izin istedim. İzin verdiler ve buyurdular ki: Var git. Lâkin bizden bir vasiyyet [nasîhat] kabûl eyle: Zinhâr, o vasiyet edip men' eylediğim işi işleme! Zirâ biz işledik, pişmân olduk ve bu pişmanlığın mahcûbiyetini kıyâmete kadar çeksem gerektir. O vasiyet budur ki; ne zaman Allahu teâlânın kahrının eseri sende zâhir olur, o kahir kuvvetini faaliyete getirip kullanma. Ya'nî Hâce Usameddin ve bazı münkir ve ehil olmayanlar için benim yaptığımı sen yapma! Bu hikâyeleri Mevlânâ Nizâmeddin'in bâtın kuvveti bahsinde anlatmıştık.

Mevlânâ Sadeddin buyurdular: Ben onlardan bu vasiyeti kabûl eyledim. Birkaç zamandan sonra bende acâib bir hâl ortaya çıktı. Şöyle ki, gözüm kime alsa, düşer bayılır, yanıma gelse helâk olurdu ve ben bu hâlin başladığı zaman evin bir bucağına gizlendim. On dört gün ne gece, ne gündüz dışarı çıkmadım. Uzaktan görünüp benimle bir araya gelmek ve sohbet etmek isteyen olsa, elimle işâret edip mâni' olurdum. Yanıma gelmesine müsâde etmezdim. O hâl ve keyfiyet benden kalkıncaya kadar böyle devam ettim.

(Reşahât,185-186-187-188)

Müellif: Alî Bin Hüseyn

Mütercim: Süleyman Kuku 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sevgi*, itâati gerekdirir. İtâat ne kadar çoksa, sevgi de o kadar çokdur. İtâatdan maksat, söz dinlemekdir. *Söz* dinlemesi ne kadarsa, *Sevgi* si de o kadardır. 


Bu, çok mühim kardeşim. Söz dinlemesi günden güne *Azalır* sa, bir gün gelir, *Biter* Allah korusun. Velhâsıl itâat, *Peki* demekdir, yâni sevdiğinin yolunda olmakdır. 


Meselâ *Ehibbâ* dan biri var, Efendi hazretlerini çok sevdiğini söylüyor, ama Efendi’yi dinlemiyor. Öyle *Sevgi* olmaz efendim. Seven, *Sevdiği* ni dinler, hattâ emrinden çıkmaz. 


Küçük bir çocuk, akrebin *Zehirli* olduğunu bilmez ve eliyle onu yakalamak ister. O da onu sokar, öldürür. Onun *Akrep* olduğunu ve *Kötü* olduğunu, çocuğun bilmesi lâzım. 


İşte biz de, bu çocuklar gibi kötü insanları bileceğiz. Onların *Kötü* olduklarını, İslâma *Düşman* olduklarını bileceğiz. Böylece kendimizi onlardan koruyacağız kardeşim. 


*Nefs* doymaz. Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruluyor? *Hulikal insânü helû’a!* Yâni, helû’a denilen bir hayvan varmış. Hiç doymazmış bu. Devâmlı yermiş. *Hiç* doymak yok. 


İşte, insanların nefsi de böyledir! diyor Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde. *Hulikal insânü helû’a*. İnsanın nefsi, *Helû’a* olarak yaratılmışdır. En büyük düşmanımız, kendi *Nefsimiz* dir. 


Allahü teâlânın sevgisinden ve rızâsından bizi uzaklaşdırana, *Düşman* denir. Asıl düşman budur. Evet, *Canı* nı alan da düşmandır, ama *Dîni* ni ve *Îmânı* nı alan, daha büyük düşmandır. 


Allahü teâlânın *Sevgi* sinden insanı mahrum bırakan şeye ne denir? *Şeytân* denir. Şeytân, arabca bir kelime. Sülâsîsi, yâni üç harflisi *Şatane* dir. Şatane ne demek? uzaklaşdırıcı demek. 


İşte şeytan, uzaklaşdırıcıdır. İnsanı *Allah* dan uzaklaşdırdığı için ona *Şeytân* denmiş. Şeytân nedir? İnsanı, Allahü teâlânın *Sevgi* sinden uzaklaşdıran. 


Peki, Allahü teâlâya *Yakın* olmak, Allahü teâlâdan *Uzak* olmak ne demek? Çok geçer bu kitaplarda. Allahü teâlâ *Cism* değil ki, yâni bir *Yerde* değil ki. 


Öyleyse O’na *Yakın* olmak, O’ndan *Uzak* olmak ne demek? Bunun mânâsı, O’nun *Sevgi* sine yakın olmak, O’nun *Sevgi* sinden uzak olmak demekdir. Yâni *Sevgi* dir yakın veyâ uzak olan. 


Yoksa Allahü teâlâ *Cism* değil ki hâşâ! İşte insanın Allahü teâlânın *Sevgi* sine kavuşmasına mâni olan şeye *Şeytân* denir. Şeytân da üç türlüdür. Üç türlü şeytân vardır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâ-i kirâmın kalbinden *Feyz* gelir. Yâni onun kalbindeki *Nûr*, karşısında kim varsa, ona akar. Yâni onun kalbinden, bunun kalbine *Nûr* akar. 


İşte bu nûra, *Feyz* denir. O büyüklerin kalbine bu *Feyz* gelmiş. Peki nereden gelmiş? *Resûlullah* Efendimizin mübârek *Kalbi* nden gelmiş. 


Resûlullahın kalbindeki o *Feyz* ler, o *Nûr* lar ve *Mârifet* ler, bizim kalbimize de gelir inşallah. Bizim kalbimize de o feyz akarsa, muhakkak kalbimiz temizlenir. 


Bizim de kalbimizden *Dünyâ* muhabbeti çıkar. Kalbin temizlenmesi demek, *Dünyâ* sevgisinin o kalpden çıkması demekdir. 


Kâfirler, fâsıklar harâmlara dalmış. Müslümân *Harâm* işlemez kardeşim, ama kalbinde dünyâ muhabbeti olabilir. 


Kalbi temizlenince, dünyâ muhabbetinden de sıyrılır. *Harâm* lardan nasıl kurtulduysa, diğer bütün *Günâh* lardan da böyle kurtulur. Bir kimseye bu *Feyz* gelince, kalbi tertemiz olur. 

Bu Dünyâ yı, televizyon seyreder gibi görür. Yâni Hayâl gibi görür. Kalbinde Dünyâ ya yer kalmaz. 


Kalbine dünyâ yerleşmez. Ne büyük Ni’met karde-şim. Ne mutlu büyüklerin Feyzi ne kavuşanlara. İmâm-ı Şâfiî ne buyuruyor? 


A’reftü şerre lâ Lişşerri, ne demek bu? Yâni kötü şeyleri öğrendim, onları yapmamak için. Kendimi onlardan korumak için. 


Lüzûmsuz konuşanı, Gıybet edeni aranızda tutmayın kardeşim. Evvelâ Nasîhat edin, dinlemezse ayrılın ondan, görüşmeyin, onunla Arkadaşlık etmeyin. 


Allahü teâlâ, Sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir. Birincisi, onlar Cömert dirler. Allahın kullarına İnfak ederler, İhsân ederler, onları sevindirirler. 


İkincisi, onların kalbinde hiçbir mü’mine karşı, Kin ve Nefret yokdur. Yâni bütün müslümânları Sever ve muhabbet beslerler. 


Üçüncüsü de, onlar Emr-i mâruf yaparlar. Yâni insanlara İslâmiyeti öğretirler, Allahın dînini her tarafa yayarlar. En mühimi de budur efendim.

Geçim darlığından şikayetçi olmak

 Sevgili Peygamberimiz "aleyhissalatü vesselam" buyurdular ki;

*Kim geçim darlığından şikâyet ederek sabahlarsa, sanki Rabbini şikâyet etmiş olur.* (Hâlbuki sıkıntılar ve dilekler, yalnızca Allahü teâlâya arz olunur. Şikâyetler O’na yapılır. Bu da duâdan sayılır. Fakat, insanlara yapılan şikâyet, Allahü teâlânın taksiminden râzı olmadığına alâmettir.) *Kim dünyâ işleri için üzüntülü olarak sabahlarsa, Allahü teâlâya kızarak sabahlamış olur.* (Ya’nî dünyâ işlerine üzülen kimse, Allahü teâlâya kızar. Çünkü böyle kimse, Allahü teâlânın kazasından râzı değildir. O’ndan gelen belâ ve musibete sabredici değildir. Hâlbuki dünyâda olan herşey, Allahü teâlânın kazası ve kaderi iledir.) *Kim bir zengine zenginliğinden dolayı tevâzu gösterirse, dîninin üçtebiri gider.* (Dinde insanlara malı için değil de, ilmi ve salâhı için hürmet etmek mu’teberdir. Mala kıymet veren, ilmi ve salâhı küçültmüş olur.

*İbn-i Hacer-i Askalani Hazretleri*

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İlme* güvenilmez kardeşim. Nasıl güvenilsin ki, *Hâfıza* dan silinebilir. İnsan, *Evini* bile bulamaz. Biz böyle kimseleri gördük. İmâm-ı Gazâlî ve bu büyükler diyor ki: *Akla da güvenilmez*. 


*Akıl*, bir mürşid-i kâmil bulana kadar yardımcı olabilir. Ondan sonra akıl, düşünce, arzû olmaz. Peki ne olur? O *Mürşid-i kâmile* teslîmiyet olur. Edeb, *Söz Dinlemek* dir. 


Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri, bir gün talebeleriyle evde oturuyormuş. Bir ara pencere dibinde bir *Hışırtı* olmuş. Biraz sonra sormuş talebelerinden çok *Sevdiği* biri. 


Herkes soramaz ki, utanır. İşte Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin sevdiği bir talebesi de soruyor; *Efendim, az önce pencerenin dibinde bir hışırtılar duyduk, ne oldu?* diyor.


Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri cevap veriyor. Diyor ki: Cezâyir-i hâlidât’ın yâni *Kanarya* adalarının *Kutb’u*, yâni o yörenin evliyâlarının *Reîsi*, deniz kenarında talebeleriyle oturuyorlarmış.


Derken bir *Yağmur* başlamış, hem de bardakdan boşanırcasına. Fakat toprağa yağmıyor da, sâdece *Denize* yağıyor. O anda, o *Kutb’*un aklından bir şey geçmiş. İçinden demiş ki:


*Yâ Rabbî*, senin kulların, hem insanlar, hem de hayvanlar, *Afrika* çöllerinde susuzlukdan *Yanıyor* lar, *Kavruluyor* lar. Bu yağmuru bu denize yağdıracağına, o *Çöle* yağdırsaydın ya.


Böyle diyor, kalbinden böyle geçiyor. Allahü teâlânın işine *Îtiraz* oluyor bu tabii. *Büyükler* in işine karışılır mı? *Allah* ın işine hiç karışılmaz. O anda *Derece* sini kaybediyor. 


*Kutb* luk derecesinden aşağı düşüyor. Ama evliyâlığı hepden *Gitmiyor*. Allahü teâlâ yine *Seviyor* onu. Fakat derecesini az da olsa kaybedince; *Eyvâh, ben ne yapdım?* diyor. 


*Hatâ* etdiğini anlıyor. Oradan, *Buhâra* daki Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerine ilticâ ediyor. *İspanya* nerdeee, *Buhâra* nerde? Derecesini kaybetseydi, ilticâ edemezdi. 


Buhâra’ya nasıl gidicek? *Rûhu* gidiyor. Demek ki *Derece* si gene var. Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri, talebesi ile oturmuş sohbet ediyorlarmış.


O anda o *Kutb* pencereye geliyor. Ve yalvarmaya başlıyor; *Yâ şeyh*, ben bir *Hatâ* etdim, derecemi kaybetdim. *Amân* bana *Şefâat* et de, Allah beni affetsin! diyor. 


Abdülhâlık-ı Goncdüvânî, büyük *Evliyâ*. Hemen *Yalvarıyor* Allahü teâlâya. Allahü teâlâ da onu affediyor. Yine eski *Derece* sine kavuşuyor.