Ehl-i sünnetin iki i’tikâd imamından birincisi Muhammed bin Muhammed Mâtürîdî’dir. (Diğeri İmam-ı Eş’aridir) Semerkand’ın Mâtürid kasabasında doğup, 944’de Semerkand’da vefât etti.
İmâm-ı Mâtürîdî, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet i’tikâdını, kelâm bilgilerini, ondan naklederek izah ve isbât etti.
Yeni İslâm devletlerinin kurulduğu, çeşitli siyasî güçler ve i’tikâdî fırkalar arasında mücâdelenin arttığı bir zamanda, Ehl-i sünnet i’tikâdını müdâfaa etmiş, açık bir şekilde izah ederek Müslümanların bu doğru i’tikâda uymalarını sağlamıştır.
Peygamber efendimiz; “Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir fırka kurtulacak, diğerleri helak olacaktır” buyurduğunda Eshâb-ı kiram; “Kurtulan fırka hangisidir?” diye sorunca, “Ehl-i sünnet vel-cemâattir” buyurdu.
Ehl-i sünnet i’tikâdını ortaya koyan Resûlullahdır. Tâbiîn-i i’zâm da bu bilgileri, Eshâb-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevâtür yoluyla geldi.
İmâm-ı Mâtürîdî’nin naklen bildirdiği Ehl-i sünnet i’tikâdının başlıca esasları şunlardır:
“Allahü teâlâ kadîm olan zâtı ile vardır. Herşeyi, O yaratmıştır. O’ndan başka hiçbir şey, ibâdet olunmaya lâyık değildir. Kâmil sıfatları vardır. Bu sıfatları da ezelidir.
Kur’ân-ı kerîm Allah kelâmıdır, O’nun sözüdür. Mahluk değildir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahlûktur.
Allahü teâlâyı mü’minler Cennette görecektir. Nasıl görüleceği düşünülemez. Çünkü O’nu görmeği akıl anlıyamaz.
Allahü teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve kötü işlerin hepsi O’nun takdîri, dilemesi iledir. Fakat iyi işlerden râzıdır, fenâlardan râzı değildir. İnsanın yaptığı işde, kendi kuvveti de te’sîr eder. Bu te’sîre “kesb” denir.
Peygamberler, Allahü teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır. Onların Allahü teâlâdan getirdiği her haber doğrudur, yanlışlık yoktur.
İbâdetler imâna dâhil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tenbellikle yapmayan kâfir olmaz. Mü’min ne kadar büyük günah işlerse işlesin imânı gitmez. Emîr ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeğe kalkışmak imânı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmağa sebep olur.
Dîni delîller müctehidler için dörttür: Kitap, Sünnet, icmâ-i ümmet, Kıyâs-ı fukâha. Avamın delîli müctehidin fetvâsıdır.
Kabir azâbı, kabrin sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen meleklerin soru sorması, kıyâmette herşeyin yok olması, kıyâmette suâl ve hesap, iyiliklerin ve günahların oraya mahsûs bir terazi ile tartılması, Cehennem üzerinde sırat köprüsünün bulunması vardır.
Cennet, mü’minlere mükâfat ve ni’met için hazırlanmış; Cehenmem kâfirlere azâb için hazırlanmıştır. Cennet ve Cehennem ebedi, sonsuz kalınılacak yerdir. Zerre kadar imânı olan ve bu îmân ile âhırete göçen Cehennemde ebedî (sonsuz) kalmıyacaktır.
Halifelikten konuşmak, dinin esas bilgilerinden değildir. Dört halifenin yüksekliği halifelik sıralarına göredir. Eshâb-ı kiramın hepsini istisnasız sevmek ve hürmet etmek lâzımdır. Hepsi âdil ve din ilimlerinde müctehid idiler.
Muhammed aleyhisselama îmân edenler, başka peygamberlerin ümmetinden daha üstündür.
Resûlullaha, Eshâb-ı kirama, Tabiîne ve evliyâya tevessül ederek, ya’nî onları vesîle ederek duâ etmek, duânın kabûlüne sebep olur.
Kıyâmet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler kötülere şefaat edecek, araya girecektir.
Peygamberin mu’cizesi, evliyânın kerâmeti ve sâlih mü’minlerin firâseti haktır. Evliyânın kerâmeti, vefâtından sonra da devam eder.
Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır. (Bid’at, dine sonradan ilave edilen şey demektir.)
Mest üzerine mesh ederek (ıslak el ile dokunarak) abdest alınır. Çıplak ayak üzerine mesh edilmez.”
Bu hususların çoğunu günümüz ilahiyatçıların haylisi kabul etmez. Buna rağmen, imam-ı Matüridi ve İmam-ı a’zam Ebu Hanife sempozyumları düzenlemeleri düşündürücü değil mi?