Muhbir-i sâdıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir îmândır?

 💠Ey evlâdım! Yalancılığı çok def’a görülmüş olan birisi, düşman bu gece, filan yerden baskın yapacak dese, idâreciler, akllılar, karşı koyma güçlerini düşünmez mi? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri hâlde, tehlüke bulunan işlerde, ihtiyâtlı, tedbîrli,uyanık bulunmak lâzımdır demezler mi? Muhbir-i sâdık, ya’nî hep doğru söyleyici, doğruluğu ile şöhret bulmuş “aleyhissalâtü vesselâm”, tekrâr tekrâr, açıkça, âhıretin sonsuz azâblarını bildiriyor. Buna inanmıyorlar. İnanılsa da, tedbîr, kurtulma çâresi düşünmüyorlar.Hâlbuki, Muhbir-i sâdık, kurtuluş yolunu da, göstermekdedir. O hâlde, Muhbir-i sâdıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir îmândır? Îmânım var demek, müslimânım demek, insanı kurtarmaz. Kalbin inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır.

(İmâm-ı Rabbânî kuddise sirruh)

[1.cild,73. mektûb]

Dünyaya sarılanlar ind-i ilâhîde köpekdir

 Allahü teâlâya şükrler olsun çok bahtiyârız. Elhamdülillah çok çok râhatız. Huzûr içindeyiz. Evvelâ seyyidlerle tanışdık. Seyyidlere hizmet ediyoruz. Enver Abi'ye, seyyid dedin mi, akan sular duruyor. Hemen iş isterim diyene, baş üstüne diyor, Ne iş isterseniz buyurun diyor. Çok şükür.

Dünyâ ile alâkamız yok kardeşim, olmasın da. Meselâ, şimdi ekmek İstanbul'da kaç para? Bilmiyorum. Et kaç lira? Haberim yok. Hiç! Maâşımı alır, Hanımanne'ye veririm, al derim, bizim maâşımız bu. Üç aylık emekli albay maâşı, çok da veriyorlar elhamdülillah! Bunu kullanacak yer bulamam ben, al sen kullan bunu diyorum. Allah'a şükr, Allahü teâlânın dînine hizmet ediyoruz. Allah'ın lütfu bu kardeşim. Benim ne gelen maâşdan haberim var ne masrafdan. Ev kirası yok, birşey yok. Ben, kimsenin kaç lira maâş aldığını da bilmem, vallahi bilmem! Ne bileyim! Ne sordum ne lâfı geçer efendim? Alâkam yok çünki. Onunda alâkası yok, benim de!.. Bunların hepsi, Abdülhakîm Efendi'nin, büyüklerin himmeti kardeşim. Onların muhabbeti bir kalbe girerse, dünyâ muhabbeti o kalbden çıkar. Peygamber "sallallahü aleyhi ve sellem" Efendimiz ne buyuruyor? "Ed-dünyâ mel'ûnun tullâbühâ kilâbün" "Bu dünyâ habîsdir." Bir hadîs-i şerîfde de, "Ed-dünyâ cîfetün ve tullâbühâ kilâbün" buyuruluyor. "Ed-dünyâ cîfetün", cîfe, leş demek. "Tullâbühâ kilâbün", onu arayanlar da köpeklerdir. Peygamber Efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", "Bu dünyâ da leşdir" buyuruyor. Bir yerde leş olsa, o leşin başında kimi görürsünüz? Köpekleri." O hâlde; bu dünyânın hevesinde koşanlar, dünyâya sarılanlar ind-i ilâhîde köpekdir.

(Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi teâlâ aleyh")

[Unutulmaz nasîhatlar, 1.cild, sf: 332]

Vücudunun Ateşte Yanmaması İçin Rabbimden Söz Aldım

 Seyyîd Abdülkadir Geylani hazretleri  bir gün yakınlarına;

- Benim kabrimi, kırk Çarşamba kim ziyaret ederse, o kimseye, Cehennem ateşinden kurtulduğuna dair bir berat verilir, buyurdu.

Bir gün de;

- Kim benim kabrimi ziyaret için gelirse, vücudunun ateşte yanmaması için Rabbimden söz aldım, buyurmuştur.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir kâfir, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin *İhyâ-ül Ulûm* kitâbının sayfalarını, muhabbetle çevirse, *Îmâna* gelir. 


Bir mü’min de, bir kâfirin kitâbını muhabbetle çevirse, mâzallah *Kâfir* olur efendim. O gün olmasa da, bir gün olur. Çünkü satırlar arasından çıkan *Zulmet*, mutlaka birgün te’sîrini gösterir.


*Enver âbi* bir rüyâ görmüş efendim, bana anlatdı. *Efendi* hazretlerini görmüş. Oğlu *Mekkî Efendi* de varmış.


*Efendi hazretleri Tam İlmihal Seadet-i Ebediye kitabını kast ederek: 


* Otuz sene İstanbul halkına ne anlattıysam, hepsi o kitâbın içinde var*, buyurmuşlar. Enver âbi bunu bana anlatdı, çok sevindim. 


Bugün yer yüzünde böyle bir *topluluk* yok kardeşim. Böyle bir *hizmet* de yok. Neden? Efendi hazretlerinin bereketi. Mekkî Efendi şâhit. 


Efendi hazretlerinin vefâtlarına yakın ziyârete gitdiğimde, beni yatağının içine alır ve elini uzatıp, *Hilmi, elimi sık!* derdi. Ben de sıkardım, biraz gevşetsem, *Devam et, sık!* derdi. 


Mekkî Efendi de bunu görürdü. Nitekim kendisi, bu hâdiseyi aynen *Enver âbiye* anlatmış efendim. Orada başka arkadaşlar da varmış. 


Hattâ Mekkî Efendi; *Öyle zannediyorum ki, o günlerde babam, kalbinde ne varsa, hepsini Hilmi’ye verdi, hepsini onun kalbine akıtdı*, demiş.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir arkadaşımız, hanımı ile berâber, bir *Amerikalı* komşusunun evine ziyârete gitmiş. Ayrı oturmuşlar, ama arkadaşın hanımı mantosunu çıkarmamış. 


Öyle giyimli vaziyetde oturmuş. Amerikalı komşu kadın sormuş. *Niye mantonuzu çıkarmıyorsunuz?* demiş. O hanım da, *Çıkarmasam daha iyi*, demiş. 


Çünkü bizim *İlmihâl* de okumuş ki; *Kâfir kadın, erkek hükmündedir. Onun için müslümân bir hanım, onlara karşı da örtülü olması lâzım*. 


Doğru, biz *İlmihâl*’de böyle yazdık. Fakat sonra bakdık ki, *Hanbelî* mezhebinde bu böyle değil. Hanbelî mezhebinde, kâfir kadın, erkek hükmünde değil. 


Yâni müslümân bir hanım, gayr-i müslim bir kadının yanında başı açık, mantosuz oturabilir. Ancak bir şartla, hanbelî mezhebini *Taklîd* etmesi lâzım. 


Yâni bunu düşünürse, *Câiz* olur efendim. İlmihâli yazdığımızda, böyle şeyle karşılaşmamışdık. Sonra böyle bir *Suâl* gelince, cevâbını kitaplarda aradık, bulduk elhamdülillâh, Bu, büyük *Kolaylık* kardeşim. 


Ben Efendi hazretlerinden çok istifâde etdim, ama bir özelliğim vardı benim, çok *Terbiyeli* idim. Edebi gözetmeye çok îtinâ ederdim. Hattâ korkardım efendim. 


Bir edebsizlik yaparım da Efendi hazretleri üzülür, hattâ *Git, bir daha gelme!* der diye titrerdim, ödüm kopardı. Bu yolda *Edeb*, çok mühim kardeşim. 


Kim olursa olsun, bir milim edebe riâyetsizlik, herşeyi siler atar. *Şâh-ı Nakşibend* hazretlerine sormuşlar, Efendim, sizin yolunuzun başı nedir? demişler.


Mübârek buyurmuş ki: *Edeb’dir*. Ortası nedir? demişler, *Edeb’dir* buyurmuş. Sonu nedir? demişler, yine aynı cevâbı vermiş mübârek, *Edeb’dir* buyurmuş. 


Bu defâ sebebini sormuşlar. Cevâbında; *Çünkü edebe riâyet etmiyen kimse, Allah dostu olamaz, mü’min, edeb sâhibidir*, buyurmuş.

Aşure günü aşure pişirmek

Nûh aleyhisselâm gemide aşûre tatlısı pişirdiği için müslimânların Muharremin onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Muhammed aleyhisselâm ve Eshâb-ı kirâm radıyallahü anhüm ecma'în böyle yapmadı. Bugün aşûre pişirmeği ibâdet sanmak, bid'atdir, günâhdır.

Muhammed aleyhisselâmın yapdığı veyâ emr etdiği şeyleri yapmak ibâdet olur. Din kitâblarının yazmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevâb olmaz. Günâh olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyâfet, fakîrlere sadaka vermek sünnetdir, ibâdetdir.

Fiyâtları düşüren de yükselten de Allahü teâlâdır

 Tabî, Allahü teâlâ akl vermiş, akla uygun hareket edeceğiz efendim. Akla uygun hareket etmezsek, o zemân cezâsını buluruz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde bunu bildiriyor. Meâlen, "Kullarım, bana karşı muâmelelerini, hareketlerini bozmadıkça, ben de onlara gönderdiğim ni'meti değişdirmem. Ama azgınlık edip de doğru yoldan ayrılırlarsa, ben de ni'metlerini keserim [kısarım], azaltırım" [Enfâl: 53] buyuruyor. Diğer bir âyet-i kerîmede de meâlen, " Eğer beni unutursanız maîşetinizi sıkarım" [Tâhâ: 124] buyuruyor. Enflasyon düşecekmiş! Kim düşürecek enflasyonu? Kimse düşüremez o enflasyonu. Çünki, fiyâtları tespit eden Allahü teâlâdır. Peygamber "sallallahü aleyhi ve sellem" Efendimiz zemânında ba'zı münâfıklar pazarda hîle yapmışlar. Eshâb-ı kirâm da Peygamber Efendimize şikâyete gelmişler, "Ya Resûlallah! Münâfıklar hîle yapıp, fiyâtları artırarak bize satış yapıyorlar. Köylüler gelince fiyâtı artırıyorlar, çoluk çocuk gelince fiyâtı artırıyorlar. Siz bir fiyât koysanız" diye arz ediyorlar. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor? "Ben fiyât koyamam, fiyâtları Allahü teâlâ koyar." Yiyecek maddeler üzerine sâbit fiyat koymaya, narh koymak derler. Narhı Allahü teâlâ kor." Fiyâtları düşüren de yükselten de Allahü teâlâdır. Cenâb-ı Hak müslimânları muhâfaza eder. Elhamdülillah, biz çok râhatız kardeşim. Rabbimiz, o kadar ni'met veriyor ki, ilâve birşey istemeye utanıyoruz.

Hüseyn Hilmi Işık "rahmetullahi teâlâ aleyh"

[Unutulmaz nasîhatlar, 1.cild, sf: 69-70]

Osmanlı'ya muhabbet

 Osmanlı'ya muhabbet imanın, düşmanlık küfrün alâmetidir.

Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kuddise sirruh)

Allah aşkına beni bu hemşireden kurtar

Kardeşi Halid bey anlatıyor:

Ahmet Arvasi abim cezaevinde tutuklu iken hastalığı sebebiyle   hastanede tedavi görmeye başladı.Zar zor ziyaret  edebildim.Ziyaretimde bana

-Allah aşkına beni bu hemşireden kurtar.Demek gençleri zehirleyen sensin deyip iğneyle işkence yapıyor.” dedi.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Alî bin Muvaffak* hazretleri bakmış ki, *Arafat*’da millet feryât figân içinde ağlıyorlar, yalvarıyorlar, duâ ediyorlar. O da açmış ellerini, *yâ Rabbî!* demiş. 


*Bunların duâlarını kabûl eyle. Eğer haccı kabûl olmıyan biri varsa, benim haccım da onun olsun*, diye duâ etmiş. Allahü teâlâ rüyâda kendisine bildiriyor: 


*Ey kulum, sen benden daha mı merhametlisin, daha mı şefkatlisin. Ben, yalnız onları değil, analarını babalarını dahî affetdim*, buyuruyor.


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri rahmetullahi aleyh, mübârek, bizim hanım daha *Yedi* yaşında iken, belki daha küçük iken, bir gün bana ne dedi biliyor musunuz? 


Mübârek dedi ki: Bak evlâdım, sana birçok *Kız* teklîf edecekler, *Şunu al, Bunu al* diyecekler, sakın onlara bakma. Çünkü Allahü teâlâ, *ilm-i ezel*'de takdîr etdi.


Ve *Levh-il mahfûz* da yazdı ki; *Sen, bu kızla evleneceksin. Senin ailen bu olacak, senin hanımın bu olacak*, diye buyurdu bana. 


Bir âfât olduğu zaman, bir zelzele olduğu zaman, bir harp olduğu zaman ölen müslümânlar *Şehîd* olur. Dolayısiyle mü'min için ölmek, dünyâda olmakdan hayrlıdır. 


Peki, ne zaman hayrlı olur? Eğer dînimize *bir hizmeti* varsa, hayrlıdır. Çünkü ölürse Cennete gidecek. Dünyânın sıkıntılarından kurtulacak. 


Mü’minin kabri, *Cennet bahçesidir* kardeşim. Bunu, *Hadîs-i şerîf* bildiriyor. Mü’minin âhireti, dünyâsından hayrlıdır. 


Hele çâresiz hastalıkdan ölürse, *Şehîd* olur. Şehîdler, hiç acı çekmezler. Üstelik şehîdlere *hesap* da yok. 


Asıl, gerçek hayât, *Âhiret*’de kardeşim. Burası *hayâl*. Burada konuşduklarımız, inandıklarımız, sevdiklerimiz, kavuşmak istediklerimiz, orada, *Hakîkî* olarak karşımıza çıkacak. 


Burada hizmetlerden, büyüklerden, Cennetden konuşuyorsak, orada, *onlarla berâber* olacağız. Cennetin hakîkatine kavuşacağız. Bütün mesele, kendimizi tanımak.


Yâni *Kul* olduğumuzu bilmek, *Âciz* olduğumuza inanmak, bu dünyânın *İmtihan* olduğunu iyi anlıyabilmekdir kardeşim.

Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye

TAM İLMİHAL SE’ÂDET-İ EBEDİYYE TAKRİZ

Derin âlim, fazîletli merhûm seyyid Ahmed Mekkî efendi hazretlerinin, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının beşinci baskısı başına yazdığı arabî takrîz tercemesi.


Bismillâhirrahmânirrahîm  ve bihi sikatî


Beyândan bilmediklerimizle bizleri ni’metlendiren Allahü teâlâya hamd olsun! Doğru söyleyenlerin en iyisi ve kendilerine Fasl-ı hitâb ve hikmet verilenlerin en üstünü olan sâhibimiz ve efendimiz Muhammed aleyhisselâma ve Onun temiz Âline ve insanlar arasından Onun için seçilmiş olan Eshâbına, salât ve selâm olsun!


Asrımızın fâdıllarından, zemânımızın bir dânesinin yazmış olduğu (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbına göz gezdirdim. Bu kitâbda, kelâm, fıkh ve tesavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitâblarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitâbda, Ehl-i sünnet velcemâ’at i’tikâdına uygun olmıyan hiçbir bilgi, hiçbir söz yokdur. Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin çalışmalarına ve bu kitâbın yazarının çalışmasına iyi karşılıklar ihsân buyursun! Âmîn.


Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunmıyan, belki de, ileride bir benzeri yazılamıyacak olan, bu kitâbdan alınız!


Yâ Rabbî! Bu kıymetli kitâbın yazarını mes’ûd ve mubârek et, yümünlü eyle! Âmîn. Allahım! Onun anasından, babasından ve kerîm olan merhûm hocalarından râzı ol! Peygamberlerin en üstünü hurmetine “sallallahü aleyhi ve sellem” bu düâyı kabûl buyur! Âmîn.

 7 Temmuz 1967     29 Rebî’ul-evvel 1387     Cum’a

Kulların en aşağısı, islâm âlimlerinin hizmetcisi, İstanbulda Kadıköy müftîsi, Arvâsîzâde Esseyyid Ahmed Mekkî Üçışık