İbâdet ve Muhabbet

 - İbâdet yalnız namaz kılmaktan ibâret değildir. Allahu teâlânın emirlerine imtisâlen yapılan her şey ibâdettir. Allahu teâlânın emrine muhâlif olarak yapılan her şey ma'siyettir [günâhtır]. Hattâ namaz da olsa.

Muhabbetin semeresi itâattir. Bazı âlimlere göre, muhabbet itâatten ibârettir. Cenâb-ı Hak her mümine imanı derecesinde muâvenet [yardım] eder. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)


Âlem

 - Âlem, yetmiş iki bin nevi'dir. Bütün zî-rûh [canlılar] bir âlemdir. Melekler bir âlemdir. Cinniler bir âlemdir. İşte bu sûrette yetmişiki bin âlem vardır. Zât-ı ilâhîden mâada, gerek mütekaddimîn,gerek müteahhirinden her ne var ise, Peygamber efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ümmetidir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Asıl kerâmet istikamettir

 -Asıl kerâmet istikamettir. Kim ki şerîat caddesinden ayrılmadı, o kerâmettedir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Mümin kimdir?

 -Mümin, Besmelenin Be'sinden, Vennâs'ın Sin'ine kadar olan bil-cümle ahkâm-ı Kur'aniyyeye îman edendir. Kâfir, bu ahkâm-ı celîlenin, velev bir hükmüne olsun, îman etmeyendir. Îman, Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) indi ilâhiden [Allah katından] getirdiği bil-cümle [bütün] ahkâmı iz'an ve tasdîk etmektir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Yâdigâr mektûblar 61.mektûb

 Kuleli'den talebeleri Mehmed Gündoğan'a Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Mehmed Gündoğan

Mübârek mektûbunuzu okumakla şereflendim. Cenâb-ı Hak sizlere ihsân eylediği ni'meti arttırsın. İnsanın ömrü rü'yâ gibi geçiyor. Hayatımızın geçen kısmı hayâl oldu, gelecek kısmı da hayâl olacak. Hayatımız rü'yâ gibi. İnsanlar uykudadır. Dünyâ hayatı rü'yâ gibidir. İnsanlar ölünce uyanacaklar; hakîkî hayât, uyanıklık, ölüm ile başlayacaktır.

1- Kerâhet-i tahrîmiyye olan [ya'nî vâciblerinin kasden terkedildiği] nemâzın iâdesi vâcibdir. Meselâ kavme, celse yapılmayan ya'nî ta'dîl-i erkân ve tumânînet yapılmayan nemâzların iâdesi vâcibdir. Nemâz içindeki vâcibi terk etmek de tahrîmen mekrûhdur.

Kerâhet-i tenzîhiyye ile kılınan nemâzı iâde ise sünnet, hattâ müstehabdır buyurmuşlardır. Bazı âlimler de, [kerâhet-i tahrîmiyye bulunan nemâzı] vakit çıkmadan önce iâde etmek vâcibdir, vakit çıkdıktan sonra iâdesi sünnet veya müstehabdır buyurdu. İâde edilen farz, birinci farzın yerine geçmiyor; onun yerini temâmlıyor. Vakit çıkdıktan sonra iâdesi vâcib diyen âlimlerde vardır. 

2- Süt kardeş yalnız nikâh edilemediği, alınamayacağı için kardeş olur. Yoksa süt kardeş ile konuşmak da fitne şübhesi olunca mekrûhdur. Mürted olunca da evlenmek harâmdır. [Mürted olunca] (Süt kardeşlik kalmaz) demek câiz değildir.

3- Niyyet kalb ile olur. Kalb ile niyyet farzdır, lisân ile niyyet müstehab, demişlerdir. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) değil de âlimlerin sünnetidir, âdetidir demişler. Feth-i Aliyye gibi kitâblar bid'at diyor. İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) bid'atdir buyuruyor. Birçok kitâblar da kalb ile niyyeti te'min etmek için söylese mekrûh olmaz diyor. Kalb ile niyyet etmez, yalnız ağız ile söylese nemâz kabûl olmaz.

Âilenizin yanına gitmek, pederinize itâat etmek, onlara fâideli olmak sevâbdır. Sıla-i rahm sevâbına kavuşursunuz. Onlara fâideli olmak ayrıca sevâbdır. Zemânın, mekânın zulmetini hissetmek büyük lûtf-i ilâhîdir.

" İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar." Hadîs-i şerîf. 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Birinin günâh işleyip işlemediğini, işin ehli hemen anlar. Çünkü *(maddî)* şeylerin sıfatları olduğu gibi, renk, koku, tat gibi, *(mânevî)* şeylerin de sıfatları vardır. 


Günâh işliyen bir insanda, o günâhın sıfatı bulunur. Bunu, ehli anlar. Büyükler, birinin yüzüne bakınca, ne tür bir *(günâh)* işlediğini hemen anlar. 


Nasıl anlar? Kalb gözleriyle görürler. Bizim kalb gözümüz *(kör)* olduğundan görmüyoruz. Kör demiyelim de, kör olmasın, *(hasta)* diyelim. 


Dışarıda yağmur yağıyor. İlmihâl’de bir üniversiteliye cevap’da yazdık bunu. Gökden *(rahmet)*, yağmurla iner. Yağmura da bereket, şimşekdeki *(elektrik)* den gelir. 


Yâni şimşekden *(bereket)* geliyor. Dışarıya, *(maddî)* rahmet yağıyor, içeriye görünmiyen *(mânevî)* rahmet yağıyor. 


Mânevî rahmet yağdığını nereden biliyoruz? Silsile-i aliyye’nin son satırı neydi? *(Sâlihleri söyleyince, yağar rahmet-i ilâhî.)* Biz de sâlihlerin isminden bahs etdik. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinden, *Abdülhakîm Efendi* hazretlerinden, *Ebül Hasan-i Harkânî* hazretlerinden, *Bâyezid-i Bistâmî* hazretlerinden, *Abdulhâlık Goncdüvânî* hazretlerinden bahsetdik. 


Onun için burayada *(mânevî rahmet)* yağdı efendim. 


*(El ulemâ-i vereset-ül enbiyâ)* buyuruluyor. Mal mülk çocuğa kaldığı gibi, Peygamberlerin *(ilmi)* de âlimlere kalır. Peygamberlerin vârisleri, İslâm âlimleridir. Bunlar, *(mürşid-i kâmil)* lerdir. 


İlmin bir zâhiri, bir de bâtını vardır. İlmin zâhiri, *(hocalar)* da olur, bâtını, *(mürşid)* lerde olur. Hem zâhiri, hem bâtını bulunanlar ise, *(mürşid-i kâmil)* lerdir. İşte vâris, bunlardır efendim. 


Allahü teâlâyı inkâr edenler, şu üzümün bir  tânesini yapabilseler ya. Bir *(hücre)*, muazzam bir fabrikadır. Bugün fen, bu fabrikanın pek azını anlıyabilmişdir. 


Üzüm, *(şifâ)* kaynağıdır. Şifâ ne demek? Kuvvetlenmek demek, hem *bedenen*, hem de *rûhen*.

Allahü teâlâdan bir ân gâfil olmamalıdır

 Şeyh Ebû Sa’îd-i Ebül hayr buyurmuşdur ki, su üzerinde yürümek kolaydır. Kurbağa ve sığırcık da, suda yürürler. Çaylak ve sinek de havada uçarlar. Şeytân da, bir nefesde, doğudan batıya ulaşır. Bunun gibi şeylerin kıymeti yokdur.Murâd odur ki, insanlar arasında bulunup ve halk arasında haşr-neşr olup, Allahü teâlâdan bir ân gâfil olmamalıdır. (5/110 MEKTUBATI MASUMİYYE)

İlmi arttıkça günahı artan kimse

 “Kalb huzûrsuzluğuna tutulmamak, eleme uğramamak ve günahlardan temizlenmek istersen, iyi hayırlı işlerini çoğalt.”

“Günahların bağışlanması ve başa gelen belâlardan korunmak için en güzel sığınak, istiğfardır.” “İlmi arttıkça günahı artan kimse, şüphesiz ki helak içindedir.”

“Allahü teâlâya hakkıyla îmân ve Resûlüne tâbi olmaktan daha büyük kerâmet yoktur.”

Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’minin âhireti, dünyâsından iyidir. *(Tefsîr-i Mazharî)* kitâbını, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin talebesi Senâullah-ı Pâni Pûtî hazretleri yazmış. 


Bu zât o kadar büyük ki, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, onun hakkında diyor ki: Allahü teâlâ, bana âhiretde; *(Benim için ne yapdın?)* diye sorarsa, söyliyecek bir tek sözüm var.


Cevap olarak; *(Yâ Rabbî, senin için Senâullahı yetişdirdim)* derim, buyurdu. İşte Senâullah-ı Pâni Pûtî hazretleri bu kadar büyük bir zât idi


İslâm âlimleri çok çalışmışlar. İmâm-ı Buhârî hazretleri, yediyüzbin hadîs-i şerîf toplamış. Hepsini araşdırmış. Nasıl araşdırıyorlar? 


Birinden bir hadîs-i şerîf duyunca ve bunu; *(Falan sahâbîden duydum)* deyince, o kişi, o sahâbî ile aynı şehirde yaşamış mı? Yaşadıysa, aynı sohbetde bulunmuş mu? 


Bunu araşdırırmış. Bulunmuşsa yazarmış, bulunmamışsa yazmazmış. Bunlar *(Müslim)* de de var. Müslim kitâbının sâhibi; *(Aynı şehirde bulunması yeter)* diyor. 


*(Aynı şehirde bulunmuşsa, bir sohbetde karşılaşmışdır)* diyor. O da sağlam bir kitap. Ama *(Buhârî)* daha sağlam. 


Kesin kaynak bulamazsa, hadîs-i şerîf de mühimse, o zaman Ravda-i mutahhera’ya gelirmiş mübârek, kabr-i seâdetin halkalarından yapışırmış ve;


*(Yâ Resûlallah, sen bu hadîs-i şerîfi söyledin mi?)* diye sorarmış. Kabirden de, *(Evet söyledim)* cevâbını alırmış, ondan sonra yazarmış. *(Buhârî)*, böyle sağlam kitâbdır. 


Şimdi *(din)* den bahsedenlerin mânâdan haberi yok, yaldızlı kelimelerle konuşup yazıyorlar. 


Efendi hazretlerinin kelime hazînesi çok *(zengin)* di. Aynı mânâya gelen sekiz-on kelime söylerdi. Birinden anlamıyan, diğerinden anlasın diye. 


Hakkı, bâtıl’dan ayırmak kolay değildir. Mürşid-i kâmil olmıyan ve bir mürşid-i kâmile kavuşmamış olan kimsenin, hakkı bâtıldan ayırması mümkün değildir. 


Peygamber Efendimiz, aleyhisselâm; *(Erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan)* buyururdu. Yâni *(Yâ Rabbî, bana hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak bildir)* diye duâ ederdi. 


Ayrıca, *(erzel-i ömür)* den sana sığınırım diye de duâ ederlerdi. 63 yaşında, gencecikken, henüz kuvvetliyken vefât etdi.

Meslek eksperliği

Mübarek Hocamızın bir sohbetlerinde, babamız Muammer dede ve kayınpederimiz Elmas dede de bulunmuşlardı. Bu sohbetde bir ara mesleklerden bahsedilmişdi. Muammer dedenin mesleği; halıcılık, tütün ve üzüm eksperliği idi. Elmas dede senelerce PTT şubelerinde merkez müdürlükleri yapmıştı. Bizim Manisa vilayetimizin bazı ilçeleri tütün ve bazı ilçeleri de üzüm ziraatında öndedirler. Muammer dede, İzmir de tütün ve kuru üzüm işleyen ve ihracatını yapan bir firmanın eksperiydi. Hocamız Muammer dedeye sordular “sizin mesleğinizin inceliği nedir” buyurdular. Babam inceliklerini anlattı, tütün mahsulünü ve müstahsilini senelerce tanıyınca, tütünün kaç derece olduğunu bilirdik. Ayrıca tütün üreticisinin şahsını da tanımak çok mühimdir dedi. 
Mübarek Hocamız da “kayınpederim Yûsüf Ziyâ Akışık bey de ‘rahmetullahi teâlâ aleyh’ kumaş eksperiydi. Bir kumaşı eline aldığında; yüzde kaçı yün, yüzde kaçı pamuklu olduğunu bilirdi. Yünlü kumaşların, merinos koyununun yünü mü, dağlıç veya karaman koyununun yünü mü olduğunu bilirdi. Pamuklu kumaşların da yüzde kaçı akala ve yüzde kaçı da diğer pamuklar olduğunu bilirdi” buyurdular. 

(Osmân Nûrî Osmânağaoğlu)

Bakınız: Yûsüf Ziyâ Akışık “rahmetullahi aleyh” Tam İlmihal Sayfa:1193

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ehl-i sünnet âlimleri, dînimizi *(sahâbîler)* den öğrendiler. Sahâbe’nin talebelerine, *(ehl-i sünnet âlimi)* denir. 


O ehl-i sünnet âlimlerinden bir tânesi, hattâ reîsleri, en büyükleri, *(İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe)* hazretleridir. İlk fıkh kitâbını yazan Odur. 


İlk kitâbı, o meydâna getirdi. Ama kendisi yazmadı. Talebeleri, kâtipleri yazdı. Yâni kendi eliyle yazmadı. O söyledi, talebeleri yazdılar. 


*(Tefsîr)* den din öğrenilmez kardeşim. Esas mânâsını bizler anlıyamayız. Îmânı, islâmı öğrenmek istiyen, *(İlmihâl)* kitaplarını okur. İbâdetleri öğrenmek istiyen, *(Fıkh)* kitaplarını okur. 


Hadîs-i şerîfde; *(Allahü teâlânın bir kulunu sevdiğinin alâmeti, fıkh ilmiyle uğraşmasıdır)* buyuruluyor. Tefsîrden, Kur’ân-ı kerîmin mânâsını bizler anlıyamayız. 


Ni’metlerin şükrünü yapabilmek kolay değildir. Büyükler, bunun da kolaylığını göstermişler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât’da ne buyuruyor?


Sabahleyin, *(Allahümme mâ esbahâ)* duâsını okuyunca, o gecenin şükrü yapılmış olur. Akşam da, (esbahâ) yerine *(emsâ)* olarak okuyunca, o gündüzün şükrü yapılmış olur, buyuruyor. 


Bütün mürşid-i kâmiller *(müctehid)* dir, bütün müctehidler de *(mürşid-i kâmil)* dir. 


Meselâ İmâm-ı A’zâm hazretleri aynı zamanda Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gibi *(mürşid-i kâmil)* dir. 


Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de, İmâm-ı A’zâm hazretleri gibi *(müctehid)* dir. Yalnız aralarında iş bölümü yapmışlardır. 


Bunu, Şâfi’î âlimlerinden Abdülvehhâb-ı Şa’rânî hazretleri, *(Tezkiret-ül kurtubî)* kitâbında haber veriyor. 


Kendisi şâfi’î âlimi olduğu hâlde İmâm-ı A’zâm hazretlerinin büyüklüğünü anlatıyor.