KERÂMET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KERÂMET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Asıl kerâmet istikamettir

 -Asıl kerâmet istikamettir. Kim ki şerîat caddesinden ayrılmadı, o kerâmettedir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

KEŞF, KERÂMET, TASARRUF

 Mustafa Necâti isminde bir adliye müfettişi, 1946 senesinde, pîr-i fânî iken anlattı.

...

Adliye müfettişi olarak Müküs (Bahçesaray) kazasında vazifeli bulunurken bayram geldi. Namaz akabinde câmiden çıktıktan sonra, kaymakam ve kazanın ileri gelenleri atları hazırlamışlar, bir yere gideceklerini anladım. Sordum;

“Öteden beri ihtiyadımızdır, bayram namazını müteâkib, Arvâs’a gider, Hazret-i şeyhin bayramını tebrik eder, müstecab duâlarını alırız”

dediler. Ben de gitmek istedim. Bana da bir at hazırladılar. Bindik, gittik. Kırmızı köprüden karşıya geçince, başka bir âlem zuhûr etti. Sanki Cennet kokusu yayıldı. Mest ve medhuş oldum. Dikkat ediyordum. İçkiye mübtela idim, içmesem gözlerim kararır, hiçbir şey göremez olurdum. Heybemde ihtiyaden iki şişe almıştım. Nihâyet Arvâs’a geldik. Mübârek kabristanın altındaki taşlıkta bu şişeleri sakladım. Bunu benden başka bilen yoktu. 

Kabristanda Fâtiha okuduk, sonra hânekâha geldik. Hazret-i Şeyh’in mübârek ellerini öptük. Cemâlini görünce;

“Heyhât, bu gördüğüm insanlardan değil, bu melek sıfatlı bir beşerdir. Envâr-ı Muhammediyye ile kavrulmuş bir mürşid-i kâmil ve mükemmeldir”

dedim. Hemen rûhen bağlandım, mübarek ellerini iştiyak ile öptüm. İntisâb etmek istedim. Tebessüm buyurup;

“Şişe ile tarîkat bir arada olmaz; git, şişeleri dök, kır ve gel de öyle intisâb eyle!”

buyurdular. Gittim, birini kırdım, diğeri kaldı. Gözlerim kararırsa içerim diye düşündüm. Gerçi kalben içkiden tiksiniyordum. Tekrar intisab etmek istedim.

“Git, öbürünü de kır gel!”

buyurdular. Hâlimi arzederek 

“Keyfi değil, zarûrîdir”

dedim. 

“Haramda zarûret olmaz”

buyurdular. Gittim, döktüm, kırdım. Elhamdulillah, ibtilâ (mübtelâ olmak, düşkünlük) falan kalmadı.

Türkiye’yi hemen hemen tamamen ve Arabistan’ın bir kısmını dolaştım ve her yerde meşâyıhla görüştüm. Hazret-i Şeyh gibi bir insan görmedim. Sahâbe-i kirâmı (aleyhimürrıdvân) temsil ederdi. Ondaki ilim, hilm, vakar, letâfet ve heybeti hiç kimsede bulmadım.

Mustafâ Necâti bey böyle anlatır, ağlar ve 

“o ibtilâyı benden bir anda silmesi, tasarrufların en büyüğüdür”

derdi.

(Son Halkalar I, sf 107, Süleyman Kuku)

...

Ne buyurdu Efendimiz aleyhissalâtü vesselam hadîs-i şerîfte?

“Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.”

İSTİKÂMET / KERÂMET

 Büyükler buyurdu ki;

“İstikâmet sâhibi ol, kerâmet tâlibi olma! Zirâ nefsin, kerâmet talebine meyli ve hareketi ister. Hakk teâlâ ise, senden istikâmet arar.”


İSTİKÂMET / KERÂMET


Büyükler buyurdu ki;
“İstikâmet sâhibi ol, kerâmet tâlibi olma! Zirâ nefsin, kerâmet talebine meyli ve hareketi ister. Hakk teâlâ ise, sende istikâmet arar.”

MU’CİZE, KERÂMET, FİRÂSET VE SİHR

Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ “rahmetullahi aleyh” bir mektûbunda buyuruyor ki:

Vâridât-i ilâhiyyenin hepsi, âdet-i ilâhiyye içinde hâsıl olmakdadır. Ya’nî, Allahü teâlâ, herşeyi bir sebeb altında yaratmakdadır. Bu sebeblere, iş yapabilecek te’sîr, kuvvet vermişdir. Bu kuvvetlere, tabî’at kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları diyoruz. Bir iş yapmamız, birşeyi elde etmemiz için, bu işin sebeblerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydâna gelmekdedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikrâm olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, (Hârik-ul’âde) olarak, ya’nî âdetini bozarak, sebebsiz şeyler yaratıyor. [Her insanda nefs vardır. Nefs, Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyyete uymak istemez. İslâmiyyete uyanların nefsleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşıyan kâfirlerin nefsleri ise za’îfler. Kötülük yapamaz. Bunun için, Evliyâda ve papaslarda Hârikul’âde işler hâsıl olur.]

1 — Peygamberlerden “aleyhimüsselâm”, tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde şeyler meydâna gelir. Buna (Mu’cize) denir. Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mu’cize göstermesi lâzımdır.

2 — Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ümmetlerinin Evliyâsında, nefslerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydâna gelen şeylere, (Kerâmet) denir. İbni Âbidîn, Mürtedleri anlatırken diyor ki, [(Mu’tezile) ve (Vehhâbî)ler, kerâmete inanmadı. İmâm-ül-haremeyn ve İmâm-ı Ömer Nesefî ve birçok âlimler “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, kerâmetin câiz olduğunu isbât etmişlerdir.] Evliyânın kerâmet göstermesi lâzım değildir. Bunlar, kerâmet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.

3 — Ümmet arasında, Velî olmıyanlardan meydâna gelen âdet dışı şeylere, (Firâset) denir.

4 — Fâsıklardan, günâhı çok olanlardan zuhûr ederse (İstidrâc) denir ki, derece derece, kıymetini indirmek demekdir.

5 — Kâfirlerden zuhûr edenlere ise (Sihr), ya’nî büyü denir.