Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bugün, *(ehl-i sünnet)* îtikâdında kalanların hepsi, Eshâb-ı kirâmın soyundandır kardeşim. Eshâb-ı kirâm, dünyânın her yerine yayıldılar. 


Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, öyle *(şerefli)* kimselerdir ki, Allahü teâlâ onları, Resûlüne *(arkadaş)* olarak yaratdı. Her biri, çeşitli yerlerden gelip toplandılar. 


Meselâ Selmân-ı Fârisî hazdetleri, *(Îran)* dan; Bilâl-i Habeşî, *(Afrika)* dan gelip, sahâbî oldular. Bu şerefi kazandılar.


Hâlbuki Efendimiz aleyhisselâmın en yakın akrabâları, amcaları, *(îmân)* etmedi. Eshâb-ı kirâma, bu şeref bile yeter. 


Peygamber Efendimizin *(kabir)* resmi diye bir resim satılıyor. Bu resim, aslında Bursada, Osmânlı Sultânlarından birine âitdir. Peygamber Efendimizin *(kabr-i şerîfi)* ile hiç alâkası yok. 


Çünkü oranın resmini çekme imkânı yokdur. Sebebine gelince, kabr-i şerîfin dışında, kapısız, penceresiz bir *(duvar)* var. 


Onun dışında, gene kapısız ve penceresiz bir *(duvar)* daha var. Onun da dışında *(settâre)* denilen bir örtü, onun dışında da bilinen demir parmaklıklar var. 


Yâni kabr-i şerîf görülmüyor. Sâdece, tepede küçük bir *(hava)* deliği gibi bir boşluk var. Oradan 500 sene evvel, bir *(kuş)* düşmüş ve ölmüş. 


Onun çıkarılması ve oranın temizlenmesi için, beş yaşlarında küçük bir *(kız)* çocuğunu, belinden bağlamışlar, tepedeki o delikden aşağıya indirmişler. Orayı görmek, yalnız o çocuğa nasîb olmuş. 


Bu yolun sünneti, *(çile)* çekmekdir efendim. Başda Efendimiz aleyhisselâm, hayâtı boyunca hep çile çekdi. Bize ve kitaplarımıza çok *(sıkıntı)* verdiler. Sıkıntı verenler de çok sıkıntı çekeceklerdir. 


Hem sünnete uygun olması, hem de hizmetlerimizin *(kabûl)* olacağının ve bu hizmetlerin devâm edeceğinin alâmeti bakımından, bu sıkıntılar, bizim için bir *(ni’met)* dir kardeşim. 


Allah, hepsine hidâyet versin. Tabii bizim yüzümüzden kimsenin sıkıntı çekmesini istemeyiz. Biz işimize bakarız. İşimiz nedir? İslâma hizmet. O hizmet nedir? Kitaplarımızın dağılması, gazetemizin yayılması. 


Birine bir kitap vermek veyâ kitap verilmesine sebep olmak o kadar *(sevâb)* dır ki, bunu yapana, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar; *(Yâ Rabbî, bu kulunu affet)* diye duâ ederler. 


Bizim dînimizin iki esâsı vardır. Biri *(öğrenmek)*, diğeri *(öğretmek)*. Dînimizin en büyük düşmanı cehâletdir. Onun için nerede ilim varsa, *(din)* oradadır. Nerede din varsa, *(ilim)* oradadır. 


İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *(ibâdet)* dir, çok büyük *(sevâb)* dır kardeşim. Hizmetlere katılan arkadaşlarımızın alnından *(öpmek)* lâzım. 


Allahü teâlânın dîni yayılıyorsa, dînin yayılmasına hizmet ediliyorsa, bu hizmet devam etdiği müddetçe, o yere umûmî belâ, umûmî felâket gelmez efendim.

Hazret-i Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) ilk hutbesi

Hazret-i Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) sakal-ı şerifi

 - Hazret-i Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) ilk hutbesi: " Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde sizin başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazîfemi yollu yoluna ifâ edersem, bana yardım ediniz. Yanılırsam, bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk emânet, yalancılık hıyânettir. İçinizdeki zaif, hakkını alıncaya kadar, benim nazarımda kuvvetlidir. İçinizdeki kuvvetli, ondan başkasının hakkı alınıncaya kadar zaifdir. Bir millet Allah yolunda cihâddan fâriğ olursa [yapmazsa] , o millet zillete düçâr olur. Bir millette fenâlık revâc bulursa, o milletin hepsi belâya uğrar. Ben Allaha ve Peygambere isyân edersem, sizin de bana itâatiniz lâzım gelmez. Haydi namaza. Cenâb-ı Hak cümlenizi rahmetine lâyık eylesin!"

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild,sf:403] 

Peygamber efendimizin ayrılığından ağaç ağlıyordu

 - Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrılığından ağaç [Hannane ismi verilen tahta] ağlıyordu. Ey zavallı, Sen ise hiç umursamıyorsun. Halbuki sağsın ve eğer sen adam isen bu yaşayışın ardır, utanman lâzımdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Ehl-i Beyt sevgisi

 - Ehl-i Beyt sevgisi, seâdet sermâyesini mucibdir. Zirâ bu muhabbetin [sevginin] sekerât [can verme] zamanında hüsn-i hâtemeye çok fâidesi vardır. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Nefsini bilen Rabbini bilir ne demektir?

 - Yâ Rabbi bize hakkı hak olarak göster ve hakka uymamızı ihsân eyle. Bâtılı bâtıl olarak göster ve ondan uzak olmağı ihsân eyle! İnsan her şeye muhtâcdır. Allahu teâlâ ganiyy-i mutlaktır. İnsan kendisini bildi, ya'nî kendisinin her şeye muhtâc olduğunu ve Cenâb-ı Hakkı ise kendisine muhtâc olunan bilirse, Cenâb-ı Hakkı Razzak,  kendisini merzuk ve mahlûk, Cenâb-ı Hakkı Hâlık ve sâire bilirse, işte: "Nefsini bilen Rabbini bilir" bu demektir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Kim, nerede ıslah olur?

 -Din kitablarında der ki: Fenâ adamların salahı  [iyi edilmesi] habishânede, çocukların salahı mektebde, kadınların salahı evdedir. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Zevce, evlâd ve kölenin en büyük ni'meti

 -Zevcenin [hanımın] en büyük ni'meti, kocasının kendisinden râzı olmasıdır. Evlâdın en büyük ni'meti, babasının kendisinden râzı olmasıdır. Kölenin en büyük ni'meti efendisinin kendisinden râzı olmasıdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Dünya ve Âhıret hayatı

 -Dünya hayâtı ruh iledir. Âhıret hayâtı îman iledir. Dünya hayatı ana rahminden başlar. Sekaratta biter. Âhıret hayatı sekeratta başlar, nihâyeti yoktur. Sekerâtı îman selâmeti ile geçiren ebedî hayâta nâil olur. Sekerâtı îmanla geçiremeyen ebedî ölüme düçâr olur.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Sabr üç kısımdır

 -Sabr üçtür: 1-Tâat ve ibâdet meşakkatine katlanmak. Ya'nî nefsine muhâlefet ve Allahu teâlânın emrine muvâfakat etmek. 2- Günâhın zevkini terke sabr etmek. 3- Belâlara sabr etmek.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Nefh-i rûh

 - Melek nefh-i rûh [ruhun üflenmesi] esnâsında insana dört şey yazar: Rızk,ecel, amel, Saîd mi, şakî mi? Saîd kimdir? Sekerât zamanında îmanla gidendir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Eshâb-ı Kehf

 - Eshâb-ı Kehf'in kalblerini irfân ve muhabbet-i ilâhiyye [Allah sevgisi] o kadar istilâ etmiş [kaplamıştı] ki, vatanlarını, mal ve menâllerini,evlâd ve iyallerini unuttular. Vekil ve vezîr çocukları idiler. Eshâb-ı Kehf, mağarada üçyüzdokuz sene uyudular. Eshâb-ı Kehf'in, şerrinden kaçtıkları melikin adı Dakyanus idi. Putperest idi. Onları da putlara tapmağa mecbûr etmek istedi. Onlar ise, akıllı, necîb gençler idi. Cenâb-ı Hakka ilticâ ederek bir mağaraya kaçtılar. Orada üçyüzdokuz sene uyuduktan sonra uyandılar. Yemek ve sâire tedârik etmek üzere, içlerinden en akıllı, fatîn [zeki] ve en hakîm olan Yemlihâ'yı gönderdiler. Kendileri yedi kişi idiler. Köpekleri sekizinci idi. İsimleri şöyledir: Yemlîhâ, Meksîna,Meslîha,Mernûş, Debernûş,Şâzenûş,Kefeştatayyûş. Yedincisi çoban idi. Köpekleri Kıtmir idi. Bunların isimlerini taşıyan ve ezberleyen veya evinde bulunduranın imdadına yetişeceklerini va'd etmişler. Bunlar Peygamberlerden aşağıdadırlar. En büyük evliyâdandırlar. Onun için Cenâb-ı Hak Kur'ânı azîmüşşânda onlardan bahs eder.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)