Hak yolda bölünme olmaz

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, bu dünyâda yaşadığı müddetçe, ister istemez günâhı artar efendim, ister istemez. Çünkü *(Kirli hava)* her tarafı sardı. 


Eskiden *(İbâdet)* ler ayrıydı, *(Günâh)* lar ayrıydı. *(Küfr)* ler de ayrıydı. Eskiden helâl haram düşünülürdü, günah işlememeye çalışılırdı, buna dikkat edilirdi. 


Ama şimdi, *(Îmân)* ve *(Küfr)* düşünülüyor efendim. Eskiden (günâha girmek) korkusu vardı. Şimdi *(Kâfir olmak)* korkusu sardı ortalığı. 


Çok tehlikeli efendim. Çâresi belli, iyi kimselerle görüşeceğiz. Çünkü hadîs-i şerîfde; *(Kişinin dîni, arkadaşının dîni gibidir)* buyuruldu. 


Âhir zamanda, sabahleyin evinden *(Müslümân)* olarak çıkanlar, akşama *(Kâfir)* olarak dönecekler. Bunu hadîs-i şerîf bildiriyor efendim. 


Veyâhut da, akşam *(Müslümân)* iken, sabahleyin *(Kâfir)* olarak yatağından kalkacak. O arada kâfir olmuş. Neden? 


Gece eğlencelerinde, bâzı yayınlarda, din ile, islâmiyet ile *(Alay)* edilen bir şeye *(Gülmüş)* olsa, *(Îmân)* gider efendim, mâzallah *(Küfr’e)* girer. İşte hadîs-i şerîf, bunu bildiriyor bize. 


*(Tam İlmihâl)* e uyan arkadaşlar, korkmasınlar efendim. Uymıyanlar korksun. Yâni kendi menfaatini, kendi çıkarını düşünenler, bizden ayrılabilir. 


Bizde bölünme olmaz. Neden? Çünkü biz *(Hak yol)* dayız. *(Hak)* da bölünme, parçalanma olmaz efendim. Benden sonra da olmaz. Bu *(Topluluk)* da bölünme olmaz. 


Ama *(Ayrılan)* olur, nitekim oldu da. Sevmiyenler olabilir, şöyle böyle diyenler olabilir, ayrılan olabilir, ama *(Bölünme)* olmaz. *(Hak)* da bölünme olmaz efendim.

Müslümanlar dört mertebe içinde yer alırlar

 Seyyid Ahmet Arvasi'den (Doğrudan Kur'an diyerek milletimizi mezhebsizliğe teşvik ederek 1400 seneden beri bozulmadan bize kadar gelen dinimizi, itikadımızı bozmak isteyenlere cevap )


«Tarik-ün Necat» adlı kitabın yazarı H. Muhammed Serhendî'ye göre, yukarıda sayılan kaynaklar karşısında, müslümanlar, dört mertebe içinde yer alırlar:


 1. mertebe yüce Peygamberimizin mertebesidir. Dinimizin en yüce ve şerefli merkezi O'dur. Kitap O'na indirilmiştir. O, Kur'ân-ı Kerîm'in bütün sırlarına vakıf tek kişidir. Peygamberimiz, «doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerimden ilham alan ve başka bir kaynağa ihtiyacı olmayan tek insandır» ve O'ndan gayrisi bu iddiaya kalkışırsa küstahlık etmiş olur. Hiç kimse. yüce Kitabımızı, Peygamberimizin tebliğleri dışında tefsir ve tevil edemez.


 2. mertebe, Ashab-ı Kiram'ın mertebesidir. Onlar yüce Peygamberimizin sohbetiyle bereketlenmiş yüce bir kadrodur. Onlara Kitap ve Sünnet kâfi geldi. Yüce Peygamberimiz, hazır bulundukça, onlar asla başka bir kaynağa baş vurmadılar.


 3. mertebe, Tabiînin mertebesidir. Tabiinin, Peygamberimizi göremeyip O'nu görenleri (yani Ashab'ı) görenlerdir. Bunlar, ashab'dan Kitap ve Sünnet'i öğrenmekle kalmadılar, onların icma'ına da şahit oldular ve onlara uydular. Peygamberimizin «Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtulursunuz» hadîsine uyarak yaşadılar. Üçüncü nesil olan <te-be-i tabiin» de onların izlerinden gittiler. Yani onlar için üç kaynak vardı: Kitap, Sünnet ve İcma-ı Ümmet. Bunlara «Selef-i Sâlihin» adı verilir.


 4. mertebe, yukarıda saydıklarımızdan sonra gelen müslümanların mertebesidir. Nur kaynağından uzaklaştıkça müslümanların işi güçleşiyordu. Yüce Allah, dinini, büyük âlimler eliyle korudu ve müslümanların işini kolaylaştırdı. Hicretin birinci ve ikinci asrında büyük müctehidler yetişti. Aralarından Imam-ı Âzam, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Hanbel gibi «mutlak müctehidler» çıktı. Ümmetin büyük çoğunluğu, onların «mezhep»lerini kabul ettiler, işleri kolaylaştı ve sapıklığa düşmediler.


Bu «mezhep' imamlarının» Kitaba, Sünnete, İcma'a uygun olarak ortaya koydukları «ictihadlarından» Ehl-i Sünnet Vel Cemaat» adı verilen «ana cadde» açıldı. Selçuklu ve Osmanlı âlimleri bunların izlerinde yürüyerek tertemiz bir dinî hayat yaşadılar ve Türk milletine yaşattılar. Bunun tabiî bir neticesi olarak da Türkler, tam dört yüzyıl «Yüce Peygamberimizin Halifesi olmakla» şereflendiler. Dinde sapık akımların ve yolların doğmasını engellediler.


 ( Seyyid Ahmet Arvasi Türk-İslam Ülküsü 2. cilt )

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Ateş)*, Allahü teâlâya karşı işlenen *(Suç)* ların karşılığı değildir. İlmihâl’de geçiyor ya. Cehennemde kimler sonsuz yanacak? *(Namaz)* kılmıyanlar mı? *(Oruç)* tutmıyanlar mı? *(Günâh)* işliyenler mi? 


Hayır, Cehennemde *(Kâfir)* ler sonsuz yanacak. Cehennem, *(Küfr)* için yaratıldı kardeşim, *(Kâfir)* ler için yaratıldı. Cehennem, *(Suçlu)* ların yeri değil, *(Düşman)* ların yeridir. 


*(Kâfir)*, Allahü teâlânın *(Düşmanı)* dır. Cehennem de, Allahü teâlâya düşman olanların *(Yeri)* dir. Allah düşmanlarının *(Cezâ)* sı, Cehennem ateşinde sonsuz olarak *(Yanmak)* dır. 

● ● ●  

Namazda, Ettehiyyâtü’yü okurken, *(Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü)* diyoruz ya. Sana selâm olsun yâ Resûlallah, diyoruz. 


Evliyâların *(Rûh’u)*, isimlerinin söylendiği yerde hâzır olur. Ya Peygamber aleyhisselâmın *(Rûh’u)* O anda, orada hâzır olur. Hemen, derhâl, ânında. 


Ve *(Bana kim selâm verdi?)* diye bakar, selâm vereni görür ve hâfızasına alır. O müslümân *(Vefât)* ederken, ânında karşısına gelir.


Ona *(Gözükür)*. O mü’min de Onu *(Görür)* ve zerre kadar ölüm *(Acısı)* çekmez. Öldüğünün farkına bile varmaz. 


Neden? Çünkü Resûlullahın o mübârek *(Cemâl)* ini gördü. Onun *(Zevk)* inden hiç bir şey duymaz efendim, aynen *(Narkoz)* almış gibi. 


Sonra, Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis sâlihîn deyince de, bütün *(Peygamber)* lere, bütün *(Eshâba)*, bütün *(Evliyâ)* lara, bütün *(Melek)* lere.


Ve bütün *(Müslümân)* lara selâm veriyoruz, duâ ediyoruz. Onlar, bu selâmı alınca; *(Bize bu selâmı kim verdi?)* diye bakıyorlar, 


*(Bizi)* tanıyorlar ve *(Hâfıza)* larına kaydediyorlar. Niçin? Âhiretde *(Şefâat)* etmek için. Çünkü o büyükler, *(İyiliğin)* altında kalmazlar efendim.

Birinci Cild 80. Mektûb (Mektubatı Masumiyye)

Allahu teâlâ sizi, arzularınıza kavuştursun. Belki bütün arzûlardan kalbinizi boşaltsın ve kendi irâdesi ile bulundursun. Kulluk makamı olan yokluk ve kendinden haberi olmamak, varlık ve kendinde olmanın işaret ve alâmeti olan istek ve arzûyla bulunmak gibi değildir. Varlık noktası ve benlik davası, muhibbin, ya’nî sevenin kalbinde Kafdağı gibi ve Sedd-i İskender gibidir. Ezelî bir ihsân olmayınca, bunları aşmak imkânsızdır. Manevî kuvvetle bir çekilme olmadan, yalnız sûrî ameller ile, bu girdâbdan kurtulunmaz. Aşk ateşi kalbde, alev alev parlamayınca, sevgiliden başka bütün sevilenler bu ateş ile yanmayınca, bu kasırga ve fırtınadan kurtulmak muhâldir. Sâlik, kendi arzûsuna bağlı olduğu müddetçe, irâde, istek sâhibidir. İrâdeden, istekten ve bütün arzûlardan geçer ve Allahu teâlânın irâdesi ile sıfatlanırsa, irâde, istek ve müridlik makamından kurtulur. Üstâdlık makamına lâyık olur. Bu zamanda evliyâlığın ilk kemâl mertebesi olan bu hâl ve bunun gibi evliyâlığın diğer olgunlukları, yüksek önderimiz, imâmların imâmı, doğru yolu göstericimiz İmâm- ı Rabbânî’nin (kuddise sırruh) feyizli mezârından, elde edilmektedir. O nûrlu bahçede hizmet edenler, hattâ etraftan, civârlardan sıdk ile gelen talebeler, o temiz yüksek yere ihtiyaç yüzlerini iştiyakla sürünce, bu saâdet ve devletten istifâde ediyor, o feyze kavuşuyorlar. Muhabbet şarabından, o huzûrda bir yudum içince, yüzlerce coşma, kaynama ve dalgalanma ile, kendilerinden geçiyor, matlûb ve maksuduna götürülüyorlar. Onların hallerini şu beyit ne güzel anlatıyor:


 *Vakta ki sâkî şaraba afyon kattı,* 

 *Sarhoşlarda ne baş ne başlık kaldı.*


Safâ yolunda gidenler de bunu gayet iyi görmektedirler. Onun esrar denizinden elde edilen cevher, diğer yerlerde bulunmaz. O muhabbet meclisinden, arzû edenlerin şevk ile arayanların damağına değen bir yudum şerbet, âlemi de, kendini de unutturuyor.


 *Burada bitsin artık, aklı olanlar anlar,*

 *İki kere seslendim, duymak isteyen duyar.*


Alıntı Şuradan:

Muhammed Ma'sûm ve Ezkâr-ı Ma'sumiyye

Süleyman Kuku ( A.Fârûk Meyân)

Seyyîd Ahmed Taha Üçışık amcayla yaşadığımız bir anı

Kendisini 2016 yılında ramazan (Haziran)  ayında İstanbul-Kadıköyde ki evinde ziyaret etmiştim. Kendisi bizi iyi karşılamıştı. Kendisiyle hoş sohbetler etmiş, mübarek ellerini öpmekle şereflenmiştim.  Sohbetin bir yerinde kendisine "Taha amca ben Hüseyin Hilmi Işık hocamızı çok seviyorum" demiştim.  O da benim daha sözümü bitirmeme fırsat vermeden " kardeşim bende Hilmi hocamızı çok seviyorum. Nasıl sevmeyeyim, dedem bu zatı sevmiş, onu talebeliğe kabul etmiş,  önünde diz çöktürmüş, ben nasıl onu sevmeyeyim, haşa dedemden daha mı akıllıyımda dedemin sevdiğini ben sevmeyeyim" buyurmuştu. 

Bugün (2-5-2022 Pazartesi) Ramazan bayramının ilk gününde Taha amcayı maalesef kaybettik. Taha amcanın vefâtı dolayısıyla çok müteessirim. İnşaallah bir bayram günü sabahında Taha amcamız sevdiklerine kavuştu. Onun vefatı dolayısıyla onunla aramızda geçen bu anıyı burada yazmak istedim. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Allahu Teâlâ rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Rabbim derecesini âli eylesin. Amin. Rabbim şefaatlerine bizleri de nail eylesin.  

(Mesut Aslan) 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Fitne)* çıkmaması için, birbirimizi çok seveceğiz. Sevgimizi de ona bildireceğiz. Çünkü *(Bir kimse birini severse, sevgisini ona bildirsin)* buyuruluyor.   


Sevgisini ona bildirsin ne demek? Yâni, *(Sevgi)* nin şartlarını yerine getirsin de, o da onun *(Sevdiğini)* anlasın. 


Ben seni seviyorum, demeye, *(Lisân-ı kâl)* denir. *(Kâl)*, söz demekdir. Ama sevginin şartlarını yapsın, yerine getirsin demek, *(Lisân-ı hâl)* dir. 


Yâni hâlimizle, tavrımızla sevdiğimizi bildireceğiz. Nitekim büyüklerimiz; *(Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entakdır)* buyuruyorlar. 


*(Suç)* işliyen, *(Günahkâr)* olan, sonsuz olarak Cehennemde yanmaz efendim. Suçlu insanları, nasıl ki *(Anne)* si affederse, *(Baba)* sı affederse, Allahü teâlâ da *(Suçlu)* kullarını affedebilir.


Belki Cehenneme bile sokmaz. Ancak Allahü teâlâyı *(İnkâr)* eden, Resûlullah Efendimize inanmıyan, yâni *(Kâfir)* olan, Allahın *(Düşmanı)* dır  ve Cehennemlikdir. 


Onlar *(Sonsuz)* olarak Cehennemde yanacaklar. *(İnkâr)* etmek başka, *(Suçlu)* olmak başkadır. Cehennem ateşi, *(Suçlu*) lar için değildir, *(Düşman)* lar içindir. 


Allahü teâlâ, her an *(Mü’min)* kulunun *(Kalb)* indedir. Onun için kalp, *(Arş)* dan da kıymetlidir. 


Şuûru yerinde olan *(Kalp)*, Allahü teâlâyı *(Bilen)* ve O’na *(İbâdet)* eden kalp, çok kıymetli bir varlıkdır. 


Hattâ, *(Îmân)* eden de odur, *(Küfr’e)* giren de odur. O kalp, yâni o gönül, ne emrederse, melekler onu yazarlar.  

Bayram o bayram ola

Cân bula cânânını

Bayrâm o bayrâm ola

Kul bula sultânını

Bayrâm o bayrâm ola


Hüzn ü keder def' ola

Dilde hicâb ref' ola

Cümle günâh af ola

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ bizi afv ede

Gör ne güzel 'ıyd ola

Cürm ü hatâlar gide

Bayrâm o bayrâm ola


Feyz-i mehabbet-i Hakk

Nur-i hidâyet siyâk

Cennet-i a'lâ durak

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk'ı seven merd-i şîr

Kalbi olur müstenîr

Allah ola destigîr

Bayrâm o bayrâm ola


El tuta kitâbını

Dil tuta hitâbını

Cân tuta şitâbını

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ'yı cândan seven

Rızâ-yı Hakk’a eren

Lutf-i Hudâ'ya güven

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk’ı seven dil ü cân

Aşkı eden heyecân

Feth ola bâb-ı cinân

Bayrâm o bayrâm ola


Ganîler ede kerem

Ref’ ola derd-i verem

Sahî ola muhterem

Bayrâm o bayrâm ola


Nûr-i hidayet dola

Dilde hidâyet bula

Nâsırın Allah ola

Bayrâm o bayrâm ola


Tevhîd ede zevk ile

Hakk’ı seve şevk ile

Tasdîk inerse dile

Bayrâm o bayrâm ola


Dildeki Rahmân ola

Derdlere dermân ola

Âzâde fermân ola

Bayrâm o bayrâm ola


Lutfî’ye lutf u kerem

Dâhil-i bâb-ı harem

Dâima Allah direm

Bayrâm o bayrâm ola.


(Alvarlı Efe hazretleri)

Hakîkî bayram kimler içindir

 “Bayram yeni elbise giyenler için değildir,

Bayram ancak azaptan emin olanlar içindir.


Bayram süslü bineklere binenler için değildir,

Bayram ancak hataları bırakanlar içindir.


Bayram kıymetli halı döşeyenler için değildir,

Bayram ancak sıratı geçenler içindir.


Bayram dünyanın süsüyle süslenenler için değildir,

Bayram ancak takvayı kendine azık edinenler içindir.


Bayram rengârenk yemeklere bakanlar için değildir,

Bayram ancak Rahmân’ın cemâline bakanlar içindir.”


- Behlül Dânâ Hazretleri -

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Yasîn-i şerîfi)* her Cumâ günü, ölmüşlerimize okuyoruz ya. Yasîn-i şerîfde ne buyuruyor Cenâb-ı Hak? *(Vemtâzül yevme eyyühel mücrimûn!)* 

Yâni, ey kâfirler, bugün dostlarımdan, müslümanlardan  ayrılınız! 


Kâfirler, *(Eshâb-ı şimâl)* dir, onlar başka tarafda. Müslümânlar, *(Eshâb-ı yemîn)* dir. Bunlar başka tarafda. Orada Müslümânlara *(Ni’met)* ler var, kâfirlere *(Azap)* var. 


Ne büyük *(Ni’met)* içindeyiz kardeşim. Çok *(Mes’ud)* uz. Sevinelim, üzülmiyelim, kızmıyalım. *(Seâdete)* kavuşan insan kızar mı? *(Neş’eli)* dir o. 


Allahü teâlâ, *(Hizmet)* edenleri sever. Rabbimiz, müslümânlara hizmet edeni çok sever. Şimdi biz de, *(Türkiye)* de ve bütün *(Dünyâ)* daki müslümânlara hizmet ediyoruz. 


Nasıl mı? Bu *(Kitap)* ları göndermekle. Onların *(Dünyâ)* larına hizmet etmek kıymetli. Fakat *(Âhiret)* lerine hizmet etmek daha kıymetli. 


Onların Cennete gitmelerine, *(Küfr)* den, *(Cehennem)* den kurtulmalarına hizmet ediyoruz. Kim yapıyor bu hizmeti? Bütün *(Arkadaş)* lar.


Hepsi, hepimiz. Bu yolda bir *(Adım)* atan, meselâ kitâbı alıp da *(Cildçi)* ye götüren, bu *(Sevâba)* kavuşur. Yeter ki *(Allah için)* yapsın. 


Rabbimize *(Hamd)* olsun, elhamdülillah, bizde çalışan *(Yüzler)* ce arkadaşımız, hepsi *(Allah için)* çalışıyor. Hepsi bu *(Sevâba)* kavuşacak inşallah. 


*(Kıyâmet)* de karşımıza çıkacak bu *(Hizmet)* ler. Ne büyük *(Ni’met)* içindeyiz. Allahın *(Yolu)* nu yaymak büyük ni’metdir. 


Bunun devâm etmesi için bu ni’mete şükretmek lâzım. *(Şükr)* etmek, yerinde kullanmak demekdir. *(Yerinde)* kullanmanın da *(Şart)* ları var.


Birinci şart, *(Fitne)* den sakınacağız. *(Velâ tülkû bi-eydiyeküm ilet-tehlüke.)* Yâni kendinizi fitneye sokmayınız, buyuruluyor. Peki, fitne ne demek? 


*(Fitne)*, müslümânları zarara uğratmak, onlara *(Zarar)* getirmekdir. Fitnenin de çeşitli *(Sebep)* leri var. Birinci sebep, müslümânların birbirlerine olan *(Sevgi)* sinin azalmasıdır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün Efendi hazretlerine gitdim, bakdım, Efendi çok *(Üzgün)*, korkdum tabii. İçimden; *(Hayrdır inşallah)* dedim. Efendi hazretleri beni görünce anlatdı. 


Buyurdu ki: Hilmi, filân *(Kişi)* bize ve bu câmiye, çuvalla *(Pirinç)* gönderdi, çok *(Şeker)* gönderdi, çok *(Un)* gönderdi, böyle çok *(İyilik)* leri oldu. 


Fakat, Allah bana bir *(İmkân)* verse, her zerresini *(Geri)* veririm. Hepsini *(İâde)* ederim, ona o kadar *(Krıldım)* buyurdu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? 


O kimse, oranın *(Eşrâf)* ından biriydi, ama çok *(Zelîl)* oldu, *(Aklı)* gitdi, afedersiniz sokaklarda *(Pisliği)* ni yapar hâle geldi. Tövbe yâ Rabbî, Allah muhâfaza etsin. 

● ● ● 

İşte böyle kardeşim, Efendi hazretlerine *(Gider)* dim. Ellerinden *(Öper)* dim, otururdum. *(Sabah)* namâzında giderdim, tâ *(Yatsı)* ya kadar kalkmazdım. 


Başkaları da gelirdi. Onlar bahçede *(Oyun)* oynarlar, *(Koşar)* lar, *(Zıplar)* lardı. Ben ise hiç bahçede oyun filân oynamazdım. Hep Efendi’nin yanında olurdum. 


Mübârek anlatır, anlatır, sonunda; *(Anladın mı?)* diye sorardı. Ben de; Evet efendim anladım, derdim. Bir gün yine Efendi ile *(Bahçe)* de oturuyorduk. 


*(Beni dinliyen kazanır, ama dinliyen yok, dinliyen yok!)* buyurdu, bunu iki defâ söyledi. Sonra bana bakıp; *(Ama sen dinlersin değil mi?)* diye sordu Mübârek. 


Ben hemen; *(Evet efendim, dinlerim)* dedim. Onların himmetleri işte, onların teveccühleri. Bütün bu *(Hizmet)* ler, Efendiyi dinlememizin bereketi kardeşim. 

● ● ● 

Allahü teâlâdan *(Ümit kesmek)* olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *(Küfr)* olur. Neden? Çünkü, *(Kur’ân-ı kerîm)* de çok yerde geçiyor. 


*(Benden ümit kesmeyin!)* diyor Allahü teâlâ. Öyleyse O’ndan ümîdini kesen, Kur’ân-ı kerîme karşı gelmiş olur, mâzallah *(Kâfir)* olur. 


Ama efendim, benim günâhım *(Çok)* derseniz, evet, senin *(Günâh)* ın çok. Ama Allahü teâlânın *(Afvı)* ve *(Mağfireti)* daha çok. Hattâ *(Sonsuz)*. 


Onun için Allah’dan ümit kesmek yok. *(Ümit)* li olacağız. Sizin her adımınıza *(Sevap)* var kardeşim. 


Bütün ibâdetlerin en kıymetlisi nedir biliyor musunuz?; *(Emr-i mâruf)* ve *(Nehy-i münker)* dir. İşte siz, bunu yapıyorsunuz. Ne mutlu size.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir arkadaşın evine gitmişdim. Otururken kütüphâneye bakdım. Bir sürü *(Kitap)* lar vardı. *(Bizim)* kitaplarımız olduğu gibi, çeşit türlü kitaplar da vardı. 


Bir sürü *(Yayınevi)* nin kitaplarını sıralamış. Üzüldüm tabii. Hâlbuki *(Bizim kitap)* larımız, bir kütüphâneye yeter efendim. Hattâ yalnız *(Tam İlmihâl)* bile yeter. 


Çünkü onun içinde herşey var. Onu okuyan, içindekileri öğrenen, *(Âlim)* olur. Hele öğrendiği şeyleri yaparsa, *(Evliyâ)* olur. Sonra bu kitaplar *(Bizim)* değil ki, ehl-i sünnet *(Âlim)* lerinin.


Bizim kitaplar, bu *(Yolu)* bilen, bu *(Yolu)* tanıyan, seçilmiş büyük *(Âlim)* ve *(Velî)* lerin kitaplarından seçilmiş, alınmışdır. Başka kitâba lüzum yok ki.

● ● ●

Kardeşim, bu dünyâda ibâdet etmekden maksad, kalpden *(Küfr’ü)* çıkarıp, dünyâ *(Sevgi)* sini çıkarıp, mal *(Hırsı)* nı çıkarıp, onun yerine âhiret *(Sevgi)* sini yerleşdirmekdir.


*(Allah)* sevgisini, *(Evliyâ)* sevgisini yerleşdirmekdir. Bunun da bir tek ilâcı var. Bunun *(İlâcı)*, ne namazdır, ne oruçdur, ne zekâtdır, ne de İbâdetdir. Peki nedir?  


Onun bir tek ilâcı var, o da, bu Allah adamlarını *(Tanımak)*, *(Sevmek)* ve *(İtâat)* etmekdir. Üçü de çok mühim. Bu büyükleri seven, onların kalplerinden *(Feyz)* alır, kalbi temizlenir. 


Ancak, sâdece tanımak ve sevmek yetmez, *(İtâat)* da şart. Çünkü seven, sevdiğine *(İtâat)* eder. Eğer etmiyorsa, *(Sevmiyor)* demekdir. 


*(Silsile-i aliyye)* de bulunanlardan bir tânesi, hangisi olursa olsun, *İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, *Mevlânâ Hâlid* hazretleri, Seyyid *Abdülhakîm-i Arvâsî* hazretleri gibi. 


Bunlardan birine *(Âşık)* olmalıdır. Onları sevmek için de, *(Hayât)* hikâyelerini okumak lâzım. Onların hayât hikâyelerini okuyunca, onların *(Sevgi)* si insanın kalbine yerleşir. 


Onların sevgisi *(Kalbe)* yerleşince de, *(Dünyâ sevgisi)* kalpden çıkar. Dünyâ sevgisi çıkdı mı, *(Allah sevgisi)* yâni muhabbetullah o kalbe yerleşir. 


Velhâsıl, dünyâ muhabbetinin kalpden çıkması için, bir *(Mürşid-i kâmili)* sevmek lâzım. *(Silsile-i aliyye)* büyüklerine muhabbet lâzım. Silsile-i aliyyeyi okuyan, muhakkak *(Feyz)* alır onlardan.