Yâdigâr mektûblar 22.mektûb
Seyyidler hüsn-i hâtimeyle vefât ederler
Ehl-i Beyt'i Rasûl'den olanlar, velev ki fâsık olsalar, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın mübârek rûhâniyyetleri bunlara da imdâdıyla yetişir. Böylece fâsık olanları da îmânlarında sâbit olurlar ve en güzel bir âkıbetle, hüsn-i hâtimeyle vefât ederler.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allahü teâlânın âdet-i şerîfi şöyledir: Bir kul, herhangi bir şekilde, birinin *Duâsı* nı alırsa, Allahü teâlâ, o *Duâ* sebebiyle, onu *Sevdiği* birine, yâni bir *Mürşid-i kâmile* kavuşdurur.
Yâhut böyle bir zâtın *Kitâbı* na kavuşur. Böylece hidâyete erer. Yâhut da kendisini, *Sebep* siz olarak seçer.
Veyâ bir kul, *İhlâsla* elini açar da; *Yâ Rabbî, ben dînimi bilmiyorum, ama öğrenmek istiyorum, bana yardım et!* dese.
Böyle *Duâ* etse, yalvarsa, Allahü teâlâ, muhakkak onu *Hidâyete* erdirir. Çünkü vermek istemeseydi istek vermezdi. *Mektûbât* da öyle geçiyor.
Allahü teâlâ ona *Hidâyet* etmeyi istemeseydi, ona bu *Duâ* yı etdirmezdi.
*Yalova* da kahvaltı yapıyorduk. Bizimkilere dedim ki: Cenâb-ı Hak bize ne kadar bol *Ni’met* ler vermiş. Sabah namâzından sonra oturdum, *Kalb* imi düşündüm, *Göz* ümü düşündüm.
*Mîde* mi düşündüm, *Kulağı* mı düşündüm, her biri ne büyük bir ni’met. Bir de *Îmân* ni’meti var tabii. Bu kadar büyük *Ni’met* lere karşı, Allahü teâlâ kullarından ne *İstiyor* biliyor musunuz?
Tek bir şey istiyor, *Tanınma* yı istiyor. Yâni, *Kullarım beni tanısın!* istiyor. Ben böyle deyince, kızım *Dilvin* dedi ki:
Babacığım, *Allahı* tanımıyan mı var? Herkes tanıyor. Hattâ falan *Artist* bile, Eyüp Sultâna gidiyor, orada *Duâ* ediyor, yâni herkes *Allah* diyor, dedi. Ben de ona dedim ki:
*Tanımak* demek, *İtâat* demekdir. İtâat etmiyen, *Tanımış* olmaz. İtâat da, *Haram* lardan sakınmakdır, beş vakit *Namâz* kılmakdır. Haramları işliyen ve namaz kılmıyan kimse, Allahı *Tanımıyor* demekdir, dedim.
● ● ●
Herkes âhiretde, *Pişmân* olacak kardeşim. Cehennemdekiler pişmân olacak ve; *Âh, bir kelime-i şahâdet getirseydik de, bin sene, onbin sene yanıp, sonunda kurtulsaydık!* diyecekler.
Cennetdekiler de pişmân olacak ve *Âh, keşke biraz daha gayret gösterseydik de, şu yüksek makamlara da kavuşsaydık!* diyecekler.
Ama hiç *Fayda* sı olmıyacak, çünkü *Fırsat* kaçdı, *İmtihan* bitdi.
Öyleyse *Fırsatı* değerlendirelim, bu günlerin ehemmiyetini bilelim. *Sıhhat* de olmanın, *Hür* olmanın kıymetini bilelim. Çünkü çok *Kara günler* geçdi bu memleketin üzerinden, *Çoook!*.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allah yolunda atılan adımlardan hiç endîşe duymayın kardeşim. Çünkü bu adımlar, Allah indinde *Makbûl* dür ve *Kıymetli* dir.
Bu zamanda *Küfr* ve *Bid’at* her tarafı kaplamış, heryer felâket içinde. Küfr, *Sel* gibi akıyor. Her gün yüzlerce acâyip, bozuk, yamuk kitaplar çıkıyor.
Dîni bozmak için *Yarış* var âdeta. *Televizyon*, hele *İnternet*, gençlerin îmânını çalmak için nice sinsi tuzaklar kuruyorlar.
Ben, Efendi hazretlerine, altıncı cüzü okuyorum. *Sûre-i Mâide* var o cüzde. Efendim, Allahü teâlâ, *Âdem* aleyhisselâma emir verdi; *Hâbil* ve *Kâbil*, birer kurban kessinler! diye.
*Hâbil*, hayvancılık yapıyordu. Sürüsünün en *İri* ve en *Gösteriş* li koçunu seçip, onu kurban etdi. Allahü teâlâ da, onun kurbânını *Kabûl* etdi.
*Kâbil* ise, rençberlik yapıyordu. O da, buğdayların içinden, en *Âdi* ve en *Kıymet* siz olanından bir bağ başak getirdi. Allahü teâlâ onunkini *Kabûl* etmedi.
O zamanki âdete göre, kabûl edilen kurban, gökden gelen bir *Ateş* le yanıyordu. Kabûl edildiği böylece anlaşılıyordu. *Hâbil* in kurbanı yandı. *Kâbil* inki ise yanmadı.
Öyle olunca, *Kâbil* feryâd etdi; *Neden benim kurbanım kabûl olmadı?* diye. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor efendim.
Allah celle celâlüh, kendi *Rızâsı* için yapılan hizmetleri ve ibâdetleri kabûl eder. Hâbil, *Allah için* kesti. Kâbilinse, Allah rızâsı *Aklına* bile gelmedi. Cenâb-ı Hak da onun verdiğini kabûl etmedi.
● ● ●
Şimdi affetmek zamânı kardeşim. *Güler* yüzlü, *Tatlı* dilli olmak ve *Acımak* zamânı. *Merhamet* zamânı şimdi.
Çünkü insanlar, *Fevc Fevc* Cehenneme sürükleniyor, felâkete gidiyorlar. *Çok Kötü*, çoook. Enver âbinin çok gidecek yerleri var.
Tesâdüf oldu, *İyi* oldu, sizinle görüşdük kardeşim. Bana müsâde, Allahü teâlâ, daha çok bayramlara, *Sıhhat* ve *Âfiyet* le kavuşdursun inşallah.
Kur'ân-ı Kerîm Arabîden başka harf ile yazılmaz
"Kur'ân-ı kerîmi Arabîden başka harf ile yazmak ve başka dile terceme edip, Kur'ân-ı kerîm yerine bunu okumak, sözbirliği ile harâmdır. Selmân-ı Fârisî "radıyallahu teâlâ anh" Fâtihâyı Îranlılara fârisî harflerle yazmadı. Tercemesini de yazmadı. Fâtiha sûresinin fârisî tefsirini yazdı. Arabîden başka harf ile yazmak ve böyle yazılmış Kur'ânı okumak haramdır. Kur'ânı kerîmi arabî harflerle, okunduğu gibi yazmak sûreti ile değiştirmek bile, söz birliği ile haramdır. Böyle yapmak, Selef-i sâlihînin, yani ilk yıllardaki müslümanların yaptıklarını beğenmemek, onları cahil bilmek olur. Mesela, Kur'ân-ı kerîmde (Ribû) yazılı ise de (Ribâ) okunur. Bunu okunduğu gibi (Ribâ) yazmak câiz değildir. Kur'ân-ı kerîmi böyle yazarken ve başka dile terceme ederken, Allah kelamının i'cazı bozulmakta, nazm-ı ilahî değişmektedir."
(İbn-i Hacer-i Mekkî "rahmetullahi teala aleyh", Fetâvâ-i Fıkhıyye, sh 37)
Benim ümmetimde bu kadar hakkım yok mudur
Evâ'ilde ya'nî Asr-ı Se'âdet'den sonraki zemânlarda İmâm-i Hasen Efendimiz'in ve İmâm-i Hüseyn Efendimiz'in "radıyallâhü anhümâ" mübârek nesllerinden Mutayyir isminde bir zât vardı. Bu zât, vefât ettiğinde,insânlar o zemânın büyük âlimlerinden birine giderek "Müteveffâ,fâsık idi. Cenâze nemâzını kılalım mı?" diye sormuşlar. O âlim de "Böyle fâsıkın nemâzı kılınmaz!" diye cevâb vermiş. Bu âlim, o gece rü'yâsında Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâmı görmüş. Yanına gideceği esnâda Fâtımetü'z Zehrâ "radıyallâhü anhâ" ona yüzünü çevirmiş. Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz de {Benim, ümmetimde bu kadar hakkım yok mudur ki, Mutayyir gibi bir evlâdımı bana bağışlamadılar ve kusuruna baktılar!} buyurmuş.
Fâsık dahî olsa, Sülâle-i Tâhire'ye ya'nî Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm'ın mübârek soyundan olanlara muhabbet etmek lâzımdır.
... Bize lâyık olan, onları ancak Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm'ın mübârek soyundan oldukları için sevmektir. Çünki bu sevgi, farzdır ve Allâhü Teâlâ'nın emri iktizâsındandır. Âsî, günâhkâr olanlarını da sevmek lâzımdır.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
İstiğfâr etmek, *Şifâ* dır kardeşim. Bilhassa ramezân-ı şerîfde. Ramezân-ı şerîf, *İstiğfâr* ayıdır, *Tövbe* zamânıdır. Dünyâ ve âhiret zararlarına, mazarratlarına, *Şifâ* dır ve *İlâç* dır istiğfâr.
*Estağfirullah el azîm el kerîm ellezî lâ ilâhe illâhû el hayyel kayyûme ve etûbu ileyh*. İstiğfar duâsı budur işte.
El hayyül değil, El hayyel. İstiğfâr okurken *El hayyel* denir. Âyet-el kürsî okurken *El hayyül* denir. Karışdırmamak lâzım birbirine. Biri *Ötre*, biri *Üstün*. Mühimdir bu.
*Ne olurmuş canım, üstün ötre ne farkeder?* böyle demiyeceğiz. Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruluyor; *İnnemâ yahşallâhe min ibâdihî ulemâü*. Mânâsı ne bunun?
*İnnemâ*; elbette. *Yahşâ*; korkar. *İnnemâ yahşallâhe*; Elbette Allahü teâlâdan korkar. *Min ibâdihî*, kulları arasından. *Ulemâü*; âlimler.
Dînini bilenlere *Âlim* denir. Kulları arasında âlim olanlar, Allahü teâlâdan elbette korkar. Biz, şahısların *Küfr* üne de karışmayız, *Bid’at* ına da.
Biz, hak *Yol* da yürürüz. Abdülhakîm Efendi hazretlerinden işitdiğimiz, okuduğumuz, öğrendiğimiz *Yol* da bulunuruz. Başkalarına karışmayız kardeşim.
*Sallatallahül kelbe alel hınzîr!* Ne demek bu? Allahü teâlâ, kelpleri yâni *Köpek* leri, hınzırlara yâni *Domuz* lara musallat eder. Birbirlerini yerler, biz karışmayız.
*Ma’lûmât-ı Nâfi’a* diye bir kitap vardı. Efendi, bir gün bana; *Al oku bunu, fâidelidir!* buyurdu. Biz onu şimdi basdırdık. *(1)* numaralı kitabımızdır. Adını da, *Fâideli Bilgiler* koyduk.
Efendi hazretleri söyledi bize onu. Hep Efendi hazretlerinin *Meth* etdiği, *Tavsiye* etdiği kitapları basdırdık. O büyüklerin *İsmi* ni bile söylemek *Kâr* dır, büyük, *Kazanç* dır kardeşim.
Ehl-i Beyt-i Rasûl'ü sevmek her müslimâna farzdır
Ehl-i Beyt-i Rasûl'ü sevmek, muhabbet etmek her müslimâna farzdır. Bunlara düşmânlık etmek, musîbetleri, belâları îcâb ettirir. Ehl-i Beyt'e muhabbet etmek, ebedî kurtuluşa, necâta ve son nefesde îmânla vefât etmeye vesîledir. Bunun gibi; Ashâb-i Kirâm'a da muhabbet etmek lâzımdır. Bunları sevenler, memdûhdur; övülmüştür. Ehl-i Beyt-i Rasûl'ü ve Ashâb-i Kirâm'ı sevenler, güzel sîrete mazhar olurlar. Buğz edenler ve düşmânlık gösterenler fenâ netîcelere ma'rûz kalırlar.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
Rü'yâlar, Vâkı'alar, Mükâşefeler
Tarîkat yolcusunun kalbine Hakk Teâlâ'nın Akdes Zâtı'ndan gelen müjdeler üç kısm olup bu müjdeler tarîkatin başında olan sâliklere,menâmlarında ya'nî rü'yâlarında; tarîkatin ortalarında olan sâliklere vâkı'alarında; tarîkatin nihâyetinde olan sâliklere mükâşefelerinde zuhûr eder. Rü'yâların ekseriyyâ onda biri, te'vîle ve ta'bîre muhtâc olmayan sâdık rü'yâlar; onda dokuzu, te'vîle ve ta'bîre muhtâc ve hatâ ihtimâli olan rü'yâlardır. Vâkı'alar, yarı yarıya ta'bîre ve tefsîre ihtiyâcı olmaksızın zâhir olsa da, diğer yarısı ta'bîre ve te'vîle muhtâc olduğundan,hakįkate mugâyir,muhâlif olarak zuhûr etmesi muhtemeldir. Mükâşefelerin yüzde doksanı hakka ve hakîkate muvâfıkdır ve yüzde onunda hatâ ihtimâli yakındır. Hatâ ihtimâlinden berî,kat'iyyen tertemîz, hatâ ihtimâli mümkin olmayan ancak ve ancak "vahy"dir. Vahyin kısmlarının ve çeşîtlerinin hikmet kitâblarında; vâkı'aların ve mükâşefelerin kısmlarının ve çeşîtlerinin tesavvuf ehlinin mebsût,gâyet mevsûk ve tafsîlâtlı kitâblarında aranılması lâzımdır.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*Abdülhakîm* Efendi hazretleri, ekseriyâ *Cumâ* günleri tırnaklarını keserdi Mübârek. Bez örtü vardı. Onun içine keser, bana verir ve; *Al bunları, Murtezâ Efendinin kabrine silkele!* derdi.
Hep *Murtezâ Efendi* nin kabri üzerine silkelerdim. Ne günlerdi yâ Rabbî. Ne *Seâdet* günleriydi. Hepimiz, birbirimizin *Duâsı* na muhtâcız kardeşim.
*Silsile-i aliyye* yi her sabah ve her akşam okumalı. Çünkü; *İnde zikrissâlihîn tenzîl-ür rahme!* diyor Peygamber Efendimiz.
Yâni *Evliyâ* zâtların *İsmi* söylendiği yere *Rahmet* yağar. Allahü teâlânın rahmeti yağar. Hattâ onları *Düşününce* bile, o yere rahmet yağar kardeşim.
Bana, *Oku!* dedi Efendi hazretleri. *Eczâcı* yı okudum, bitirdim. Üniversitede vazîfem vardı. Efendi, yine bana; *Mâdem üniversitede vazîfen var, talebe olarak kaydol, kimyâyı da bitir!* dedi.
*Okuma* ya teşvîk etdi beni. *Fransızca* öğrenmeye teşvîk etdi. Almanlarla çalışıyordum Genelkurmayda. Efendi hazretleri bana; *Almanca da öğren!* dedi.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *Men arefe lisâne kavmin, emine min mekrihim!* Hadîs-i şerîfdir bu. Ne demek?
*Men*, bir kimse. *Arefe*, ârif oldu, bildi. Yâni bir kimse bilirse. *Lisâne kavmin*, herhangi bir milletin lisânını, dilini bilirse.
*Emine*, emîn olur, kurtulur. *Min mekrihim*, onların mekrinden, yâni onların *Hîlesi* nden, düşmanlığından kurtulur.
Peygamber Efendimiz; *Onların lisânını öğrenin!* diyor. *Düşmanların lisânını öğrenin!* buyuruyor.
Bir duâ var. *Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa’fü annî*, her duâda okuyoruz bunu. Mânâsı ne peki?
*Allahümme*; yâ Rabbî. *İnne*; elbette. *Ke*; sen. Elbette sen, *Afüvvün*; affedicisin, günâhları affedicisin. *Kerîmün*; kerem sâhibisin, ikrâm edicisin.
Yâ Rabbî, sen hem günâhları affedicisin, hem de *İyilik* ihsân edicisin. *Tuhibbül afve*; Çünkü sen affetmeyi seviyorsun, seversin. Allahü teâlâ affetmeyi sever.
*Fa’fü annî*; öyle ise beni affet. *Fa’fü*; öyleyse affet. *Nî*, beni. Öyleyse beni affet! Mâdem ki sen affedicisin, affetmeyi çok seversin, öyleyse *Beni affet* yâ Rabbî!
Yâdigâr mektûblar 20.mektûb
25 Zilka'de 1374 [16.7.1955]
Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Sâim Bey
Taahhüdlü göndermiş olduğunuz mektûbunuzu aldım. Sıhhat ve âfiyetinize memnûn oldum. Cenâb-ı Hak siz kalbi temiz, kendi temiz kardeşimizi dünyâda ve âhiretde mes'ûd eylesin. Cenâb-ı Hak hakîmdir ve rahîmdir. Herkese, kalbine göre verir. İyi insanlara dâima iyilik verir. Yoksa bizler iyi ile fenâyı tefrîk edemediğimiz için bunu anlamıyoruz.
Bundan evvel bir mektûbunuzu daha almışdım. Bursa'ya gideceğinizi yazmış olduğunuzdan cevab yazmamışdım. Yalnız Eskişehr'e bir kart göndermişdim ve mektûbunuzu aldığımı bildirmişdim. Bu iki mektūbunuzdan başka bir mektûbunuzu almadım. Eskişehr'e bayram tebrîki kartı da göndermişdim. Demek size vâsıl olmamış.
Kardeşim, Mürşidü'l-Müteehhilin çok güzel bir kitâbdır. İslâm harfleri ile yazılmışdır. Bunu tekrar tekrar okutunuz, dinleyiniz. Her müslimâna çok lâzımdır. Oğlan babası ile kız anası ve oğlan anası ile kız babası nâmahremdirler. Bir arada açık oturamazlar ve konuşamazlar. Bir erkek, onsekiz kadın ile açık oturabilir ve konuşabilir. Başka hiçbir kadınla görüşemez ve bakamaz ve müsâfaha bile edemez ve selâm veremez. Harâmdır. Bu onsekiz kadın: Ana, hemşire, kendi kızı, birâderinin kızı, hemşiresinin kızı, hala ve teyze. Bu yedi kadın süt ile de yakın olur. Ya'nî, süt ana, süt kardeş, süt kız, süt birâder kızı veya birâderin süt kızı, süt hemşire kızı veya hemşirenin süt kızı, süt hala, süt teyze. Bu ondört kadınla konuşmak câizdir. Onbeşinci kaynanadır. Onaltıncısı gelindir. Onyedinci üvey annedir. Onsekizinci üvey kızdır. İşte bu onsekiz kadından başka kadınlara bakmak ve konuşmak harâm olduğundan, dünürler oturmazlar, konuşamazlar. Sonra, kardeşim, nikâhda 32 farzı söylemek şart değildir. Tecdîd-i îmân lâzımdır. Kız ve oğlan, tecdîd-i îmân ederler. İki müslimân erkek şâhid lâzımdır. Cenâb-ı Hak hayırlı eylesin, mes'ûd ve mübârek etsin.
Evli bir kadın nemâzlarını iyi kılar ve zevcine itâ'at eder ve erkeklerden örtünüp saklanırsa, muhakkak Cennete gider [Hadîs-i şerîf]. Bu üç şeyi yapan kadına zevci her iyiliği, her hizmeti, her fedâkârlığı yapmalıdır ve böyle kadının her kabahatini afv etmelidir. Böyle kadın çok kıymetli ve çok mes'ûd ve bahtiyâr bir kadındır. Dünyânın en büyük ni'meti böyle bir kadına mâlik olmaktır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki, dünyâ ni'metlerinin en hayrlısı, sâliha kadındır. Böyle kadına mâlik olan bir erkek, çok mes'ûd ve bahtiyâr bir erkektir. Cenâb-ı Hak hepimize, dünyâ ve âhıret seâdetini nasîb etsin. Dünyâ ve âhıret seâdeti ancak müslimânlara mahsusdur. Müslimân olmak için müslimânlığı okuyup öğrenmek lâzımdır. Okumadan öğrenmeden, bilmeden müslimânlık olmaz. İnsan, ben müslimânım demekle, müslimân olmaz. Size Birgivî Vasıyyetnâmesi aradım. İstanbul'da da bulamadım. Daha arayacağım. Bulursam posta ile gönderirim.
Müslimânların ecnebî memleketlerde ibâdet etmeleri bugün daha kolaydır. Zaten Cum'a ve bayram nemâzları ecnebî memleketlerde ki müslimânlara farz değildir. Nemâzları yollarda, trenlerde kılmak müşkil ise de,bu müşkilât, Türkiye'deki yolculukda da mevcûddur. Hristiyan memleketlerine dârülharb denir. Dârülharbde Cum'a ve bayram nemâzı kılmak farz değildir. Diğer bütün farzlar kolay yapılır. Domuz eti ve şerâb ve her türlü müskirât içmemeğe dikkat etmelidir. Şeytan insanı, ibâdet yaparken insanlardan utandırmak ister. Şeytana aldanmamalı.
Gözlerinden öperim kardeşim.
Hüseyn Hilmi Işık