KÂSIM ARVÂS

Mubârekleri ziyarete gitmişdik."sık sık gelin efendim" dediler.Bende, "siz meşgûlsünüz efendim" deyince, "size kapımız her zemân açık. Sizde Seyyid Fehîm hazretlerinin kokusu var, bizde de Efendi Hazretlerinin kokusu var, ikisi bir araya gelince nûrun alâ nûr olur", buyurdular.

Mubârekler bizim eve teşrif etmişlerdi. " Efendi hazretleri kıyâmete kadar zuhûr edecek her şeyi bize anlatdılar"buyurdu. Ben de, "bir tâne lütfeder misiniz?" dedim. "Müsa'ade yok efendim" buyurdular.

Mubârekler bir def'asında bize teşrif etmişlerdi. Ben de,"efendim evimiz sizindir" dedim. Onlar da tebessüm edip, "çok cömerdsiniz" dediler ve Enver ağabeğe dönerek, "Enver beğ gördünüz mü, Kâsım efendi evi bize hediyye etdi" dediler. Sonra bana dönerek, "aldım kabûl etdim, ben de size hediyye etdim" buyurdular.

(Hatıralar,sf 897)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* diyor ki: Amerika’da *Otoban* lar var, aynen *Ahtapot* gibi, herkes numaralara bakıyor. Bir şaşırdın mı mahvoldun. Aynı *Nokta* ya gelmek için, bütün *Gün* dolaşıp durursun. 


Onun için, *İstikâmet* kadar mühim bir *Şey* yok kardeşim. Allahü teâlâya hamdolsun ki, *Efendi hazretleri* ne rastladık da, bize istikâmetimizi gösterdiler, önümüzü açdılar. Ne kadar *Şükr* etsek azdır. 

 

Okyanusu, *Yüzerek* geçemezsin. Tek başına *Kayıkla* da geçemezsin. Geçmeye kalkarsan, bir *Fırtına* çıkar, bir *Köpek balığı* çarpar, boğulup gidersin. 


*Herkese Lâzım Olan Îmân* kitâbımızda otuz kırk tâne gayr-i müslimin müslümân oldukları yazılı. *Niçin müslümân oldular?* diye de *Başlık* atmışız. Bunların çoğu da önemli kimseler. 


Kimi *Doktor*, kimi de *Kurmay Albay*. Avrupalı hıristiyanlar bunlar. Bir tânesi, birinci cihân harbinde, *Müslümân* bir Pâkistânlı ile *Ahbap* oluyor. Birbirlerine gidip geliyorlar. 


O müslümân, bir gün bu ahbâbının evine, ziyârete gidiyor, ona islâmiyeti anlatıyor. O da diyor ki: *Senelerdir arkadaşız, sizin müslümânlığınıza bayıldım, çok seviyorum*, diyor. 


Pâkistânlı da ona; *Öyleyse müslümân olsana kardeşim, dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşursun, seni sevdiğim için söylüyorum*, diyor. 


O da diyor ki: Ben *Müslümân* lığı çok seviyorum ama günde *Beş* defâ *Namaz* kılmak, bana *Zor* geliyor. Bunun bir *Çâresi* yok mu? Ben müslümân olacağım, ama bana bir *Çâre* söyle, diyor. 


Onun evinin duvarında, örtülü bir *Şey* asılıymış. Pâkistânlı merak edip, ona soruyor; *Bu nedir?* diyor.


O da diyor ki: Bu, *Keman* dır, ben her gün vazîfeden gelince, bunu *İki sâat* çalarım, yorgunluğum gider. Çalmazsam, o *Gece* uyuyamam. Bu, benim *İlâcım*, diyor.


Pâkistânlı; *Bizim de öyle yorgunluklarımız oluyor, bizim ilâcımız da günde beş kere namaz kılmakdır*, diyor. Günde beş kere namaz kılınca, yorgunluk, üzüntü kalmıyor, diyor. 


O da; *Sahi mi?* diyor. Pâkistânlı; *Evet, istersen tecrübesini yap, ama evvelâ müslümân olman lâzım!* diyor. O da arkadaşına inanıyor, râhata kavuşmak için *Îmâna* gelip, müslüman oluyor. 


Nitekim Peygamber Efendimize soruyorlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle cevaben; *En kıymetli insan, ilim öğrenen ve öğrendiğini başkalarına öğretendir*, buyuruyor.

AKIL

 Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri, Rûh Risâlesi nâm çok kıymetli eserinde buyurdular:


Akl, çok şeyleri idrâkten âcizdir. Kur’ân-ı azîmü’ş-şânda vârid olmuştur;

“Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezdiniz” [Bakara, 216]

Bu da aklın za’fından, aczinden ileri gelir.

Vallahu a’lem bi’s-savâb ve ileyhi merce’u ve’l-me’âb

(Her şeyin doğrusunu en iyi bilen Allah’dır ve dönüş O’nadır.) 

(Son Halkalar I, sf 414-415)

MÜRŞÎD

 Efendi hazretleri (kaddesallahu teâlâ sirreh), Keşkül nam kıymetli defterde buyurdular ki;

“Mürşîdden murad, şeyh-i kâmil-i fânîfillahtır. Nâkıs şeyhlerden tarîkat almak tâlib-i sâlike muzırdır (zarar vericidir) ve mehâlike (felâkete) sürükler.”

(Son Halkalar I, sf 425)

ŞERÎ’AT

 Efendi Hazretleri (kaddesallahu teâlâ sirreh) buyurdular;

“Şerî’at, üç cüz’den ibârettir: bilmek, işlemek ve her ikisinde ihlâs ile muttasıf olmaktır. Dünyâ ve âhiret şerî’atte saklıdır. Kalanların hepsi şerî’atin gayrisidir, nefsin arzularındandır. Nefs, Cenâb-ı Hakl’ın düşmanıdır.  Allahu teâlânın rızası, nefsin beğenmedikleridir ve bu da şerî’atten inârettir.

Şer’in maklûbu (yersin okunuşu) Arş’dır. Zâhirde şer’den yüz çevirmek, Arş’fan yüz çevirmektir. 

Şer’in zâhiri fetvâdır, bâtını (iç yüzü) takvâdır.”

(Son Halkalar I, sf 440)

MUHABBETULLAH

”Allah’tan başkasından alâkasını kesmeyen bir insan, Hakk celle ve alânın muhabbetine kavuşamaz. Zîrâ, Cenâb-ı Hakk şerîk (ortak) istemez. İnfisâl (ayrılma) hâsıl olmayınca, ittisâl (kavuşma) hâsıl olmaz.”


Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî

“Kaddesallahu teâlâ sirreh”

TÂİFE-İ NAKŞİBENDİYYE

 “Kim bu tâife-i nakşibendiyyenin etrafında niyâz ve âdâb-ı temam ile dolaşırsa, seâdet sahibi olur.”


Şâh-ı Nakşibend Bahâeddîn-i Buhârî

“Kaddesallahu teâlâ sirreh”

KURTULUŞ

Her mükellefin birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin bildirdikleri üzere itikadını düzeltmesidir. Ahirette kurtuluş, bu büyüklerin bildirdiklerine inanmağa bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar (fırka-i nâciye), yalnız bunlar ve bunların yolunda gidenlerdir. 

-İmâm-ı Rabbânî-

“kaddesallahu teala sirreh”

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri tarafından talebesi Hüseyn Hilmi Işık efendiye yazılmış mektûblar

Bu mektûblar es-Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri tarafından talebesi fazîletli Hüseyn Hilmi Işık efendiye yazılmışdır.

Azîz Hilmî!
Mektûbunuzun delâlet etdiği âfiyetinize şükrânlarda bulundum. Bâhusûs Sedâda avâmil dersi (okutman) pek hoşuma gitdi. Demek ki şehrlerden uzak kalmanızın takdiri boş değildir. Her ikiniz de müstefid olursunuz. Evâil-i İslâmiyette kelimât-ı mukaddese paralara nakşolunmuş değildir.Zirâ âlet-i mübadele nükûd muhân olun üzerlerinde tasvir caizdir. Bu nukuş paralarda Ehl-i Sünnet olmayan bir takım hükümdarların zemânında olmuş, Fâtımîler gibi, Resûlîler gibi,mu'tezile ve sâir şeri'ate tabi' olmayıb İslâm nâmı altında olanlardır. Evâil-i İslâmiyye, Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîn idiler. Firâk-ı dâllenin satvet-i zemânlarında avâmı kendi mezheblerine meylettirmek için isti'mâl olunan hilelerden biridir. Fukâhâ-yı izâm, muhterem addettikleri kelimeleri paralara değil, mezarda isti'mâlini tevcîz etmemişdir. İşte bu mezar taşları dahi öyledir. (ya'nî mezar taşlarına bile yazmaya izin vermemişdir). Mendillerde tesâvir câiz olduğu gibi, paralarda (da) câizdir. Zîrâ muhândırlar. Hakîrdirler, muhterem değildirler. Size ve vâlide ve kardeşlerinize selâmlar ve düâlar ederim. Ara-sıra mektûb yazınız. Ahvâlinizi mufassalan yazınız! Teftîşden sonraki ahvâlinizi serî'an bildiriniz! 19 Eski Mart.


Pekçok sevilen Hilmî Sedâd!
Sevimli mektûblarınızı aldık. Şâkir okudu. Senâ ve şükre bâis oldu. Avâmilin tercemesini güzel yapmış. Demek ki,anlamış.Hilmi istifâde eder. Sedâd istifâde eder. Avâmilin bir şerhi, bir de mu'rebi vardır. Bunları bir vâsıta ile gönderirim. Zâten nahv i"tibâriyle kâfi olur. Sonra kimyâ mühendisi olduğunuz gibi, bir de sarf ve nahv mühendisi olursunuz. Diğer mühendisler çoğaldıkça, kıymetden düşerler. Bu mühendislik haddi zâtında makbûl olduğu gibi, nâdir ve azalmış ve bitmiş olduğundan çok makbûl olur. Daymik orada bulunmanız, böyle devlet-i azîmeye nâil olmak için olmuş. Selâmlar ve düalar ederiz.


Hilmî!
Bu mektûbunuzdan çok memnûn ve mesrûr oldum. Hemen bu i'tikâdın kuvvetlenmesini arzu ederim. Hablar, ya'nî müshil habları bana çok yarıyor. Kolay ise bir mikdâr dahâ yapınız ve gönderiniz!
25 Rebiülevvel.


Aleyküm selâm!
Esnâ-i tilâvet-i Kur'ânda selâm sünnet değildir. Fekat selâm eden olur ise, reddi vâcibdir. Tilâvet esnâsında tilâveti keser. Selâm red eder. Sonra okumağa başlar. Zîrâ tilâvet sünnetdir. Redd-i selâm vâcibdir. Vâcib, sünnet için terk ve te'hir olunmaz. Evvelce gördüğün ve anladığın gibi oku! Zîrâ,bu hakdan murâd, hurmet demekdir.(Bi-hakk-ı Muhammed) "sallallahü aleyhi ve sellem" demek,bi-hurmet-i Muhammed demekdir. (Mevkûfât) sâhibi zan etmiş ki, hak kelimesi, bir hakk-ı şer'î veyâ hakk-ı aklîdir. Öyle murâd olunur ise, öyle olur.Minelkadîm bu düâ böyle okuna gelmişdir. Evet, Allahü teâlâya hiçbir sûretle, hiçbir şey, ne şer'an ve ne de aklen vâcib değildir. Burada hakdan murâd, bu murâd değildir. Belki mütercim yanlış anlamışdır. Azîzim! Senin hâlin gibi, herkes bu derdle derdli, bu hastalık ile hastadır. Böyle olmaz ise, başka sûretle rahatsızlık olur. Âdetullah böyle cârî olmuşdur. Arabî beyt: (Küllü men telka-hu yeşkü dehrehu. Yâ leyte şa'rî hâzihid-dünyâ limen?) (Ya'nî her kime rast gelirsen, hâlinden,zemânından şikâyet ediyor. Âh bilseydim,bu dünyâ kimin malıdır, demekdir. En iyisi yine sensin!)


Hilmî,
Mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatınıza şükür etdim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarıyan ve din-i islâmda misli te'lif edilmiş olmıyan (Mektûbât) kitâbını okuyup ba'zısını anlamanın çok ziyâde bir fadl ve ihsân olduğunu bilmelisin!

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Duâ-i zahr-ül gayb icâbete makrûndur*. Ne demek bu? Yâni, insanın *Kendi* ne yapdığı duâ kabûl olmıyabilir. Fakat birinin arkasından, *Gıyâb* ında yapdığı *Duâ* kabûl olur. 


Onun için hepimiz birbirimize *Duâ* edeceğiz kardeşim. Ben, her *Namâz* ımda, hepinize duâ ediyorum. 


Efendi hazretleri de, en çok *Ziyâ Beye* duâ ederdi. Çünkü Onu çok *Sever* di. Ben şâhidim. Meselâ bir gün ellerini kaldırıp, şöyle duâ etti. 


Yâ Rabbî, *Ziyâ* kulunun bana yapdığı *İyilik* lere, bir karşılıkda bulunamıyorum. Onun *Mükâfât* ını, sen sonsuz *Rahmet* hazînelerinden ver. Onu, sana *Havâle* etdim! diye duâ etdi. 

● ● ● 

Hazret-i Ömer, mîzâcen *Sert* tabîatlı bir zât idi, hatır dinlemezdi. Meselâ *Bedr gazâsı* nda, kâfirlerden *Yetmiş* kişiyi esîr aldılar. Peygamber Efendimiz, Eshâba sordu: *Ne yapalım bu esîrleri?* dedi. 


Hazret-i Ömer; Yâ Resûlallah, onlar seni *Esîr* alsalardı, hemen öldürüp *Şehîd* ederlerdi. O hâlde bize emret, yetmişini de *Öldürelim*. Ebû Bekre söyle, *Oğlu* nu öldürsün. Alî’ye söyle, *Amcası* nı öldürsün, dedi. 


Hazret-i Alî’nin ve Efendimizin amcası *Hazret-i Abbâs* da esîrler arasında idi. Öyle deyince, Peygamber aleyhisselâmın mübârek *Yüzü* buruşdu, üzüldü, sıkıldı. 


Ve Hazret-i Ebû Bekre dönüp; *Yâ Ebâ Bekr, sen ne dersin bu hususda?* diye sordu. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömerin aksine *Yumuşak* tabîatlı idi. 


Efendimize cevaben; Yâ Resûlallah! Senin Eshâbın olan bizler *Fakîr* iz. Medîne ahâlîsinin ekserîsi  *Çoban*, yiyecek ekmek *Para* ları bile yok, dedi. Ve sözüne devamla; 


Bunlara söyliyelim, bize *Bin altın* vereni *Serbest* bırakalım. Çünkü bunların içinde hepimizin *Akrabâ* sı var. Onun için öldürmiyelim, *Para* alalım, o paraları eshâbına dağıt, eshâbın *Zengin* olsun, dedi. 


Bu cevap, Peygamber aleyhisselâmın *Hoşuna* gitdi. Esîrlerin her birinden *Bin Altın* istediler. Buna, *Esîrler* de sevindiler tabii, çünkü öldürülmiyeceklerdi. 


Hemen Mekke’deki akrabâlarına mektup gönderdiler ve; *Beni bırakmaları için (bin altın) gönderin!* dediler. Parası olan gönderdi, olmıyan da etrafdan topladı. 


*Bedir* de alınan *Esîrler* arasında bir de kim vardı? Peygamber aleyhisselâmın amcası *Abbâs*. İşte o, Resûlullah Efendimize; 


*Yâ Muhammed, benden (bin altın) istiyorsun. Utanmıyor musun? Beni Mekke sokaklarında el açıp dilencilik mi yapdırmak istiyorsun?* dedi. 


Bakın, *Peygamber* demiyor da, *Muhammed* diyor. Niçin böyle diyor? Çünkü Onun Peygamber olduğuna inanmıyor ki. 


Peygamber Efendimiz de, hazret-i Abbâsa cevâben buyurdu ki: Ey amca, sen *Beni* ve *Müslümân* ları öldürmek için, Mekke’den çıkacağın gece yarısı, *Hanımı* na dedin ki:


*Bak, şu çekmecede şu kadar (altın) var. Eğer sağ sâlim dönersem, bu altınları senden isterim. Eğer ölürsem, senin olsun!* 


Böyle demişdin ya, işte şimdi *Mektup* yaz hanımına, o altınlardan *Bin tâne* göndersin deyince, *Abbâs* ın ağzı açık kaldı. Peygamber aleyhisselâma dedi ki: 


Yâ Muhammed, sen *Bunu* nerden haber aldın? Ben bunu, gece yarısı söylerken kimse *Yokdu* yanımızda. Sen bunu nerden biliyorsun? dedi. 


Efendimiz aleyhisselâm da; *Bana, Rabbim haber verdi, Rabbim bana bildirdi!* dedi. 


Öyle deyince, *Abbâs* dondu kaldı ve hemen; *Ben inandım ki, sen Allahın Peygamberisin!* dedi ve müslümân oldu. 


Ama Peygamber Efendimiz, yine de Ona; *Bin altını vermezsen, seni salmam, geri göndermem!* dedi. Niçin böyle söyledi?


Çünkü bu sefer de, amcasına iltimas etdi demesinler diye, hazret-i Abbâsa; *Herkesden aldığımızı senden de isteriz!* buyurdu. 


Bedir esîrleri arasında bir de *Kim var?* Peygamber aleyhisselâmın *Dâmâdı*, yâni büyük kızı *Zeyneb* in efendisi var. 


*Zeyneb* Mekke’de kalmış, *Efendisi* de müslümânları öldürmek için *Bedir’e* gelmişdi. O da mektup yazıyor Mekke’ye. *Amân Zeyneb! bana (Bin altın) gönder ki beni salsınlar, bıraksınlar!* diyor. 


Hazret-i Zeyneb, *Beyi* ni serbest bıraksınlar diye, *Bin Altın* yerine, boynundaki *Altın Gerdanlığı* nı gönderiyor. Peygamber Efendimiz bir bakıyor ki, *Zeyneb* in gerdanlığı. 


Tanıyor hemen. Kaç sene evvel, kızı Zeyneb *Gelin* olurken, hanımı *Hatîce* vâlidemizin, kızının boynuna, *Kendi* eliyle takmış olduğu *Gerdanlık*. 


Peygamber Efendimiz onu görünce başlıyor ağlamaya. Çünkü *Hatîce* vâlidemizi çok severdi. Onun mübârek *Eliyle* takdığı gerdanlığı görünce, Peygamber Efendimiz ağlıyor. 


*Ey Eshâbım, bu gerdanlığı bana bağışlar mısınız? Evet sizin hakkınız, ama bunu tekrar kızıma hediye edelim diyorum, ne dersiniz?* diye soruyor.


Eshâb-ı kirâm; *Fedâ olsun yâ Resûlallah* diyorlar. Ve böylece Efendimiz, dâmâdını *Serbest* bırakıyor. Tam gideceği zaman, onu çağırıyor ve o gerdanlığı kendisine geri verip; 


*Bu gerdanlık, Hatîce vâlidenizin mübârek eliyle Zeyneb’e takdığı gerdanlıkdır. Bunu, tekrar kızıma geri götür!* diyor. O da alıyor gerdanlığı, *Zeynebe* geri götürüyor. 


Zeyneb onu görünce, çok duygulanıp başlıyor ağlamaya. Efendisiyle birlikde, ikisi de *Müslümân* oluyorlar. *Îmâna* geliyorlar. İşte bu, Peygamber aleyhisselâmın *Merhameti* sâyesinde oluyor kardeşim. 

● ● ● 

Bir hadîs-i kudsîde Peygamber Efendimiz ne buyuruyor? *Âdi nefseke*; nefsinize düşman olun. Kim diyor bunu? Allahü teâlâ söylüyor. 


Ey insanlar, nefsinize düşman olun! buyuruyor. *Feinnehâ*; çünkü sizin o nefsiniz, *İntesabet*; benim karşıma dikilmişdir, *Li mu’âdâtî*; düşman olarak. 


Yâni, *Nefslerinize uymayın, çünkü sizin nefsiniz bana düşmandır!* buyuruyor Allahü teâlâ. Öyleyse nefsimize uymıyacağız, islâmiyete uyacağız kardeşim. 


Nefs, insana dâima *Zararlı* şeyleri emreder. Mahlûkların en ahmağı, insanın *Nefsi* dir. İşte nefs, dâima *Kötü* şeyleri ister. O hâlde *Ahmak* dır. 


Çile çekmeden hiç bir *Hizmet* yapılamaz. Bir dâvâ ne kadar *Çileli* ve ne kadar *Sıkıntılı* olursa, o kadar uzun *Ömürlü* olur. İslâmiyetin başlangıcında çekilen sıkıntılar belli. 


Nitekim Peygamber Efendimiz aleyhisselâm; *Gelmiş veyâ gelecek bütün insanların çekdiği çileden daha çoğunu ben çekdim!* buyuruyor.

Yâdigâr mektûblar 5.mektûb

 Çarşamba 

Selamün aleyküm kıymetli kardeşim Enver bey

Sizi yine rahatsız ediyorum. [Abdülhakîm] Efendim merhumun tanıdıklarını görünce, Seâdet-i Ebediyye'nin üçüncü kısmını söyleyiniz, alıp okusunlar.

Sizden istirhamım şudur ki; bir ay içinde Babıali'deki Eminönü vergi dairesine 200 lira yatırmak lazım. Mayısın onbeşinci gününden sonra fazla kalabalık olur. Hesâb yaparken 200 lira fazla yazıp, Altay bey'den geçen sene Mayıs veya eylül ayındaki âlât-ı sâbite vergi makbuzunu alıp, makbuzla beraber parayı o vergi dairesinde yine üst katta fakat merdivenlerden çıkınca soldaki odaya götürüp, yarısını yatıracağım deyiniz. Makbuzu alıp Altay Bey'e her iki makbuzu da verirsiniz.

Onbeş gün evvel Hüseyin Şener'e Seâdet-i Ebediyye'nin ikinci kısım ikinci baskı müsveddelerini gönderdim. Aldıklarını telgraf ile bildirdiler. Fakat neden basılmağa başlamadılar? Eski fiyata razıyım. Bozkurt Aziz Bey'e rica etsinler. Hemen basılmasını rica ettiğimi söylesinler. Sizlere zahmet oluyor.

Cenâb-ı Hak hepinize ecrini İhsan buyursun. Din ve dünya seadetinize dua eder, bütün kardeşlerime selam eylerim. Dualarınızı beklerim efendim.

Hüseyn Hilmi Işık