Müjde

 Hasen-i Berkî "rahmetullahi teâlâ aleyh": Hindistânda Ahmed-i Berkînin talebesidir.İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin nazar-ı inâyet ve bereket-i sohbeti ile şereflenmişdir. Öleceği zemân buyurdu ki, bana bağlı olanların afv olunacakları müjdesini aldım. Dahâ fazla istedim. Sana inananlar mağfûrdur denildi. Dahâ ziyâdesini istedim. Seni işitip de sevenler, kıyâmete kadar mağfûrdurlar buyuruldu. [Ya'nî kalbi yumuşıyarak tevbe eder ve Cennete girmeğe sebeb olan sâlih amelleri yapması nasîb olur.]

(Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye)

ŞA'YÂ ALEYHİSSELÂM

 İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dînini yayıp, Tevrât-ı şerîfin hükümlerini bildirdi.


Mûsâ aleyhisselâmdan sonra hak yoldan ayrılıp, bozuk yollara sapan İsrâiloğulları kendilerine gönderilen peygamberlere ya kısa dönemler hâlinde tâbi oldular veya hiç tâbi olmayıp isyân ettiler. Şa'yâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etmek üzere peygamber olarak gönderildi. Şa'yâ aleyhisselâmın peygamberliği Zekeriyyâ, Yahyâ ve Îsâ aleyhimüsselâmdan önce idi. Şa'yâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarına Allahü teâlânın emirlerini bildirip nasîhat etti. Muhammed aleyhisselâmın geleceğini bildirdi. Şa'yâ aleyhisselâm zamânında, İsrâiloğullarının başında Sudika adlı bir melik vardı. Melik Sudika'nın vefâtından sonra saltanat kavgaları yüzünden birbirine giren İsrâiloğullarına, Şa'yâ aleyhisselâm nasîhatte bulundu. Fakat onu dinleyen olmadı. İsrâiloğulları iyice düşman oldular. Nihâyet Şa'yâ aleyhisselâmı şehîd ettiler. Böylece Allahü teâlâ tarafından kendilerine gönderilen peygamberi dinlemeyip, büyük felâkete düştüler. Daha sonraki yıllarda Bâbil hükümdârı Buhtunnasar tarafından yurtları istilâ edildi. (Taberî-İbnü'l-Esîr-Sa'lebî)

RÜYADA PEYGAMBER EFENDİMİZ'İ GÖRMEK

Efendimiz aleyhissalatü vesselamı rüyada görmenin ta’biri meyanında Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) Hazretleri buyurdular ki;

Peygamberi (aleyhissalatü vesselam) rüyada görmek, büyük bir devlet, büyük bir ni’mettir. Râî, yani gören ile bir münâsebeti olduğuna delâlet ve îmalar vardır. Nitekim hiçbir kâfir, hiçbir zındık, hiçbir mürted, hiçbir sûretle Peygamberi (aleyhissalatü vesselam) rüyada görmez ve göremez.Zira münâsebetleri yoktur.

(Son Halkalar I, sf 392-394)

İRTİDÂD

Buyurdular ki;

“Ahlâm-ı kat’iyye-i ilâhiyyeyi inkâr ve tereddüt ve istihzâ (alay etmek) ve suhriyye (maskaralık etmek) ve beğenmemek ve ibâda (kullara, insanlara) evfâk ve erfâk (uygun) olduğuna inanmamak ve zamanların tebeddül etmesiyle (zamanın değişmesiyle)  tebeddül etmesine (değiştiğine) kâni’ (kanaat getirmek, inanmak) dahî irtidâddır (küfürdür).”

(Son Halkalar I, sf 385-386)

...

*İrtidâd: dinden çıkmak, mürted olmak

Borcunu vaktinde vermemek (uzatmak) zulümdür

Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) Hazretleri buyurdular:

“Deynin (borcun) eceli, yâni vakti hulûl ettikten sonra (borcun ödeme vakti geldiğinde) medyûn (borçlu) muktedir olduğu halde (imkânı varken) deyni vermemesi bir zulümdür. Hadîs-i şerîfde;

“Borcunu vaktinde vermemek (uzatmak) zulümdür”

vârid olmuştur. Edâsına muktedir olan kimsenin deynin ecelinin hulûlünde (borcunu ödeme zamanında) vermemesi, uzatmadır, tehirdir. Bu ise zulümdür ve habs de zulmün cezasıdır.

Deyn, yani borç vermek bir emr-i ilâhîdir.

“İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın”

(Mâide, 2)

 Allahu teâlâ, muhtaçlara borç, karz-ı hasenle (bir menfaat karşılığı olmadan verilen borç) muâmelede bulunmayı emr ediyor. Muhtaçlara vermemek, emr-i ilâhiye adem-i imtisâldir (yok saymaktır). Fâize, ribâya mecbûr etmek ve bin-netice (sonuç olarak) zarar vermek demektir.

Karz-ı hasenle verilmezse, fâizle muâmeleye mecbûr olur, yani ribâya teşvîk ve tergîb olur.”

(Son Halkalar I, sf 383)

...

Cenâb-ı Hakk’ı (celle şânuhu) rüyada görmek

Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teâlâ sirreh) Hazretleri buyurdular:

“Cenâb-ı Hakk’ı (celle şânuhu) rüyada görmek, kü ulemâ-i îzâm -sıradan hocalar değil- arasında ihtilâflıdır. Mümkün mü değil mi, vâki mi değil mi, doğru mu değil mi, diye ihtilâf etmişlerdir ve inde’t-tahkîk, şer’-i şerîf-i Ahmedî’nin (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) tecvîz buyurdukları sûrette (câizdir, buyurdukları gibi) câiz ve mümkün ve vâki’ ve bunun ekseriyâ ta’biri, gören ve görülen tâlib-i ilmler ve sâlik-i tarîklerin ileride âlim olmasıyla ta’bir olunur. Fakirler zengin olur, hastalar şifa bulur. Zât-ı zülcelâle (celle celâlühü) aid olan şeyler gayr-i mütenâhîdir (sonu yoktur). Bunun ta’biri de gayr-i mütenâhîdir (ta’biri bitmez).”

(Son Halkalar I, sf 391)

Yâdigâr mektûblar 3.Mektûb

Salı 

Selâmün aleyküm aziz Enver 

Kıymetli mektubunuzu alalı çok zaman oldu. Cevâbı te'hir ettiğimden özür dilerim. Muhtelif yerlerden mektûb geliyor. Hemen her gün cevap yazmakla meşgul oluyorum. Nazım geçen zatların cevabını sonraya bırakıyorum. Diğer taraftan size mektup yazmağa yüzümde yok. Sizi orada fazla yoruyoruz. Derslerinize mani olduk diye müteessir oluyorum. Cenâb-ı Hak yardımcınız olsun. Din ve dünya nimetlerini size artdırsın.

Oradan ayrılırken Seâdet-i Ebediyye'nin üçüncü kısmını matbaaya vermişdim. Ve birinci formanın birinci tashihini yurtdaki arkadaşlarla yapmışdık. Müteâkib tashihleri yapınız diye Şâdi [Güngör], Hüseyn Atila [Şener], Hüseyn Boğ ve Salâhaddin'e [Aydın] istirham etmiştim. İki forma basılınca hemen posta ile bana gönderiniz; hem görür, okur; hem de kitap sonundaki hata cetvelini ve fihristini hazırlarım demiştim. Bugüne kadar hiç forma göndermediler. Ve bir mektublarını da almadığım için, hem kitabın basılması inkıtâ'a mı uğradı diye üzülüyorum, hem de o kardeşlerimize bir musibet mi arıza oldu diye üzülüyorum, merak ediyorum.

Kitâb basılır ise, basılan formalardan hemen birer adet lütfen gönderirsiniz. Ve müteâkib basılacaklardan da basıldıkça ikişer forma gönderirsiniz. Zaten ikişer ikişer bastırmak tadır. Kitabın tashihleri onlara eziyet veriyorsa, derslerine mâni' oluyorsa, bildirsinler de tedbir alalım. Kitâb basılmıyor ise, sebebini yazsınlar da onun da çaresini arayalım. Onlardan şimdiye kadar hiç haber almamak beni fazla üzdü. İnşaallah endişe edecek bir hâl yokdur. Dinsiz ve geçimsiz arkadaşlar ile münakaşa etmesinler. Fitne, fesâd uyandırmamak için çok sabırlı ve mülayim olsunlar.

Bâyezid Câmi-i Şerifi'nin avlusunda tramvay caddesine çıkan kapıdan çıkarken sağ tarafta bir tesbihci var. Oğlunu Kuleli'ye yazdırmıştım. Onda 10 lira kitap param var. O para ile Seâdet-i Ebediyye alıp satsın, kendisine rica ediyorum. Arada sırada kontrol ediniz bakalım satıyor mu? Sizi yine yoracağım için afvınızı dilerim.

[Abdülhakîm Efendi'nin ehibbâsından] Sâlim [Saruhan] Bey'e ve Mehmet [İnce] Bey'e selâm ederim, din ve dünya seâdetinize âcizâne duâ eder, duâlarınızı istirhâm eylerim. Arkadaşların cümlesine selam ederim efendim.

Hilmi

Kabir ehlinden istifâde!

Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretleri, Hindistan velîlerinden ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. 1657 (H.1067) senesinde Hindistan’ın Siyalkût şehrinde vefât etti... Bu mübarek zat, İmâm-ı Rabbânî hazretleri ile Mevlânâ Kemâleddîn-i Kişmîrî’nin derslerinde bulundu. Fıkıh, kelâm ve daha birçok naklî ilimlerde yüksek derecelere kavuştu... 

“BU SEVGİLİ KULUNUN HATIRINA”

Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce kabir ziyâreti hakkında bir soru sorulunca buyurdu ki:

“Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. ‘Ölü yardım yapamaz’ diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. ‘Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver’ demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; ‘Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol’ demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır... 

Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır...


“ÂRİFLERE DİL UZATILMAZ!”

Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her Müslüman bilir ve inanır.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Asıl *Hayât*, öldükden sonra başlıyor kardeşim. Öldükden sonra, *Sonsuz* bir hayât başlıyor. Bunda, aslâ *Şek* ve *Şüphe* yokdur. 


Zâten zerre kadar şüphesi olan, müslümânlıkdan çıkar, Allah korusun. Çünkü bu, *Mutlak* dır. Yâni *Muhakkak* dır.


Eğer insan, asıl hayâtın *Âhiret* te olduğuna, öldükden sonra dirileceğine, hesâba çekileceğine, trilyonda bir *Şüphe* si olsa, bu îmân *Yok* demekdir. 


Çünkü îmân, bir *Bütün* dür, bölünmez, parçalanmaz. Îmân, *Şüphe* götürmez, îmânda şüphe olmaz. Mü’min böyle olmalıdır. Mü'minin îmânı, *Taş* gibi olmalı.


Allahü teâlâ, bâzı kullarına *Hâdî* ismiyle tecellî etmiş, Hidâyet nasîb etmiş, bunları kendi hizmetinde kullanıyor. 


Ötekilere de *Mudil* sıfatıyla tecellî etmiş. Bunlar, *Dalâlet* dedirler, bunun için *Yıkıcı* dırlar, *Bölücü* dürler. El-hamdülillah, Rabbimiz bize doğru yolu nasîb etmiş. 


Elhamdülillah, Rabbimiz bizi *Mes’ûd* ve *Bahtiyâr* kullarından eylemiş. Allahü teâlâ; *Şükrederseniz, ni’metlerimi artdırırım!* buyuruyor. 


Şükretmek de iki türlüdür. Bir, *Şükr-ü hâlî* var, bir de, *Şükr-ü kâlî* var. Bunlardan Şükr-ü kâlî, *Söz* ile şükretmekdir. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri; *Allahümme mâ emsâ duâsını okuyan, o günün şükrünü yapmış olur!* buyuruyor. 


*Şükr-ü hâlî* ise, ni’met ne için verilmişse, onun için kullanmakdır. Meselâ *Göz* ne için verilmişse, oraya bakmak, harama bakmamak gibi. 


Mubâhlar, iyi niyetle işlenirse *Sevap* olur, kötü niyetle işlenirse *Günâh* olur. Ama harâmlar böyle değildir, iyi *Niyet* le haram işlenemez. 


Allahü teâlâ, dünyâya *Kıymet* verseydi, düşmanı olan kâfirlere bir yudum *Su* vermezdi. Dünyâ sevgisi, en büyük *Günâh* lardandır. 


Dünyâ sevgisini kalpden çıkarmanın en kolay yolu, *Sohbet-i sâlihîn* dir. Bir kapda *Su* olsa, bunu çıkarırsak o kaba ne girer? *Hava* girer. 


Havayı o kaba *Sokmak* için uğraşmaya lüzûm var mı? Hayır. *Kendisi* girer. Kalpden de *Dünyâ sevgisi* ni çıkarınca, yerine *Allah Sevgisi* kendiliğindan girer. 


Çünkü onun yeri, orasıdır. Şimdi insanlar, tam tersine, kalplerindeki *Allah sevgisi* ni çıkarıp, onun yerine, kendine düşman olan *Dünyâ Sevgisi* ni koyuyorlar.

Yâdigâr mektûblar 15.mektûb

 25 Şehr-i Ramezânü'l-Mübârek 1372 [8.6.1953]

Ve aleykümselam kıymetli kardeşim Saim bey

28 Şa'bânü'l-Muazzam tarihli mektubunuzu bir hafta evvel aldım. Elime geç vâsıl olması,hayretimi mu'cib oldu. Mektubunuzun kırâeti,sürur ve sevinci hâiz oldu. İslamiyyetin gurbet [garîblik] peydâ eylediği bu zeman da, sizin böyle kıymetli sualler ile meşgul olmanıza çok memnun oldum. Bütün dünyanın küfr ve irtidâd içinde yuvarlandığı bu devirde Cenâb-ı Hakkınn size ikram eylediği kuvvetli imana, dindarlığa ne kadar şükr etseniz, bu büyük ni'metin kadrini ve şükrünü ödeyemezsiniz. Cenabı Hak böyle dindarlığı, ancak, bu zemânda çok az kimselere veriyor ve çok sevdiği bahtiyar kullarına ihsan ediyor. Sizin de bu bahtiyar kullardan biri olduğunuz, bu mektubunuzdan anlaşılmaktadır. Cenab-ı Hakka çok şükr ediniz.Şükr edince bu ni'met daha ziyade artar.

Kardeşim, size Receb-i Şerif ayında mufassal mektup yazmıştım. Bunu aldığınız anlaşılıyor. Mektubunuza cevap olmak ve Berat kandili'nizi tebrik etmek üzere, mübarek Şa'bân ayında da bir kart göndermiştim. Bunu almadığınız anlaşılıyor. Yeni adresinizi bildirdiğinize çok teşekkür ederim. Bayram tebrikini eski adresinize gönderecektim. Artık Eskişehir'e gönderirim.

Kardeşim, mektubunuzda üç dâne sualin cevapları şunlardır:

1- İnsanı arı ve diğer haşerat sokarsa, oruç bozulmaz. Orucu bozan şeyler gıda veya deva veya keyf maddelerini ağızdan veya  [ön ve arkadan lavman] suretiyle veya cildden yaraya koymak veya iğne ile şırınga etmek sureti ile oruç bozulur. Eğer bunları kasden yaparsa, hem kaza ve hem keffaret lazım gelir. Eğer bir özr ile veya cebr ile veya hatâ ile yaparsa, yalnız kaza lazımdır.Keffaret lazım gelmez. Eğer bunları sehven yaparsa, ya'ni unutarak, nisyan suretiyle yaparsa, orucu bozulmaz.

İnsanı arı sokunca,oruç bozulmadığı gibi,arı insanın ağzından midesine gitse, yine bozulmaz. Zirâ gıdâ,deva veya keyf maddesi olmayan şeyleri kasden yise, oruç bozulur ve yalnız kaza lâzım gelir. Kasden değil de gayri ihtiyari vücuda dahil olsalar, oruç bozulmaz. Arının kendisi veya sokması, gıda ve deva ve keyf maddesi olmadığı gibi, gayri ihtiyari soktuğu için oruç bozulmaz.

2-İkinci cevap câizdir. Ya'ni arıların, komşunun çiçeklerinden müsâadesiz bal özü almasıyla yaptığı balı yemek ve satmak, bize caizdir. Zira bal özü mal değildir. Cins ve mikdarı itibarıyla şer'an ve örfen mal değildir. Eğer komşu, bu bal özlerinin kendisinden veya icar suretiyle menfaatlerinden istifade etseydi caiz olmazdı. Halbuki şer'an ve örfen böyle bir istifadesi yoktur. Ya'nî kıymeti yoktur. O halde bunu almak gasb olmaz ve sirkat [hırsızlık] olmaz.

3- Kur'ân-ı kerîmde arıdan ve baldan bahs eden müstakil sure vardır. Ondördüncü cüz'de (Sûre-i Nahl) ya'nî arı suresi vardır. Büyük bir surenin ismi arı suresidir. Maahâzâ [bununla beraber] bu surenin ortalarında arıdan ve baldan bir kaç ayet bahs buyuruluyor ise de, bu kadarcık bahs de büyük bir şerefdir. Mevâhib-i Ledünniyye kitabında diyor ki (ikinci cild, sahife 194 ve 196):

Peygamberimiz karın sancılarına bal tavsiye buyururdu ve Ve Cenâb-ı hak Kur'ân-ı kerîmde , Sûre-i Nahlde bal hakkında (fihi şifâün linnâsi) [Onda insanlar için şifa vardır] demiştir, buyururdu. Bir hadîs-i şerîfde (hastalarınızı bal ile ve Kur'an-ı Kerim ile tedavi eliniz) buyurmuştur. Diğer bir hadis-i şerîfde (bir kimse hasta olsa, zevcesinin mehr parasından bir parça hediyye istesin. Zevcesinin verdiği hediyye para ile bir mikdar bal alıp, yağmur suyu ile karıştırıp içsin, faide bulur) buyururdu. [Çünki en helal para, mehr parasıdır.] Bal hakkında daha birçok hadisi şerifler vardır.

İmâm-ı Muhammed Gazali hazretleri Kimyâ-i Seâdet kitabında buyuruyor ki: Arılara dikkat ediniz, evlerini nasıl muntazam altı köşe yapıyorlar. Eğer dört köşe yapsalardı, kendileri yuvarlak oldukları için, evlerine girince, köşeleri boş kalırdı. Evlerini de eğer yuvarlak yapsalardı, bu evler bir araya gelince, bu def'a evler aralarında boş mahaller kalıp zayi olurdu. Şekiller arasında, yuvarlağa en yakın olan, altı köşedir ve altı köşeli evler birleşince, aralarında lüzumsuz boşluk kalmaz. Cenabı Hak, lûtf ve inayeti ile bu küçük hayvana bile böyle inayet buyurarak bu şekli ilham etmiştir. Diğer hayvanlardaki inayetleri de düşün de, rabbimizin merhamet ve lütfunun sonsuzluğunu anla.

Mektubuma burada nihayet verir, gözlerinden öper, sıhhat ve selametinize acizane dualar ederim. Ve bu mübarek günlerde kıymetli dualarınızı beklerim. Küçüklerde hürmetle ellerinizden öperler. Beybabam Ziyâ Bey'e de mektubunuzu bildirdim. Çok selam söylediler. Sa'di Bey'e de [Karadeniz Ereğli'sinde arıcı Sadi Anıl] selam yazmanızı rica ederim kardeşim.

Kardeşiniz Hüseyn Hilmi Işık

Bilirsem îmân eder misin?

İslamın ilk günleriydi...

Sevgili Peygamberimiz, birkaç eshâbıyla bir yerde oturuyordu.

Az sonra oraya bir köylü geldi.

Elinde bir torba vardı.

O torbayı Peygamber Efendimize gösterip; "Yâ Muhammed! Bil bakalım, şu torbanın içinde ne var?" diye sordu.

Efendimiz buyurdular ki:

"Bilirsem îmân eder misin?”

"Ederim" dedi.

Efendimiz sevinip;

"Sen bugün bir güvercinle iki yavrusunu gördün. Yavruları torbaya atıp giderken anneleri geldi ve kendini onların üstüne attı. Sen, onu da alıp torbaya koydun" buyurdular.

Köylü çok şaşırdı!

Ve o torbayı açtı.

Evet, bir anne kuş, iki yavrusuna kanat germiş duruyordu o torbanın içinde.

Köylü, bunu görüp insafa geldi.

Kalbi yumuşadı.

Şehâdeti söyledi.

Ve Müslüman oldu.

Efendimiz sevindiler.

Ve Eshâba dönerek;

"Bakın bu anne kuş, yavrularına ne çok merhametli. İşte bir kul da günah işleyip tövbe edince, Rabbimizin ona şefkati, şu güvercinin yavrularına olan şefkatinden daha çoktur" buyurdular.