Sevmek en kuvvetli duadır

 Sadreddin Konevî (kaddesallahu teala sirreh) hazretleri buyurdular; 

"Allahü Teala bir kula rahmetini indireceği zaman kalbine bakar, orda kim varsa hepsine rahmet indirir. Bu muhabbetin şefaâtidir. Sevdiğinize dua etmeniz bile gerekmez, sevmek zaten en kuvvetli duadır."

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İlme* güvenilmez kardeşim. Nasıl güvenilsin ki, *Hâfıza* dan silinebilir. İnsan, *Evini* bile bulamaz. Biz böyle kimseleri gördük. İmâm-ı Gazâlî ve bu büyükler diyor ki: *Akla da güvenilmez*. 


*Akıl*, bir mürşid-i kâmil bulana kadar yardımcı olabilir. Ondan sonra akıl, düşünce, arzû olmaz. Peki ne olur? O *Mürşid-i kâmile* teslîmiyet olur. Edeb, *Söz Dinlemek* dir. 


Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri, bir gün talebeleriyle evde oturuyormuş. Bir ara pencere dibinde bir *Hışırtı* olmuş. Biraz sonra sormuş talebelerinden çok *Sevdiği* biri. 


Herkes soramaz ki, utanır. İşte Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin sevdiği bir talebesi de soruyor; *Efendim, az önce pencerenin dibinde bir hışırtılar duyduk, ne oldu?* diyor.


Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri cevap veriyor. Diyor ki: Cezâyir-i hâlidât’ın yâni *Kanarya* adalarının *Kutbu* , yâni o yörenin evliyâlarının *Reîsi*, deniz kenarında talebeleriyle oturuyorlarmış.


Derken bir *Yağmur* başlamış, hem de bardakdan boşanırcasına. Fakat toprağa yağmıyor da, sâdece *Denize* yağıyor. O anda, o *Kutb’*un aklından bir şey geçmiş. İçinden demiş ki:


*Yâ Rabbî*, senin kulların, hem insanlar, hem de hayvanlar, *Afrika* çöllerinde susuzlukdan *Yanıyor* lar, *Kavruluyor* lar. Bu yağmuru bu denize yağdıracağına, o *Çöle* yağdırsaydın ya.


Böyle diyor, kalbinden böyle geçiyor. Allahü teâlânın işine *Îtiraz* oluyor bu tabii. *Büyükler* in işine karışılır mı? *Allah* ın işine hiç karışılmaz. O anda *Derece* sini kaybediyor. 


*Kutb* luk derecesinden aşağı düşüyor. Ama evliyâlığı hepden *Gitmiyor*. Allahü teâlâ yine *Seviyor* onu. Fakat derecesini az da olsa kaybedince; *Eyvâh, ben ne yapdım?* diyor. 


*Hatâ* etdiğini anlıyor. Oradan, *Buhâra* daki Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerine ilticâ ediyor. *İspanya* nerdeee, *Buhâra* nerde? Derecesini kaybetseydi, ilticâ edemezdi. 


Buhâra’ya nasıl gidicek? *Rûhu* gidiyor. Demek ki *Derece* si gene var. Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri, talebesi ile oturmuş sohbet ediyorlarmış.


O anda o *Kutb* pencereye geliyor. Ve yalvarmaya başlıyor; *Yâ şeyh*, ben bir *Hatâ* etdim, derecemi kaybetdim. *Amân* bana *Şefâat* et de, Allah beni affetsin! diyor. 


Abdülhâlık-ı Goncdüvânî, büyük *Evliyâ*. Hemen *Yalvarıyor* Allahü teâlâya. Allahü teâlâ da onu affediyor. Yine eski *Derece* sine kavuşuyor.

Tek parti döneminde satış için ihaleye çıkarılan camiler

Tek parti döneminde satış için ihaleye çıkarılan camiler...

Camilerin satılmasına dair bir belge

Altında reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk'ün imzasıda bulunan camilerin satılmasına dair 1936 yılına ait bir belge.

MUHABBET

Şah-ı Nakşibend ”kaddesallahu teala sirreh” hazretleri 

buyurdular ki; 

“Bize meyli ve muhabbeti olan, ister yakında, ister uzakta bulunsun, her zaman, gece olsun, gündüz olsun o bizimledir ve bizim şefkat ve terbiye çeşmemizden ona feyiz ulaşır. Kendi hâline vâkıf olursa, feyiz yolunu, feyze mâni olacak engellerden temizler.”

Elbiseler elbiselere benzeyince

 Ashâb-ı kiramdan Abdullah İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:


“Elbiseler elbiselere benzeyince, kalpler de kalplere benzemeye başlar.” (Vekî, Zühd, s. 597)

MUHABBET

Şâh-ı Nakşibend “kaddesallahu teala sirreh” hazretleri buyurdular ki;

“Bizim sohbetimize erişenlerin kiminin kalblerinde muhabbet tohumu bulunur, ama yaramaz otlar sebebi ile o tohumlar filizlenip büyümez. Bizim o otları, ya’nî dünyevi alâkaları temizlememiz lâzımdır. Kiminin de kalblerinde muhabbet tohumu bulunmaz. Bizim peyda etmemiz gerekir.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sâlih* lerin ikrâmında şifâ vardır. *Cömert* lerin ikrâmı da şifâdır efendim. *Hayr-ün nâs hiyâr-ül ulemâ, şerrün nâs şirâr-ül ulemâ!* Bu, ne demek?


Yâni insanların en iyisi, insanlara fâidesi olan *Âhiret Âlimleri* dir. İnsanların en kötüsü de, kötü *Din Adamları* dır. 


Müslümân, şerîate uydukça *Dünyâ* yı, yâni *Harâm* ları sevmez olur. Kalbinde harâm işlemek *Arzû* su kalmayınca, kalbine *Allah Sevgisi* dolar. Nasıl olur bu? 


İçindeki *Su* boşalan bir şişeye, *Hava* nasıl dolarsa, öyle olur. Böyle nûrlu bir kalpde, bilmediğimiz *His Uzuv* ları hâsıl olur. Dünyânın her tarafını, hattâ *Kabir* hayâtını görür. 


Çünkü bilmediğimiz bir *Göz* ve *Kulak* vardır onda. Her yerdeki *Sesi* işitir. Bütün harâmları *Çirkin* görür. Her *İbâdeti*, her *Duâsı* kabûl olur. Ferah ve mes’ud olarak yaşar. 


Bu, *Özet* in özetidir kardeşim. Her şey var bunun içinde. 


Allahü teâlâ bize o kadar *Ni’met* veriyor ki, Rabbimizden utanıyoruz kardeşim. Niçin? Çünkü O veriyor, ama biz, *Şükr* etmeyi bilemiyoruz. Bir *Şükr-i kavlî* var. Bir de *Şükr-i fiilî* var. 


Asıl şükr, *Fiilî* olacak. Peki şükr nedir? Allahü teâlânın verdiği *Ni’met* in, nerede emredildiyse, orada kullanılmasına, *Şükr* denir. 


Allahü teâlâ; *Ni’metlerime şükretmezseniz, ni’metimi kısarım!* buyuruyor. 


Size *Göz* verdim, *Şunu* verdim, *Bunu* verdim. Ama bunları, hep istemediğim yerlerde, hattâ *Yasak* etdiğim yerde kullanıyorsunuz! buyuruyor. İşte bunlar, emânete *Hıyânet* dir. 


Meselâ biri, birine *Emânet* bir şey bırakır, o da ona *Hıyânet* eder. Onun gibi işte. Ama asıl emânete hıyânet nedir? Allahü teâlânın verdiği *Ni’met* lere hıyânet etmekdir. 


*Göz*, *Kulak*, *Ağız*; bunların herbiri, birer *Ni’met*, birer *Emânet*. Allahü teâlâ *Evlât* vermiş; evlâda da hıyânet etmiyeceğiz, evlât da *Emânet* dir. 


*Evlât* emânetinin hakkını *Nasıl* ödiyeceğiz? Dînini öğretmekle. Ona, *Dînini* öğreteceğiz, islâm terbiyesiyle yetişdireceğiz. 


Hadîs-i şerîfde; *Öyle insanlar vardır ki, gece gündüz hep Cehennemlik iş yapıyorlar*, buyuruluyor. Öyleyse bunlardan olmamak için çalışacağız kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Beydâvî Tefsîrinin birçok şerhi var. Biri de *Şeyhzâde Tefsîri*. Efendi hazretleri ondan *Ders* verdiği için biz onu basdırdık. Dünyânın *Her* yerine gönderiyoruz. 


Elhamdülillah, dünyâda çok *Ehl-i sünnet* mektepleri var. Bizim *Kitap* ları istiyorlar. Seviniyoruz. Sevinmemiz, *Bizim* kitaplar olduğu için değil. Bu kitaplarda, *Bize* âit birşey yok. 


Yine birçok tefsîr olduğu hâlde, ısrârla *Şeyhzâde Tefsîri* ni istiyorlar. Bu da, Efendi hazretlerinin bir  *Kerâmeti* işte. 


Din düşmanları; *İslâmiyet her zevki yasak etmiş!* diyorlar. Hayır, islâmiyetde hiçbir *Zevk* harâm değil. Ama bunların *Zararlı* şekilde kullanılmaları *Harâm* dır. 


Dînimiz, *Zararlı* olanları bildirmiş ve bunları *Harâm* etmiş. Yâni, zararlı oldukları için *Yasak* edilmişdir. Dünyâdaki *Zevk* lerin ve *Lezzet* lerin fâideli olarak kullanılmaları emredilmişdir.


Bunlar da *Farz* lar veyâ *Sünnet* lerdir. Her uzvun, meselâ *Kalb* in ve *Nefs* in lezzet aldığı şeyler başkadır. 


Meselâ *Göz* ün lezzet aldığı şeyden, *Kulak* lezzet almaz. *Kulağın* lezzet aldığı şeyden de, *Göz* lezzet almaz. 


İnsanın bütün uzvları *Kalb* in emrindedir. *Gönül* dediğimiz bu kalp, görülmez. Kalp, *Yürek* dediğimiz et parçasında bulunan bir *Kuvvet* dir. 


*Nefs*, harâm işlemekden zevk alır. *Nefs*, *Şeytân* ve *Fenâ Arkadaş*, sözleri ile, yazıları ile insanı aldatır, harâm olan şeylere sürüklerler. 


Kalbinde *Îmân* olan, yâni Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanan kimseye *Müslümân* denir. 


Müslümânın bütün *İşleri* Muhammed aleyhisselâmın şerîatine uygun olur. Bakın *Şerîate* demedim de, Muhammed aleyhisselâmın *Şerîatine* dedim. Neden böyle dedim? 


Çünkü bizim *İngiliz Câsusu* kitâbında, İngilizler böyle söylüyor; Bizim de *Şerîatımız* var. Hıristiyanlık da bir *Şerîat* dır, diyorlar. Onun için buraya bunu *İlâve* etdim. 


Müslümân, *Şerîate* uydukça, dünyâyı, yâni *Harâm* ları sevmez olur. Kalbinde harâm işlemek arzusu kalmayınca, o kalbe *Allah sevgisi* dolar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendi hazretlerine *İlk* gitdiğim sıralarda, henüz odada kimse yokken, beni alırdı yanına. Kendisi *Sandalye* ye oturur, beni de yanındaki sandalyeye oturturdu. 


Sonra, elini bana uzatıp; *Tut elimi* derdi. Tutardım. Sonra da *Sık* derdi. Elini sıkardım, sıkardım. *Daha sık, daha sık* derdi. Artık yorulurdum efendim. 


Bakardım ki gözlerini kapamış. *Uyudu* zanneder, elimi gevşetirdim, çünkü yorulurdum. Tam elimi gevşetirken gözlerini açar ve *Sık* derdi yine. 


Bu şekilde, bir *Sene* müddetle hep elini sıkdırdı bana. Kim bilir? Onların bütün hücreleri *Zikr* edermiş efendim. *Evliyâ* nın bütün zerreleri *Zikr* edermiş. 


Mektûbât’da var bu. *Bütün zerreleri zikr eder!* diye yazılı. Biz bunu sonradan öğrendik ve *Seâdet-i Ebediyye* ye de yazdık bunu. 


Mübârek, elini bana sıkdırıyor ki, o *Zikr* benim hücrelerime ve kalbime de sirâyet etsin.


Şu koca kâinatda, dönen her şey *Allah* der kardeşim. Çünkü Allah kelimesinin sonu *(H)* dır. 


Başındaki eliflâm, bu *(H)* harfini çıkartmak içindir. Allahü teâlânın simgesi *(H)* harfidir. 


Nefes alırken *(H)* harfi çıkıyor, verirken yine öyle. Hayvanlar, bağırırken *Zikr* ediyor. Yapraklar sallanırken *Zikr* ediyor. Su akarken *Zikr* ediyor. 


Çünkü her hareketde *(H)* harfi çıkar. Elini sallasan *(H)* harfi çıkar. Rüzgâr esse *(H)* harfi çıkar. Yâni devâmlı sûretde kâinâtda hep *(H)* harfi var. 


Velhâsıl şu kâinatda Onu *Zikr* etmiyen tek bir nesne yokdur. Canlı olsun cansız olsun, her nesne *Zikr* ediyor. Dostu da düşmanı da zikrediyor.


Hattâ *Atom* un içindeki *Elektron* lar var ya, onlar bile çekirdek etrâfında dönerken *(H)* harfi çıkıyor. Velhâsıl her dönen şey *(H)* der, yâni *Allah* der kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Kandil* geceleri mübârekdir. *Cum’a* gecesi de mübârekdir. Bu iki gece bir araya gelince daha *Kıymetli* olur. Çok *İstiğfâr* etmek lâzım. Günâhlardan sakınmak lâzım. 


*Dargın* durmamak lâzım. Bunlar çok mühim. *Üç* günden fazlasına müsâde yok. Müslümân *İçki* içmez, *Kumar* oynamaz, *Zinâ* etmez. Ama farkında olmadan *Gıybet* eder. 


Öyleyse her türlü *Günâh* dan çok sakınmak lâzım kardeşim. İbâdetlerin en kıymetlisi *Namaz* dır. Çünkü namaz, her gün bize, *Allahü teâlâ* yı hâtırlatıyor, kalbimize getiriyor. 


*Allah Sevgi* si, Allahın *Zikri* olan kalplerde bulunur. Allahı zikreden kalplere yerleşir. Buna da sebep, *Namaz* dır. Namâzın, ibâdetlerin en *Efdâli* olduğu, buradan geliyor işte. 


Allahü teâlânın *Zikri* ve *Sevgisi*, namazla hâsıl oluyor. Allahı zikreden kalplerden dünyâ muhabbeti çıkar. Yerine *Allah sevgisi* dolar. Yâa, Allah sevgisi kardeşim.


Allahü teâlânın bütün *Sıfat* ları, her mahlûkda, her zerrede *Tecellî* etmekde, *Zuhûr* etmekdedir. Meselâ *Merhamet* sıfatı, *İhsân* sıfatı zuhûr ediyor. Bunun gibi;


*Kahr*, *Gadab* ve *Azap* yapmak sıfatları da zuhûr etmekdedir. Her maddede, her şeyde, *Fâide* ler ve *Zarar* lar yaratmışdır. İnsan, *Lezzet* li ve *Zevk* li şeyleri, fâideli zan ederek aldanır. 


Allahü teâlâ çok *Merhamet* li olduğu için, Peygamberler göndererek, her şeyin *Fâide* lerini ve *Zarar* larını bildirmişdir. Fâideli şeyleri yapmayı *Emr* etmiş, zararlı şeyleri ise *Yasak* etmişdir. 


Bu emirlere *Farz*, yasaklara da *Harâm* ve *Dünyâ* denir. Bu emir ve yasaklara da *Şerîat* denir. *Dünyâdan sakınınız!* buyuruluyor. Ne demek bu? 


Bunun mânâsı; *Harâmlardan sakınınız!* demekdir. Böyle anlamak lâzım. Çünkü Kur’ân-ı kerîmde bile var bu. Allahü teâlâ, *Dünyâdan sakınınız!* buyuruyor. 


Dünyâ denince ne anlıyacağız? *Harâm* ları. Velhâsıl dünyâ, *Harâm* ve *Mekrûh* lardır. Başka mânâsı da var. Dünyânın ikinci mânâsı; *Ölmeden evvelki hayât* demekdir. 


Velhâsı, bu dünyadaki *Lezzet* lerin, hiç biri *Harâm* değil. Peki haram nedir? Bunların *Zarar* lı şekilde kullanılmaları *Harâm* dır. Burası çok mühim kardeşim.