Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi aleyh) buyurdular etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi aleyh) buyurdular etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Gönderilen selam nasıl alınır?

 "Hocamız'a birinden selâm getirildi. Hocamız, "aleyhi ve aleyküm selâm" diyerek selâmı aldılar. "Efendim aleyküm selâm denirse, sadece getirene selâm verilmiş, gönderenin selâmı alınmamış olur. Gönderenin de selâmının alınması için, aleyhi ve aleyküm selâm demelidir" buyurdular. Halbuki buna, birçok Arapça bilenin dahi riayet etmediği bir gerçektir. Bu halde bir kişiye selâm: İki erkekten gelirse, aleyhima ve aleyküm selâm; üç ve daha çok erkekten gelirse, aleyhim ve aleyküm selâm; tek kadından (meselâ annesinden veya kız kardeşinden) gelirse, aleyhâ ve aleyküm selâm; iki kadından (meselâ anne ve kız kardeşinden birlikte) gelirse, aleyhima ve aleyküm selâm; üç ve daha çok kadından (meselâ anne, kız kardeş ve haladan birlikte) gelirse, aleyhinne ve aleyküm selâm, denilmesinin icap ettiği anlaşılmaktadır.

(Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:307)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki*:


Bizim *Gazete* yi tenkîd edenler, *Banka* reklâmı veyâ *Spor* sayfası gibi şeyleri ileri sürüyorlar. Hâlbuki biz, gazetemiz için; *Bu, bir fıkh kitâbıdır*, demiyoruz ki. 


Biz eğer; *Bu, bir fıkh kitâbıdır*, deseydik, haklı olurlardı. Ama biz; *Bu, gazete* dir, diyoruz. Gazete böyle olur. Reklâm için de; *Bu iyi* dir, demiyoruz ki.


Reklâm sâhibinin kendi *Sözü* nü neşrediyoruz. Herkes de bilir ki, reklâmdaki sözler, *Gazete* nin değil, *Reklâm* sâhibinin sözüdür. 

● ● ● 

Efendi Hazretleri pek kimseyle konuşmazdı, hep bana anlatırdı Mübârek. *İkimiz böyle başbaşa, çok hoş olur*, buyururdu. *Kunût* duâsını, vapurda bana öğretdi meselâ. 


Mübârek anlatır, anlatır, ben de *Yazar* dım. Evde birkaç tâne *Defter* im var böyle. Hep Efendi’nin buyurduklarını yazmışım. Elhamdülillah. Ne büyük *Ni’met* kardeşim. 


Ne büyük seâdet. Bir evliyâ yı *Tanımak*, onları *Sevmek*, en büyük dünyâ seâdeti. Elhamdülillah, o büyükleri hepimiz *Seviyoruz* kardeşim. 


*Görmek* şart değil ki. Onlar, dünyânın bir ucunda olsalar da, yine *Haberdâr* olurlar. Maksat, hakîkî *Îmâna* kavuşmakdır. 


Rabbimize ne kadar *Şükr* etsek azdır kardeşim. Bütün dünyâ keşmekeş içinde, karmakarışık. Rabbimiz bize *Îmânı* ihsân etdiği gibi, *İbâdet etmeyi* de nasîb etdi. 


İbâdetlerin en kıymetlisi nedir? *Namaz* dır. Namaz kılmak niçin kıymetli? Çünkü namaz, her gün bize *Allahı* hâtırlatıyor, kalbimize getiriyor. 


Allahü teâlâyı hâtırlamak, *Zikr* dir işte. Zikr, *Hâtırlamak* demekdir. Allahü teâlâyı zikretmeye sebep oluyor beş vakit namaz. Hem *Beş* kerre hâtırlatmıyor ki, daha *Çok* hâtırlatıyor. 


Nitekim âlimler buyuruyor ki: *Beş vakit namâzını kılan bir kimse, 24 saat devamlı Allahü teâlâyı zikretmiş olur*. Neden? 


Çünkü o kimse, yatarken; *Yâ Rabbî, sabah namâzına kalkmak niyetiyle yatıyorum*, der ve saatini kurar. 


Sonra, *Öğlen yaklaşıyor, kalkıp abdest alayım*, der. İkindiye yine öyle. Yâni düşüncesi hep namazla ilgili olduğu için, bu düşünceleri, *Namaz kılmak* kabûl edilir.


Yâni devâmlı *Zikr* kabûl edilir, devâmlı Allahü teâlâyı hâtırlamak ve anmak kabûl edilir. Zikr de *Anmak*, yâni *Hâtırlamak* dır zâten.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Peygamber Efendimiz* “aleyhisselâm”, bir gün mübârek ellerini açıp; 


Yâ Rabbî, dünyâya umûmî bir *Felâket* gelecek olursa, beni temsîl eden bir *Cemâat* sağ kalsın, bu cemâat, âhirete kadar, *Beni* ve *Yolumu* temsîl etsin. 


İnsanlar bir *Yanlışa* düştükleri zeman, bu topluluktan biri onları *Îkâz* etsin, doğru yolu göstersin, böylece insanlar Benim ve Eshâbımın *Doğru yol* undan ayrılmasınlar, diye niyâzda bulunmuş. 


Allahü teâlâ da bu niyâzı kabûl etmiş. *Mekkî Efendi*, bunu bize anlatır ve *Allahü a’lem bu kimseler sizlersiniz*, derdi.

********

*İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinin bir mektûbu var efendim. Orada buyuruyor ki: *Beni seven, îmânla ölür*. Ne büyük müjde kardeşim. Biz, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini çok seviyoruz. 


*Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye* kitâbının hemen hemen yarısını, Onun *Mektûbât* kitâbından aldık. *Mekkî Efendi*, bana ne derdi, biliyor musunuz? 


*Senin yazdığın bu Seâdet-i Ebediyye kitâbını, hazret-i Mehdî okuyacak*, derdi. İşte hazret-i Mehdî’nin hangi evden çıkacağı belli olmadığı için, *Tam İlmihâl* in her evde bulunmasına çalışıyoruz kardeşim.  

********

İzmir’den bir mektup geldi. Makine mühendisi bir hanım yazmış, diyor ki: *Sizin Gazete* yi ve *Sizin Kitapları* okuyunca, bende bir değişiklik oldu. Örtündüm ve namaza başladım. 


Babam, emekli albaydır. Hayâtta hiç alnını secdeye koymamış biridir. Bana dedi ki: *Kızım ne bu hâlin, sen aklını mı kaybetdin, ne oldu sana?* 


Ben de ona; *Beni bu hâle koyan şu kitâbı al da oku!* dedim. Kırmadı beni, aldı okudu. Okuyunca, o da değişdi ve *Namaza* başladı. 


Kadıncağız böyle yazmış kardeşim. İşte *Bizim Kitaplar*, okuyana böyle *Feyz* veriyor. Yalnız okuyana mı? *Dağıtana* daha çok verir. 


Efendi hazretleri; *İslâmiyetden bir kıvılcım kaldı!* buyururdu. İşte bu kitaplar, o kıvılcımın *Şerâresi* dir kardeşim.

Sihir & Büyü İLACI

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyorki:

ALLAHU TEALA KULLARINI SAHİPSİZ BIRAKMAZ!!! 

Dertlerden, belâlardan ve sihirden korunmak için, *Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves semî’ül alîm* okumalı. Bunu okuyana sihir te’sîr etmez. 


Meselâ, bana sihir te’sîr etmez. Niçin? Çünkü ben her gün *Kul eûzüleri*, bir de bu *Duâyı* okuyorum. Büyüklerimiz diyorlar ki: *Bunları okuyana sihir te’sîr etmez!* 


Onun için *Sihir yapmışlar* diye hiç üzülmeyin. Asıl mühim olan, bunu okuyana sihir te’sîr etmez ve her türlü belâlardan o gün Allahü teâlâ muhâfaza eder. 


O hâlde, *Ben büyü yaparım, şöyle yaparım! Böyle yaparım!* diyenlere hiç aldanmayın, ehemmiyyet vermeyin kardeşim. 


*Bunu okuyana, sihr te’sîr etmez*, diye kim yazıyor? *İslâm âlimleri*. Şaka değil. Onun bunun sözü değil. 


*Sihir nasıl yapılır?* diye, biri, büyü kitâbı basdırmış. Onun için herkes büyücü oldu şimdi. 


Herkes, birinden intikam almak için; *Ben ona bir büyü yapdırayım da görsün!* diyor. Hâlbuki yukardaki duâyı okuyana büyü te’sîr etmez ki. Allahü teâlâ kullarını hiç sâhipsiz bırakır mı?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ hepimize *Hüsn-ü hâtime* nasîb eylesin kardeşim. Birbirimize duâ edeceğiz. Ben, her namazda, bütün kardeşlerime *Duâ* ediyorum. 


Bir elin sesi çıkmaz ki, hepimiz böyle bir araya gelince bu hizmetler oluyor. Cenâb-ı Hak, bize bu hizmetleri nasîb ediyor, ama bir *Vâsıta* ile, bir *Sebep* le. 


*Müsebbib-il esbâb* dır Cenâb-ı Hak. Evvelâ sebepleri halk eder, sonra ni’metleri. İşte arkadaşlarımız bu hizmetlerimize *Sebep* oluyorlar, ne büyük *Ni’met* kardeşim. 

********

Enver âbi üniversitede talebeyken, *Kızlar* böyle *Erkek* talebelerin peşinde dolaşırlarmış. Bir tânesi gelmiş bir gün Enver âbi’ye. Enver âbi, *Ben gidiyordum* diyor.


Koluma biri girdi, bir de bakdım, bir *Kız talebe*. Ben de kolumu çekdim. Kız; *Bunda iş yok* demiş. Şeytân da öyle dermiş. Bunda iş yok. 

********

Bizim evde, yatak odasının kapısının üstünde bir levha var, orada şöyle yazılı: *Rütbet-ül ilmi a’ler-rüteb*. Ne demek bu? *Rütbet-ül-ilmi*; ilmin rütbesi, derecesi, 


*A’ler-rüteb*; rüteb, rütbeler demek. Rütbelerin en  a’lâsıdır, en yükseğidir. Demek ki, rütbelerin en a’lâsı, en yükseği *İlim rütbesi* dir. 


İbrâhim aleyhisselâm vefât edeceği zaman Azrâil aleyhisselâm geliyor. *Yâ İbrâhim! İzin verirsen, rûhunu kabz edeceğim, alacağım!* diyor. 


Çünkü Allahü teâlâ, Azrâil aleyhiselâma emir vermiş: *Peygamberlerimin izni olmadan ruhlarını alma. Onlardan izin iste, izin verirlerse ruhlarını al*, diye emretmiş. 


Bütün Peygamberler de böyle. Bu emirden dolayı, İbrâhim aleyhisselâm vefât edeceği zaman Azrâil aleyhisselâm geliyor, izin istiyor. 


*Yâ İbrâhim! Eğer izin verirsen, Allahü teâlânın emriyle senin rûhunu kabzedeceğim!* diyor. 


İbrâhim aleyhisselâm *Halîlullah* dır. Halîl, *Dost* demek. *Allahın dostu*. İbrâhim aleyhisselâm, ölüm meleğine, *Dost, dostunun rûhunu alır mı?* diyor. 


Yâni rûhunu vermek istemiyor. Azrâil aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın rûhunu almak için kendisinden izin alamayınca; *Yâ rabbî! Senin dostun İbrâhim’in ne söylediğini sen de işitdin*, diyor. 


Allahü teâlâ da; *Evet işitdim, sen de Halîlime de ki: Dost dosta kavuşmak istemez mi?* 


Azrâil aleyhisselâm böyle deyince, İbrâhim aleyhisselâm kendisine; *Yâ Azrâil! çabuk gel, rûhumu al da, bir an evvel beni Rabbime kavuşdur!* buyuruyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’min, her vakit namâzı kılınca, önceden işlediği küçük günâhları Allahü teâlâ affediyor. Çünkü âyet-i kerîme var. *El-hasenâtü yüzhibnes seyyiât!* buyuruluyor.


Yâni iyilikleriniz, günâhlarınızı *Yok* eder, *Def* eder. İşte âlimler buyuruyor ki: Bin türlü iyilik var. Bunun en büyüğü *Namaz*’dır. Namaz, arada işlenen günâhları temizler. 

********

Efendi hazretleri, *Çay ver!* derlerdi, açık bir çay verirdim. Bir şekerle içerdi Mübârek. İçerdi, bitirirdi. Tekrar koyardım. Bâzen üçüncüye de koydurur, yarısını içer, bana uzatırdı. 


*Artık içemiyeceğim, bunu da sen bitir!* derdi. Mübâreğin yarım kalan çayını ben içerdim. Ooh, ne büyük seâdet. Onların artığını içmek, ne büyük ni’met. Muhakkak *Şifâ* dır. Hem *Maddî* şifâ, hem *Mânevî* şifâ. 

********

*El mer’ü mea men ehabbe*. Yâni seven, sevdiğiyle berâberdir. Müslümânları seven kazanır kardeşim. İşin aslı muhabbet. Mektûbât’da da yazıyor. Efendi hazretleri de söylerdi. 


Bütün bu kâinât, *Rahmet* sıfatıyla değil de, *Muhabbet* sıfatı ile yaratıldı. Allahü teâlâ buyuruyor ki hadîs-i kudsîde: *Küntü kenzen mahfiyyen*; Yâni ben, kapalı, gizli bir hazîne idim.


*Ve ahbebtü*; ve sevdim. *En u’rafe*; ma’rûf olmayı, tanınmayı sevdim. İstedim demiyor da, sevdim, diyor. *Ve halaktül halka li u’rafe bihî*; mahlûkları da onun için yaratdım. 


Mahlûkları niçin yaratmış? Ma’ruf olmayı, tanınmayı sevdiği için, muhabbet sıfatıyla yaratmış. Bu mahlûkâtın vücûde gelmesine sebep, Allahü teâlânın *Muhabbet* sıfatıdır. 

********

Belim ağrıyordu. Hanımanne, bir *Yün fanila* yı ortadan kesti ikiye, iki kat belime koydu, ağrılar geçdi çok şükür. Ama iki üç gün sonra tekrar başladı. 


Sonra aklıma geldi, hanımannenin belime koyduğu *Yün Fanila* yı çıkarıp bakdım ki, sırtımda kaymış, büzülmüş, toplanmış. Hemen açıp düzeltdim ve yerine koydum. Çok şükür ağrı yine kesildi. 


Şimdi râhatım elhamdülillah. Hâtırınızda kalsın. Bu, çok iyi bir İlâç. Hâlbuki evde üç dört türlü *Merhem* var. Hiç birinin fâidesi olmadı. Ağrıyı kesmedi. Ama şimdi râhatım elhamdülillah. 

 

Rabbimize sonsuz şükürler olsun kardeşim, çok râhatız, neş’eliyiz. Kitaplarımız dağılıyor, gazetemiz yayılıyor, bundan büyük *Lutf-i ilâhî* olur mu? 


Hem *Enver âbi* neş’eli. Onun neş’eli olması çok mühim. Çünkü işin başı o. *Enver âbi* neş’eliyse, hepimiz neş’eliyiz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her mü’min ölürken, şeytan *Buz* lu *Su* getirir, tabii Allah o hâllere düşürmesin kardeşim. Geçen gün de söyledim. Peygamberimiz, bir cenâzeye gidiyor.


Kabrin başında bir müddet durdukdan sonra, bir cümle söylüyor. *Ölüm, dehşetli işdir!* buyuruyor. İşte o şiddetde iken, şeytan fırsatını bulup gelir.


Elinde bir bardak *Buzlu Su* vardır. O suyu ona verip, îmânını çalmak için uğraşır. Ölecek olan da harâretden yanıyor. Allah korusun an meselesi, şeytana aldanırsa, *Îmân* sız gider. Allah korusun. 


Onun için, ölecek kimsenin ağzına *Zemzem* verirler, zemzem damlatırlar. Niçin? Şeytana aldanıp da *Îmansız* ölmesin diye. 

********

Berât gecesinde, *Âişe* vâlidemiz uyanıyor, bakıyor ki Resûlullah Efendimiz yanında yok. Merak ediyor. Nereye gitdi acabâ? 


Diğer bir hanımının yanına mı gitdi? Beni bırakıp başkasına mı gitdi? diye merak edip, heyecanla kalkıyor yatakdan. *Sedir* de yatıyorlar, *Rutûbet* dolayısıyla. 


Ayağını basıyor, bir de bakıyor ki, *Yumuşak* bir şey dokunuyor ayağına. Ne olabilir acaba? Merak ediyor tabii, eğiliyor, bakıyor *Bu nedir?* diye. 


Meğer Resûlullah Efendimiz, o esnâda *Secde* de imiş. Resûlullahın üstüne basmış. Hemen sessizce yere inip, o da eğiliyor, kulağını veriyor. 


Resûlullah Efendimiz; *Allahümmerzuknâ kalben takıyyen mineş şirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyen!* duâsını okuyormuş. Efendimiz aleyhisselâmın duâsı bu. 


Mübârek ne kadar çok korkuyor ki, böyle duâ ediyor. Allahdan kim çok korkar? O’nu en iyi bilen. *İlm* artdıkça *Korku* da artar. Kim, Allahı iyi tanır ve bilirse, Ondan en çok o korkar. 


İlmi en çok olan kimdir ? Allahı en iyi bilen kimdir? Tabii ki *Resûlullah Efendimiz*. Öyleyse Allahü teâlâdan en çok korkan da *Efendimiz* dir. 


Allahü teâlânın *Nûr’u* ve *Mârifeti*, her an Evliyânın kalbinden yayılıyor kardeşim. Konuşmasalar dahî, onların sükûtları bile *Ni’met* dir. Fakat iş, onu alabilmekde.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Âdem* aleyhisselâm, oğlu *Şît* aleyhisselâma vasiyyet edip, *Emânetini, en temiz kadınlara ver!* dedi. 


Çünkü Efendimiz aleyhisselâmın Nûr’u, *Âdem* aleyhisselâmın alnında parlardı. Sonra bu Nûr, *Şît* aleyhisselâma geçdi. 


Velhâsıl Resûlullah Efendimize gelinceye kadar bütün babalar, oğullarına bu *Vasiyyeti* yapardı. Bu vasiyyet, dedesi *Abdülmuttalibe* kadar hep yapılageldi. 


Resûlullahın Nûr’u, Abdülmuttalibin oğlu *Abdullah*’a geçince, Onu evlendirmek için, zamânın en temiz *Kızını* aradı. Netîcede, bu haber her tarafta duyuldu.


Bunun üzerine ikiyüz den fazla *Kız*, evlenmek için mürâcaat etdiler. Hattâ Şam’dan *Fâtıma* isminde bir *Kız* geldi. Çok zengindi. 


Fakat Efendimizin nûr’u *Âmine*’ye nasîb oldu. Âmine vâlidemiz, o zaman ondört yaşındaydı. Hazret-i Abdullah ise onsekiz yaşındaydı. 


Dedesi Abdülmuttalip, o zaman devlet reîsi idi. Mekke’nin havası hastalıklı idi. Onun için zenginler, çocuklarının iyi yetişmesi için, köylere, *Süt anne* ye verirlerdi. 


Peygamber Efendimizi de *Halîme* hâtuna verdiler. İki sene emzirdi. Halîme hâtun fakîr idi. Peygamber Efendimizi alınca, herşeyleri *Bereket* lendi. 


İki sene dolunca, getirip annesine verdi. Ama sonra ayrılığına dayanamayıp tekrar gitdi, istedi. *Sıtma olur!* diyerek, Âmine vâlidemizi kandırıp, geri aldı. 


İki sene daha bakdı. Dört yaşında iken, iki *Melek* gelip, Efendimizi dağa götürdüler. Süt kardeşi *Şeymâ* koşup, bunu annesine haber verdi. 


*Muhammedi dağa kaçırdılar!* dedi. Diğer kardeşleri de korkudan bayılmışlardı. Her yeri aradılar. Sonunda, bir vâdîde, gökyüzüne bakar vaziyyetde buldular. 


Efendimiz aleyhisselâm, olanları onlara anlatdı. Halîme hâtun; *Bu çocuk başka çocuklara benzemiyor, başına bir şey gelmeden teslîm edeyim!* dedi. Ve götürüp teslîm etdi. İki sene de annesi ile kaldı.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kuleli askerî lisesinde, bâzı sınıfların *Kimyâ* dersine girerdim. Bir gün, bir talebe bir suâl sordu. Belki de o şimdi *Paşa*’dır. Hocam, harbde ölen şehîd olur mu? dedi. Ben de; *Tabii olur!* dedim. 


Bunu Peygamber haber veriyor mu? dedi. *Evet, Peygamber Efendimiz haber veriyor!* dedim. Tamam, inandım dedi. Bir suâlim daha var. 


Denizde boğulan da şehîd olur mu? dedi. *Tabii olur, hem de iki kat sevap alır!* dedim. Bunu Peygamber haber veriyor mu? dedi. 


*Elbette haber veriyor!* dedim. Tamam inandım, dedi. Ricâ etsem bir suâlim daha var dedi. Ben de; *Tabii sor!* dedim. Çocuk sordu: 


Hocam, harbde tayyâreden düşen şehîd olur mu? dedi. Ben de; *Elbette olur, hem de öncekilerden daha çok sevap alır!* dedim. 


Bunu da Peygamber aleyhisselâm haber veriyor mu? dedi. *Tabii, bunu da haber veriyor!* deyince, çocuk birden kahraman kesildi. 


Ve hemen; Pekiii, Peygamber aleyhisselâmın zamânında tayyâre var mıydı? dedi. Aklı sıra, beni *Mahcup* etmek istedi. 


Ona dedim ki: Evlâdım, biz bir söz söyleriz, *Bir* veyâ *İki* mânâya gelir. Ama Efendimiz aleyhisselâm öyle söz söylerdi ki, *Çok* mânâya gelirdi. Yâni bir sözle *Çok* şey anlatırdı.


Efendimiz aleyhisselâm; *Yüksekden düşen şehîd olur!* buyuruyor. İster tayyâreden düşsün, ister helikopterden, dedim. 


Ben böyle söyleyince, çocuk *Mahcup* oldu tabii. Öyle düşündüğüne *Utandı*. Bunun üzerine; 


*Hocam, buna cevap veremiyeceğinizi zannetdim, ukalâlık yapdım, kahraman kesildim, ama hakîkî kahraman sizmişsiniz!* dedi. 


Belki şimdi o *Paşa*'dır. Hikâye anlatmıyorum kardeşim, bir *Hâdise*, bir *Vak’a* anlatıyorum.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her müslümâna, Sırat köprüsünde, yedi yerde, yedi suâl sorulacak. *Îmân* dan, *Namaz* dan, *Oruç* dan, *Hac* dan, *Zekât* dan, *Gusül abdesti* nden ve *Kul hakkı* ndan. 


*Kul hakkı* o kadar mühim ki, bir *Dank* kul hakkı için, âhiretde yetmiş yıllık, cemâatle kılınmış, kabûl olmuş namâzın *Sevâbı*, karşı tarafa verilecek. 


Yetmezse, onun *Günâhları* buna yükletilip Cehenneme atılacakdır. Bunu bilen bir müslümân, *Münâkaşa* edemez, *Kavga* edemez, *Kalb* kıramaz. 


Çünkü korkar kul hakkından. Hattâ bir mü'minin kalbini kırmak, *Kâbe* yi, yetmiş defâ *Yıkmak* dan daha büyük günâhdır. 


*Hubbu fillah* ve *Buğdü fillah* yâni Allah için seveceksin, Allah için düşmanlık edeceksin. Kimdir o Allah için düşmanlık edeceğimiz kimseler? *Allah* ın düşmanları. Şimdi zamânımızda çok var. 


Ne demek islâmiyet? Allahü teâlânın *Emrleri* ve *Yasakları*. Allahü teâlânın emretdiği şeyleri yapacağız. Yasak etdiği şeylerden de kaçınacağız. 


İşte budur hubbu fillah, buğd-ü fillah. *Îmân* ın alâmeti budur. Zamânımızda Allahın düşmanları çok var. İslâmiyetle *Alay* ediyorlar. Allahın düşmanları sevilmez efendim. 


Namaz kılmak *Farz* dır. Namaza mâni olanler, Allahın düşmanıdır. Oruç tutmak *Farz* dır. Oruca mâni olan da Allahın düşmanıdır. 


Bunlar sevilmez. Sevmek ve sevmemek *Kalb* ile olur. Muhabbetin yeri *Kalb* dir. 


Kitaplarda; *Evliyâlar, Allahü teâlânın sıfatları ile sıfatlanmışlardır* diye yazıyor. Yâni dünyâda, Allahü teâlânın sıfatları ile hareket ederler. 


Onlar da, bu dünyâda dost ile düşmanı ayırmazlar. *Evliyâlar* da, dostlara yapdıkları iyi muâmeleyi, düşmanlara da yaparlar. 


*Ve men yüridillâhe bihî hayren yüfekkıh hü*. Ne demek bu? *Ve men*; bir kimse ki, *Yüridillâhe*; Allahü teâlâ irâde ediyorsa, diliyorsa. 


*Bihî*; o kimse için. *Hayren*; Hayr murâd ediyorsa, yâni Allahü teâlâ, bir kulunu seviyorsa. *Yüfekkıh hü*; onu fıkh âlimi yapar.

Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi aleyh) buyurdular

Allahü teâlâ kerîmdir, ufak bir sebeple kerîmin keremi coşar. En büyük sebep, Ona yalvarmakdır. Müslimânlara eziyyet edilerek yapılan işten alınan paradan hayır görülmez, bu şekilde yapılan binâdan da hayır görülmez.
🌷Osmanlı zamanında, evde tâmirat yapılacağı zemân komşudan izin istenirdi.

💞-Dört halîfenin medhedildiği yere kimse zarar veremez.

💞-Silsile-i aliyyeyi okuyan, muhakkak feyz alır onlardan. Kalbten kalbe yol vardır. “Minel kalbi ilel kalbi sebila.” Peygamber efendimizin mübarek kalbinden seyyid Abdülhakîm efendi hazretlerinin mübarek kalbine kadar feyz yolu vardır. Bu feyzler, bu nurlar, bu yoldan bize kadar geliyor. Biz de onları seversek, sevdiğimiz kadar bize de gelir.

💞-Silsile-i aliyyeyi bir insan severek okursa, kalbinin kapıları açılır.

💞-Büyüklerden feyz alınca kalb temizlenir. Kalbin temizlenmesi de dünya sevgisinden kurtulmakla olur. Önce haramlardan, sonra mekruhlardan, sonra mübahlardan da temizlenir. Bu ise vilayetin başlangıcıdır. Allahü teâlâ böyle verdiklerini geri almaz. Böyle bir büyüğün bir kişiyi kabûl etmesi, Allahü teâlânın da kabûl etmesinin alâmetidir.

💞-Se’âdetlerin başı, bir büyük tanımaktır. Allahü teâlânın sevdiği kullarını sevince, onlardan feyz alınır, istifade edilir. Onlardan feyz alındığının alâmeti, dünyayı sevmemektir.
💙Gök her yerde mavidir. Siz nereye giderseniz gidin, sevgi, muhabbet dairesinden çıkmadıktan sonra hep aynı yerdeyiz. Dolayısıyla, aşkta, sevgide, güvende, inançta mesafe yoktur.
🧿Allahü teâlâ kullarına çok büyük ni’metler vermiştir. Göz vermiş, kulak vermiş, sıhhat vermiş; hattâ îmân vermiştir. Allahü teâlâ bu kadar ni’meti niçin vermiştir? Beni tanıyın diye, o kadar.
💧Harâm işleyip, ibâdet yapmayıp, kalbim temiz diyenler, Allah’ı tanıyoruz, seviyoruz diyenler, Allahü teâlâyı tanımıyorlar. Onlar, kendi nefslerinin meydana getirdiği ilahı tanıyorlar. Hele hele onların duâlarının kabûl olması, iki bakımdan çok kötüdür.
💧Birincisi, şeker hastasının baklava yemesi gibi zehirlenirler. 💧İkincisi, duâm kabûl oluyor diye de dinlerini öğrenmezler. Onun için, iki bakımdan felâkettir, istidractır.
💙Allahü teâlâyı tanımak demek, Ona itâat etmek demektir, Ona îmân etmek demektir. Allahü teâlânın harâmlarına, yasaklarına dikkat etmek demektir. Eğer insan tanıdığı, sevdiği bir insana itâat etmezse, buna tanımak denir mi? Buna sevgi denir mi? Dolayısıyla, tanımaktan kasıt ve maksat, onu sevmektir. Sevmekten maksat da itâat etmektir. İtaat etmekten maksat da, harâmlardan sakınmak, farzları yapmak demektir.

💞İnsanların en kıymetlisi, en fazîletlisi, ilim öğrenen ve öğrendiğini öğretendir Öğrendiğini söyleyecek.Yoksa kendisi bir şey ilâve etmeyecek. Bu din, bugüne kadar nakl edilerek gelmiştir.
🔥İnsanların en kötüsü de, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri kendi anladığına göre anlatandır. Onlar için, Cenâb-ı Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” buyuruyor ki: “Kim Kur’ân-ı kerîme, yâni Allahü teâlânın dînine kendi aklına, kendi fikrine göre, kendi düşüncesine göre mânâ vermeye kalkarsa, kâfir olur”.
💧Bir kişi o kadar zengin olsa ki, bütün dünyânın her şeyi onun olsa, malının hepsini sadaka olarak dağıtsa, aldığı sevap, unutulmuş bir sünneti meydana çıkarmanın sevabına yetişemez. Hele farz sevâbıyla hiç kıyaslanamaz. İşte bizim kitablarımızın yayılmasıyla farzlar yayılıyor kardeşim.
💞Allahü teâlâ bize verdiği ni’metler karşısında, bizden ne istiyor? Allahü teâlâ, yarattığı mahlûkların içerisinde yalnız insana ma’rifeti verdi. Yâni Allahü teâlâyı tanımak başka, görmek başkadır. Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” herkes görüyordu; ama tanımadılar. Tanımak zordur. Tanıyanlar, Eshâb-ı kirâm oldu. Allahü teâlâ tanınmak istiyor. Bir hadîs-i kudsîde, “Ben tanınmayı sevdim” buyuruyor. Tanımamız lâzım. İkincisi, Onun ihsân ettiği ni’metlere karşılık olarak teşekkür istiyor. Allahü teâlâya teşekkür, namazdır. Çünki zekât, malın varsa, hac şartlar varsa, oruç keza öyle. Ama namazda hiçbir engel yok. Teyemmüm ederek kılar, îmâ ile kılar, yatarak kılar, hastayken kılar, ya’nî hiçbir engel olmadığı için Allahü teâlâ teşekkürü namazla başlatmıştır. Namaz kılmayanın hiçbir teşekkürü Allahü teâlâ tarafından kabûl edilmez. Îmânın bayrağı, alâmeti namazdır.
💧Başarının en büyük engeli, insanın kendi nefsidir. Bir arkadaşımız sordu: “Avrupalılar, Amerikalılar küfür içindeler. Bunlara, nefsleri engel olmuyor mu ki çok başarılılar?” dedi. Siz, başarıdan neyi kastediyorsunuz? Allahüteâlânın, sivrisineğin kanadı kadar önem vermediği bu dünyâda yapılan işlere, başarı mı diyorsunuz? Başarı, öldükten sonra işe yarayandır. Bu görünenlerin hepsi hayâldir, rüyâdır. Öldükten sonra hiçbir işe yaramayacaktır.
🔥Şöhret âfettir. Eğer bir kimse, dünyâ menfaati elde etmek için şöhret olmuşsa, bu, onun için âfet ve felâkettir. Dünyâ menfaati olmadan Allah onu şöhret yapmışsa, Allah onu âfet ve felâketten korur.
Büyüklerin hayâtında veya mematında saygısızca davrananlar, edebe riâyet etmeyenler, Allahü teâlâya karşı harp îlan etmiş sayılırlar. Çünki Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Benim evliyâ kuluma karşı edebe riâyet etmeyenler, bana harp îlan etmiş gibi olur”. Bu, bir hadîs-i kudsî’dir. Binâenaleyh kurtulmaları mümkün değildir.
💞Bir Allah dostunun, bir evliyânın “ben seni sevdim” demesine kavuşabilmek için, eskiden tekkelerde otuz sene, kırk sene çile çekerlermiş. Uğraşırlarmış ki, hocasının şu sözüne kavuşmak için, ya’nî “ben seni sevdim” sözüne kavuşmak için. Eğer bir mürşid-i kâmil, “ben seni sevdim” derse, bu, Peygamber Efendimiz’in sevdiğinin alâmetidir. Çünki onlar vâristir. Peygamberimiz severse, Allahü teâlâ da sever.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹