İman, ziyadelik ve noksanlık bakımından kısımlara
ayrılmaz. Çünkü iman hasıl olunca zaten kâmildir, ziyadelik ve noksanlık
kabul etmez. Mahiyeti itibarı ile ne zaid ve ne de noksan olmaz. Zaid
ve kâmil olması, inkişaf ve incila (açıklık ve berraklık) olarak, başka
bir tabirle, zayıflık ve güçlülük bakımındandır.
İmanın mahiyeti: Peygamber Salallahü Aleyhi ve Sellem'in Risalet
ve Nübüvvet itibariyle getirdiği akaidi; akla, hikmet ve felsefeye
dayandırmadan ve havale etmeden, kesin olarak bilip ve inanmaktan
ibarettir.
Akla uyarak inanmak ve tasdik
etmek, aklı tasdik olup, risaleti ve Resulü tasdik olmaz. Yahud Resulü
ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, ol vakit risalete tam inanç hasıl
olmaz; itimadı tam olmayınca mahiyet-i iman, tecezzi kabul etmediğinden
dolayı, iman olmaz. Belki akıl, Resul'ün tebliğine muvafık olursa, aklı
kâmil ve aklı selim olur.
İnanç mes'eleleri hikmete havale olunup, hikmet kabul ederse
tasdik eder, etmezse ya red veyahud tereddüde düşerse ol vakit hakime
i'timat etmiş olup, risalete tam i'timat hasıl etmemiş olur ki, bu, bu
takdirde iman-ı kâmil zaten olmaz. Zira iman, tecezzi ve kısım gibi
parçalara ayrılmaz.
Dini mes'elelere felsefe ile yön vermeye kalkışırsa, yine bir
feylesofu tasdik etmiş olup, Resule tam i'timad etmemiş olur ki, bu da
iman sayılmaz.
Hasılı İman: Resulü Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellemin Allah
tarafından Risalet ve Nübüvveti itibarıyle, bütün insanlara getirdiği ve
tebliğ ettiği ahkamın kaffesine, tümü i'tibarıyle itimat ve inanmakla
hasıl olur. Bu Ahkâm ve Akaid'in her hangi birinde tereddüd ve inkâr var
ise, mü'min olamaz. Zira bir hükümde Resul'ü tasdik etmemekle veyahud
bu hükme i'timad etmemekle, Resul'ü, hilafı hakikat ile itham etmiş
olur ki, bu da noksanlıktır; noksanlık ise, Nübüvvet ve Risalete tamamen
zıddır. Dinde ittifak olunan mes'elelerden birinde şüphe ve inkâr
imanın gitmesine sebep olur.
Dinde ittifak bulunan mes'elelerden birinde tasdik olmaz ise
--ekseriya böyle olur -- bu mes'elede murad-ı ilahi ve murad-ı Resul
Sallallahü Aleyhi ve Sellem nasıl ise, öylece inandım ve tasdik ettim
der, şüphesini giderecek bir zatı hemen arar; ilminde, dininde
güvenilir, tam i'timat sahibi, zeki ve anlayışlı, arif, mes'elelere
vakıf, dini bilgileri derin ve müşkilatları halle muktedir zatı bulur ve
sorar; aldığı cevaba kalben mutmain olunca öylece inanır ve yakin hasıl
eder. Böyle zatı aramak farzdır. Bunu tesadüfe bırakmak asla caiz
değildir. Hemen arar bulur. Bulamazsa ve yahud bulup ta tatmin olmaz
ise, Cenab-ı Hakk'ın irade ettiği ve Resulünün tebliğ ettiği şekilde
inandım der, şüphesinin giderilmesini Cenab-ı Hakk'dan niyaz eder. İşte
buna binaen her yerde müslümanların müşkilini hal edecek bir alimin
bulundurulması farz-ı kifayedir. Felsefecilerin itirazlarını, fen
bilgilerine, felsefe kaidelerine göre halle muktedir; hükemanın
itirazlarını, hikmet kaidelerine göre halle kadir, batıl dinlerin
itirazlarını ve dinlerinin batıl olduğunu ispata muktedir, Mutezile,
Rafizi tarafından gelen itirazlara derin vukufu olan, cevaba muktedir ve
tarih-i aleme vakıf, ulumu riyaziyede mahir, çeşitli İslam bilgilerinde
maharetli bir kimse bulundurmak lazımdır. Böyle olmaz ise DİN,
gerçekleri kabul etmeyenlerin elinde oyuncak olur. Diledikleri vechile
te'vil ve tefsir ederler. Kimseyi kurtaramadıkları gibi, hem kendilerini
ve hem de halkı sapıklığa iterler.
(Seyyid Abdülhakim Arvasi)