Merhum Rıfkı Beyin Es-Seyyid Abdülhakim el- Arvasi’in (kuddise sirruh) cami ders ve hususi sohbetlerinden iktibas ettiği kelam-ı alileri

Bismillahirrahmanirrahim ;


Ger renc biyst âyed

Ve ger râhat ey Hakîm

Nisbet mekün begayr ki

İynhâ Hüdâ küned

Manası :

Eğer zahmet önüne çıkar

Ve eğer rahmet önüne çıkar ise

Başkaları yapar sanma

Bunları Allah celle celâlühü yapar

Her rahi ki (?) rahı ilim ve akl niyst

Ve hem daîf ve re’yi fudulî çira küned

Manası :

Bir işde ki ilm ve akl yol göstermez,

Zayıf olan vehm ve düşüncenin bu işe karışması faidesiz olur.

Küllü men telkâhü yeşkû dehrahü

Ya leyte şa’rî hazihiddünya limen

Manası :

Her rast geldiğin kimse zamandan şikayet ediyor.

Bu dünya kime dost olduğunu keşke bilseydim.

Ruh bir şeydir ki vücudu durduruyor.

Ba’s : Kabirden kaldırıb haşra sevk etmek.

Harru : Yüzükoyun kapandılar

Kürsi-yi İlâhiden sonra ruhaniyet vasatı başlar.

Vücud üçdür : Vücud-i ayni, vücud-i zihnî, vücud-i lisani. Vücud-i ayni,

göz ile görünen maddeler; vücud-i zihni, düşünülen şeyler, hayaller; vücud-i lisani,

söylenilen şeyler.


Kavlin -sözün- en hakikisi “La ilâhe illallah” dır.

“Enelhak” demek, ben Hak üzereyim demektir

Gayr-i Asif ta’mı, tadı tegayyür etmez, değişmez demekdir.

Sadakalar on misliyle, karz-ı hasen on sekiz misli ile mükafatlandırılır.


Karz-ı hasen, kefalet-i iman dolayısıyla kefalet-i ilâhi ile verildiğinden sa-

dakadan efdaldir.


Ümm-i Hani : İmam Ali radıyallahü anhın büyük hemşiresi olub Ebu Ta-

lib’in kızıdır. Sekeratta selâmeti iman sebeblerinden birisi ehl-i beyti sevmektir.


Sıla-ı rahm, mezid-i ömr ve berekettir. Mezid, artırmak manasınadır.


Hamid : Her lisanda mahmud’dur. Medh ve sena ve sitayiş olunmuş ma-

nasına.


Mecid : Büyük, azim manasına; zatında, sıfatında büyük ve zatı şerif, ef’-


ali hasen –güzel- dir.


Alemin halk edilişi vüddin -muhabbetin- neticesidir. Bunda insanın hissesi


vefanın ziyadeliğidir. Vefa, sözünü yapmakdaki sadakatdir.


İrade : Keramet, yani ikram etmek

Vücud : Menbaı her hayır ve kemaldir.


Vüdd, Allahü teâlâdan başka bir kimseye mütesavver değildir. Alemin ta-

mamına veduddur. Vedud: İbad-ı salihine rıza ve merhameti çok olan manasına-

dır.


Na’ş-ı mazhar çün guyet güzer künid çeşm mebuş

Ahir-i iyn mürde hemanest ki bimar tebud (?)

Manası :

Mazharın cenazesi senin önünden geçerken başını çevirme

Çünkü onu hasta haline getiren sensin

İnfial-i cürm bihter ez gurur-i taatest

Mazhar dur ez hakikat ber namazı hod menaz.

Manası :

Günahından dolayı üzülmek taatinden dolayı sevinmekten daha iyidir.

Ey Hakikatden haberi olmayan Mazhar namazınla öğünme..

İyn cihanest pür zi ayb ve arha

Yek hüner dared beherçi be güzari

Manası :

Bu dünya ayb dolu utanılacak yerdir.

Bir hüneri vardır onu niçin terk ediyorsun.


Allahü teâlâ celle celalühü sevdiği kimseyi hayrata sevk eder. Allahü te-

âlâ’yı (celle celalühü) sevenler evamirine imtisal ederler.


Küntü kenzen mahfiyyen fe ehbebtü en a’rife fehalaktül halka atlaka


fiyye ya’rifuni


Manası : Ben gizli bir hazine idim. Tanınmaklığı sevdim. Kullarımı bunun


için yarattım beni tanısınlar, diye serbest bırakdım.


Ef’al-i ilâhiyyede illet -sebeb- yokdur. Fakat hikmet ve maslahat vardır.


Peygamber aleyhisselatü vesselâmın iki yüz dört ismi vardır. En eşrefi

Muhammed sallallahü aleyhi vesellem ism-i şerifidir. Ve en lezzetlisi de bu ism-i


şerifdir. Ki ism-i zatidir. Kendilerinden evvel bu isimle on beş kişi tesmiye edilmiş-

tir.


Kur’an-ı azimuşşan’ın menafi-i kesiresi ve hayrat-ı vefiresi mahlukatın


idrakinden ukul-i beşerin ihatasından çok yüksektir.


Tebareke : Teazzama manasınadır. Yükselindi. Alemin efkarının –düşün-

celerinin- ihatasından çok yüksektir.


Mushaf : Okunan kitaba, Kur’an okunan elfaza denir. Kıraat itibarıyla


Kur’an’dır. Yazılmak itibarıyla Mushaftır. Hak ve batılı tefrik etmek itibarıyla Fur-

kandır.


Alem : Saniin kemalatına delalet eden alamet demektir.

Cenab-ı Hak celle celalühü bütün mahlukata isti’dad-ı ma’rifet ve isti’dadı


yakin vermiştir.


Allahü teâlâ celle şanühünün kullarına muamelesi kulların aralarındaki

muameleye müşabihdir. Yani Kur’an-ı azimüşşan’ın ahkamına göre muamele


eyler. Yani Allahü teâlâ celle şanühünün dünyada, ahirette, kabirde ibadına mua-

melesi, ibadın aralarındaki muamelelerine göredir ki ahkam-ı Kur’aniyyeye muva-

fıkdır.


Vacib : Sabit farz-ı kat’i mana ve hükmündedir.

Hayat-ı manevi demek, iman demektir.


Ulum-i diniye : Allahü celle şanühünün marifetine, muhabbetine, meved-

detine hizmet eden ilimlerdir.


Velinin asıl manası yardım edici, sevk edici demektir.


Allahü teâlâ celle şanühünün iradesi mümkinata tealluk eder, vücud bu-

lur.


Sırat-ı Müstekim : Ya Peygamberden ibarettir, ya Kur’an veya dünyadan


ibarettir.


Cenab-ı Hak celle celalüh aleyhissalâtü vesellamı şefaat-i uzma ile enbi-

ya-i saireye tahsis ve temyiz etmişdir. Şefaat-i kübraya makam-ı mahmud da der-

ler. Şefaat, Cehenneme müstehak olan müslümanları cehennemden kurtarmak için


ve Cennetle mahkum edilenlerin de derecelerini terfi’ içindir.


Sellu li el-vesilete hadis-i şeriftir. Fahri alem sallallahü aleyhi vesellem

benim için dünyada vesile ve fazilet isteyenler vesile ve fazileyi göreceklerdir, diye

buyurmuştur.


Ef’al-i ilâhiyye muallel bil araz değildir. İradesi muraccahdır.


Velekad kerramna beni Adem... Beni Ademi hüsn-i suretle, i’tidal-i ka-

metle, akl-ı kamil ile nutk-ı sarih ve nutk-ı fasihle ikram etti. İkram, ta’zim ve hüsn-i


muamele bahş ve ata manasınadır.


Urefa-i billahın kalbleri yenbu-i hikmettir. Yenbu’ peykar manasına.


Aleyhissalâtü vesselâm halka-i evvel-i mahlukattır. Bi’set-i ahir-i enbiya-

dır. Nur-i Muhammedi sallallahü aleyhi ve sellem Adem aleyhisselâmın alnında


idi. İmam Ebu Bekr, İmam Ömer ve İmam Ali’nin nurları yanında idi. Enbiya ve

evliyanın nurları da Adem aleyhisselâmın vücudunun her yerinde idi.


Adem aleyhisselâma karşı melaikenin ifasıyla memur oldukları secde,

secde-i ta’zim ve tekrim idi. Tahrim hürmet manasına. Secde-i şeriyye değil idi. O


vakit de şer’ de kıble-i secde Adem aleyhisselâm idi. İlk secde eden Cebrail aley-

hisselâm idi. Onun için emr-i ilâhiye mübaderette amel ettiği için emin oldu. Allahü


teâlâ celle şanühuya en evvel isyan eden de iblisdir. Küfrüne sebeb emre itirazı idi,

istikbahı idi. Ya’ni ya rabbi sen Adem aleyhisselâmı toprakdan beni ise nardan

yarattın. Binaen aleyh secde emri yanlışdır, yersizdir demesiyle emre itirazıdır.

Küfrüne sebeb, secde etmemesi değildir.


Kader : İnsanı ictinaba ve imtisale mecbur etmez.

Adem aleyhisselâm uykuda iken sol kaburga kemiğinden Havva yaratıldı.

Bura : Halik, dalalete uğramış manasınadır.

Zulm : Hakkına girmek, tecavüz etmek manasınadır.

Rusül-i kiramın, enbiya-i izamın avamdan temeyyüzü avarız-ı maneviyye


iledir.


Hayy : Sıfat-ı fi’ldir. Hayy idrak eden şey, fe’al olan şeydir. Şeref hayatta-

dır. Hayat, derk ve fealiyetdir. İdrak ise his ve tekarrüble olur. Lems ve zevk te-

masla havas-ı saire tekarrubledir. Hayat idraklik ve fe’allik nisbetindedir. Hayvanın


hayatı derk ve fi’li kadardır. İnsanın hayatı da derk ve fi’li kadardır. Melaikenin de

hayatı derk ve fi’li kadardır. Binaenaleyh en yüksek hayat melaikenin hayatıdır.

Hayy-i hakiki Allah celle celalühdür. Zira O’nun fevkinde bir derk ve fi’l yoktur.

Fahri alem sallalahü teâlâ aleyhi vesellemden ism-i a’zam hangisidir diye


sormuşlar. Cevabında Sure-i Bakara, sure-i Al-i İmran ve Taha’dadır diye buyur-

muştur.


Allah celle celalüh hakkında “ La yeşguluhu şe’nün an şe’nin külle


yevmin hüve fi şe’nin”.


Manası : Cenab-ı Hak’kı bir şeyle meşgul olmak başka bir şeyle meşgul


olmakdan men etmez. Her zaman bir haldedir.


Esteizü billah “ İnnema emvalüküm ve evladüküm fitnetün...” ayet-i


kerimesindeki fitneden murad, tecrübedir. Tecrübe, imtihan manasınadır

Deniz pislikleri götürdüğü gibi aleyhissalâtü vesselâm da küfrü götürdü.

Kıble-i salât Ka’be-i muazzama olduğu gibi, kıble-i hacat da Arş-ı ilâhidir.


Hayat müdrik ve fe’al olmaktır. Mevt ise gayr-i müdrik ve gayri fe’al ol-

maktır.


Ulema ilm-i zahiri ve ilm-i batınıyi noktay-ı müntehasına erdiren kimseler-

dir. Diğer bir ta’rifle her dört mezhebde ictihad derecesinde bilgi sahibi olmakla be-

raber, ma’nada vilayet-i Muhammediyye sallallahü aleyhi veselleme vasıl olan


kimsedir.


Leyse fil vücudi sivayi ve aleyküm en tettehizuni vekila.


Manası : Allah celle şanuhu “Benden başka var olan yoktur. Her şey-

de bana tevekkül ediniz” diye buyurmuştur. Tevekkül bahsinde İşan kuddise sir-

ruh: “ Avam-ı nasın tevekkülü esbab-ı zahiriyyeye teşebbüs ile olur. Esbab-ı zahi-

riyyeye teşebbüs ile husulünü Cenab-ı Hak’dan niyaz eder.


Makam-ı mukarrabin ki a’la-yı meratibdir, mukarrabin-i dergah-ı ilâhi olan-

lar, Allahü teâlâ’dan başka bir şeyi bilmezler.


Es-Samed ; Havaicde merci’-i küldür. Hiçbir ayb ve kusur kabul etmez.

O’na hiçbir şey dahil olmaz. Hiçbir şey ondan hariç olmaz. Hiçbir mahlukatın hiçbir

zamanda ve mekanda tasarrufu yoktur. Hiçbir hacet tamam olmaz Allahü teâlâ’ya

müraacat etmedikçe. Büyük halim olmaz ise büyüklük vazifesini yapamaz. Büyük

kerim olmaz ise büyüklük vuzifesini yapamaz. Bu manaların hepsi doğrudur. Zira

hepsi ka’r-i bahr-i tevhidden çıkmıştır.


Es-Samed : İstiane edilen, münteha-yı müraceat, münteha-yı siyadet ve

saire O’dur. Samed demek, “Yef’alü ma yeşa ve yahkümü ma yürid” dir.

Hiçbir şey O’nun iradesini tağyir etmez. Hiçbir şey O’nun hükmünü tebdil

edemez. Maciddir. Hiçbir şey O’nun iradesi tealluk etmeyince husul bulmaz.

Abbas radıyallahü anh der ki: Samed sıfatında kamildir. Kemal demek,

ötesi yok demektir. Hiçbir mahluk O’nun sıfatıyla sıfatlanamaz. Allahü teâlâ’nın

zatının sıfatının ve şüunatının şerh ve izahını hiçbir mahluk yapamaz.


(Şüunat : Şan kaza ve hallerin değişmesi manalarına). Sameddir, ya’ni

ihtiyacat O’na ref olunur. Ganidir yani hiçbir şeyde hiçbir zaman hiçbir mekanda

hiçbir alemde hiçbir kimseye muhtaç değildir. Bütün mahlukat her şeyde her halde

ve her anda hep Allahü teâlâ’ya celle celalüh muhtaçtır. Öyle Sameddir ki, yani

bakidir ki, cemi-i mahlukatdan evvel vardır. Cemi-i mahlukat fani, ancak Ol bakidir.

Samedin bir manası da Allahü teâlâ’ya celle celalüh bir kimse varis olamaz. O


herkese varisdir. Allahü mirasüssemavati vel ard. Sameddir, uyumaz, gafil ol-

maz. Sehv etmez, unutmaz. Allahü teâlâ Sameddir, hiçbir mahluk O’nun sıfatıyla


muttasıf değildir. Her ayıb ve kusurdan münezzehdir. Her gayba muttalidir. Sa-

meddir, yani afattan ve nekaisten münezzehdir. Zatında kamildir. Sıfatında kamil-

dir, efalinde kamildir. Kâmil ancak Allahü teâlâ celle celalühdür. –Kamil noksan-

dan hali ve uzak ve beri manasına-. Sameddir: Galibdir. Sameddir: Cemi-i mahlu-

kat O’nun künh-cevher-i hakikat ve gayeti nihayet- ve mahiyetinden mütehayyirdir,


acizdir idrak edemez. Ukul-i beşeriyye efkar-i mahlukat O’nun sır ve hikmetine ku-

sur bulamaz. El-Aczü an derkil idraki idrakün. Sameddir: Yani hudüsden ve ze-

valden münezzehdir. –Hudüs yok iken vücuda gelmek, zeval de evvelki itibar ve


halinden ayrılmak fena bulmak manalarına- İbtidasız bir evveliyetle evveldir. Baki-

dir, intihası yoktur.


Fahri alem sallallahü teâlâ aleyhi vesellem sıfatı ilâhiyyenin mazhar-ı


tammıdır, beşer olmak itibariyle..


(Men kateltühü feene diyetühü) hadisi kudsidir.

Manası : Ben bir kimsenin nefsini ifna idersem, karşılığı ben olurum.

(Kema taişune temutune kema temutune tühşerune) hadis-i şeriftir.

Manası : nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.

(Men kane lillah kanellahü lehu.)


Manası : Bir kimsenin her işi Allah için olursa her işinde Allah celle cela-

lühü ona yardımcı olur.


Zevil kurba üçdür. Biri mukarrabin-i ilâhidir ki peygamberan-ı izamdır.

İkincisi ehl-i nübüvvet ve risalettir.


Üçüncüsü de mü’minlerdir. (Zevil kurba aleyhissalâtü vesselâmın akraba-

sıdır)


Et-Taibu minezzenbi kemen la zenbe leh.

Kulubun meyli, bais-i zaferdir.

Evlad-ı zinaya ma’rifet-i ilâhi nasib değildir.

Eddebeni Rabbi fe ehsene te’dibi. Buradaki edeb muhteviyat-ı hadisi-i


şerif ve Kur’an’dır.


Hüviyyeti ilâhiyye (?) nin cemi-i mahlukata müsari (?) olduğunu erbab-ı


mükaşefe bilir.


Kur’an-ı azimüşşan’da her nerede hidayet kelimesi harf-i cersiz olursa


murad isaldir. Her nerede harfi cerle olursa murad irae-i tarikdir.


Kelime-i tevhid nasıl küfrü izale ederse, tevbe de isyanı izale eder.

Keramet şart-ı vilayet olmadığı gibi, levazım-ı vilayet de değildir.

Mebsuran (?) yoldan çıkmış manasına füturan mümsik manasınadır..

Allah kelimesi dört harftir. Elif harfi ma’rifet-i zatiyyeye, birinci lam harfi

masiva-yı afakiyyeye, ikinci lam harfi masiva-yı enfüsiyye-yi nef’iyye, he harfi de

hüviyyet-i gaybiyyeye delalet eder.


Ger geda pişi leşker-i sultan bud

Kâfir ez butem tevakki bereved ta der çin

Manası :

Sultan askerinin önünde dilenci bulunursa,

Kâfir sadaka isteyecek korkusundan kaçar.

Mevt asıldır, hayat arızidır. Mevt, emr-i vücudidir; emr-i ademi değildir.


Halkul mevt bunun delilidir. Mevt, geçmiş musibetlerin en ağırı, gelecek musibet-

lerin en hafifidir.


Ber ser-i balin bimaran güzer

Zianki hest ez sünneti hayrul beşer

Manası :

Hastaların yastığının başına uğra

Çünkü Resulüllah sallalahü aleyhi vesellemin sünnetlerindendir.

Ey tabib-i mihriman çün be rence (?) fermude-i kadem

Ez ser-i balin-i men megüzer ki bimarem henüz

Manası :

Ey merhametli tabib 

mademki gelerek zahmete katlandın,

Yastığımın başından ayrılma çünki hala hastayım..

Dest-i bimaran giriften tabiban lâzımest

Men ki bimarem destem negeri (?) ey tabib

Manası :

Hastaların nabızlarına bakmak tabiblerin adetidir.

Ben ki hastayım niçin elimi tutmuyorsun ey tabib..

Amel-i Salih : Tasavvufi manaya göre, enaniyeti temelinden kat’ etmek,


koparmak manasınadır.


Allah celle şanühü maksud lizatihi, başka şeyler de maksud ligayrihidir.

Şükrün bir manası da, Cenab-ı Hak’kın verdiği ihsanı büyük bilmek, asıl


ihsana bakmamalı, muhsinin büyüklüğüne bakmalı.


Salât : Tasavvufi manaya göre meyl-i batıni ve teveccüh-i zahiridir.


Büniyeddinü alennezafeti. Din, nezafet üzerine kurulmuştur. Hiçbir pey-

gamber yoktur ki dininde salât ve zekât denilen şey mevcut olmasın. Her dinde


namaz ve zekât olduğu gibi oruc da vardır.


Kebair-i kalbiyye- kebair-i batınıyye ki hased ucb, gadab, kibir. gibi em-raz-

ı kalbiyyedendir. Herhangi kalbde bulunursa o kalbi öldürür.


Safha-i kainat dört sahifeden ibarettir. Safha= Bir senedin yüzü. Birinci


sahife ademdir ki hılkatten evveldir. İkinci sahife, dünyadır. Üçüncü sahife kabir-

dir. Dördüncü sahife ahirettir.


Bir insan ne kadar gani olursa, o kadar ziyade muhtaçtır. Aleyhissalâtü

vesselâm her kesden gani olduğu halde, Cenab-ı Hak’dan ümmetinin kendisine

dua etmesini emr etmesini rica etti.


Bütün mahlukatın mebdei teayyünü mebde-i inşai (?) sıfat-ı ilâhiyyedir.

İsmail aleyhisselâm niamat-ı ilâhiyyeye şakir, belaya sabir ve cenab-ı Hak’ka tam

mutemid (?) idi.


Namaz teveccüh-i tamdır. İbadet-i kamiledir. Hak cihetine teveccühdür.

Muzahrafat-ı dünyadan temiz olanlar, helal malından zekât verenlerdir.

İfk : İftira, büyük iftira demektir.

Hoş an cani ki cananeş tu başi

Ni mired (?) her ki cananeş tu başi

Manası :

Ne güzeldir ol can ki maşuku sensin

Ölmez kim ki seni sever

Hoş an derdi ki dermaneş tu başi

Nemired her ki dermaneş tu başi

Manası :

Dermanı ve ilacı sen olan derd çok tatlıdır

İlacı sen olan hastalar ölmez.

Hiçbir kemal, mizacı tebdil edemez. Mizac tabiat manasına.

Hoşa vakti ve hırem ruzikari

Ki yari ber hored ez vasl-ı yari.

Manası :

Güzel vakittir mesut zamandır dostu dosta kavuşturan zaman ne güzel

zamandır.

İdris aleyhisselâm levazım-ı dünyeviyye ve levazım-ı uhreviyyeyi tedris


ettiğinden bu isimle tesmiye edilmiştir.


Kulub-i mü’minin arş-ı ilâhidir. Kulubdan murad, latife-i kalbiyyedir.

Vücub üç kısımdır : Vücub-i şer’i, vücub-i akli, vücub-i istihsani Bu vü-cub


insanın yapmasını icab eden şeylerdir.


Ellezinehtedev : Zülali irfan-ı ilâhiye kanmış olanlar...

Cemi-i mahlukatın en ekseri melektir.


Te’vil : Evirmek, çevirmek, ta’n, batırmak, itiraz etmek, mübalaga, keyfi-

yet ve kemiyet itibarıyla nihayete erdirmek, tevatür, yeknesak manalarınadır.


Tevatür : Mucib-i ilim ve yakindir. Tevatürü inkar eden, hem ahmak, hem


kâfirdir.


Taha : Bir manası benim ondördüncü aydaki günüm. Ayın on dördüncü

günü bedr-i kemaldir. Bedirden bir gece evvel ve bir gece sonrası nakıstır. Taha,

ebced hesabıyla 14 dür. Tı harfi dokuz, he harfi ise beştir. Taha, bir manaya göre

de talib-i hidayet-i amme, kaffe-i berayay-ı hidayete talib olan. Beraya, mahlukat

demektir.


Rahman : Dünyada dostuna, düşmanına, müstehakkına ve gayr-i müste-

hakkına levazım-ı beşeriyyeti bahş eden manasınadır.


Belkıs’ın babasının ismi Şercil idi. Anası cinni idi. Babasının başka evladı


olmadığından vefatında yerine geçti. Belkıs’ın arşı, kürre-i arza gelen bütün hü-

kümdarların tahtlarından büyükdü. Tuli seksen, arzı seksen, amki otuz zra’ idi. Al-

tundan mamul idi. Ba’zı yerleri de gümüştendi. Yakut, zümrüd ve enva-ı incilerle


murassa idi. Ayakları yakuttan olup yedi kapusu var idi. Kendisinden başka hiçbir

kimse çıkamaz idi.


Bedi’ : Adimül misl demektir.

Hak teâlâ celle celalüh bakidir kendi bekasıyla. Halk bakidir Cenab-ı


Hak’kın bekasıyla..


Rü’yet-i kalbiyye iki mef’uli iktiza eder. Rü’yet-i basari bir mef’uli iktiza eder.

Allah celle celalüh o zatı müçtemiussıfatın alemidir.


Namaz kılmakla hakayık münkeşif olur. Namazdan murad teveccüh ilal-

lahdır. Bütün cevarihiyle, bütün azası ile, zahiri ve batını ile Allah celle celalühe


müteveccih olmaktır.


Şuayb aleyhisselâma hatibul enbiya derler. Çünki çok hatib ve çok fasih


idi. Onun bir sohbetiyle Musa aleyhisselâm kemale erişti.


İlim iki türlüdür.

Birisi tahsil ile hasıl olan ilimdir.

Diğeri ise min ledünnillah gelen ilm-i leddünnidir. İlm-i ledünninin yetmiş iki


şubesi vardır. En ednası evrakı bilmek ve sa’id ile şakiyi ayırmaktır.


Elehe : Her şey her vakit onunla meşguldür.


Alihe : Herkes onunla mütehayyirdir. Herkes ve her mahluk onun mahi-

yetinde mütehayyirdir.


Alühe : Her abdin bilistihkak ma’bududur

Hüve: Ancak o hanın bir gözü vardır ki vahdet-i mutlakaya aiddir.


Dünyada şer’i şerife muvafık olarak namaz kılanlar kabirde de namaz kı-

larlar. Fakat bu namaz kıyam, rüku ve saire değildir. Teveccüh ilallahdır. Cennette


ibadet için değil, telezzüz için namaz da kılınacak Kur’an da okunacaktır.


Ekaen : Ben yakinim hikmetin iktizasıyla karibim, Fela yesuddunne Seni


yoldan çıkarmasınlar, seni vaz geçirmesinler, i’razına sebeb olmasınlar.

Etevekkeu : Dayandım, Ehşi: Düşürürüm manalarınadır.

Kelime-i tevhid, La ilâhe illallah kailinin büyüklüğü nisbetinde büyüktür.


Zira herkes batınının tenevvürü ve zahirinin ilmi nisbetinde büyüktür.


Kuddus, İdris aleyhisselâmın zikridir. Sübbuh, Nuh aleyhisselâmın zikri-

dir.


Hikmet : her şeyi olduğu gibi bilmektir. O da zat-ı ilâhiyyeye mahsusdur.

Dil nedadem tane didem ez tevhid-i lutf u kerem

Men çi danistem ki ha..

Manası :

Aşık olmadım senden yüzlerce lutf ve kerem görmedikçe, ben ne bilirim


ki..


Sidretül münteha : Nihayet-i uruc-i melaikedir.


İlm ve irfan : ilm-i zahiri ulema-i zahirede, müşahedat ve mükaşefat ule-

ma-i batınıyyededir.


Esma-ul hüsnadan el-Müheymin celle celalüh bütün mahlukatın ömürle-

rine ve amellerine ve ecellerine ve rızıklarına ve ahvallerine ve nefislerine muttali’-


dir ve müstevlidir. Hasılı bilcümle mahlukatın bilcümle umurunu görür.


Muttali’ : İyice bilmek.

Müstevli : Nihayete kadar her işi bilmek ve galib olan.

El-Cebbar celle celalüh: Her şeyde her zamanda her mekanda irade ve

meşiyyeti- dilemesi muradı- nafizdir. Her şeyin onda nüfuzu yoktur. Her şey onun

zatına göre hakirdir. Azamet ve kibriya ancak O’nundur.


El-Halık : Maddeleri halk eder.

El-Bari : O maddeleri birleştirip vücuda getirmektir.

El-Musavvir : O maddeleri tezyin etmektir.

Her zaman iman lâzım olduğu gibi her zaman da tevbe lâzımdır. İnsan


yirmi dört saatte yüz yirmi dört bin defa nefes alır. İlm-i ilâhinin mertebesinin fev-

kinde bir mertebe yoktur. İlmi de kendisi gibi kadimdir. Kadim için bir zaman tasav-

vur edilemez.


Kuvve-i bahiye, kuvve-i hazımıyyeye tabidir. Kuvve-i hazıma da selâmet-i


a’zaya tabidir. Huşu, zahiri zillet, hudu, batıni zillettir.


Kur’an-ı azimüşşan Peygamber aleyhisselatü vesselâmda emanetullah


olduğu gibi, hadis-i şerifler de sahabe-i kiramda emanettir. Sahabe-i kiramın kaffe-

si Peygamber aleyhisselatü vesselâmın akval, ef’al ve ahval olmak üzere hadis-i


şeriflerin kaffesini muhafaza etmişlerdir. Hiçbir sahabi hadis-i şeriflerin kaffesini

muhafaza edemez.

Enes bin Malik radıyallahü anh Peygamber aleyhisselatü vesselâmın has

hizmetçisi idi. Evinde, hariçde seferde hep hizmet ederdi. Fakat bu hizmetçilik


mahkur -hakir- değildi. Çünki Efendinin büyüklüğü nisbetinde hizmetçi de büyük o-

lur.


Halis kırmızı elbise giymek mekruhdur. Zira şeytan libasına müşabihdir.

İnnallahe yühibbu en yüra eseru ni’metihi ala abdihi.

Manası : Cenabı Hak kulunda verdiği nimetinin eserini kulunda görmeyi

sever. Bu sebeble herkes maddi kazancı nisbetinde aile geçimini temin edecektir.


Kurb-i feraiz, kurb-i aslidir. Kurb-i nevafil, kurb-i zıllidir.

Kudret kemalde olunca sühulet ve suubet ref’ olur.

Bi günah ber men negüzeşte saati

Ba hudur-i dil nekerdem taati.

Manası :

Günahsız bir saat geçirmedim

Huzur-i dil ile bir taat yapamadım.

Kesaniyellahü hazihirridae Ya Rabbi lekel hamdü.

Manası :

Bu ridayı – elbiseyi- giydirdi. Ya Rabbi sana hamdolsun..

Hasib : Cemi-i mevcudatın, cemi-i mahlukatın cemi-i havaicine kâfidir.


Her mevcudun vücuduna ve levazım-ı vücuduna ve kemal-i vücuduna kâ-

fidir. Amir ne kadar büyük ise, emri de o kadar büyüktür.


Kebir, zatında kemal, celil, sıfatında kemal, azim zat ve sıfatında kemal-

dir.


Bir hadis-i şerif meali: Bir kimse namaz kılmayı unuttu. Vakit çıktı.

Sonra cemaatle başka namazı kılarken hatırladı. Cemaatle edadan sonra

unuttuğu namazı kılar ve sonra da cemaatle kıldığı namazı iade eder.


Ataullah İskenderi kuddise sirruh buyurmuştur ki: Yarınki yiyeceğini dü-

şünürsün, sekerat zamanını düşünmezsin ki, mü’min mi gideceksin kâfir mi? Sa’id


mi gideceksin şaki mi?


Seyyid-üt Taife Cüneyd-i Bağdadi kuddise sirruh buyurmuştur ki:


Sebilül mekasib sebilül a’mal-il mukarribe. Çalışmak, kazanmak yolu, Al-

lahü teâlâ’ya yaklaştıran yoldur.


Hadis-i şerif meali : Kimde muhabbet var ise, sevdiğine itaat eder.

Hadis-i şerif meali : İki iş arasında daha kolayını seçerdi.

Salât sıla’dandır. Sıla vuslat’tandır. Vuslat visaldendir.

Dünya ki deru sebat kem mi binem

Der her feraheş hezar gam mi binem

Çün köhne ribatest der her tarafi

Rahi be beyaban adem mi binem

Manası :

Dünya ki onda sebat çok azdır.

Onun her lezzetinde, rahatlığında binlerce gam ve keder vardır.

Harab bir hane gibidir her tarafı

Yokluk sahasına götüren bir yol gibidir.


Gurur : Aldatıcı; Münker ve nekir malum olmayan manalarınadır.

Der dil-i her ki sırr-ihlas iyst

Tu yakin dan ki bende-i has est

Ez beray-ı secde-i ışk asitani yaftem

Ser zemini bud manzur-i asumani yaftem.

Manası :

Bir kimsenin kalbinde ihlas var ise

Onun halis bende olduğunu anlamalıdır.

Aşk secdesini yapmak için bir mihrab buldum

Yerde idi fakat göklerin imrendiği bir yer idi.


İhlas esrar-ı celile-i ilâhiyyedendir. Cenab-ı Hak sevdiği kulların kalblerine


ilka eder.


Ceddidu imanekum bikavli La ilâhe illallah

Manası : İmanınızı La ilâhe illallah diyerek yenileyiniz.


Alem-i nasuttan, alem-i lahuta tayran için iki cenahlı –kanadlı- bir ruh lâ-

zımdır. İki cenah imanla amel, ruh da ihlasdır.


Vücudu haramla beslenmiş olanlardan sadır olan a’mal ile farz sakıt olur-

sa da, Cenab-ı Hak’dan mev’ud olan sevaba nail olamazlar.


Hırs : Rağbet-i tamme ile tefsir edilirse Peygamberan-ı izam aleyhimüs-

salâtü vesselâm hakkında isti’mali caizdir.


Efendilerin adetlerindendir, ihtiyar kölelerini azad ederler.

Kibr: Tenbellik, ciddiyetsizlik, ya’ni işe ehemmiyet vermemek, tutulan işte


muvaffakiyetsizliğe sebep olur.

Sünnet üç manaya gelir:

1- Farz ve sünnet diyerek zikredilince bildiğimiz sünnet muraddır.

2- Kitab ve sünnet diye zikr edilirse kitab Kur’an-ı azimuşşan, sünnet de

hadis-i şerifdir.


3- Müstekillen sünnet diye zikr edilirse o zaman sünnet şeriat manasına ge-

lir.


Ruh, letafet demekdir. Latif, nazik, yumuşak ve hoş şey demektir. Re, vav


ve ha harfleri nerede bulunursa, latif manasını ifade ederler.


Tevhid : Allahü teâlâyı celle celalühü olduğu gibi bilmektir. Evsaf-ı kemal


ile muttasıf, sıfat-ı nekayıstan münezzeh bilmektir.


İbrahim aleyhisselâmın babası Taruh idi. Azer Taruh’un kardeşi idi.

Taruh vefat edince kardeşi Azer karısını nikah etti. Amcası olmak itiba-riyle


İbrahim aleyhisselâm Azere baba derdi.


Peygamber aleyhisselatü vesselâmın kavilleri, fiilleri, halleri müfessir-i


Kur’an idi. Kalb-i alileri, varidat-ı ilâhiyeye, inayet-i Rabbaniyye, tecelliyat-ı zatiye-

yi ilâhiyyeye mazhar idi.


Bize namazın farz olması, Allah celle şanühunun rızası içindir.

Fahri alem sallallahü aleyhi veselleme namazın farz olması kendi rızası

içindir. Namaz kılmak rızkın vüs’atine sebeb olur. Resul-i ekrem sallallahü aleyhi


vesellem hane-i seadetlerinde bir noksanlık olur ise ehl-i iyaline namazla emr bu-

yururlardı.


Yehudiler tarafından şehid edilen peygamberanı izam salavatullahi ala

nebiyyina ve aleyhim cihadla memur olmayanlardır. Peygamberlerden bazıları

tebliğ, bazıları da cihadla memur idiler.


Lokman aleyhisselâm on iki bin kelime nasihat söylemiştir.

İnde zikr-is- salihin tenzilürrahmetü.

Salihinden söz edilmesi rahmet-i ilâhinin inzaline vesile olur.

Salih : Hukuk-i ilâhiyye ve hukuk-i ibaddan beri olan.


Beri : Kurtulmuş-

İnne lillahi melekün müekkelün limen yekulü ya erhamerrahimin, ya


erhamerrahimin, ya erhamerrahimin, irham ibadekel mü’min.

İbadetin en büyüğü Allah celle şanühuyu bilmektir.

Bigayr-i amedin teravneha : Gördüğünüz direklerle, görmediğiniz direk


var ki kudret-i ilâhiyyedir. Bazı kimseler bu direkler Ehl-i beyt-i nebevidir demişler-

dir.


Adem aleyhisselâmın tiyneti, melaike-i kiram tarafından yoğrulurken İmam

Ali radıyallahü anhın ruhaniyeti beraber idi. Ruhaniyeti, vücud-i tiynetinin zuhuruna

kadar mazharı kudret-i ilâhi idi. Vefat edince oğlu imam Hasen radıyal-lahü anh,

ondan sonra imam Hüseyin radiyallahü anh, ba’dehu Zeynelabidin, ba’dehu

Muhammed Bakır, ba’dehu Cafer-i Sadık, ba’dehu Musa Kazım, ba’de-hu Ali

Rıza, ba’dehu Muhammed Cevad, ba’dehu Muhammed Taki, ba’dehu Ali Askeri,

ba’dehu Muhammed Mehdi ve ondan sonra zahiren bu mansab kimseye verilmedi,

ta ki Abdülkadir Geylani zuhur edince ona verildi. Vefatında da ila ahi-rizzeman

kendisinde kaldı. İmam Ali, vücud-i unsuriyyesinden evvel nasıl muta-sarrıf ise,

Abdülkadir Geylani kuddise sirruh da ba’del vefat mutasarrıfdır.


Fahri alem aleyhisselatü vesselâmın hadd-i zatında bir nur-i nübüvvet ve

risaleti var idi. Bu kisve-i nübüvvet ve risaletle iktisa olduğu için ehadis-i şerifeyi

söyleyebilirdi. Hadis-i kudsiyi beyan ederken başka bir nur ile iktisa ederlerdi.

Ayat-ı kerimeyi tebliğ buyururken onun fevkinde bir nurla nurlanır diğer bir

kisve ile kisvelenir, başka bir hey’etle hey’etlenir, başka bir heykel ile heykellenir idi.


İstihza ve sihriyye, en deni, en alçak kimselerin sıfatıdır. Kendini bilen is-

tihza etmez. Fahri alem sallalahü aleyhi vesellem kendisiyle istihza edenlerin ay-

nen istihzaya mazhar olacaklarından müteessir olurlardı. Bunların zahrlarından bir


çok müminlerin, evliyanın, bir çok müçtehidin ve bir çok ulemanın zuhur edeceğini

bildiklerinden kavminin helak olmasını istemezlerdi.

El-istikametü hayrun min elfi kerametin. Men istesgara nefsehu fe-

hüve mütevadıin. Ve men rea linefsihi meziyyeten ala ehadin, fehüve müte-

kebbirun.


Manaları : İstikamet bin kerametten efdaldir. Nefsini kim küçültürse o


kimse mütevadı’dır. Kim nefsini başkasından üstün görürse mütekebbirdir.


Peygamber aleyhisselatü vesselâmın vücud-i alisi bir mu’cizedir. Kendisi-

ni tasdika kâfidir. Ve her bir sahabisi de birer mu’cizedir.


Menafi-i dünyeviyye ve uhraviyyenin hiçbir zerresi Kur’an-ı azimmüş-

şan’dan hariç değildir.


Şeriat-i İslamiyyede, mazarrat-ı dünyeviyye ve uhreviyyenin hiç birisi da-

hil değildir.


Namazın içindeki sünnetlerin her biri, ihya-i leylden efdaldir. Zira ittiba’-dır.


Kul in küntüm tühibbunellahe fettebiuni.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Efendi* hazretleri Bâyezid câmiindeki vaazlarında hiç bilmediğim şeyleri söylerdi, anlatırdı. Ben de cep defterimi çıkarıp, onları *Not* ederdim, sonra okurum diye. 


Ama Mübârek; *Not etmeyin, yazmayın, dinleyin!* derdi. 


Hakîkaten o not etdiklerimi okumak nasîb olmuyor. Vakit bulamıyorum. Fakat Ondan dinlediklerimi hiç unutmuyorum, hep hâtırımda. Not etdiklerimse defterde kaldı. Hiç okuyamıyorum.


Efendi hazretleri, *Not etmeyin!* deyince, üzülürdüm. Câhillik işte, kendi kendime; *Niçin not etmemize mâni oluyor?* derdim. Niçin? Meğer sebebi buymuş. Okumak nasîb olmazmış. 


O, ne yapardı? Kalbinden söyler, kalbimize yerleşdirirdi. Çünkü *Kalp* den çıkan, *Kalbe* girer ve yerleşirmiş. Ağızdan çıkan sözler, kalbe girmez ki yerleşsin. 


Kalpden, *Allah rızâsı* için çıkan sözler, dinliyenin kalbine yerleşir. *Mübâreğin* sözleri, *Evliyâ-i kirâm* ın sözleri kalplere yerleşir kardeşim. 

********

Bu bizim büyüklerimiz, Peygamberlerin *Vârisleri* dir, *Vekîlleri* dir. Ne mutlu onları tanıyanlara. *Sevmek* şöyle dursun, *Tanımak* bile ne büyük ni’met. 


Hele tanıdıkdan sonra bir de *Sevdi* mi, seâdete kavuşdu demekdir. *Feyz* yolu açılır o zaman. Feyz gelmeğe başlar kalpden kalbe. 


Bu zamanda kurtulmanın bir tek *Çâre* si var efendim, iki değil. Nedir o? Kurtulanlarla *Berâber* olmak. 


Peki, kurtulanlar kimlerdir? *Ehl-i sünnet* âlimleridir, *Allah* dostlarıdır. *Evliyâ* zâtlardır. Meselâ *Efendi* hazretleridir. 


İyi ama, biz Efendi hazretlerini görmedik ki. Görmedik ama, *Tam İlmihâl* kitâbı, onun sözleriyle dolu. Her zaman söylüyorum, benim ömrüm *Aramak* la geçdi. 


Neyi aramakla? *Efendi* den öğrendiğim bilgilerin kaynağını, senedini, vesîkasını bulmak için, *Bin* den fazla kitap karışdırdım.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ hepimize *Hüsn-ü hâtime* nasîb eylesin kardeşim. Birbirimize duâ edeceğiz. Ben, her namazda, bütün kardeşlerime *Duâ* ediyorum. 


Bir elin sesi çıkmaz ki, hepimiz böyle bir araya gelince bu hizmetler oluyor. Cenâb-ı Hak, bize bu hizmetleri nasîb ediyor, ama bir *Vâsıta* ile, bir *Sebep* le. 


*Müsebbib-il esbâb* dır Cenâb-ı Hak. Evvelâ sebepleri halk eder, sonra ni’metleri. İşte arkadaşlarımız bu hizmetlerimize *Sebep* oluyorlar, ne büyük *Ni’met* kardeşim. 

********

Enver âbi üniversitede talebeyken, *Kızlar* böyle *Erkek* talebelerin peşinde dolaşırlarmış. Bir tânesi gelmiş bir gün Enver âbi’ye. Enver âbi, *Ben gidiyordum* diyor.


Koluma biri girdi, bir de bakdım, bir *Kız talebe*. Ben de kolumu çekdim. Kız; *Bunda iş yok* demiş. Şeytân da öyle dermiş. Bunda iş yok. 

********

Bizim evde, yatak odasının kapısının üstünde bir levha var, orada şöyle yazılı: *Rütbet-ül ilmi a’ler-rüteb*. Ne demek bu? *Rütbet-ül-ilmi*; ilmin rütbesi, derecesi, 


*A’ler-rüteb*; rüteb, rütbeler demek. Rütbelerin en  a’lâsıdır, en yükseğidir. Demek ki, rütbelerin en a’lâsı, en yükseği *İlim rütbesi* dir. 


İbrâhim aleyhisselâm vefât edeceği zaman Azrâil aleyhisselâm geliyor. *Yâ İbrâhim! İzin verirsen, rûhunu kabz edeceğim, alacağım!* diyor. 


Çünkü Allahü teâlâ, Azrâil aleyhiselâma emir vermiş: *Peygamberlerimin izni olmadan ruhlarını alma. Onlardan izin iste, izin verirlerse ruhlarını al*, diye emretmiş. 


Bütün Peygamberler de böyle. Bu emirden dolayı, İbrâhim aleyhisselâm vefât edeceği zaman Azrâil aleyhisselâm geliyor, izin istiyor. 


*Yâ İbrâhim! Eğer izin verirsen, Allahü teâlânın emriyle senin rûhunu kabzedeceğim!* diyor. 


İbrâhim aleyhisselâm *Halîlullah* dır. Halîl, *Dost* demek. *Allahın dostu*. İbrâhim aleyhisselâm, ölüm meleğine, *Dost, dostunun rûhunu alır mı?* diyor. 


Yâni rûhunu vermek istemiyor. Azrâil aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın rûhunu almak için kendisinden izin alamayınca; *Yâ rabbî! Senin dostun İbrâhim’in ne söylediğini sen de işitdin*, diyor. 


Allahü teâlâ da; *Evet işitdim, sen de Halîlime de ki: Dost dosta kavuşmak istemez mi?* 


Azrâil aleyhisselâm böyle deyince, İbrâhim aleyhisselâm kendisine; *Yâ Azrâil! çabuk gel, rûhumu al da, bir an evvel beni Rabbime kavuşdur!* buyuruyor.

HASEN-İ BERKÎ

Büyük evliyâdan. Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimlerde âlim oldu. Tasavvuf yolunda yetişip evliyâlık derecelerinde yükselmek için, Şeyh Ahmed-i Berkî’nin talebesi oldu. Onun hizmetinde, yüksek makamlara, ilâhî ma’rifetlere kavuştu. Hocasının işâreti ile Serhend’e giderek, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hizmetine girdi. Onun talebesi olmakla şereflendi. Sohbetleriyle yüksek hâllere ve makamlara erişti. Sonra vatanına dönerek eski hocası Ahmed-i Berkî’in sohbetine devam etti. Onbirinci asrın sonlarında vefât etti.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Ahmed-i Berkî’ye yazdığı mektûpta; “Şeyh Hasen, sizin devlet erkânınızdandır. İşlerinizde sizin yardımcınızdır. Eğer siz bir sefere çıkacak olursanız, vekîliniz odur. Ona iltifât ve teveccühü eksik etmeyiniz. Çok gayret ediniz ki, zarurî din ilimlerini bitirsin. Hindistan’a gelişi, onun için de sizin için de büyük ni’met oldu. Allahü teâlâ bize ve size istikâmet versin” buyurdular.


Bundan kısa bir zaman sonra, Ahmed Berkî âhırete intikâl etti. Hazret-i İmâm’a haber gelince, Ahmed-i Berkî’nin eshâbına şu mektûbu yazdılar “Ahmed-i Berkî’nin gösterdiği yolda yürüyünüz. Zikir ve murâkabe ile meşgûl olun ki, bir isteksizlik ve gevşeklik hâsıl olmasın. Talebeleri toplanıp, birbirlerinde fânî olsunlar ki, sohbetin eseri zâhir olsun. Bu fakîr bundan önce; “Eğer Mevlânâ bir sefere çıkarsa, kendi yerine Şeyh Hasen’i bırakması uygun olur” diye yazmıştım. Herhalde bu seferi kast etmişiz. Şimdi de tekrar tekrar düşünüyorum. Bu işi yapacak ancak Şeyh Hasen’i buluyorum. Ba’zı arkadaşlara bu sözümüz ağır gelmesin. Bizim ve onların istemesiyle olmuyor. Ona uymanız lâzımdır. Şeyh Hasen’in yolu, Mevlânâ’nın yoluna çok yakındır. Mevlânâ’nın son defa bizden aldığı nisbette Şeyh Hasen’in de ortaklığı vardır. Diğer arkadaşların, her ne kadar keşf ve müşâhede sahibi olsalar da, bu nisbetten nasîbleri azdır.”


Hepsi emre uyarak, Mevlânâ Hasen-i Berkî’nin sohbetine dâhil oldular. Hasen-i Berkî, bu makamda, ilim ve feyz vermekle meşgûl oldu. İmâm-ı Rabbânî’nin ve kendi üstadının âdetlerine ve usûllerine bağlı kaldı. Murâkabe, mücâhede ve bid’atlerin kaldırılması ile uğraşıp, daha yüksek derecelere ve ulvî makamlara kavuştu.


Hasen-i Berkî anlattı: “Bu fakire iki açık hâdise gösterildi. Biri şudur: Hazret-i İmâm bizi talebeliğe kabûl edip buyurdu ki: “Hem yardım ediyoruz, hem de hakîki imâna kavuşmanıza vesile olmaya çalışıyoruz.” ikinci hâdise de şudur Hazret-i İmâm bana; “Bizden ne istersin?” diye sordular. Bu fakîr de; “Her şeyi veriniz” dedim. Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî hazretleri; “Öyleyse gel” deyip elimi tuttular. O anda bambaşka bir hâle girdim.”


Hasen-i Berkî, vefâtına yakın dedi ki: “Bana müjde verildi ki, senin taleben olan, mağfiret olunmuştur. Daha çok istedim, ilham oldu ki, sana muhabbeti olan mağfiret olunmuştur. Daha çoğunu istedim. Emr olundu ki, tevâtürle her kim sana kıyâmete kadar muhabbet ederse mağfiret olunmuştur. Ehbâbına olan vasıyyet ve nasihatlerinde buyurdu ki: “Bütün yeryüzünü araştırdım. Dünyâda hazret-i İmâm’ın iki büyük oğulları, ya’nî Hâce Muhammed Sa’îd ve Hâce Muhammed Ma’sûm gibisini bulamadım. Sizden kim Hakkı taleb ederse, onların huzûruna koşsun, onlara hizmeti, saadet ve kurtuluşu bilsin!”


İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Hasen-i Berkî’ye yazdığı mektûplardan biri şöyledir:


“(Bu mektûbumu yazmağa, Besmele ile başlıyorum). Allahü teâlâya hamd, seçtiği iyi insanlara selâm ve duâ ederim. Kardeşim. Şeyh Hasen’in mektûbunu okuyunca, çok sevindim. Kıymetli bilgiler ve ma’rifetler yazılı idi. Bunları anlayınca, pek hoşuma gitti. Allahü teâlâya şükürler olsun ki, yazdığınız bilgilerin, keşiflerin hepsi doğrudur. Hepsi, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygundur. Ehl-i sünnet âlimlerinin doğru i’tikâdları böyledir. Cenâb-ı Hak, doğru yolda bulundursun. Yüksek derecelere eriştirsin! Yayılmış olan bid’atlerin ortadan kalkmasına çalıştığınızı yazıyorsunuz. Bid’at karanlıklarının ortalığı kapladığı böyle bir zamanda, bid’atlerden bir bid’atin ortadan kalkmasına sebep olmak, unutulmuş sünnetlerden bir sünneti meydana çıkarmak, pek büyük bir ni’mettir. Sahih olan hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) buyuruyor ki: “Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır!” Bu işin büyüklüğünü, bu hadîs-i şerîften anlamalıdır. Fakat, bu işi yaparken, gözetilecek mühim bir incelik vardır. Ya’nî bir Sünneti meydana çıkarayım derken, fitne uyanmasına sebep olmamalı, bir iyilik, çeşitli kötülüklere, zararlara yol açmamalıdır. Çünkü, âhır zamandayız. Müslümanlığın za’îf, garîb olduğu bir asırdayız.


Merhum Mevlânâ Ahmed’in çocuklarının okumalarına, terbiyeli, bilgili yetişmelerine çok gayret ediniz. Zâhirî ve batınî edebleri öğretiniz. Görüştüğünüz herkesin, hattâ orada bulunan bütün din kardeşlerimizin İslâmiyete uymalarına, sünnete yapışmalarına ön ayak olunuz! Bid’at işlemenin, dinsizliğin zararlarını herkese anlatanız! Cenâb-ı Hak hepimize iyi işler yapmak nasîb eylesin! Dîn-i İslâmın yayılmasına, gençlere öğretilmesine çalışanlara, başarılar versin! Dîn-i İslâmı yıkmak için, temiz gençliğin imânını, ahlâkını çalmak için uğraşan, yalan ve iftiralarla gençleri aldatmağa çalışan din ve fazilet düşmanlarına aldanarak kötü yola sapmaktan, yavrularımızı korusun! Âmîn.” (3. cild, 105. mektûp)


¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾


1) Hadarât-ül-Kuds sh. 362


2) Tezkire-i İmâm-ı Rabbânî sh. 341


3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1012


4) Zübdet-ül-makâmât sh. 379

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Nakşibendî büyükleri *Taş*’a teveccüh etseler, taş feyz alır kardeşim. İstîdâda bakmadan herkese *Feyz* verirler. Yalnız *Talep* şartdır. İstemek lâzım. Talep olmayınca feyz olmaz. 


*Mevlâna Hâlid* hazretleri Bağdat’dan Delhi’ye gelirken, yolda rüyâda, *Abdullah-ı Dehlevî* hazretlerini görüyor. Uyanınca bakıyor ki, kalbi *Zikr* ediyor. 


Delhi ye gelince, aynen rüyâda gördüğü gibi, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini görüyor. Ve yedi ayda *Mürşid-i kâmil* oluyor. 


Bir gün sohbet esnâsında, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini sevenlerden bir *Kadın* ın vefât ettiği haberi geliyor. 


Abdullah-ı Dehlevî hazretleri bunu işitince, o hanımın kabrine teveccüh edip, sonra yanındakilere; *Kuvvetli ihtimâldir ki, bu yola bağlı olanlara kabir azâbı olmaz*, buyuruyor. 


Abdülhakîm Efendi hazretleri de; *Bu büyüklerin Kuvvetli ihtimâl demeleri, Muhakkak demekdir*, buyururdu. 


Bir kadıncağız da, *Abdullah-ı Dehlevî* hazretlerine bağlanmak istermiş. Kocasıyla devâmlı haber gönderirmiş, kocası da söylemeyi unuturmuş. Derken kadın ölmüş. 


O ölünce, kocasının aklına gelmiş ve gidip hanımının bu arzûsunu Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine söylemiş. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri de kabûl buyurmuşlar. 


O gece kadın, kocasının rüyâsına girip; *Çok şükür, murâdıma kavuşdum, beni kabûl etdiler*, demiş. Nakşibendî büyükleri böyledir kardeşim. 


Ölüye diriye, kadına erkeğe, yaşlıya çocuğa, hepsine *Feyz* verirler. Hattâ yanlarında bulunmak da şart değildir. Uzakdan *Sevmek* yetişir. 


Hâlbuki *Çeştiyye* tarîkatına girmek için, mürşid-i kâmilin Elini tutarak intisâb etmek şartdır. Nakşibendîde ise, uzakdan bağlanıp *Sevmek* le de, intisâb etmiş olunur.

Kurban Kesmenin Fazileti İle İlgili Birkaç Hadis-i Şerif

(Cimrilerin en kötüsü [vacib olduğu hâlde] kurban kesmeyendir.)[S. Ebediyye]

(Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, namaz kıldığımız yere gelmesin!) [Hâkim]

(Kurbanın postunun her kılına ve her parçasına bir sevab vardır.)[Hakim]

(Kurbanlarınız semiz olsun. Onlar Sıratta bineklerinizdir.) [Zâd-ül mukvin]

(Kurbanın derisindeki her tüy sayısınca size sevab vardır. Kanının her damlası kadar mükâfat vardır. O sizin mizanınıza konacaktır. Müjdeler olsun!) [İbni Mace]

(Kurbanlarınızı gönül hoşluğuyla kesin! Çünkü hiçbir Müslüman yoktur ki, kurbanını kıbleye döndürüp kessin de, bunun kanı, boynuzu, yünü, her şeyi kıyamette kendi mizanına konan sevabı olmasın!) [Deylemi]

(Sevab umarak kurban kesen, Cehennemden korunur.)[Taberani]

(Kurban bayramında yapılan amellerden Allahü teâlâ katında kurban kesmekten daha kıymetlisi yoktur. Daha kanı yere düşmeden Allahü teâlâ, onu muhafaza eder. Onunla nefsinizi tezkiye edin, onu seve seve kesin!) [Tirmizi]

(Kurbanların en hayırlısı boynuzlu koçtur.) [İbni Mace]

(Ya Fatıma, kurbanının yanına git! Kesilirken orada bulun! Kurbanının yere akacak ilk kan damlasıyla, geçmiş günahların affedilir.) [İ. Hibban]

(Kesilen kurban, Kıyamette, etiyle, kanıyla 70 kat büyüyerek mizana konur.) [İsfehani]

Abdest imanlı olmanın alametidir

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez. Çünkü abdest, îmânlı olmanın alâmetidir. Namazın anahtârı, bedenin günâhlardan temizleyicisidir."

Abdest almak, namazın farzlarındandır. Kur’ân-ı kerîmi tutmak, Kâbe'yi tavâf etmek, tilâvet secdesi yapmak, cenaze namazı kılmak için de abdest almak lâzımdır. 


Peygamber efendimize, Eshâb-ı kirâmdan biri;


-Yâ Resûlallah, abdestin hâssasından bana bir şey îzâh eder misiniz diye arz edince, Resûlullah efendimiz;


-Her ne zaman ümmetimden biri abdest alırken Bismillah deyip elini yıkarsa, eliyle yaptığı küçük günâhların hepsi affolur. Ağzına, yüzüne ve diğer âzâlarına su verdikçe, bütün küçük günâhları dökülür, buyurmuşlardır.


Diğer âzâlar yıkandıkça da, küçük günâhlar affolunur. Büyük günâhlar, insan ve hayvan hakları bu aftan müstesnâdır. Hak sâhibi, ister Müslümân, ister gayr-i müslim olsun, hak kendisine veya vârislerine ödenmedikçe, günâh affolunmaz.


Abdestin farzları, sünnetleri, edebleri ve bozan şeyleri vardır. Abdestsiz olduğunu bilerek zaruretsiz namaz kılanın îmânı gider. Namaz kılarken abdesti bozulan, hemen omuzuna selâm verip, namazından çıkar. Vakit çıkmadan abdest alıp, namazını baştan tekrar kılar. Abdesti temiz yerde almak lâzımdır. Resûlullah efendimiz;


(Abdest almak istediğiniz vakit, abdest bozduğunuz yerde abdest almayınız! Çünkü abdest suyunun her bir damlasına bir yıllık nâfile namaz sevâbı veriliyor) buyurmuşlardır.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

“Abdest alırken yıkanması lâzım olan yerleri üç defa ve her defasında, her taraflarını tamam yıkamaya çok dikkat etmelidir. Böylece, sünnete uygun abdest alınmış olur. Başa mesh ederken, başın her tarafını kaplayarak sığamalıdır. Kulakları ve enseyi iyi mesh etmelidir. 

Ayak parmaklarını hilâllerken, yani parmak aralarını temizlerken sol elin küçük parmağını, ayak parmaklarının alt tarafından, aralarına sokulması bildirilmiştir. Buna ehemmiyet vermeli, müstehab deyip geçmemelidir. Müstehapları hafîf görmemelidir. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği ve beğendikleridir. 

Eğer, bütün dünyayı vermekle, beğendiği bir işin yapılabileceği bilinmiş olsa ve dünyayı verip o iş yapılabilse, çok kâr edilmiş olur ve birkaç saksı parçası verip kıymetli bir elması ele geçirmek gibi olur. Yahut, birkaç çakıl parçasını verip, ölmüş bir sevgilinin ruhunu geriye getirerek, hayat kazandırmak gibidir.”


Netice olarak, her zaman abdestli bulunmak, yatağa abdestli girmek, abdestli yemek ve içmek çok sevaptır. Abdestli iken ölenlere şehît sevâbı verilir. Peygamber efendimizin  buyurduğu gibi:


(Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez. Çünkü abdest, îmânlı olmanın alâmetidir. Namazın anahtârı, bedenin günâhlardan temizleyicisidir.)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Hazret-i Ömer* radıyallahü anh, umreye giderken, Peygamber aleyhisselâm; *Ey kardeşim Ömer! Bana da duâ et!* buyurmuşlar. 


Hazret-i Ömer radıyallahü anh, bu *Kardeşim* sözünden o kadar sevinmiş, o kadar duygulanmış ki: *Ben ömrümde hiçbir şeye bu kadar sevinmedim*, demişdir.


Efendimiz böyle duâ isteyince, hazret-i Ömer radıyallahü anh, içinden; *Yâ Resûlallah! Sizin de duâya ihtiyâcınız var mı?* der gibi Efendimize bakmış. 


Resûlullah Efendimiz de aleyhisselâm; *Yâ Ömer! Sen duâ et, fâidesi edene mi, yoksa edilene mi olur, sonra anlarsın*, buyurmuşlar. 

********

Geceleri yatarken, bir *Âyet-el kürsî*, üç *İhlâs*, bir *Fâtiha*, üç *İstiğfâr*, on kere de, *Tevekkeltü alellah lâ havle velâ kuvvete illâ billah*, okuyorum.


Bunu, bana *Efendi hazretleri* söyledi, ben de o zamandan beri hep okuyorum. Dînimizde her meselenin kolaylığı ve çıkar yolu vardır ve bunların ayrı ayrı *Sevapları* da vardır.


Meselâ mest üzerine mesh etmenin ayrıca *Sevâbı* vardır. Herkes ömründe, hiç olmazsa bir kere *Mest* giymelidir. Kendinin yoksa bile, başkasından isteyip giymelidir. 


Vakfa verilen para, *Cihâd* için olup, *Farz* sevâbı kazandırır ve nâfile ibâdet sevâbından milyar kat daha iyidir. Meselâ bir fakire, *Bir Milyar* lira sadaka verilse, bizim vakfa da *Bir* lira verilse.


Bu bir lira, öbüründen *Bin* kat daha *Sevap* dır. Biz her ay bizim eczâneden bizim vakfa *Beş bin* lira veriyoruz. Ayrıca üç aylıkları alınca, onu da vakfa veriyoruz. Vakıfdan hiç para almıyoruz.

BU YOL

Bu yol, aynen yüce Eshâb-ı kirâmın yoludur. Eksiği ve fazlası yoktur. Bu da Kitab ve Sünnetteki azîmetleri almaktan ibarettir. Bunun için tarîkatın imâmı, mahlûkatın gavsı, hakkın, hakîkatin ve dînin mürşidi Şâh-ı Nakşibend hazretleri;

“Bizim yolumuzdan yüz çevirenin dîni tehlikeye girer.”

buyurmuştur.

(İmâm-ı Rabbânî)

“Kaddesallahu teâlâ sirreh “

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, Süleyman Kuku, 2004)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, kâfir bir *Cin*, bir putun içine girip, oradan Peygamber aleyhisselâma karşı *Çirkin* sözler söyledi. Eshâb-ı kirâm üzüldüler. 


Hemen bir *Melek* gelip, o Cinni öldürdü. Sonra Peygamber aleyhisselâmın huzûruna gelip; 


*Yâ Resûlallah! Ben yedinci kat gökde bir meleğim. Rabbimin emriyle gelip o kâfir Cinni öldürdüm. Şimdi ne emrin varsa, yerine getireyim*, dedi. 


Cinler her şekle girerler, ama bunları çoğu kişiler tanıyamaz. Bir zaman *İki kişi*, mezarlıkların yanından geçerken duvarın üstünde bir *Keçi* görmüşler. 


Biri, o keçiye bakıp; *Hem de erkekmiş*, demiş. Keçi onlara dönüp; *Erkeğim tabii ya!* demiş. Meğer o keçi, *Cin* miş. 


Yine bir gence, bir *Cin* kızı gelmiş. Hiç yanından ayrılmazmış. O nereye gitse, peşinden gidermiş. Bir gün o genç bakkala girmiş. O *Cin* kızı da gene gencin arkasından gelmiş.


Ve bakkalın bisküvilerini yemeğe başlamış. Gencin canı sıkılmış. O Cin kızına; *Sen müslümân değil misin, niye bunları yiyorsun?* diye sormuş. 


O Cin kızı da cevâbında; *Ben müslümânım, ama bunlar buraya Besmelesiz kondu. Besmelesiz konulan şeyler bize helâldir*, demiş. 

********

Ne mutlu size kardeşim. Melekler imreniyorlar, size *Gıbta* ediyorlar. Kanatlarını sizin ayaklarınızın altına geriyorlar. 


Peki niçin? Bu *Mücâhid* kul, bizim kanadımıza bassın da, biz de şereflenelim diye. Bunun için kanatlarını geriyorlar. 


Allahın dînine *Hizmet*, böyle kıymetlidir kardeşim. Ne mutlu bu hizmete iştirak edenlere. *Allahın Lütfu* dur bu. Herkese nasîb olmaz. 


Allah, dilediğine nasîb eder bu hizmetleri. Sizin *Elinizi* değil, *Ayağınızı* öpseler azdır. Elhamdülillah, sizi gördüm, kalbim ferahladı kardeşim.

İçinde küfür ve bid'at bulunan kalp ölmüştür

İçinde küfür ve bid'at bulunan kalp ölmüştür. Ölü kalp taş gibi katıdır. Hiçbir duyarlılığı kalmamıştır.

 (Hüseyin Hilmi Işık rahmetullah-i aleyh)