Yâdigâr mektûblar 71.mektûb

 Selâmün aleyküm kıymetli kardeşim Lütfi Uyanık 

Geçen mektubunuzdaki yazınız hoşuma gitdi. Ve kalbimi size bağladı. Bunun için bu mektubumu size yazıyorum.

Dün bir kardeşimin de mübarek mektubunu aldım. Hiç vaktim olmadığı halde ona cevab yazıyorum, fakat mübarek, ne adresini, ne de ismini yazmış. Karışık zihnim ile o cevheri teşhis edemedim. Matematik kısmında olan bu kardeşimin mektubunun yarısını size gönderiyorum. Kendisini bulup lûtfen vermenizi dilerim.

Biraderiniz Latif'i namazda görüyor; memnun oluyorum. Sizin, fakültedeki ve harbiyedeki kardeşlerimin cümlenizin bayramınızı tebrik eder; din ve dünya seâdetine duâ ederim. Bana tebrik yazmayınız, duâ ediniz kardeşim. [Ocak -Nisan 1960]

Hüseyn Hilmi Işık 

BÜYÜKLERİN YOLU

Hâce Ubeydullah (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki;

Ruhsatla (fetvâ ile) amel, zaiflerin işidir. Hâcegân hazretlerinin (Nakşî büyükleri) yolu azîmettir, takvâdır.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Elhamdülillâh, Rabbimiz bizleri huzûruna kabûl ediyor kardeşim, ne mutlu bize. *Hazret-i Ömer* radıyallahü anh, ilk *Îmâna* gelince ne buyurmuş? 


*İnnâ künnâ ezelle kavmin e’azzenallahü bil İslâm!* buyurmuş. Ne demek bu? 


Yâni, *İnnâ*, biz. *Künnâ*, idik. *Ezelle kavmin*, insanların en aşağısı, en kötüsü, en zelîli idik. 


*E’azzenallahü bil islâm!* Allahü teâlâ bizi, islâm ile, îmâna kavuşdurmakla şereflendirdi. *Zelîl* iken *Azîz* olduk, demekdir. 


Yâ kardeşim, *Zelîl iken azîz olduk*, buyurmuş hazret-i Ömer radıyallahü anh. Ne mutlu o îmân izzetine kavuşanlara. *Namaz* kılmak nasîb olan, alnını *Secde’ye* koymak nasîb olan insanlara ne mutlu. 


Geçen gün *Mehmed Ma’sûm* hazretlerinin fârisî *Mektûbâtını* okuyordum da, Mektûbât’ın baş tarafında *Önsöz* var. 


Mehmed Ma’sûm hazretlerinin hayâtından bahsediyor. Vefâtlarına bir ay kala, yanındakilere dönüyor Mübârek.


*Bir aydır, secdemi Arş-ı âlâ’nın üzerine yapıyorum*, diyor vefâtına yakın. İşte onu okuyunca, *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinin o *Sözü* aklıma geldi. 


Vefâtlarına yakın, ben yanındaydım; *Arş-ı âlâ’yı gördüm, ne güzel, ne güzel*, buyurmuşdu. Mehmed Ma’sûm hazretleri de öyle buyuruyor. 


Yatarken, *Kul e’ûzü*’leri okuyalım kardeşim. Efendi hazretlerinin sünnetidir. Bu bizim büyüklerimiz, Peygamberlerin *Vârisleri’dir*, yâni *Vekîlleri’dir*. 


Ne *Mutlu* onları tanıyanlara. *Sevmek* şöyle dursun, *Tanımak* ne büyük ni’met. Ne büyük seâdet.


Hele tanıdıkdan sonra bir de *Sevdi mi*, seâdete kavuşdu demekdir. *Feyz* yolu açılır o zaman. *Feyz* gelmeğe baş-lar, *Kalb*’den *Kalb*’e akar. 


*İzâ rüû zükirallahü*. Hadîs-i şerîf bu. *İzâ rüû*, onlar görüldüğü zaman. Onlar kim? *Allah dostları*, *Allah adamları*, evliyâullah. Bu büyükler görüldüğü zaman. 


*Zükirallahü*, Allah hâtıra gelir. O büyük zâtların kitaplarını okumak da, kendilerinden bahsetmek de, hep *Zikr’dir*, yâni Allahı anmakdır.

Yâdigâr mektûblar 70.mektûb

 Talebelerinden askerî muallim Lütfi Uyan'a Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm uyanık kardeşim Lütfi [Uyan]

Mektûbunuzu alıp, yazınızı görünce hayrân oldum. Elhamdülillah size bu harflerle seve seve cevâb yazıyorum. Senenin bereketi behârından belli olur. Sizin bu hüsn-i hattınız da, ma'nevî hayâtınızın bereketini haber vermekdedir. Ne büyük ni'mete mazharsınız. Karanlık ormanlardan zulmetler içinde âb-ı hayâta kavuşmak pek nâdir kimseye nasîb olur. Çokları ise bu zulmetde yolunu şaşırır, tehlikelere düşer.

Yazdığınız askerî adrese göndermek muvâfık olmadığından, Süleymân kardeşim vâsıtası ile yazıyorum. Cenâb-ı Hak hepinize olan ni'metlerini artdırsın. Onun hazînesi sonsuzdur. Kerîmlerin kerîmidir. Şükr edenden ihsânını geri almaz. İsteyenlere bol bol verir.

1- Secdenin sahîh olabilmesi için, taş veyâ başka bir sert şey olmak ve yerden bir veyâ iki tuğla irtifâından [50 cm yüksekliğinden] fazla yüksek olmamak lâzımdır. Dahâ yüksek olursa veyâ yumuşak olursa, secde olmaz. Îmâ etmiş olur.

2- Câmi'de cemâ'at hâlinde nemâz kılacak boş mahâl yok ise, yere secde eden öndeki safdakilerin sırtına secde edilebilir. Fakat önündekinin sırtına secde etmiş bir kimsenin sırtına secde edilemez. Sırtına secde edilen kimsenin, zemine secde etmiş olması lâzımdır.

3- Hepimize nasîhat, Seâdet-i Ebediyye'yi çok okumak; Mektûbât'ın zevk ve vecdi içine dalabilmekdir. İmtihân zemânı geliyor. Şimdi derslerinize çok çalışınız. Câhid'in [Atasaral] mektûbunu zevkle okudum. İbâdetlerin yapılması kolay olan vazîfeler mubârekdir. Cenâb-ı Hakka şükr ediniz. Nâr-ı Nemrûdu İbrâhim aleyhisselâma selâmet kılan [Allahü] Teâlâ, küfr ve irtidâd zulmetleri içinde dilediği kullarına nûr ve bereket ihsân eder. Beş vakt nemâzı cemâ'atle kılmak, orucunu râhat tutmak ve Seâdet-i Ebediyye'yi râhat okumak, bu büyük dünyâda çok az kimseye nasîb olan çok büyük ni'metdir. Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah.

4- Süleymân'ın mektûbu bugün geldi. Ayrıca cevâb yazamadığımdan üzülüyorum. Fakat siz hepiniz birsiniz. Unutulmasını, harâb olmasını istediğim mektûbları zâten hepiniz okuyorsunuz. Bu mektûbları sakladığınızı bildiğim için âdî kâğıda yazıyorum ki, kendiliğinden harâb olsun. En kıymetli hediye, hâtıra olarak, bu mektûbların menba'ı olan [Abdülhakîm] Efendi Hazretleri'nin yazılarını, Mektûbât'ı ve Seâdet-i Ebediyye'yi ezberlemeniz lâzımdır. Ben Efendi Hazretleri'nin mektûblarını kaybetmedim. Sizin de onları saklamanızı istiyorum. Pırlanta dururken, cam parçalarına bakmayınız.

Cenâb-ı Hak hepimizi Süleymân'ın duâsına idhâl buyursun; ya'nî gurûr denilen âfetden cümlemizi muhâfaza buyursun. Dünyâya harâb olmak için geldik. Cenâb-ı Hak bizi bizden geçirsin; kendisi ile berâber kılsın. Bu harabeye düşkün olmakdan korusun.

Kardeşim, beni çok ara! Ne kadar seversen, yine azdır. Fakat başkalarına yalnız Seâdet-i Ebediyye'yi tavsiye et. Beni ağyarın eline verme! Seâdet-i Ebediyye'yi, İmâm-ı Rabbânî'yi (rahmetullahi aleyh), Mektûbât'ı çok tavsiye et! Herkes okusun, istifâde etsin.

İftâr duâsını üç kerre okursunuz.

İmtihân vakti geçiyor. Hepiniz derslerinize çok çalışınız. Diğer yazıları imtihândan sonraya bırakınız. Hepinize selâm ve duâlar eder, duâlarınızı beklerim efendim. [Ocak-Nisan 1960]

Hilmi Işık

İRÂDE

 Allahu teâlânın dostlarına iradesini teslim edenlere dil uzatan ahmak; 

Kendi iradesini, Allahu teâlânın münkiri olan nefsine teslim ettiğini bilemez.

 (Mevlânâ Kadî Muhammed "kuddise sirruh")

[Reşahat,sf: 440]

MAKSAD

 Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri;

“İnsanın yaradılmasından maksad, teabbuddur (kulluktur). Kulluğun da özü, her hâlde (her an) Hak teâlâ ile olmaktır, tazarru’ ve hudu’ (yalvarma ve boyun eğme) vasfıyla.” buyurdular.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çocuklarımıza müslümân *İsmi* verelim kardeşim. En önemlisi de, onlara dînimizi öğretelim, haramdan sakınsınlar. Efendi hazretleri buyurdu ki: 


*İnsanın giydiği elbisesi helâlden olsa, sâdece bir düğmesinin ipliği haramdan olsa, o elbiseyle kıldığı namâzı kabûl olmaz*. 


*Hattâ en büyük günah, dînini bilmemekdir*, buyurdu. 


Efendi hazretlerini yeni tanıdığım zamanlar, bir gün dergâha gitdiğimde, yatıyormuş mübârek. *Şâkir Efendi* ile haber gönderdim. *İçeri gelsin!* buyurmuş. 


Yatak odasına girdim. Küçük bir karyola vardı. Karyolanın üstünde *Cibinlik* vardı. Efendi hazretleri yatıyordu. Ben girince, kalkıp oturdu. Ve bana dönüp;


*Buna gündüz uykusu, kaylûle derler, sünnetdir*, buyurdu. Biraz sonra karyolanın eteği kıpırdamağa başladı. Bakdım, pencereler kapalı. Dışarda rüzgâr da yok.


Ama karyolanın eteği sallanıyor. Hâliyle merak etdim. Biraz sonra karyolanın eteği tamâmen kalkdı. Ve altından, beş altı yaşlarında bir *Kız çocuğu* çıkdı. 


Efendi hazretleri, bana; *Bu çocuğu tanıyor musun?* diye sordu. Ben de; *Tanıyorum efendim, Ziyâ Beğin kızı*, dedim. Efendi hazretleri güldü. 


Demek ki, ileriyi, yâni bu günleri görmüş de sormuş *Mübârek*. Evliyâ zâtlar, seneler sonra olacak şeyleri, *Kalb göz-leriyle* görürler kerdeşim.


Öldükten sonra da, yâni *Kabir’de* iken de, *Dünyâ’da* olan şeyleri görürler ve haber alırlar. Nitekim Efendi hazretleri bir gün bana buyurdular ki: 


*Ben sana kız buldum, hiç kimseye nasîb olmıyan ni’met sana nasîb oldu. Hanımını, kayınpederini, kayınvâlideni üzersen, mezarda kemiklerim sızlar*. 


Böyle buyurdu. Bu ne demekdir? Yâni *Mezarda olsam bile, görürüm, haber alırım ve üzülürüm* demekdir.

Yâdigâr mektûblar 69.mektûb

 Pek kıymetli canım kardeşim Hasan Hüseyin

Kandil tebriğinizi aldım. Fakat bir fırsat bulup da cevâb yazamadığım için çok müteessirim. Kusura bakmayın. Ben de bilmukâbele sizin ve bütün diğer din kardeşlerimizin mübârek Berat kandillerini kutlar, hakkımızda hayırlar duâ ederim.

Kardeşim birbirimizden ayrı dünyâlara dağılmakla muhabbetimizi kaybetmiyelim. Bizi yaptığımız ameller değil sevgimiz kurtarır.

Hepinize selâm eder, mektûbunuzu beklerim.

İhsan [Göksaltık] Ankara'ya dönerken niçin bize uğramamış lûtfen sorun.

Yâdigâr mektûblar 68.mektûb

 Bu mektûb ve sonraki tebrik, Kuleli'den Hasan Hüseyn Alga'ya Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli Hasan Hüseyin

Mübârek yazılarla süslenmiş olan o kıymetli mektûbunuz rûhuma gıdâ oldu. Büyüklere karşı olan muhabbetinizi okurken odamın içi sanki nûr doldu. Cenâb-ı Hak onlara karşı sevginizi kat kat artırsın.

Muhabbet rûhları birbirine bağlayan köprüdür, vâsıtadır. Fizikde birleşik kablar bağlanınca yüksek mâyî, aşağı mâyîe doğru akar. Rûhlar da muhabbet bağı ile bağlanınca yüksek rûhdan fakîr rûha feyz akar. Aşağı habîs ruhları sevenler, onlara bağlananlar ise boşalır, tükenir. Ebedî mahv olur.

Radyodan işidilen tatlı nağmeler hoparlörden değildir. Okuyan kimsenindir. Çocuklar radyodan çıkıyor sanır. Biz de Efendi merhûmun kalbindeki ma'rifet deryâsından sızan bir zerreyi size nakl edince yandınız, tutuşdunuz. Deryâyı görünüz, deryâya bağlanınız, zerre ile kanaat etmeyiniz.

Cenâb-ı Hak bizi de sizi de o deryâya bağlasın. Hepimize o deryâdan nasib ihsân buyursun. Âmîn.

1. Suya temiz el, necâset bulaşmamış el girerse ve üstümüzden su kurnaya sıçrarsa bir şey olmaz. Peştemaldan, yerden sıçrarsa kurna kirlenir. Musluk akıyor ise kurna tekrar temiz olur. Ya'ni yine kirlenmez.

2. Adak ibâdettir. Bâliğ olmayan kimsenin adadığı şeyi, büyüdükde yapması lâzım gelmez.

3. Konuşması haram olan kadınla, duvar arkası veya örtülü iken mecbûr kalınca konuşmak câiz olur.

4. [Harbiye'de Cum'a namazı için izin vermiyorlar. Cum'a'ya gidemeyenin öğleni cemaatle kılması mekruh olduğu için, arkadaşlarla öğleni cemaatle kılmamız câiz olur mu? sualine]  Cum'a kılınmayan köylerde cemâ'atle öğle nemâzı kılınır. Şimdi her yerde, hele Cum'a kılınmayan mahalde cemâ'at câizdir, iyidir.

5. Niyyetsiz nemâz olmaz. Niyyet kat'î olmalıdır. Zan bulunursa tekrar tekbîr alıp uymalıdır. Çünkü niyyetsiz birinci tekbîr ile nemâza durmuş olmaz.

Muhterem [biraderiniz] Âdem Bey kardeşime ve yarbaya selâm ve hürmetler ederim.

Sünnetler yerine kazâ lâzım olduğu [Abdülhakîm Efendi'nin gayrı matbû' eseri] Keşkül'de yazılıdır. O Keşkül bende var. [Ehibbadan yarbay] Hilmi [Acar] Bey zâten benden almıştı. Kazâ nemâzını Keşkül'de gördüğüm için Seâdet-i Ebediyye'ye yazdım. Ona kitab hediye ettiğinize memnûn oldum. Cenâb-ı Hak ecrini ihsân buyursun.

Kardeşlerimin cümlesine selâm ve duâ ederim efendim. 22 Şa'bân 1378 [2.3.1959]

Esselâmü Aleyküm 

Felsefecilerin üstünde olan islâm âlimleri vardır

 Aklı olmıyan delidir. Aklını kullanmıyan sefîhdir. Akla uygun iş yapmamak sefâhetdir. Aklı az olan da ahmakdır. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, eski kafalı felsefecidir. Aklın erdiği şeylerde, ona güvenen, aklın ermediği,yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerîmin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, islâm âlimleridir. O hâlde islâmiyyetde felsefe yokdur, islâm felsefesi, islâm felesofu yokdur. Felsefenin üstünde olan islâm ilmleri ve felsefecilerin üstünde olan islâm âlimleri vardır.

(Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi teâlâ aleyh ")

Kalb hastalığı sonsuz ölüme sebebdir

 Ey mes’ûd ve temiz kardeşim! İnsanın bedenine bir hastalık gelince ve uzvunda bozukluk olunca, o hastalığı gidermek ve o bozukluğu düzeltmek için, o kadar uğraşır da, kalb hastalığı kendisini sonsuz ölüme ve bitmez tükenmez azâblara sürüklediği hâlde, bu korkunç hastalıkdan kurtulmağı hiç düşünmemekdedir ve onu gidermek için hiç kıpırdamamakdadır. Kalbin hasta olması demek, Allahü teâlâdan başka şeylere tutulmuş olmasıdır. Eğer, kalbin bu tutulmasını hastalık bilmezse, çok alçak kimsedir. Eğer bilir de, aldırış etmezse, çok pisdir.

(Mektûbât-ı Rabbânî,1/219)