Kimse kendi kendini alim ilan edemez

 *"Bir mümin ne kadar kitap okursa okusun, ne kadar amel ederse etsin, bir İslâm âliminin tasdiki olmadıktan sonra ona âlim denmez. Yani bir kimse kendisine âlim ilan edemez. Mutlaka bir âlimin ona icazet vermesi, yani ilmini tasdik etmesi lâzımdır."

(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

[Hatıralar,1.cild,sf:439]

Helal lokma ve haram lokma

 *"Helal lokma yiyen, ibadete; haram lokma yiyen, günaha koşar."

(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

[Hatıralar,1.cild,sf:439]

Tanımadığımız birinin cenaze namazını kılarsak

 *"Tanımadığınız birinin cenaze namazını kılarsanız. Hoca sorduğu zaman, iyi biliriz demezsiniz. Allah rahmet eylesin, dersiniz. Mesela namaz kılmıyorsa, buna iyi denmez. Kötü de diyemezsiniz, çünkü cenaze kötülenmez. İyi diyorlar veya Allah rahmet eylesin, dersiniz."

(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

[Hatıralar,1.cild,sf:439]

İnsanlarda kusur aramak

 *"İnsanlarda kusur arayanın dostu olmaz. Kusuru kendinde arayanın herkes dostudur."

(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

[Hatıralar,1.cild,sf:439]

Allah'ın düşmanına muhabbet

 *"Allah'ın düşmanına muhabbet, Allah'a düşmanlığa sebep olur."

(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

[Hatıralar,1.cild,sf:439]

Evliya olmanın ilk şartı

 *"Evliya olmanın ilk şartı düzgün itikatlı olmaktır. Ehl-i sünnet itikadında olmayan hiçbir fırkadan evliya gelmemiştir."

(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

[Hatıralar,1.cild,sf: 439]

Ölürken Allah demek istiyorsan şimdiden Allah de

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ölürken, para demek istiyorsan, şimdiden *(Para)* de! Ama ölürken Allah demek istiyorsan, şimdiden *(Allah)* de. Allah, *(Mü’min)* leri seviyor ve *(Sevdiği)* ni de bildiriyor. 


O severken biz *(Nasıl)* sevmeyiz. O hâlde birbirimizi seveceğiz kardeşim. Bu *(Ni’met)* in devâmı, birbirimizi çok *(Sevme)* ye bağlı. Yoksa Allahın *(Gücü)* ne gider. 


Diyeceksiniz ki; (Ama efendim, o bana şöyle şöyle söyledi). Söylesin, o senin *(Din)* kardeşin. Sen onu, *(Allah)* için sev, *(Nefs)* in için değil. 


O, *(Mü’min)* çünkü. Yâni Rabbimin *(Evliyâ)* sı. Cenâb-ı Hak, onu seçmiş, sevmiş, ona *(Îmân)* nasîb etmiş. Böyle kimse *(Sevilmez)* mi? 


Hastalıkda *(Şifâ)* vardır. Ama hakîkî hastalık, *(Kalp)* hastalığıdır, beden hastalığı değil. Beden hastalığı o kadar *(Mühim)* değil. 


Asıl mühim olan, *(Kalp)* hastalığıdır, *(Gönül)* hastalığıdır. Çünkü kalbin hastalığı tedâvî olmazsa, karşılığı Cehennemdir, yâni *(Ateş)* dir. 


Yârın âhirette *(Ateş)* le temizlenecek. Kalbin tedâvîsi eğer dünyâda yapılmazsa, *(Âhirete)* kalırsa, onun telâfîsi ve tedâvîsi *(Ateş)* dir. 


Cehennem *(Ateşi)* dir. Onun için bedene gelen her hastalık, kalbe *(Şifâ)* verir. 

● ● ●

Birgün Fâtih câmiinden geliyordum. Eski bir arkadaşıma rastladım. Bana dedi ki: *(Hilmi, ben bir şey duydum, doğru mu acabâ?)* Ne duydun? dedim. O da dedi ki:


Ben kelime-i tevhîd söylüyorum. Fakat biri bana dedi ki: *(Bu zikrin, seni Allahın sevgisine kuvuşdurması için, bir büyükden izin alman lâzım.)* 


Böyle bir şey var mı? dedi. Ben de ona dedim ki: Doğru söylemiş. Bütün kitaplar diyor ki, insan *(Kelime-i tevhîdi)* söylerse, çok *(Sevap)* alır. 


Ama *(İzin)* li söylerse, hem çok *(Sevap)* alır, hem de Allahın *(Sevgi)* sine kavuşur. Böyle dedim.


Ayrıca, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinin *(Zikr)* le ilgili bir *(Mektûbu)* var ya, işte o mektûbu okursanız, Abdülhakim Efendi hazretleri, size *(İzin)* vermiş olur, dedim.

Dünya muhabbetinin zararları

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Şimdi, hal böyle olunca, bu dünya endişesinden geçmek gerek. Riyaset, yani ululuk lezzetini nefs-i emmâre dimağından çıkarmak gerek, ölümü, ölüm acılarını, azapları ve cezaları daima düşünerek bütün nefs arzularından uzak durmak ve dost hevası üzere âlemde yürümek gerektir. Tâ ki, bu halk ölünce o dirilebilsin. Yoksa, dünya kaygı ve telâşına düşmek yavuz (zor, çetin) musibettir. 


Dünya kaygılarından bir kaygı ile bir gece yatana, Hak teâlâ yetmiş kaygı ve acı verir, birisini bile gidermekten âciz kalır. Ertesi gece, yetmiş kaygı ile yatar ve böyle böyle gönlüne dünya muhabbeti dolar, dünya muhabbeti doldukça, zikrullahı unutur, zikrullahı unutunca Hak teâlâ da o. kişiden inayetini keser, imân tadını onun gönlünden siler, giderir, yerine zulmet doldurur. Bu hale düşen, isterse her gün oruç tutsun ve geceleri sabaha kadar namaz kılsın, ister şehit olsun, isterse gazi olsun, hatta Mekke-i mükerreme ye giderek mücavir kalsın ve veli olsun; madem ki dünya muhabbeti gönlünde galiptir, ona hakkın inayeti yoktur, peygamberin şefaati yoktur, velilerin himmeti yoktur.  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Dört şey imânsız ölmeye sebeb olur

 Âlimlerden bâzısı buyurdu ki: Dört şey vardır ki,Îmânsız ölmeye sebeb olur: Namazı terk etmek, şarab içmek, Allahü teâlânın emirlerine itâat etmemek ve müslümanlara eziyet etmek, sıkıntı vermek. 

(Senâullah-ı Pânî Pûtî “rahmetullahi aleyh” hazretleri )

Hüsn-i zan etmek

 Bir kimse gözümün önünde bir hatâ işledikten sonra kaybolup gitse, onun tövbe ettiğine inanır, hakkında sû'-i zanda bulunmam. 

(Ahmed bin Yahyâ el-Celâ “rahmetullahi aleyh” hazretleri )

BİR KÜP DOLUSU ÖLÜM ACISI

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

İsa aleyhisselâm, bir gün bir yere gidiyordu. Bir ırmak kenarına vardı, bir müddet dinlendi, abdest aldı, birkaç rekât namaz kıldı ve o ırmağın suyundan birkaç avuç su içti ve çok hoş ve tatlı bir su olduğunu anladı. Dört tarafına bakındı ve gördü ki, su ile dolu bir küp gömülmüş bulunduğunu gördü. O küpteki sudan da içti ve gayet acı olduğunu fark ederek bu işe şaştı. Zira, bu küpe su o ırmaktan geliyordu. Şu hâlde, ırmağın suyu neden gayet tatlı ve küpün suyu ise gayet acı idi? Hayretler içinde kaldı ve bir karara varamadı. İşte, tam bu sırada Cebrail aleyhisselâm geldi ve dedi ki: “Yâ Nebiyallah! Hak teâlâ sana selâm etti ve küpe sorsun, küp suyunun neden acı olduğunu ona haber verecektir,” buyurdu. Bunun üzerine İsa aleyhisselâm, meseleyi küpe sordu ve küp Allâhu teâlânın desturu ile dile gelerek cevap verdi: 


“Yâ Nebiyallah! dedi. Ben, bir ulu padişah idim. Dünyada 300 yıl ömür sürdüm. Peşim sıra üç yüz bin asker gelirdi. 300 ulu şehrim vardı. O, 300 şehirde 300 ulu sarayım vardı. Bu 300 sarayıma ara sıra gider ve zevk ederdim. Bu zevk ve safa da iken, bir gün ansızın bana hastalık geldi ve sonunda Azrail aleyhisselâmın mızrağını yedim, can acısı çektim. Bütün o saltanat, devlet, hükümet, yeme içme, zevk ve temaşa hepsi hepsi bir ânda elimden çıkıverdi. Bunlardan hiçbirinden bana bir fayda ve çare olmadı. Bütün görüp geçirdiklerim bana bir gün bile gelmedi. Beni, bir yere gömdüler ve üzerime büyük bir türbe yaptılar.


300 yıl o türbede yattım ve çok ağlayıp feryat ettim ve lâkin hiç kimseden medet bulamadım. 300 yıl sonra bir zelzele oldu ve türbem yıkıldı ve 300 yıl kadar bütün o şehir bir harabe halinde kaldı. Sonra, o şehri tekrar imar ettiler. Benim, türbemin bulunduğu yere bir kiremitçi geldi, kiremit pişirerek satmaya başladı. Bir gün, o yerlerin padişahı da geldi ve o şehre büyük bir saray yaptırdı. O saray için kiremit ısmarlandı ve benim türbem olan yerden ve benim etim, kemiğim karışmış bulunan topraktan kazdılar, balçık yaptılar, kiremit döktüler ve o padişah sarayını bu kiremitlerle örttüler. Yıllarca, kiremit olup padişah sarayının damında durdum. 


Aradan yine zaman geçti, o padişaha da zeval erişti, öldü. Sarayı da yıkıldı ve kiremitleri kırıldı. Ondan sonra, o şehre bir küpçü geldi ve sarayın bulunduğu yeri kendisine imalâthane olarak seçti, benim etimden ve kemiğimden olma kiremitleri de dövdü, balçığa karıştırdı ve bir küp yaparak sattı. Bir zaman da evlerde ve yerlerde küp olarak durdum. Nihayet büyük bir sel geldi, beni bulunduğum yerden söktü çıkardı, buraya getirdi bıraktı. Yıllardan beri burada duruyorum.  


İsa aleyhisselâm, küpe sordu:  

— Hikâyeni anladım, ama benim asıl merak ettiğim şudur ki, şu ırmağın suyu gayet tatlı olduğu ve senin içine de o sudan dolduğu halde, senin suyun neden acıdır?  

Küp, bu soruyu da şöyle cevaplandırdı:  

— Yâ Nebiyallah! Ne zaman ki, Azrail aleyhisselâm mızrağını bana vurunca, ölüm acım benim bütün gövdeme yayıldı, etime ve kemiğime bu acı sindi. O acı hâlâ benden gitmemiştir. Benîm içimdeki suyu acılaştıran da işte o acıdır, dedi.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)