Dünya muhabbetinin zararları

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Şimdi, hal böyle olunca, bu dünya endişesinden geçmek gerek. Riyaset, yani ululuk lezzetini nefs-i emmâre dimağından çıkarmak gerek, ölümü, ölüm acılarını, azapları ve cezaları daima düşünerek bütün nefs arzularından uzak durmak ve dost hevası üzere âlemde yürümek gerektir. Tâ ki, bu halk ölünce o dirilebilsin. Yoksa, dünya kaygı ve telâşına düşmek yavuz (zor, çetin) musibettir. 


Dünya kaygılarından bir kaygı ile bir gece yatana, Hak teâlâ yetmiş kaygı ve acı verir, birisini bile gidermekten âciz kalır. Ertesi gece, yetmiş kaygı ile yatar ve böyle böyle gönlüne dünya muhabbeti dolar, dünya muhabbeti doldukça, zikrullahı unutur, zikrullahı unutunca Hak teâlâ da o. kişiden inayetini keser, imân tadını onun gönlünden siler, giderir, yerine zulmet doldurur. Bu hale düşen, isterse her gün oruç tutsun ve geceleri sabaha kadar namaz kılsın, ister şehit olsun, isterse gazi olsun, hatta Mekke-i mükerreme ye giderek mücavir kalsın ve veli olsun; madem ki dünya muhabbeti gönlünde galiptir, ona hakkın inayeti yoktur, peygamberin şefaati yoktur, velilerin himmeti yoktur.  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Dört şey imânsız ölmeye sebeb olur

 Âlimlerden bâzısı buyurdu ki: Dört şey vardır ki,Îmânsız ölmeye sebeb olur: Namazı terk etmek, şarab içmek, Allahü teâlânın emirlerine itâat etmemek ve müslümanlara eziyet etmek, sıkıntı vermek. 

(Senâullah-ı Pânî Pûtî “rahmetullahi aleyh” hazretleri )

Hüsn-i zan etmek

 Bir kimse gözümün önünde bir hatâ işledikten sonra kaybolup gitse, onun tövbe ettiğine inanır, hakkında sû'-i zanda bulunmam. 

(Ahmed bin Yahyâ el-Celâ “rahmetullahi aleyh” hazretleri )

BİR KÜP DOLUSU ÖLÜM ACISI

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

İsa aleyhisselâm, bir gün bir yere gidiyordu. Bir ırmak kenarına vardı, bir müddet dinlendi, abdest aldı, birkaç rekât namaz kıldı ve o ırmağın suyundan birkaç avuç su içti ve çok hoş ve tatlı bir su olduğunu anladı. Dört tarafına bakındı ve gördü ki, su ile dolu bir küp gömülmüş bulunduğunu gördü. O küpteki sudan da içti ve gayet acı olduğunu fark ederek bu işe şaştı. Zira, bu küpe su o ırmaktan geliyordu. Şu hâlde, ırmağın suyu neden gayet tatlı ve küpün suyu ise gayet acı idi? Hayretler içinde kaldı ve bir karara varamadı. İşte, tam bu sırada Cebrail aleyhisselâm geldi ve dedi ki: “Yâ Nebiyallah! Hak teâlâ sana selâm etti ve küpe sorsun, küp suyunun neden acı olduğunu ona haber verecektir,” buyurdu. Bunun üzerine İsa aleyhisselâm, meseleyi küpe sordu ve küp Allâhu teâlânın desturu ile dile gelerek cevap verdi: 


“Yâ Nebiyallah! dedi. Ben, bir ulu padişah idim. Dünyada 300 yıl ömür sürdüm. Peşim sıra üç yüz bin asker gelirdi. 300 ulu şehrim vardı. O, 300 şehirde 300 ulu sarayım vardı. Bu 300 sarayıma ara sıra gider ve zevk ederdim. Bu zevk ve safa da iken, bir gün ansızın bana hastalık geldi ve sonunda Azrail aleyhisselâmın mızrağını yedim, can acısı çektim. Bütün o saltanat, devlet, hükümet, yeme içme, zevk ve temaşa hepsi hepsi bir ânda elimden çıkıverdi. Bunlardan hiçbirinden bana bir fayda ve çare olmadı. Bütün görüp geçirdiklerim bana bir gün bile gelmedi. Beni, bir yere gömdüler ve üzerime büyük bir türbe yaptılar.


300 yıl o türbede yattım ve çok ağlayıp feryat ettim ve lâkin hiç kimseden medet bulamadım. 300 yıl sonra bir zelzele oldu ve türbem yıkıldı ve 300 yıl kadar bütün o şehir bir harabe halinde kaldı. Sonra, o şehri tekrar imar ettiler. Benim, türbemin bulunduğu yere bir kiremitçi geldi, kiremit pişirerek satmaya başladı. Bir gün, o yerlerin padişahı da geldi ve o şehre büyük bir saray yaptırdı. O saray için kiremit ısmarlandı ve benim türbem olan yerden ve benim etim, kemiğim karışmış bulunan topraktan kazdılar, balçık yaptılar, kiremit döktüler ve o padişah sarayını bu kiremitlerle örttüler. Yıllarca, kiremit olup padişah sarayının damında durdum. 


Aradan yine zaman geçti, o padişaha da zeval erişti, öldü. Sarayı da yıkıldı ve kiremitleri kırıldı. Ondan sonra, o şehre bir küpçü geldi ve sarayın bulunduğu yeri kendisine imalâthane olarak seçti, benim etimden ve kemiğimden olma kiremitleri de dövdü, balçığa karıştırdı ve bir küp yaparak sattı. Bir zaman da evlerde ve yerlerde küp olarak durdum. Nihayet büyük bir sel geldi, beni bulunduğum yerden söktü çıkardı, buraya getirdi bıraktı. Yıllardan beri burada duruyorum.  


İsa aleyhisselâm, küpe sordu:  

— Hikâyeni anladım, ama benim asıl merak ettiğim şudur ki, şu ırmağın suyu gayet tatlı olduğu ve senin içine de o sudan dolduğu halde, senin suyun neden acıdır?  

Küp, bu soruyu da şöyle cevaplandırdı:  

— Yâ Nebiyallah! Ne zaman ki, Azrail aleyhisselâm mızrağını bana vurunca, ölüm acım benim bütün gövdeme yayıldı, etime ve kemiğime bu acı sindi. O acı hâlâ benden gitmemiştir. Benîm içimdeki suyu acılaştıran da işte o acıdır, dedi.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Nefsine uyan üzüntü ve gamdan kurtulmaz

 Kim nefsine uyarsa, üzüntü, gam ve keder bırakmaz onun yakasını. Çünkü insanoğluna huzur verecek ne varsa, hepsi dinimizde vardır. İslam’ın dışında neşe ve sevinç aramak beyhudedir.Kim İslam’a tam uyarsa, sonsuz rahata kavuşur.

(Behaeddin-i Buhari hazretleri “kuddise sirruh” )

Akıllı insan kimdir?

 Akıllı insan kimdir? Ben bu suali tam yediyüz âlime sordum. Hepsi de ittifak halinde; Akıllı adam, dünyadan soğumuş ve ahiret hazırlığı içindedir. Dünya işleriyle uğraşsa da bunların sevgisini kalbine sokmaz dediler.Velhasıl akıllı Müslüman, yüzünü dünyadan, ahirete çevirmiştir.

(Ebu Ali Cürcani hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Bizim sünnetimize tam uyan yalnız odur

 Bir gece rüyamda kendimi Resulullahın “aleyhisselam” sohbetinde buldum.

Şeyh Ahmed’in [İmam-ı Rabbani hazretleri “kuddise sirruh”] her ameli doğrudur. Bizim sünnetimize tam uyan yalnız odur, buyurdu.(Bediüddin-i Seharenpuri hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Annesini razı etmeyen Cenâb-ı Hakkı razı edemez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Eshâb-ı kirâm)* efendilerimiz, birbirlerini niçin çok *(Sever)* lerdi? Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Kad Semi’a sûresinin son *(Âyet)* inde, bunun cevâbını veriyor. 


Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak? *(Birbirinizi sevin!)* buyuruyor 


Bir mü’min, bir mü’mini *(İncitir)* se, Kâbe-i şerîfi yıkmış gibi *(Günah)* kazanır, hem de *(Yetmiş)* defâ. Amân amân! *(Kalp)* kırmakdan çok sakınalım kardeşim. 


Bir arkadaşınız, *(Duâ)* istedi benden. Ben ona duâ etsem, Allah *(Kabûl)* etmez ki efendim. Allahü teâlânın kabûl etmiyeceği *(Duâ)* yı ben niçin yapayım? 


*(Niçin)* kabûl etmez peki? Çünkü annesini üzüyormuş. Hanım anneniz söyledi. *(O arkadaş, annesini üzüyor, annesi ondan râzı değil)* dedi. 


*(Anne)* sini râzı etmiyen, *(Cenâb-ı Hakkı)* râzı edemez efendim. Allahü teâlânın *(Rızâ)* sını kazanmak isteyen, önce *(Anne)* ve *(Baba)* sının rızâsını alsın. 


Ona *(Duâ)* edersek, bizim duâmız da *(Hava)* da kalır. Ama *(Enver’e)* duâ ediyorum, ona duâ ederim, Allah da *(Kabûl)* eder. 


Niçin? Çünkü annesi ondan çok *(Râzı)*, biz de *(Râzı)* yız. Anne babasını râzı edenden, Allahü teâlâ da *(Râzı)* olur kardeşim. 


Anne babanın, evlâdı üzerinde *(Hakkı)* çok büyük kardeşim. Onun için onları üzmek *(Felâket)* dir. 


Bu gün *(Îmân’ı)* korumanın tek *(Yol’u)* var. O da, din kardeşine muhabbet beslemekdir. Onu *(Sevmek)* dir, onunla *(İyi)* geçinmekdir. 


Bizim *(İlmihâl’i)*, roman okur gibi okumayın kardeşim. Okuduğunuz yeri *(Bir)* daha okuyun, sonra *(Bir)* daha okuyun. 


Oradan, bir *(Hülâsa)* çıkarın, ondan bir *(Şey)* kapın. O paragrafda anlatılandan *(Murâd)* nedir? Onu iyice öğrendikden sonra *(Öbür)* paragrafa geçin.

Bizim Ferid şeker hazinesidir

 ***Feridüddin Genc-i Şeker hazretleri “rahmetullahi aleyh” ,uzun yaz günlerinde her gün oruç tutar, çoğu zaman yiyecek bulunmazdı evinde.Açlığı artınca, ağzına küçük taşlar doldurur, o taşlar, hikmeti ilahiyle bir anda çok lezzetli tatlı şeker olurlardı.Hocası bunu görmüş ve;- Bizim Ferid, şeker hazinesidir, buyurmuştu. 

En güzel şifa Kur’ân-ı kerîmdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çok *(Hizmet)* ediyorsunuz kardeşim. Fakat biz, bu hizmetlerin *(Devâm)* ını istiyoruz. Peki, bu hizmetlerin devâmı nasıl olur? 


Bir *(Şart)* la olur. Birbirinizi kırmıyacaksınız ve üzmiyeceksiniz. Eğer birbirinizin *(Kıymet)* ini bilmezseniz, Allah alır bu *(Ni’met)* ini. 


Elhamdülillah, ben Rabbimizi, hep *(Cemâl)* sıfatıyla anıyorum, hâtırlıyorum. Rabbimizin *(Rahmet)* ini umuyorum. Affedeceğini *(Ümîd)* ediyorum. 


Hiç *(Celâl)* sıfatı aklıma gelmiyor efendim. Hep *(Afv)* edici, hep *(Merhamet)* edici olarak düşünüyorum. Kendisi de zâten; *(Kullarım beni, zannetdiği gibi bulur)* buyuruyor. 


Ben de hep affedeceğini zannediyorum, *(Rahmet)* ini umuyorum, öyle *(Ümîd)* ediyorum. İnşallah öyle olacak kardeşim. 

● ● ●

*(Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ül alîm.)* 

Sabahları okuyoruz bu *(Duâ)* yı. 


Her *(Sabah)* üç kere okuyan, akşama kadar her türlü *(Belâ)* dan *(Emîn)* olur kardeşim. İnanarak okumak lâzım. 


*(Bismillâhillezî)* bu, öyle bir *(Besmele)* dir ki: *(Lâ yedurru)* zarar vermez. 


*(Me’asmihî şey’ün fil ardı ve lâ fissemâ)* yerde ve gökde, hiçbir şey ona zarar vermez. 


Hazret-i Alî radıyallahü anh buyuruyor ki: *(En güzel şifâ, Kur’ân-ı kerîmdir.)* Yâni Allahü teâlâdan sonra en yüksek makâm, Kur’ân-ı kerîmdir. 


*(Namaz)*, çok kıymetli bir ibâdetdir. Niçin kıymetlidir? İçinde *(Kur’ân-ı kerîm)* okunduğu için. 


Abdülhakim arvasi Efendi hazretleri buyuruyor ki: *(Kur’ân-ı kerîmin her bir harfinde, yüz bin derde, yüz bin şifâ vardır.)* Kim buyuruyor? Abdülhakim Efendi hazretleri buyuruyor.

Şeyh-i San'a'nın hristiyan kızına âşık olmasını duydun mu?

Ma'den-ül Cevâhir kitâbını yazan, Kayyûm-ı Zamân'ın halîfesi Muhammed Şevk'den anlatır: Kayyûm-ı Zamân Kâbil'e teşrif etmişti. Bu fakîre de, kendilerine imâmlık yapmamı buyurdu. Bir gün öğle namazı için huzûrlarına geldim. Yolda bir genç gözüme aldı. Ona hayran oldum. Kalbim bir defa benim tasarrufumdan çıktı. Kendimden geçtim. Biraz sonra kendime geldim. O genç gitmişti. Kalktım, Kayyûm-ı Zamân'ın huzûruna gittim. Odalarında yatıp uzanmakta olduğunu gördüm. Hizmetçisine, kim geldi? diye sorunca; Fakîr Şevk geldim, dedim. Buyurdu ki, Şeyh-i San'a'nın hikâyesini, hristiyan kızına âşık olmasını duydun mu? Böyle buyurdu ve şu beyitleri okudu: 

Şeyh-i San'a vaktinin piri idi,

Ne söylersem de, ondan yüksek idi. 


Harem-i Şerîfde elli yıl kalmış,

Dört yüz müridiyle, çok olgun idi. 


Hristiyan kızı, peçeyi açdı,

Şeyhin yüreğine bir ateş saçdı. 


Anladım ki, benim başımdan geçeni anlamıştı. Kalkıp namaz kıldı. Namazdan sonra, kalbim tasarrufdan çıkınca, kalktım, o güzeli görmeye gittim. İkindi vaktinde tekrar namaz için geldim. Öne geçip namaz kıldırmak istedim. Buyurdu ki, siz bugün imâm olmayınız. Başkasını imâm eyledi. Öyle utandım ki, daha fazlası mümkün değil idi. O günden beri tevbe ve istiğfar ile meşgûl oldum. Her gün o sevgi azaldı. Hattâ nihâyet yüksek üstâdımın bereketiyle, o sevgiden tamamen kurtuldum. 

Bir gün ikindi vaktinde üstâdımın ya'nî Muhammed Sıbgatullah'ın (kuddise sirruh) huzûrunda idim. Gözleri bana alınca, tebessüm edip: "Fâtiha sûresini okuyunuz" buyurdu. Emirlerine uyarak Fâtiha sûresini okudum. "Bundan sonra imâm siz olunuz" buyurdu. Ayaklarına kapandım. Büyük bir sürûr hâlimi kapladı. 

Bundan üstâdımın, üç hârikasını müşâhede eyledim: 

Birincisi, mubârek kalb gözü ile benim gizli hâlimi anladı. İkincisi, tasarrufu ile beni o belâdan kurtardı. Üçüncüsü, bu fakîrin hâlini örtüp, kimseye bildirmedi. Buyurdu ki, Arab olmayanların dad ile zîyı birbirine yakın okumaları gibi okuyorsun, buldum. Şimdi okuyunca, güzel okuduğunuzu, aralarını ayırdığınızı gördüm.

Kaynak: [Urvet-ül Vüskâ Muhammed Ma'sûm (kuddise sirruh) sf: 214-215] 

Tercüme: Süleyman Kuku [A. Fârûk Meyân]