Bid'at Sahipleri ile Kardeş Olmak

*Allahın kulları, kardeşler olunuz!* hadîs-i şerîfine bid'at sahipleri, yanlış manâ veriyorlar. 


(Çünkü ayeti kerimeye, hadisi şerife kafalarına göre mana verilmemesi gerektiğini bilmiyorlar. Bu yaptıklarının bid'at olduğunun farkında bile değiller. Üstelik yaptıklarını doğru zannediyorlar. O yüzden bid'at sahibine tövbe nasip olmuyor. )


Bu hadîs-i şerîfin ma’nâsı, *(Umdet-ül-Kâri)* ve *başka kitâblarda* da bildirildiği gibi, *(Kardeşler olmanızı sağlayacak şeyleri yapınız!)* demektir. 


Buna göre, bid’at sâhiblerinin, hak yolda bulunan müslimânlarla kardeş olabilmeleri için, *bid’atlerini terk etmeleri ve sünnet-i seniyyeyi kabûl etmeleri lâzımdır.* 


*Bid’atlerinde devâm edip* de, *Ehl-i sünnet olan müslimânları kendileri ile kardeş olmağa çağırmaları, açık bir dalâlet, sapıklık ve çirkin bir hîledir.* 

(Zehirli süt ile, sağlıklı sütü karıştırmayı istemektir. Herkesi zehirlemek istemektir.)


Faideli Bilgiler 429-430

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiç kimse, hiç kimseye bir şey yapmaz, ancak *(Kendi)* ne yapar. Kötülük edenler, birini üzenler, incitenler, *(Helâl)* lık dilemezlerse, âhiretde *(Cezâ)* sını görürler.


Yâni yine *(Kendi)* lerine etmiş olurlar. Allahü teâlânın iyilik murâd etdikleri, hep *(İyilik)* yaparlar. Çünkü yaratılışdan öyledirler. *(Hilkat)* leri, iyilik yapmak üzerinedir.


*(Kötülük)* yapamazlar. Bütün düşünceleri, *(İyilik)* etmek üzerinedir. Bâzıları da hep *(Kötülük)* yapmayı düşünürler, bunlar da *(İiyilik)* yapamazlar. 


*(Arkadaş)* ımız iyi olursa, bu *(Nefs)* in şerrinden kısmen kurtuluruz. En azından yapdığımız işin *(Kötü)* olduğunu biliriz. 


Bunu bilmek de bir *(Fazîlet)* dir. Tersi de olur Allah korusun. İşlediğimiz *(Günâhı)* beğenmek de olabilir. 


İnsan, işlediği günâhı beğenirse *(Küfr’e)* girer, çok tehlikeli. Yapdığının *(Günâh)* olduğunu bilmesi, gene fazîletdir. 


Çünkü *(Tövbe)* yolu açık. Ama, *(Bunda ne var ki canım?)* derse, felâket olur. Niçin? Çünkü *(Îmân)* gider, Allah korusun. 


Âhiretde *(Zaman)* mefhûmunu kaldırıyor Cenâb-ı Hak. Orada zaman yok. Zaman, *(Dünyâ)* da idi. Orada yok. 


Gene orada *(Gün)* ler var, ama güneşin doğup batmasıyla alâkası yok. Oraya *(Mahsus)* bir tarzda günler var. 


Orada zaman yok. Onun için meselâ Efendimiz aleyhisselâm *(Mîrâc)* da, hazret-i *(Osmân)* ın koşarak Cennete girdiğini gördü. 


Hâlbuki hazret-i Osmân henüz *(Dünyâ)* da. Zamanlı olduğu için dünyâda yaşıyor. Ama orda, yâni âhirette *(Zaman)* yok. 


Onun için, Efendimiz aleyhisselâm, *(Mîraç)* gecesinde dünyâdan çıktı, *(Âhiret)* e karıştı ve Allahü teâlâyı âhirette *(Görmüş)* oldu. 


Hazret-i Osmânı da *(Cennet)* e girerken gördü. Onu da âhirette görmüş oldu. Çünkü bu dünyâ *(Hayâl)*, yâni bir *(Görüntü)*. 


Bu görüntünün aslı, âhiretde. Hazret-i Osmân’ın gerçek hayâtı, *(Âhiret)* de. Burda zaman çok uzadığı için *(Ölüm)* ü bekliyor. 


Niye bekliyor? Öldükden sonra *(Âhiret)* e gitsin de, o gerçek hayâtda *(Cennet)* e girsin, diye.

Allahü teâlâ, müslümânlara hizmet edeni çok sever

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, müslümânlara *(Hizmet)* edenleri çok *(Sever)* kardeşim. Şimdi biz de, Türkiye’deki ve bütün dünyâdaki müslümânlara *(Hizmet)* ediyoruz. 


*(Dünyâ)* larına hizmet etmek kıymetli, *(Âhiret)* lerine hizmet etmek daha *(Kıymet)* li. 


Onların Cennete gitmelerine ve *(Küfr)* den, *(Cehennem)* den kurtulmalarına hizmet ediyoruz elhamdülillah. Bütün âbiler, bu sevâba *(Ortak)* dır kardeşim. 


Yeter ki, *(Allah)* için yapsın. Fakat elhamdülillah bizim âbilerin hepsi *(Allah için)* çalışıyor. Hepsi bu *(Sevâba)* kavuşacak inşallah. 


*(Kıyâmet)* de, karşımıza çıkacak bu *(Hizmet)* ler. Efendi hazretlerini seven, Ona *(Bağlı)* olan kimsede, muhakkak bir *(Kıvılcım)* vardır. 


*(Efendi)* hazretlerinin *(Nûr’u)*, onun kalbine bir kıvılcım verir. 


abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, *(Sofra)* da bâzen, tabağındakilerin yarısını yerdi, bir parça kalırdı. Onu da bana uzatırdı ve *(Al, bunu sen tamâmla)* derdi. 


Elhamdülillah, onunla *(İftihâr)* ediyorum kardeşim. Ne büyük ni’met. Bir *(Mürşid-i kâmil)* in yediği yemeğin bakiyesi bana *(Nasîb)* olurdu. 


Onların yemeklerinde *(Feyz)* vardır muhakkak. Bir gün de gitdim yine *(Efendi)* ye, ikindi namâzına. Efendi hazretleri yalnızdı odada. 


Bana; *(İkindiyi kıldın mı?)* dedi. Hayır efendim, daha kılmadım, dedim. *(Hadi gel, gidelim de berâber mescitde kılalım)* dedi. 


Çıkdım, abdest aldım geldim. *(Efendi)* nin peşinde mescide girdim. Sünnetleri kıldık. İkimiz *(Farzı)* kılacağız. Bana döndü; *(Hadi, sen imâm ol)* buyurdu. 


Şaşırdım efendim. Ben *(İmâm)* olacağım Efendiye. Hiç olmaz denir mi? *(Başüstüne efendim)* dedim. Berâber namaz kıldık.


Ben *(İmâm)* oldum, Efendi *(Müezzin)*. Ancak, o namâzı nasıl kıldım bilmiyorum. Titreye titreye, korka korka. 


Efendi’nin imâmı olmak bir *(İltifât)*. Bunlar, hep Efendi hazretlerinin *(Kalp)* lerindeki muhabbetin *(Eseri)* dir kardeşim. 


*(Muhabbet)* olmazsa, bunlar olur mu? Efendi hazretleri, sonra bana; *(Namazdan sonra nereye gideceksin?)* dedi. Efendim, Ankara’ya, dedim.

DİYÂNET

"Diyanet Teşkilatı, devletin bir müessesesi olarak, dinin yanlış anlatılmasına, bozulmasına ve saptırılmasına karşı tarafsız kalamaz. Aksi hâlde “sahte mürşitler”, art niyetli veya cahil kişi ve zümreler ve bunların etrafında oluşan “akımlar”, hem milleti hem de dinî hayatı parçalar. 

Unutmamak gerekir ki, İmâm-ı Âzam, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şafiî, İmâm-ı Hanbel, İmâm-ı Mâtürîdî, İmâm-ı Eş'arî, İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbanî gibi güneşler unutturulunca, ateş böcekleri, kendilerini “aydınlık kaynağı” zannettiler. Gerçekler ortadan çekilince, sahteleri piyasayı doldurdu. 

Diyanet kadrosu, gerçek din büyüklerinin “çizgisinde ve tavizsiz” yürümek zorundadır."


(Seyyîd Ahmed Arvasî)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin)*. 


Ne demek bu? Yâni müslümânların, *(Erkek)* olsun, *(Kadın)* olsun, ilim öğrenmesi *(Farz)* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben, *(Yedi)* yaşımdan beri okuyorum efendim, hâlâ okuyorum, *(Kitap)* okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. 


Bir gün Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri buyurdular ki: *(Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum)*. Şimdi, bütün yabancı dillerde kitaplarımız dünyâya yayılıyor. 


Sabâh erkenden *(Dergâh)*a giderdim efendim. Kapı kapalı olurdu. Kapının dışında, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin *(Dîvân)* ından, yüksek sesle okumaya başlardım. 


Efendi hazretleri sesimi işitirmiş ve yardımcısı olan Şâkir Efendi’ye; *(Bizim bülbül geldi, kapıyı aç!)* buyururmuş. 

● ● ●

Ben Ankara’da *(Vazîfe)* li idim. Abdülhakim Efendi hazretleri *(İstanbul)* da idi. 


Cumartesi Pazar tâtilinden istifâde ederek, Ankara’dan her fırsatda gelir, *(Efendi)* nin o güzel *(Sohbet)* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *(Tren)* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *(Dolu)* olduğu gibi, koridorlarda bile *(Yer)* yokdu. 


Ama Efendi hazretlerini *(Görmek)* için her *(Sıkıntı)* ya katlanırdım. Meselâ, hani trenlerde, iki *(Vagon)* u birleşdiren, üst üste gelen yassı *(Demir)* ler vardır ya, işte o demirlerin üzerinde geldim. 


Ama Efendi hazretlerine *(Kavuşma)* hayâliyle hiç bir râhatsızlık duymadım. Efendi hazretlerinin *(Huzûru)* na girdiğimde, bakdım ki, çoraplarını çıkarmış.


Mübârek ayakları açık vaziyetdeydi ve yerde uzanmış yatıyordu. Bana; *(Sen sandalyede otur)* dedi. Kendisi yerde *(Kaylûle)* yapıyordu.

Boşanma sebepleri

Hıristiyan memleketlerinde, kadınlar, kızlar, başları, kolları, bacakları açık geziyorlar. Erkekleri fuhşa, zinâya sürüklüyorlar. 


Evde, hanımı yemek pişirirken, çamaşır yıkarken ve evi temizlerken, erkeği sokakta veya iş yerinde hoşuna giden bir kadınla zevk, safâ, hattâ zinâ yapıyor. Akşam evine düşünceli ve yıpranmış olarak geliyor. Kötü hayâllere dalarak, vaktiyle beğenmiş, sevmiş, seçerek almış olduğu hanımının yüzüne bile bakmaz oluyor. 


Evdeki yorgunluğunu gidermek için, alâka ve neşe bekleyen hanımı, haklarına kavuşamayınca, asabî olup, buhranlar geçiriyor. Âile yuvası bozuluyor. 


Sokaktaki kadına bakan erkek,bir zaman sonra onu kirli çamaşır gibi bırakıyor. Bir başkası ile anlaşıyor. Böylece, her sene, binlerce kadın ve erkek ve çocukları perişan oluyor. Ahlâksız ve anarşist oluyorlar. Cemiyet, millet çürümeye, çökmeye sürükleniyor. 


🔹 Bazı kokulu, süslü dolaşan kadınların, gençlere, millete ve devlete zararları, alkollü içkilerden ve uyuşturucu zehirlerden daha çok ve daha korkunç oluyor…


✅ Allahü teâlâ, kullarının dünyada felâkete, âhırette de şiddetli azaplara yakalanmamaları için, kadınların, kızların örtünmelerini emretti. 


Ne yazık ki, nefislerinin, şehvetlerinin esîri olan bazı kimseler, Allahü teâlânın emirlerine gericilik, kâfirlerin şaşkın, çılgın işlerine ilericilik diyor. 


Bu ilericilerden bazısı, meslektaşları vâsıtası ile bir diploma ele geçirmiş. Köşe başlarını paylaşmışlar. Baykuş gibi ötüyorlar. Her fırsatta İslâmiyete saldırıyorlar. Bu kahramanlıkları (!) ile tarihî düşmanımız olan Hıristiyanlardan, Yahudilerden ve komünistlerden alkış ve maddî yardımlar toplayarak güçleniyor, binbir hileyle, gençleri aldatıyorlar. 


Allahü teâlâ, kendilerine akıl versin! 

Hakkı bâtıldan ayırmalarını nasip eylesin! 

Âmin.


🌺 Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh

İmâm-ı Gazâlî hazretlerini mezarın içine koydum


İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kendisini mezarın içine Şeyh Ebû Bekr en-Nessâc'ın koymasını vasiyet etmişti. Şeyh, bu vasiyeti yerine getirip mezardan çıktığında, hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş görüldü. Oradakiler; "Size ne oldu? Niçin böyle sarardınız, soldunuz efendim!" dediler. Cevap vermedi. Isrâr ettiler, gene cevap vermedi. Yemîn vererek tekrar ısrârla sorulunca, o da mecbur kalarak şunları anlattı:

"Ne zaman ki, İmâm-ı Gazâlî hazretlerini mezarın içine koydum. Kıble tarafından nurlu bir sağ elin çıktığını gördüm. Hafiften bir ses bana şöyle seslendi. Muhammed Gazâlî'nin elini, Seyyid-ül-mürselin Muhammed Mustafâ'nın (sallallahü aleyhi ve sellem) eline koy. Ben denileni yaptım. İşte, mazardan çıktığımda benzimin sararmış, solmuş olmasının sebebi budur. Allah ona rahmet eylesin."


"Hüccet-ül-İslâm" adıyla meşhûr olan İmâm-ı Gazâlî, üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvîleriyle birlikte ezbere biliyordu. İslâmın yirmi temel ilmi ile, bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde de söz sâhibiydi. Tasavvuf ilminde de yüksek derece sâhibi olup güzel ahlâk ve hâl sâhibi velîydi. Hadîs ve Usûl-i hadîs ilimlerinde ilim deryâsı olan bu büyük âlimin kitaplarında mevdû hadîs var diyerek, İmâm-ı Gazâlî'de eksiklik aramak, ilmin hakîkatını, İslâm âliminin derecesini bilmemektir. Zamânında yaşayan ve sonra gelen âlimler, onun kitaplarını senet kabûl etmişler ve netice olarak İmâm-ı Gazâlî'nin kitaplarını ancak mezhepleri kabûl etmeyenlerin dinde reform yapmak için uğraşanların beğenmediklerini bildirmişlerdir.

İmam Gazali Hazretlerinin kabri şerifi

İmam Gazali Hazretlerinin İran’ın Meşhed şehri Tus köyündeki kabri.

Cennetteki makamını görmek için

 Bir Ramazan-ı şerîfin ikinci yarısında Bâyezid câmi-i şerîfindeki va'z da "bir kimse aşağıda yazılı tesbîhleri, ya bir defada veya taksîm ederek okuduğu vakit, ya kendisinin bizzât, veya bir dostunun rüyâda Cennetteki makamını gördüğü kendisine söylenir: 

Sübhân-ed-dâim-il kâim, sübhânel-hayyil-kayyum. Sübhânel-melik-il kuddûs, sübhâne rabbil-melâiketi ver-ruh. Sübhânellahi ve bi-hamdihi. Sübhânel-aliyyil-a'lâ, sübhânehü ve teâlâ.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh")

[Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı,2.cild,sf: 283]

Halid bin Sinan aleyhisselâmın kabri

İran’ın Sebzvar şehrinde medfun bulunan ve Hazreti İsa aleyhisselâm ve efendimiz salallahu aleyhi ve sellem arasında yaşamış bir nebi olan Halid bin Sinan aleyhisselâmın kabri.

Ahmed Namık Câmi hazretleri

İran’ın Cam vilayetine bağlı Cam şehrinde medfun bulunan Ahmed Namık Câmi hazretlerinin kabri. 

Ahmed Câmî hazretleri ümmî idi. Ya’nî okula gitmemişti. Yirmiiki yaşında iken tövbe etmek nasîb oldu. Tövbesini Sîrâc-üs-sâirîn kitabında şöyle anlatır:

“Yirmiiki yaşında idim. Allahü teâlâ bana tövbe etmeyi nasîb etti. Arkadaşlarla yiyip içerdik. Birgün içki getirmek sırası bende idi. Kırk küp içkimiz vardı. Gittim hiçbirinde şarap yoktu. Şaşırdım kaldım. Sonra merkebi alıp şarap bulunan bağ tarafına gittim. Oradaki şarapları merkebe yükledim. Merkep yürümekte inat ediyordu. Yürümesi için şiddetle dövüyordum ki, aniden bir ses işittim. “Ahmed niçin bu hayvanı incitirsin? Onu biz yürütmüyoruz. Arkadaşların özrünü kabûl etmezse, biz kabûl ederiz” diyordu. Hemen yere kapandım ve “Yâ Rabbim, tövbe ettim. Bundan sonra asla şarap içmeyeceğim. Emreyle merkep yürüsün. O insanlara mahcûb olmayayım” dedim. Merkeb yürümeye başladı. Arkadaşların yanına varıp şarabı önlerine koyduğumda, bana sen de iç dediler. Ben tövbe ettim, dedim. Yine de bana içirmek için ısrar ettiler. Aniden kulağıma yine bir ses geldi. “Yâ Ahmed! Ellerinden al, iç ve içtiğin bardaktan onlara da içir” diyordu. Hemen alıp içtim şarap bal şerbeti olmuştu. Allahü teâlânın kudreti ile şarap şerbete çevrilmişti. Orada bulunanlara tattırdım, hepsi tövbe ettiler ve dağıldılar. Ahmed Câmî’nin ( radıyallahü anh ) oğullarından Zâhirüddîn Îsâ, babasının elinde 600 bin kişinin tövbe ederek doğru yolu bulduklarını bildirmiştir.Kendisine sordular ki, “Biz geçmiş velilerin kitaplarını, kerâmetlerini okuyor ve âlimlerden dinliyoruz. Ama sizde meydana gelen hâller çok azında meydana gelmiştir. Bunun sebebi hikmeti nedir?” Buyurdu ki: “Velîlerin çektiği bütün sıkıntıları çektik. Allahü teâlâ onlara ayrı ayrı verdiği kerâmetleri, ihsân ederek, Ahmed’e hepsini verdi. Her dörtyüz yılda, bir Ahmed’e böyle ihsânlarda bulunur ve bu ihsânları da herkes görür.”Nitekim Ahmed Câmî’den dörtyüz sene sonra gelen İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî hazretlerine de Allahü teâlâ böyle ikramlar, hattâ daha büyük makamlar ihsân eylemiştir. Bu, Allahü teâlânın husûsi bir ihsânıdır, dilediğine nasîb eder. O’nun ihsânı boldur.Huzûrunda okunan Kur’ân-ı kerîm âyetlerini, üç-dört derece tefsîr ederdi.