Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İstiğfâr* duâsı çok mühimdir kardeşim. *İstiğfâr* okunan yere, orada oturan insanlara, *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur. 


Allahü teâlâ, hepsinin murâdlarını *İhsân* eder, günâhlarını *Afv*’eder. Oturduğu yerler, *Kıyâmet* gününde ona *Şefâat* eder. 


Geçdiği *Sokak*’lar şefâat eder. Molla *Nâmık-i Câmî* hazretleri böyle diyor. Onun için *İstiğfâr* duâsını her gün okumalı kardeşim. 


Peygamber Efendimiz de; *Bu duâ, her derde devâdır. Düşmanların zararından korunmak için de, her gün yüz kere okumalı*, buyuruyor. 


Meselâ, beş vakitde kılınan namazlardan sonra, bir miktâr, *Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh*, diye okumak lâzım. Kısacık. 


*Seâdet-i Ebediyye*’de yazılı bu hadîs-i şerîf. Muhammed Ma’sûm hazretleri de; *Ben kime tavsiye etdimse, dertlerden kurtuldu*, diyor. Çok tecrübe etdim, buyuruyor. 

● ● ●

*Dünyâ*’nın bir ucundan bize *Mektup*’lar geliyor kardeşim. Diyorlar ki: *Kur’ân-ı kerîm*’de Allahü teâlâ buyuruyor ki:


*Kıyâmet*’e kadar, benim *Râzı* olduğum *Yol*’da olan, bu *Yol*’da çalışan müslümânlar olacak. Bunların *Düşman*’ları *Çok* olacak. 


Fakat o düşmanlar, onlara bir *Şey* yapamıyacak. *Kur’ân-ı kerîm*’de böyle buyurduğuna göre, sizin düşmanlarınız *Çok*’dur, diyorlar bize yazdıkları mektuplarda. 


Hakîkaten *Hıristiyan*’lar bize düşman, *Yehûdî*’ler düşman, *Mezheb*’sizler de düşman. Ama yine de bizim *Kitap*’lar bütün dünyaya yayılıyor. *Allah*’ın büyüklüğü bu. 


Bizim kitaplar, bizim değil ki, o *Büyük*’lerin kitaplarıdır. Bunları okuduğumuz zaman, kalplerimize *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur, kalplerimiz *Nûr*’lanır. 


Efendi hazretlerini görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri *Veliyy-i kâmil*'dir ve *Seyyid*’dir ve Resûlullahın *Vârisi*’dir.


Efendimiz aleyhisselâmın mübârek kalbinden fışkıran *Nûr*’lar, Onun *Kalb*’ine geldi. Resûlullahın *Feyz*’leri ve *Nûr*’ları, onların kalbine, böyle *Ceyhun nehri* gibi akıyor. 


*Gürül gürül* akıyor. İşte onları *Sevip* de etrâfına üşüşenlere, toplananlara da, o *Feyz*’lerden, o *Nûr*’lardan muhakkak nasîb olur kardeşim

Müctehidin başka müctehidi taklid etmesi caiz değildir

 Esselamü aleyküm.


*Mısırlı mason Reşîd Rızâ, dinde reformcunun* ağzından şöyle söylüyor: *(Müctehid imâmların fazîletlerini ve ilmlerini inkâr etmem. Onların fazîletleri ve ilmleri her medh ve senânın üstündedir. Fekat, müctehidlerden önce, her müslimân delîlleri arıyordu. Sonra gelenler, delîli bırakıp, müctehid imâmları Peygamber kadar yükseltdiler.Hatta daha üstün tuttular)* diyor.


Cevap: Dinde reformcu, *bozuk mantığı ile, kendisini tezâdlara* düşürmekdedir. 


Bir ilm üzerinde mantık yürütebilmek için, *o ilmden anlamak şartdır.* O ilimden anlamıyorsa çevireceği fırıldaklarla ancak kendisini rezil eder. 



*Evet, müctehidlerden önce gelen müslimânlar,* ya’nî *Eshâb-ı kirâm*, delîlleri soruyordu. (Bu delillerden *kendileri hüküm çıkarıyordu.* Çünkü hepsi *müctehid* idiler.)


*Birbirlerini taklîd etmiyorlardı.* 


Çünki, *onların hepsi müctehid* idiler. 


Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” *medh ve senâ* eylediği, *birinci asrın* insanları idiler. 


Eshâb-ı kirâmın *hepsi*, Tâbi’înin *bir kısmı* müctehid idi. 


*Müctehidin* (ayeti kerime ve hadisi şeriften) *kendi anladığı ile amel etmesi lâzımdır.* 


*Başka müctehidi taklîd etmesi, câiz değildir.*


Dinde reformcu Reşid Rıza, *(Sonra gelenler müctehidleri Peygamber kadar yükseltdiler. Hattâ dahâ üstün tutdular)* sözünü söylüyor. Bir müslimân böyle bir söz söyleyemez. Çünki bu söz, *dört mezhebde bulunan milyarlarca müslimâna kâfir damgasını* basmaktır. 


Müslimâna *haksız olarak kâfir diyenin ve yazanın kendisi kâfir* olur. 


Faideli Bilgiler- Sayfa 114, 115, 116

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri *Nere*’ye gitse, ben de *Peşin*’den giderdim. Bâzan herkes *Bahçe*’de oyalanırken, ben Efendi hazretlerinin *Dizi*’nin dibinden ayrılmazdım. 


Ondan, hiç duymadığım *Şey*’leri duyardım. Onları defterime *Not* eder, ezberlerdim. Efendi hazretlerine olan muhabbetim de *Ben*’den değildi. 


Beni, kendisi *Cezb* ederdi. Yâni *Cezb* etmek de Efendi hazretlerindendi. Sanki *Elli Sene* sonrasını, yâni *Bu gün*’leri görmüş gibiydi Mübârek. 


*Yemek*’de, *Namaz*’da, *İstirâhat*’de, bir yere gitmekde, *Efendi*’den hiç ayrılmazdım. Her hareketine *Dikkat* ederdim ve hep Onu dinlerdim. 


Bir dakîkanın *Boş* geçmemesi için *Çırpınır*’dım. Her fırsatda *Yanına* giderdim. Başka câmilerdeki *Vaaz*’larına da giderdim. 


*Arabî* ve *Fârisî* okutmadan evvel, bâzı *Türkce* kitaplardan *Ders* verdi bana. Sonra *Arabî* ve *Fârisî* okutdu. Emsile, avâmil, simâî masdarları öğretdi. 


*Emâlî Kasîde*’sini, Mevlânâ Hâlid *Dîvânı*’nı, İsaguci denilen *Mantık* kitâbını ezberletdi. Bir *Şey* öğretmediği *Gün* olmamışdı. 


Abdülhakim Efendi hazretleri, İmâm-ı Begavî'nin *Kazâ-Kader* hakkındaki yazısının, *Arabî*’den *Türkçe*’ye tercümesini yapdırdı bana. 


O gece *Evde* yazdım, ertesi gün götürüp *Arz* etdim. Sonuna kadar okuyup; *Çok iyi, doğru tercüme etmişsin, hoşuma gitdi!* buyurdu. 


Bu tercüme, Bizim *Seâdet-i Ebediyye* kitâbının *412*.ci sayfasındadır. 

 

Sen bizi *Şeytan* şerrinden ve *Düşman* şerrinden ve *Nefs*’imizin şerrinden muhâfaza eyle yâ Rabbî. Evlerimize *İyilik*’ler ver, helâl ve hayrlı *Rızık*’lar ihsân eyle yâ Rabbî. 


Hastalarımıza *Şifâ*, dertli olanlarımıza *Devâ* ihsân eyle yâ Rabbî. Sen bizleri, *Yevm-i Cumâ*’nın ve *Leyle-i kadr*’in şefâatine ve bereketine nâil eyle yâ Rabbî. 


Bizleri, *Cennet*’inle *Cemâl*’inle müşerref eyle, *Günah*’larımızı ve *Kusur*’larımızı affeyle yâ Rabbî.

Mühim bir ikaz



O Minah kitabı ki Gavs-ı Hizânî ismi ile bilinen ve Seyyîd Tâhâ-i Hakkârî (kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinin halifelerinden Seyyîd Sıbgatullah-i Arvâsî (Kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinin sohbet ve veciz kelamlarının, halifelerinden Molla Hâlid-i Ölekî (Rahmetullahi teala aleyh) tarafından toplandığı kıymetli bir kitabdır.

Cabir bin Abdurrahman'ın "radıyallahü anh" bir rüyası

 🌹 Cabir bin Abdurrahman "radıyallahü anh" bir rüya görüyor ve sabahı zor edip doğru mescide Hazreti Ali'nin "radıyallahü anh" yanına koşuyor.


Namazdan sonra arz ediyor:

-Ya Emir-el müminin, bir rüya gördüm, çok korktum, lütfen bunu tabir ediniz... Büyük büyük inekler gördüm küçük inekleri sağıyor... Dereler gördüm kurumuş, damla su akmıyor ama kenarları yeşillik... Camiler gördüm mihraplarında, kürsülerinde koca koca putlar vardı...


Hazreti Ali kerremallahü vecheh, ağlamaya başlıyor ve buyuruyor ki:

-Bu rüyadakiler, bu ümmetin sonuna doğru başına gelecek felaketlere işaretlerdir!.. Birinci alamet, mevki sahibi olmuş, kendisine amirlik, yetki verilenler rüşvet almadan iş yapmayacaklar, rüşvetle geçinecekler, mevkilerini parayla değişecekler.


İkinci alamet ise, içleri boş oldukları hâlde kendilerini çok faziletli zanneden ve zannettirenler olacak, herkes onlara etiketinden mevkiinden dolayı hürmet edecekler. İşte bunlar kendilerine verilen yetkilere, etiketlere, nüfuzlara dayanarak etraflarındakileri ezen zalim amirlerdir...


Cami kürsülerindeki, mihraplardaki putlar ise en büyük felaket olup, din adına çıkıp konuşan, yazanlardır... Bunlar kendilerine inananların dinden çıkmasına, itikadlarının bozulmasına, mürted olmalarına sebep olacaklardır...


🌹 Allahü teala bizleri, öyle kimselerin şerrinden muhafaza buyursun!..

Allahü teâlâ İslâmiyyeti koruyacağına söz vermişdir

Dinde reformcu Mısırlı Reşid Rıza, kendi kendini övmekde, *(zındıkların kerâmeti kendinden menkûldur)* sözüne uygun olarak, kendi yazdığı *(el-Menâr)* mecmû’asını, *göklere çıkarmakdadır*. 


Hâlbuki, bu mecmû’asında, *masonları, dinde reformcuları, islâm âlimi olarak göstermekde,* bunlar *dîni yenileyecek* diyerek, *islâmiyyeti ilk şerefli mevkı’îne çıkarma vazîfesini onlara havâle* etmekdedir. 


*Sanki islâmiyyet bozulmuş, islâm kitâbları değişdirilmiş, doğru din kitâbı kalmamış da, onlar düzeltecek*. 


Onun *sinsi yazıları altında yatan yılanın kusduğu zehr* ise *Ehl-i sünneti yıkmak, Ehl-i sünnet kitâblarını yok etmek, Eshâb-ı kirâmın yolunu gösteren bu kitâblar* yerine, *masonların, islâmı içerden yıkmağa çalışan, kendisi gibi, dinde reformcuların kitâblarını koymak,* kısaca, *Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın yolunu, islâm dînini yok etmekdir.* 


*Dinde reformcuların, islâmı ıslâh edeceğiz diyenlerin maksadları, gâyeleri, işte budur.* 


Eshâb-ı kirâmın yolunu gösteren, Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmaları, onların *bu alçak gâyelerini apaçık göstermekdedir.*


Kendilerini müslimân şekline sokarak, islâm dînini içerden yıkmağa uğraşan böyle sinsi kâfirlere *(Zındık)* da denir. 


*Zındıklar câhilleri aldatabilir. Müslimânların çoğunu bozabilirler. Fekat, müslimânlığı bozamazlar.* 


*Allahü teâlâ, islâmiyyeti koruyacağına söz vermişdir.*


Faideli Bilgiler - Sayfa 114

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Elhamdülillah, sizin gibi *Mücâhid*’lerle müsâfeha edince, hep içimden, kalbimden; *Yâ Rabbî! Şu kardeşimin hürmetine, benim günâhlarımı affeyle!* diye duâ ediyorum kardeşim. 


*Ene celîsü men zekeranî!* buyuruyor Allahü teâlâ. Ne demek bu? Yâni *Ben*, her zaman ve her yerde, Beni *Zikr* edenlerin yanında bulunurum, demekdir.


Allahü teâlâ, her zaman ve her yerde *Hâzır* ve *Nâzır*’dır. Yâni merhameti, rahmeti *Hâzır* olur. Ama *Zikr* edenlere, *Rahmet*’le ve *Muhabbet*’le tecellî eder. 

● ● ●

Bir gün Cumâ namâzına *Eyüp câmii*’ne gitdim. Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri *Vaaz* verecek. Câmi *Tıklım tıklım* dolu, oturacak *Yer* yok. Oturacak yer bulamadım.


Abdülhakîm Efendi hazretleri, bir *Rahle*’nin yanında oturuyordu. Ben de gitdim, tam Mübâreğin *Karşısı*’nda, cemâatin *Önünde* diz çöküp oturdum.


*Yâsîn* kelimesinin mânâsını anlatıyordu. *Ey benim bahr-i yakînimin sebbâhı olan Habîbim. Benim rahmet deryâmın dalgıcı olan Habîbim!* diye başladı anlatmağa. 


*Yetmiş Sene* oldu. Bunu hâlâ unutmamışım. Ben rahlenin tam önünde oturuyorum. *Askerî* talebeyim. Biraz sonra, *Dersimiz burada kalsın!* dedi. 


Ben icimden; *Ne çabuk bitdi?* dedim. Meğer *Bir Sâat* sürmüş. Bana, sanki *Beş Dakîka* gibi geldi. 

Kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bağlıyordum ki;


*Küçük efendi, ben seni sevdim. Bizim evimiz yukarıda, mezarlığın arasındadır. Arada bir gel, seninle sohbet ederiz*, diye bir ses işitdim. 


Meğer bunu diyen, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleriymiş. Beni ilk görüşde, *Seni sevdim!* dedi. Hâlbuki evliyânın *Sevgi*’sine kavuşmak için *Yirmi* sene, *Otuz* sene *Hizmet* etmek lâzımdır. 


Beni ise, daha ilk görüşde, *Küçük efendi, ben seni sevdim!* dedi. Neden? Çünkü *Kalb*’i okur onlar. Ben de, *Baş üstüne!* dedim. O günden beri Efendi hazretlerinden *Feyz* aldık kardeşim, çok şükür.

İslâmiyet kıyâmete kadar bozulmayacak

Dinde reformcu diyor ki:

*(İlm, tefekkür ve istidlâl sâhibi gerçek âlimlerin birer birer ortadan çekilmesiyle sonradan gelenler, sâdece onların söylediklerini harfi harfine nakl ediyorlardı. Zemânın geçmesiyle bunların fâidesi de kalmadı)*


Cevap: Dinde reformcu, sonra gelen din adamlarını kötülemekle *(Her yüz senede bir müceddid gelir. Bu dîni kuvvetlendirir)* hadîs-i şerîfini de inkâr etmiş oluyor. 


Evet, müslümânların bir kısmı bozuldu. *Yetmişiki bozuk fırka meydâna geldi.* 


Fekat, *müslümânların bir kısmının bozulması demek, islâmiyyetin bozulması demek değildir*. 


*Her asrda, her zemân, hiç bozulmıyan, Eshâb-ı kirâmın  yolundan ayrılmıyan, hakîkî, sâlih müslimânlar da vardı.* 


Hadîs-i şerîf, bunların her asırda mevcûd olacağını haber veriyor. Bunlara *(Ehl-i sünnet vel cemâ’at)* denir. 


*Ehl-i sünnet âlimleri dünyânın her yerinde, her asırda, insanları irşâd etdiler.* 


*Hiçbir süâli cevâbsız bırakmadılar*. 


Müslimânları, *bid’at sâhiblerinin ve dinde reformcuların yalanlarına aldanmakdan korudular.* 


*İslâmiyetin kıyâmete kadar bozulmayacağını, Allahü teâlâ haber vermiştir.* 


*Ehl-i sünnet âlimi demek, dört mezhebden birinin âlimi* demekdir.


Faideli Bilgiler - Sayfa 112, 114

Cömertlik ve cimrilik

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz; *Kıyâmetde Cehennemin en derin çukuruna, dîni yanlış anlatan ve kendileri ibâdet yapmıyan din adamları gidecek*, buyuruyor. 


Dünyâda en zor iş, Karar vermekdir. Yâni, Peki mi diyecek, Hayır mı? Eğer, Peki denmesi îcab eden yerde, Allah korusun Hayır derse, Küfr’e girer. 


Hayır denmesi îcab eden yerde Peki derse, îmânı Gider, Allah korusun. Onun için, bu dünyâda bundan daha Mühim ve daha Zor bir iş Yok’dur. 


*Âlim*, çok kitap okuyan, çok şey bilen kimse değil, *Hakk*’ı *Bâtıl*’dan ayıran kişidir. Yâni bu *Eğri*, bu *Doğru*, veyâhut da, bu *Sevilir*, bu *Sevilmez* diyebilendir. 


Dolayısıyla, çok *Kitap* okuyan, çok büyük *Âlim* olur diye bir kâide yokdur. Peki efendim, *Âlim* kime denir? Anlatayım:


Şimdi bu odanın her tarafı *Raf* olsa ve bu raflarda binlerce *Kitap* olsa, bir kimse de, bu kitapların hepsini *Okumuş* olsa. 


Eğer ki, bu *Doğru*, bu *Yanlış* veyâ şu *Sevilir* şu *Sevilmez* diyemiyorsa, bu kimse *Âlim* değildir. 


Çünkü *İlim*’den maksat, bu *Doğru*, bu *Eğri* diyebilmekdir. Veyâhut da bu *Yanlış*, bu *Doğru* diye ayırabilmekdir. 


Yâni *Hak* olanı *Bâtıl* olandan ayırmakdır. Bunu da, ancak *Ehl-i sünnet* âlimi yapabilir. Yoksa çok *İlim* sâhibi, çok *Amel* sâhibi değil. 


Bu iş, kendi kendine *Okumak*’la da olmaz. Peki, nasıl olur? Bu, ancak bir *Mürşid-i kâmil*’in anlatmasıyla, öğretmesiyle olur.


● ● ● 


*Cömert*’lik, güzel bir huydur kardeşim. *Ahmed Mekkî Efendi* de anlatırdı. Derdi ki: 


*Cömert*’lik, Cennetde olan bir *Ağaç*’dır. Bu ağacın kökü *Cennet*’de, dalları ise *Dünyâ*’dadır. Bu dallar, *Cömert*’leri kendilerine yapıştırır.


Ve *Cennet*’e çekerler. Onlar, istese de, istemese de o *Dallar*’a yapışırlar. Çünkü kendi *İrâde*’leriyle olmaz bu iş. *Mıknatıs*’ın metali çekdiği gibi çekilirler. 


*Cimri’lik* de öyle bir *Ağaç*’dır. Onun da kökü *Cehennem*’de, dalları *Dünyâ*’dadır. Bu dallar da, *Cimri*’leri kendine yapıştırır ve *Cehenneme* çeker.


Yine *Mıknatıs* gibi. *Mekkî âbi* böyle anlatırdı efendim.

İslâm âlimlerinin nefsleri mutmainne olmuşdur

Dinde reformcu; 

*(Âlimlerde birbirine karşı mücâdele, red ve cebhe alışın çoğu, nefsin arzûlarına kapılmaktan doğmuştur.)* Diyor.

~~~

*Cevap*: *İslâm âlimlerinin nefslerine uyduklarını söylemek* de, *dinde reformcuların bir yalanıdır.* 


*Fıkh âlimleri ve mezheb imâmları, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin dışında hiçbir şey söylememişlerdir.* 


*Bütün sözleri, Kitâbdan ve Sünnetden olduğu için bunların yolunda gidenlerin nefsleri emmârelikden kurtulmuş, mutmainne olmuşdur.* 


Onlara uyanlar böyle olunca, onların nefsleri mutmainne olmaz mı? 


*Dört mezhebin imâmlarının ve bütün müctehidlerin nefsleri mutmainne idi.* 


Herbiri *zâhir (kelam, fıkıh,tefsir gibi)* ilmlerinde yükselmiş, *bâtın(tasavvuf)* ilmlerinde kemâle gelmiş birer *Velî* idiler. 


Dinde reformcu Reşîd Rızâ'nın, *Ehl-i sünnet âlimleri için, nefslerine uydular demesi, bütün müslimânları ve islâmiyyeti kötülemek demekdir.* Bu sözün çirkinliğini iyi anlamalıdır.


Faideli Bilgiler - Sayfa 112, 113


(Açıklama: Zaten dört mezhep imamı tasavvuf ilminde büyük zatların talebeleri de olmuşlardır. *İmamı azam ve İmamı Malik hazretleri, İmamı Caferi Sadık* hazretlerinden; *imamı hanbel hazretleri Bişri Hafi, Marufi Kerhi, Zunnuni Mısri* hazretlerinden; *imamı Şafii hazretleri Şeybânî Rai* hazretlerinden feyz almışlardır.)

Dünya sevgisi tüm kötülüklerin başıdır

 💎Hadîd sûresinin yirminci âyetinde meâlen, (Dünyâ hayâtı, elbette la’b, ya’nî oyun ve lehv ya’nî eğlence ve zînet ya’nî süslenmek ve tefâhur ya’nî öğünmek ve malı, parayı, evlâdı çoğaltmakdır) buyuruldu. İslâmiyyetin (A’mâl-i sâliha) diyerek övdüğü şeyler yapılınca,dünyânın büyük parçası olan lehv ve la’b için zemân kalmaz. Bu ikisi azalır. Erkekler ipek elbise giymez ve zînet eşyâsının yapıldığı madde olan altını ve gümüşü kullanmazsa, dünyânın üçüncü parçası olan zînet de azalır. 

Allahü teâlâ, üstünlüğün ve kıymetin vera’ ve takvâ ile olduğunu, sa’y ile, mal ile olmadığını bildirmişdir diyen kimse, hiç öğünmez. Evlâdın ve malın, mülkün artması, Allahü teâlâyı zikr etmeği azaltacağını ve Onu unutduracağını bilen, bunları çoğaltmak için uğraşmaz, bunların çoğalmasını ayb sayar. 

Sözün kısası,zararlardan kurtulmak için, Haşr sûresinin 7. âyetinin, (Resûlullahın emrlerini yapınız ve yasaklarından kaçınınız!) meâli âlîsine uyarak yaşamalıdır. 


Beyt tercemesi:

Aranılan hazînenin nişânını verdim sana,

belki sen kavuşursun, biz varamadıksa da!

(232.Mektûbdan)


💎Hak sübhânehü ve teâlâ, hiç sevmediği bu alçak dünyânın içyüzünü ve onun aşağı olan süslerinin ve yaldızlarının çirkinliğini, gönül gözünüze göstersin. Âhıretin güzelliğini, tatlılığını, Cennetlerinin ve nehrlerinin tâzeliğini ve hepsinden dahâ tatlı olan Allahü teâlânın cemâlini görmeği gönlünüze yerleşdirsin! 

Böylece, bu çabuk biten çirkinden iğrenesiniz. Allahü teâlânın râzı olduğu sonsuz âlemi özleyesiniz. Bu alçağın çirkinliği anlaşılmadıkca, ona düşkünlükden kurtulunamaz.

Ona bağlanmakdan kurtulunmadıkca, âhıretde felâketden kurtuluş ve se’âdete kavuşmak olamaz. (Dünyâyı sevmek günâhların başıdır) hadîs-i şerîfi şaşmaz bir formüldür.

Zararları gidermek, tersini yapmakla olduğundan, bu alçağın sevgisinden kurtulmak için, âhırete yarıyan işlere yapışmak, islâmiyyetin iyi olarak bildirdiği işleri yapmak lâzımdır.

(232. Mektûbdan)