Cömertlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cömertlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Asıl cömertlik nedir?

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

*Cömertlik*, sâdece cebindeki parayı vermek, elindeki maldan vermek, insanların gönlüne hoş gelsin diye para dağıtmak değildir. Evet, bunlar bir nevî cömertliktir.

Ama asıl cömertlik, insanlara *Îmân* vermekdir. Allahın kullarını *Küfr*’den kurtarıp, îmân etmelerini, müslüman olmalarını sağlamakdır.

Meselâ *Ebû Bekr-i Sıddîk* radıyallahü anh Resûlullaha geldi, *Îmân* edip müslümân olunca, hemen ardından; *Yâ Resûlallah!* dedi.

*Benim gibi îmân edecek altı arkadaşım daha var. Gidip onları getireyim, onlar da bu îmâna kavuşsunlar*, dedi. 

İşte *Cömert*’lik budur. Yâni kendisinin sevdiği bir şeye, kendi kavuşduğu bir ni’mete, bir başkasının da kavuşmasını istemek. Asıl cömertlik budur işte. 

Onun için, bizim bu kitapları basanlar, yayanlar, bu yolda çalışanlar, ne için çalışıyorlar? İşte bu cömertliklerinden çalışıyorlar. Millet istifâde etsin, Cehennemde yanmasın diye! 

Cömertlik ve cimrilik

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz; *Kıyâmetde Cehennemin en derin çukuruna, dîni yanlış anlatan ve kendileri ibâdet yapmıyan din adamları gidecek*, buyuruyor. 


Dünyâda en zor iş, Karar vermekdir. Yâni, Peki mi diyecek, Hayır mı? Eğer, Peki denmesi îcab eden yerde, Allah korusun Hayır derse, Küfr’e girer. 


Hayır denmesi îcab eden yerde Peki derse, îmânı Gider, Allah korusun. Onun için, bu dünyâda bundan daha Mühim ve daha Zor bir iş Yok’dur. 


*Âlim*, çok kitap okuyan, çok şey bilen kimse değil, *Hakk*’ı *Bâtıl*’dan ayıran kişidir. Yâni bu *Eğri*, bu *Doğru*, veyâhut da, bu *Sevilir*, bu *Sevilmez* diyebilendir. 


Dolayısıyla, çok *Kitap* okuyan, çok büyük *Âlim* olur diye bir kâide yokdur. Peki efendim, *Âlim* kime denir? Anlatayım:


Şimdi bu odanın her tarafı *Raf* olsa ve bu raflarda binlerce *Kitap* olsa, bir kimse de, bu kitapların hepsini *Okumuş* olsa. 


Eğer ki, bu *Doğru*, bu *Yanlış* veyâ şu *Sevilir* şu *Sevilmez* diyemiyorsa, bu kimse *Âlim* değildir. 


Çünkü *İlim*’den maksat, bu *Doğru*, bu *Eğri* diyebilmekdir. Veyâhut da bu *Yanlış*, bu *Doğru* diye ayırabilmekdir. 


Yâni *Hak* olanı *Bâtıl* olandan ayırmakdır. Bunu da, ancak *Ehl-i sünnet* âlimi yapabilir. Yoksa çok *İlim* sâhibi, çok *Amel* sâhibi değil. 


Bu iş, kendi kendine *Okumak*’la da olmaz. Peki, nasıl olur? Bu, ancak bir *Mürşid-i kâmil*’in anlatmasıyla, öğretmesiyle olur.


● ● ● 


*Cömert*’lik, güzel bir huydur kardeşim. *Ahmed Mekkî Efendi* de anlatırdı. Derdi ki: 


*Cömert*’lik, Cennetde olan bir *Ağaç*’dır. Bu ağacın kökü *Cennet*’de, dalları ise *Dünyâ*’dadır. Bu dallar, *Cömert*’leri kendilerine yapıştırır.


Ve *Cennet*’e çekerler. Onlar, istese de, istemese de o *Dallar*’a yapışırlar. Çünkü kendi *İrâde*’leriyle olmaz bu iş. *Mıknatıs*’ın metali çekdiği gibi çekilirler. 


*Cimri’lik* de öyle bir *Ağaç*’dır. Onun da kökü *Cehennem*’de, dalları *Dünyâ*’dadır. Bu dallar da, *Cimri*’leri kendine yapıştırır ve *Cehenneme* çeker.


Yine *Mıknatıs* gibi. *Mekkî âbi* böyle anlatırdı efendim.

Cömertlik Cennete götürür

Sehl et-Tusterî hazretleri  rivayet eder: Musa aleyhisselam şöyle niyazda bulunmuştur. 'Ya Rabbî! Muhammed aleyhisselamın ve ümmetinin bazı derecelerini bana göster!'


Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Senin buna gücün yetmez. Fakat ben onun menzillerinden birini, büyük ve faziletli bir menzili sana göstereyim ki o menzilinden dolayı onu senden de, bütün mahlûkattan da üstün kıldım.”


Hz. Musa'ya göklerin melekûtu göründü. Muhammed aleyhisselamın derecesi göründü. Hz. Musa şöyle dilekte bulundu: 'Ya Rabbi! Sen Muhammed kulunu ne ile bu şerefe nail ettin?'


Allahü teâlâ dedi ki: “Mahluklar arasında hassaten ona vermiş olduğum bir ahlâktan dolayı onu bu şerefe nâil ettim. O da îsârdır. Ey Musa! Ümmet-i Muhammed'den herhangi bir kimse hayatında bir defa îsarı kullanmışsa, benim huzuruma geldiğinde onu hesaba çekmekten hayâ ederim. Ona cennetimin dilediği köşesinde yerleşme imkânını bahşederim!”


Abdullah bin Câfer bahçesine gitmişti. Yolda başka birinin hurmalığına vardı. Orada çalışan siyah bir hizmetçi gördü. Hizmetçi yemeğini yemeye oturduğu zaman yanına bir köpek sokuldu. Hizmetçi ekmeği köpeğe verdi. Köpek onu yedi. Sonra ikinci ve üçüncüyü de verdi. Köpek onları da yedi. Abdullah da bakıyordu. Hizmetçiye şöyle sordu:


-Günde kaç ekmek nafakan var?


-İşte senin gördüğün kadar.


-O halde bu köpeği neden kendi nefsine tercih ettin?


-Burası köpeğin bulunacağı bir yer değildir. Muhakkak bu köpek uzun bir yoldan aç olarak gelmiştir. Ben de o aç iken doymayı iyi görmedim.


-O halde akşama kadar ne yapacaksın?


-Bugün bütün gün aç kalacağım!


Hadis-i şerifte, “Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış bir Cennet ağacıdır. Kim bu ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de, dalları dünyaya sarkan Cehennem ağacıdır. Bu dalın birine yapışan, Cehenneme gider.” buyuruldu.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *(Ey Eshâbım! Siz, emr olunduklarınızın onda dokuzunu yapsanız, birini terk etseniz, helâk olursunuz.)* 


Bu helâk olma, bulunduğu *(Makâm)* dan tenzîl-ür rütbedir, yâni bir *(Aşağı)* dereceye düşmekdir. Onlar için bir makâm aşağı düşmek, bin *(Azap)* dan daha zor ve *(Dehşet)* lidir. 


Yine Efendimiz buyuruyorlar ki: *(Âhir zamanda gelecek ümmetim, emirlerin onda birini yapsalar, dokuzunu terk etseler, kurtulurlar.)* 


Yapılacak olan bu *(Onda bir)* nedir? *(Îmân)* dır. Âhir zamanda gelecek mü’minlerin en büyük tehlikesi, *(Îmânsız)* olmakdır. 


Çünkü bu gün, *(Harâm)* ve *(Helâl)* karışmışdır. Eskiden harâmın yolu başkaydı, helâlin yolu başkaydı. Harâmlar *(Belli)* idi ve yapanlar *(Ayıp)* lanırdı. 


Cömertlik, sâdece cebindeki *(Para)* yı vermek, elindeki *(Mal)* dan vermek, insanların gönlüne *(Hoş)* gelsin diye para dağıtmak değildir. Evet, bunlar bir nevi *(Cömert)* liktir.


Ama *(Asıl)* cömertlik, insanlara *(Îmân)* vermekdir. Allahın kullarını *(Küfr)* den kurtarıp, *(Îmân)* etmelerini, *(Müslüman)* olmalarını sağlamakdır.


Meselâ *(Ebû Bekr)* radıyallahü anh Resûlullaha geldi, *(Îmân)* edip müslümân olunca, hemen ardından; *(Yâ Resûlallah!)* dedi.


*(Benim gibi îmân edecek altı arkadaşım daha var. Gidip onları getireyim, onlar da bu îmâna kavuşsunlar)* dedi. 


İşte *(Cömert)* lik budur. Yâni kendisinin *(Sevdiği)* bir şeye, kendi kavuşduğu bir *(Ni’mete)*, bir başkasının da kavuşmasını istemek. 


Asıl *(Cömert)* lik budur işte. Onun için, bizim bu *(Kitap)* ları basanlar, *(Yayan)* lar, bu yolda çalışanlar, *(Ne için)* çalışıyorlar? 


İşte bu *(Cömert)* liklerinden dolayı çalışıyorlar. Yâni millet okusun, *(İstifâde)* etsin, doğru *(Îman)* ı öğrensin de Cehennemde *(Yanmasın)* diye!

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz; *Kıyâmetde Cehennemin en derin çukuruna, dîni yanlış anlatan ve kendileri ibâdet yapmıyan din adamları gidecek*, buyuruyor. 


Dünyâda en zor iş, Karar vermekdir. Yâni, Peki mi diyecek, Hayır mı? Eğer, Peki denmesi îcab eden yerde, Allah korusun Hayır derse, Küfr’e girer. 


Hayır denmesi îcab eden yerde Peki derse, îmânı Gider, Allah korusun. Onun için, bu dünyâda bun-dan daha Mühim ve daha Zor bir iş Yok’dur. 


*Âlim*, çok kitap okuyan, çok şey bilen kimse değil, *Hakk*’ı *Bâtıl*’dan ayıran kişidir. Yâni bu *Eğri*, bu *Doğru*, veyâhut da, bu *Sevilir*, bu *Sevilmez* diyebilendir. 


Dolayısıyla, çok *Kitap* okuyan, çok büyük *Âlim* olur diye bir kâide yokdur. Peki efendim, *Âlim* kime denir? Anlatayım:


Şimdi bu odanın her tarafı *Raf* olsa ve bu raflarda binlerce *Kitap* olsa, bir kimse de, bu kitapların hepsini *Okumuş* olsa. 


Eğer ki, bu *Doğru*, bu *Yanlış* veyâ şu *Sevilir* şu *Sevilmez* diyemiyorsa, bu kimse *Âlim* değildir. 


Çünkü *İlim*’den maksat, bu *Doğru*, bu *Eğri* diyebilmekdir. Veyâhut da bu *Yanlış*, bu *Doğru* diye ayırabilmekdir. 


Yâni *Hak* olanı *Bâtıl* olandan ayırmakdır. Bunu da, ancak *Ehl-i sünnet* âlimi yapabilir. Yoksa çok *İlim* sâhibi, çok *Amel* sâhibi değil. 


Bu iş, kendi kendine *Okumak*’la da olmaz. Peki, nasıl olur? Bu, ancak bir *Mürşid-i kâmil*’in anlatmasıyla, öğretmesiyle olur. 

● ● ●   

*Cömert*’lik, güzel bir huydur kardeşim. *Mekkî Efendi* de anlatırdı. Derdi ki: 


*Cömert*’lik, Cennetde olan bir *Ağaç*’dır. Bu ağacın kökü *Cennet*’de, dalları ise *Dünyâ*’dadır. Bu dallar, *Cömert*’leri kendilerine yapıştırır.


Ve *Cennet*’e çekerler. Onlar, istese de, istemese de o *Dallar*’a yapışırlar. Çünkü kendi *İrâde*’leriyle olmaz bu iş. *Mıknatıs*’ın metali çekdiği gibi çekilirler. 


*Cimri’lik* de öyle bir *Ağaç*’dır. Onun da kökü *Cehennem*’de, dalları *Dünyâ*’dadır. Bu dallar da, *Cimri*’leri kendine yapıştırır ve *Cehenneme* çeker.


Yine *Mıknatıs* gibi. *Mekkî âbi* böyle anlatırdı efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Hicret* de, Medîneli kadınlar, *Def* çalarak Efendimizi bekliyorlardı. *Peygamber* efendimiz, hazret-i *Ebû Bekr* ile Medîne’nin az ilerisinde, bir *Ağaç* altında dinleniyorlardı. 


Bir yehûdî onları gördü. Medîne’ye gelince; *Sizin beklediğiniz kişi, falan yerdedir!* dedi. Medîneliler, *Def* çalarak, *Şiir* ler okuyarak oraya koşdular. 


Şiirde; *Böyle güzel görmedik, ay doğdu üstümüze!* diyorlardı. Ağaç altında iki kişi gördüler. Biri biraz *Yaşlı*, biri dahâ *Genç* idi. 


Medîneliler, Peygamber Efendimizin dahâ *Yaşlı* olduğunu bildikleri için, yaşlı olana *Hürmet* ediyor, Ona *Saygı* gösteriyorlardı. 


Ama biraz sonra güneş gelince, *Yaşlı* görünen hemen kalkıp, *Genç* görünenin üzerine doğru eğildi, güneşden râhatsız olmasın diye *Gölge* etdi Ona. 


O zaman anladılar ki, *Genç* görünen, Peygamber efendimizdir. Aslında Peygamber Efendimiz, hazret-i Ebû Bekr’den dahâ *Yaşlı* idi.


Ama O, kimin yanında olursa olsun, dahâ *Genç* ve daha *Dinç* görünürdü efendim. 

● ● ● 

Müslümân olan bir *Cimri* nin, ilerde *Îmân* sız gitme tehlikesi vardır Allah korusun. *Cömert* olan kâfirinse, *Îmân* etme ihtimâli vardır. 


Ne kadar mühim kardeşim. *Hasîs* olan müslümânın, *Îmân* sız gitme tehlikesi var. Niçin? *Vermiyor* çünkü. *Vermeye* alışmamış.


Hâlbuki gün gelecek, *Canını* verecek. Canımızı vereceğiz. Öyleyse *Vermeye* alışalım kardeşim. Vermek *Güzel* şeydir. Allah, verenleri *Sever*, aksine cimriyi *Sevmez*. 


Niçin? Çünkü *Cimri*, vermeyi sevmez. Ölürken *Canını* da vermek istemez, onun için *Rûhu*’nu da *Zor* verir, Canı zor çıkar bedeninden, çok sıkıntılı olur. 


Ama *Cömert* öyle değil. O, vermeye alışıktır. Onun için canını da *Kolay* verir, bir sıkıntı olmaz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, kullarına ve bütün dünyaya, *Dîni* ni öğretmek için, bizi *Vâsıta* kılmış. Hepimizi yâni. 


Kimimiz *Paket* yaparız, kimimiz *Yazarız*, kimimiz *Satarız*, kimimiz postâneye götürürüz. Hepimiz *Hizmet* ediyoruz. 


Bu, ne büyük *Ni’met* dir efendim. Eshâb-ı kirâmın *Vazîfe* si bu. Eshâb-ı kirâm niçin çok *Yüksek* dir, niçin çok *Şerefli* dir? Çünkü hepsi de, islâmiyet yolunda çalışdılar. 


*İslâmı* yaymak için uğraşdılar. Canlarını *Fedâ* etdiler. Taa Mekke’den, Medîne’den kalkdılar. İstanbul’a geldiler. 


Meselâ *Hazret-i Hâlid*, yâni *Eyüp Sultân* hazretleri. Hepsi de, dîn-i islâm uğrunda canlarını *Fedâ* etdiler. Niçin? Allahın dînini *Yaymak* için. 


Biz de öyle çalışıyoruz Elhamdülillâh. Allahü teâlânın dînini *Yaymak* için uğraşıyoruz kardeşim. Allah da bize *Yardım* ediyor. 

● ● ● 

Birgün Süleymâniye câmiine namâza gitdim, hocalar toplanmışlar, *Müzik* çalışıyorlardı. Çıkarken, yaşlı bir kadıncağız geldi. *Mevlîd* okutacakmış. 


Kapıda bir çocuk vardı, ona hocayı sordu. O da; *Biraz bekle, ders yapıyorlar*, dedi. 


Ben dedim ki; *Anneciğim*, bunlar *Beyoğlu* ndan öğretmen getirmişler, *Müzik* çalışıyorlar, bunlara *Mevlîd* okutulmaz. Sizin mahallenizde tanıdık *Hâfız* yok mu? 


Kadıncağız *Var* dedi, çok memnun oldu. *Allah râzı olsun* deyip gitdi. 

● ● ● 

Hadîs-i şerîf var kardeşim. *Cömerd* in ikrâmını alın, yiyin, *Şifâ* olur. *Hasîs* in verdiğini almayın, yemeyin, *Zehir* olur. *Cömert* lik, güzel bir *Huy*. 


Mekkî Efendi de anlatırdı. Derdi ki: *Cömertlik*, Cennetde olan bir *Ağaç* dır. Bu ağacın kökü *Cennet* de, dalları ise dünyâdadır. 


Bu dallar, *Cömert* leri kendilerine yapıştırır ve *Cennete* çekerler. Onlar istese de, istemese de, o dallara *Yapışır* lar. *Cimrilik* de bir *Ağaç* dır.


Onun da kökü *Cehennem* de, dalları dünyâdadır. Bu dallar da, *Cimri* leri kendine yapıştırır ve *Cehenneme* çeker, yine mıknatıs gibi. *Mekkî âbi* böyle anlatırdı efendim.