Eshâb-ı Kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Menâkıbı

Eshâb-ı Kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Menâkıbı:


Yûsüf-i Erdebîli “rahimehullahü teâlâ” (Envâr) adlı kitâbında Şeyh Ebû Amr bin Salâhdan nakl etmişdir. O dedi ki, (Ma’rife-tül hadîs) adlı kitâbda, İmâm-ı Nevevînin “rahimehullah” (İrşâd) adlı kitâbından alarak dedi ki: Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin hepsi âdildirler. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âhırete intikâlleri sırasında yüzondörtbin Sahâbe mevcûd idiler. Kur’ân-ı azîm-üş-şân ve sahîh hadîs-i şerîflerde, hepsinin adâletleri ve büyüklükleri bildirilmekdedir “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’in”.


Birinci Menâkıb: (Mesâbîh-i şerîf) kitâbının, bu bâbının sahîh hadîs-i şerîfler kısmının evvelinde, Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbımı kötülemeyiniz! Sizlerden biri Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir müd arpa sadakasının veyâ yarısının sevâbına kavuşamaz.) Kevrânî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuş ki, muhakkak sizin biriniz, Uhud dağı kadar altın sadaka vermekle, Sahâbe-i güzînin bir müd veyâ onun yarısı mikdârı sadakasında nâil olduğu ecr ve sevâba kavuşamaz. Sahâbî; o kimsedir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini, mü’min olduğu hâlde bir kerre gören kimse demekdir. Denildi ki, hadîs-i şerîfin ma’nâsı şudur: Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden fakîr olan birinin Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin huzûrunda, az bir mal vermesi, onlardan sonra gelenlerin vermelerinden efdaldir. Sahâbe-i güzînin fazîleti, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrlarına ve sohbet-i şerîflerine erişmek ile oldu. Başka birşey ile olmadı. Zîrâ onlar vahy zemânına yetişdiler.


Bizden birimizin bin sene ömrü olsa, bütün ömrümüzce, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin emrlerine imtisâl etsek ve yasaklarından kaçınsak, belki kendi zemânımızın cümle insanlarının âbidi olsak, bütün ibâdetlerimiz, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bir sâat sohbetinde olmağa mukâbil olmaz. Bundan dolayıdır ki, onların fazîletine hiçbir şey eşid olmaz. Kevrânînin kelâmı temâm oldu.


(Müslim) şârihi “rahimehullahü teâlâ” beyân etmiş ki, Sahâbe-i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin seb’i [onları kötülemek] harâmdır. Harâm olan fuhş ile aynıdır. Onlardan fitnelere karışmış olsun veyâ olmasın aynıdır. Zîrâ onlar müctehiddir. Onların şânlarına yakışmıyan ma’nâlar söylemek büyük günâhlardandır. Bütün âlimlerin mezhebi odur ki, onları kötüliyen ta’zîr olunur. Katl olunmaz. Ba’zı mâlikî mezhebi âlimleri katl olunur, dedi.


Tayyibî hazretleri demişdir ki, Sahâbe-i kirâmın hepsi, mutlaka âdildirler. Kur’ân-ı azîm-üş-şân ve hadîs-i şerîflerin ve i’timâd olunur kimselerin icmâ’ları ile anlaşılmakdadır. Yine (Envâr) kitâbında Yûsüf-i Erdebîli “rahimehullahü teâlâ” demişdir ki, Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine ta’n etmek câiz değildir. O Sahâbe-i kirâmın büyüklerindendir. Yezîdden başkasına la’net etmek ve kötülemek câiz değildir. [Hattâ onu bile kötülemek lüzûmsuzdur.] Zîrâ hepsi mü’min ve müslimândırlar. Allahü teâlânın irâdesine kalmışdır. İsterse azâb eder, isterse rahmet eder. İmâm-ı Gazâlî ve Nevevî ve gayrileri böyle dediler. Hüccet-ül islâm imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” buyurmuşdur ki: Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseynin “radıyallahü anhümâ” şehîd edilmelerini ve Sahâbe-i kirâmın arasında meydâna gelen çekişme ve çarpışmaları hikâye etmek, anlatmak harâmdır. Çünki, Eshâb-ı kirâmın ba’zısına buğz etmeğe sebeb olur. Hâlbuki onlar dinde âlimdirler. Din imâmları bilgilerini rivâyet yolu ile onlardan almışdır. Bu doğru yol ile doğru din bilgilerini öğrendik. Onları kötüleyen kimse kendi mel’ûndur. Kendi nefsine ve dînine ta’n etmiş olur. İmâm-ı Gazâlînin kelâmı temâm oldu.


İkinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i şerîf)de, yukarıda bildirilen hadîs-i şerîfin devâmında bildirilmişdir.

Ebû Bürdeden ve onun da babasından nakl olunan hadîs-i şerîfde, Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek başını semâdan yana kaldırarak, (Yıldızlar gökde emene’dir [rahmet veyâ emînin çoğulu]. Yıldızlar gitdiği zemân, gökde va’d olunan şeyler olur. Ben de Eshâbım üzerine emînim. Gitdiğim zemân, Eshâbıma va’d olunan şeyler gelir. Eshâbım da ümmetim üzerine emenedir. Eshâbım gidince, ümmetime va’d olunan şeyler gelir) buyurdular.


(Müslim) hadîs kitâbını şerh eden “rahimehullahü teâlâ” beyân etmişler ki; hadîs-i şerîfde geçen emenetün kelimesi, emân, rahmet demekdir ve emînin çoğuludur. Emîn ise hâfız, koruyucu ya’nî sebebdir. Gökler için va’d olunan şeyler, kıyâmet günündeki yarılması, dağılmasıdır. Yıldızların gitmesinden maksad, karârması ve dökülmesidir. (Ben Eshâbıma emeneyim ve ben ki gitdim; Eshâbıma, fitneden, harbden ve ba’zı arabların irtidâdından, kalblerde meydâna gelen ihtilâflardan va’d olunan şeyler gelir, demekdir.) Bunlarla alâkalı olan şeyleri açıkca bildirdiler. Buyurdukları herşey vâki’ oldu. Ümmetine va’d olunan şeyler, zuhûra geldi. Bid’at fırkalarının zuhûru, dinde olan çeşidli reformist hareketler, şeytânın arkadaşlarının meydâna çıkması, [Deccâl] rûmun zuhûru, Mekke ve Medînenin harâb olması, hayrât ehlinin gitmesi, şer ehlinin gelmesi ve kıyâmetin bunlar üzerine kopması bunlardandır.


Üçüncü Menâkıb: Yine o hadîs-i şerîfin devâmında, Ebû Sa’îd-i Hudrîden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (İnsanlar üzerine bir zemân gelir. Bir kısm kimseler gazâ ederler. İçinizde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâbından kimse var mıdır, derler. Evet derler. Sonra harb kazanılır. Ondan sonra nâs [insanlar] üzerine bir zemân gelir ki, harb ederler. İçlerinden bir cemâ’at derler ki, içinizde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” eshâbı ile görüşmüş [tâbi’înden] kimse var mıdır. Derler ki, evet. Sonra harb kazanılır. Yine insanlar üzerine bir zemân gelir ki, harb ederler. Bir cemâ’at der ki, içinizde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbını görmüş olanları gören [tebe-i tâbi’înden] kimse var mıdır. Derler ki, evet. Sonra harb kazanılır. [Ya’nî feth müyesser olur.]) Bu hadîs-i şerîfde (Buhârî) ve (Müslim) müttefiklerdir.


[Ya’nî her ikisinde de vardır.] (Müslim) rivâyetinde ziyâde etmişdir ki, dördüncü ordu da vardır. Ya’nî denilir ki, (Bakınız! İçinizde, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbını göreni görenini göreni görmüş kimse var mıdır!) Bir kişi bulunur. Harb kazanılır. Tayyibî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuş ki, bu hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri için mu’cize, Eshâb-ı kirâm, tâbi’în ve tebe-i tâbi’în “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” için fazîlet vardır.


Dördüncü Menâkıb: Yine o hadîs-i şerîfin devâmında, İmrân bin Husayndan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin üstünleri benim zemânımda bulunanlardır. Ya’nî Eshâbımdır. Sonra o kimselerdir ki, Eshâbımı ta’kîb eder. Sonra o kimselerdir ki, onları ta’kîb edeni ta’kîb eder. Muhakkak onlardan sonra bir kavm gelir ki, onlardan şâhidlik istenmeden şâhidlik ederler ve hıyânet ederler. Onların yapdıkları o hıyânet ile onlarda emânet kalmaz. O kimsenin hilâfınca ki, tahkîr olunduğunda, bir kerre hıyânet eder. O hıyânet etmiş olur. Ammâ onunla emânetden çıkmaz. Ba’zı hâllerde sözünde durmazlar. Onlarda semizlik zâhir olur [şişmân olurlar].) Bir rivâyetde (İstenmeden yemîn edenler...) buyurulmuşdur.


Türpüştî “rahimehullah” demişdir ki: Bir kerre gaflet ile hıyânet edenden güven kalkmaz. Devâmlı hıyânet yapanda emniyyet kalmaz. Ona güvenilmez. Şişmânlık ile de din işlerinde fazla dikkat etmemek ve gafletde olmak anlaşılır. Çünki, umûmiyyetle şişmân kimseler, din işlerine az ehemmiyyet verir. Nefslerine riyâzet çekdirmeyip, arzû ve isteklerinin çoğu, lezîz yemekler ve uyku olur. Bu hadîs-i şerîfler sahîh hadîslerdendir. Bundan sonra nakl olunanlar da öyledir.


Beşinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i şerîf)de, Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Eshâbıma ikrâm [hurmet] ediniz. Şübhesiz, Eshâbım sizin üstünlerinizdir [hayrlılarınızdır]. Sonra onları ta’kîb edenler, sonra da onları ta’kîb edenler üstündürler. Sonra yalan yayılır.


Hattâ istenmediği hâlde yemîn eder, istenmeden şâhidlik ederler. Dikkat ediniz. Cennetin ortasına girerek se’âdete kavuşmak isteyen, cemâ’atden ayrılmasın. Çünki, şeytân kendi görüşüne uyarak cemâ’atden ayrılan ile birlikdedir. İki kişi bir araya gelse şeytân onlardan çok uzak olur. Ancak yabancı bir kadın ile bir erkek bir araya gelirse şeytân onların üçüncüsü olur. Kim iyiliklerinden dolayı sevinir, kötülüklerine üzülürse, mü’mindir.) Yine (Mesâbîh-i şerîf)in hasen hadîslerinde, Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Beni gören ve beni göreni gören müslimânı Cehennem ateşi yakmaz.)


Altıncı Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i şerîf)in hasen hadîsler kısmında, Abdüllah bin Magfel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerinden korkunuz! Allahü teâlâ hazretlerinden Eshâbım hakkında korkun. Onları kötü sözlerinize hedef ittihâz etmeyiniz. Her kim ki onlara buğz eyler, bana buğz etdiği için buğz eder. Her kim ki onlara ezâ eder, bana ezâ [eziyyet) eder. Her kim ki bana ezâ eder, Allahü teâlâ hazretlerine ezâ [eziyyet] eder. Her kim ki Allahü teâlâ hazretlerine ezâ ederse, ona azâb yapması yakındır.)


Yedinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i şerîf)in haseninde [hasen hadîslerinde], Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimde Eshâbım tuz gibidir. Yemek ancak tuz ile lezzetli olur.) Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü anh” babasından nakl etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Kıyâmet günü, eshâbımdan herbiri, kabrlerinden kalkarken, vefât etdiği memleketin bütün mü’minlerinin önlerine düşerek ve onlara nûr ve ışık saçarak, arasat meydânına götürürler.) İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” hazretleri rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Eshâbımdan bana, beni rencîde edecek birşey söylemeyiniz. Ben onların yanına kalbim selîm olarak çıkmak isterim!) Ya’nî Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri arzû eder ki, dünyâdan o hâlde çıkmak ister ki, kalb-i şerîfleri Eshâbından râzı olsun.


Onlardan birisine hıkd [kin] bağlamış olmasın. Onun için onlarla alâkalı iyi olmıyan şeyleri bildirmeyin demekdir.


Sekizinci Menâkıb: (Ravda-tül ulemâ) kitâbı yirmiyedinci bâbda, Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstünlükleri beyân olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hadîs-i şerîflerine uymak ve taklîd etmek câizdir. Bunda ihtilâf yokdur. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” kavl-i şerîflerini taklîd câiz midir, değil midir, ihtilâf etdiler. Âlimlerimiz, zâhir usûlde dediler ki, câizdir. Bütün Sahâbenin kavlleri huccetdir. Ma’nâlarını bilmeden, onu tasdîk ederiz ve amel ederiz. Hattâ İmâm-ı a’zam “rahimehullah” hazretlerinden rivâyet olunmuş ki, kendisine soruldu: Sizin sözleriniz, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kitâbı Kur’ân-ı kerîme muhâlif olursa, ne yapmak gerekdir. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip, Kitâbullaha uyunuz [onun bildirdiği gibi yapınız!]. Yine soruldu: Sizin kavliniz Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kavline muhâlif olursa, ne yapmak gerekdir. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip, Resûlullahın kavli ile amel ediniz. Sonra yine soruldu: Sahâbe-i güzîn hazretlerinin kavlleri, senin kavline muhâlif olursa, ne yapmak lâzımdır. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip, Sahâbe-i kirâmın kavlini tutunuz. Denildi ki, tâbi’înin kavli senin kavline muhâlif olursa, ne yapmak lâzımdır. Buyurdu ki: Biz de onlar gibiyiz. Avâmın kavlini taklîd câiz değildir. Zâhir olan âlimlerimizden rivâyet olunur ki, Sahâbe-i güzînin kavlleri, sözleri hüccetdir. Kavlleri taklîd olunur.


İmâm-ı Şâfi’î “rahimehullahü teâlâ” zâhir usûlünde dedi ki, Sahâbe-i güzîn hazretlerinden her bir kimsenin kavli taklîd olunmaz. İmâm-ı Şâfi’î mezhebi âlimlerinden ba’zıları dediler ki, dört kimsenin kavli taklîd olunur. Onlar (Halîfe-i râşid)dir. Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alî “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Biz deriz ki, bütün Eshâb-ı kirâmın kavlleri taklîd olunur.


Ondan dolayı Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Bir hadîs-i şerîfde buyurdular ki: (Eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz!) Ondan dolayı ki, ümmeti bunun üzerine icmâ’ etmişdir ki, insanların en üstünleri, en efdalleri Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâbıdır. Eğer kavlleri taklîd olunmasa, diğer ümmetler üzerine üstünlükleri açık olmazdı. Allahü teâlâ hazretleri onların fazîletlerini, üstünlüklerini bildirmek için Âl-i İmrân sûresi 159.cu âyet-i kerîmesini gönderdi. Meâl-i şerîfi, (Allahü teâlânın rahmeti ile sen onlara suhûlet gösterirsin. Eğer sen, kötü yaratılışlı, katı kalbli olsa idin, onlar yanından dağılırlar idi. Onları afv et. Onların magfiretini iste ve işlerinde onlar ile müşâvere et!) olan bu âyet-i kerîme, Eshâb-ı güzînin fazîletleri üzerine ve onların kavllerine ittibâ’ üzerine delîldir. Aslında Resûl-i ekrem hazretleri onlar ile müşâvereye muhtâc değildi. Bununla berâber emr olundu. (Ravda-tül ülemâ) kitâbının sözü temâm oldu.


(Mîzân-i Şa’rânî) kitâbında, İmâm-ı Şâfi’î hazretlerinin (Rey’ sâhibleri ve onlardan sakınmak) ile alâkalı sözünün nakl edildiği faslda, İbni Salâhdan “rahimehullah” şöyle rivâyet etmişdir. Hadîs ilminde nakl etmiş ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri (Risâle-i kadîme)sinde, Sahâbe-i güzîn hazretleri üzerine senâdan sonra dedi ki, onlar o senâya ehldir. (Sahâbe, ilm, ictihâd, vera’ ve akl bakımından bizden üstündür. Onların rey’lerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim rey’lerimizden evlâdır!) buyurmuşdur. Beyhekî de rivâyet etmişdir ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretlerine soruldu; (yaya olarak hacca gideceğim diye nezr eden bir kimse, sözünde durmasa ne yapması lâzım gelir.) Yemîn keffâreti verir diye cevâb vermişdir. Süâl eden kimse bu fetvâ karşısında duraklayınca, İmâm-ı Şâfi’î buyurmuş ki, (Benden çok üstün olan İbni Ebî Ribâh “radıyallahü teâlâ anh” da böyle fetvâ verdi. [Bu zât sahâbeden idi.]) Yine (Mîzân)da bundan evvel beyân buyurmuşlardır ki, İmâm-ı Şâfi’î; Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîflerinden başka, Eshâb-ı kirâmın ve tâbi’înin sözlerinden de ictihâd ederken fâidelenmişlerdir. Yine (Mîzân)da, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin, fazîleti, makâmı ve ilmi beyânında nakl olunmuş ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri; İmâm-ı a’zamın kabrini ziyâret sırasında, ictihâdını terk etdi. Sabâh nemâzı vaktinde, sabâh nemâzını kıldı. Sonra buyurdu: (Ben nasıl okuyayım, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin huzûrunda ki, o sabâh nemâzı kılarken kunût okumamışdır.)


İmâm-ı Şâfi’î de, edebini gözetmekden dolayı okumadı. Böylece edeb kapısını açdı. Bütün müctehidlere ve kavllerine, iyi düşünülmesini, ictihâdlarından dolayı kötülenemiyeceğinin bilinmesinin lâzım olduğunu ve bunların Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözlerinden delîller çıkararak ictihâd etdiklerini bildirmek istedi. Yine (Mîzân)da nakl etmişdir ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri buyurdu ki, her zemânda hadîs âlimleri Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gibidir. Zemân-ı şerîflerinde buyururlardı ki, (Ben hadîs âlimlerinden birisini görsem, güyâ Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâb-ı güzîninden birisini görmüş gibi olurum!) (Mîzân)ın sözü temâm oldu. Ma’lûmdur ki, (Mîzân)dan nakl olan (Ravda)dan nakl olunanı nakz eder. İmâm-ı Şâfi’î hakkında ve onların yüksek şânlarına lâyık olan da budur.


Evliyânın efdali, Sıddîk-ı ekber, ba’dehu Fârûk,

ve Zinnûreynden sonra, Alîdir ol Velîyullah.


Kalan Eshâbı hem ki, cümlesinin zikri hayrolsun,

cemî’i Âl-ü Eshâb-ı kirâmı severim fillah.


Aşere-i mübeşşere ve Fâtıma, Hasen ve Hüseyn,

bu ümmetden bunlara Cennet ile neşhedü billah.


Ve gayri kimseye aynîle Cennetlik denilmez ki,

o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah.


Ve Eshâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetden,

cemî’i Tâbi’în olmuşdur, efdalü Evliyaillah.


(Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn)

Ebû Bekr-i Sıddîk ile Alî bin Ebî Tâlibin “radıyallahü anhümâ” Münâzarası

Ebû Bekr-i Sıddîk ile Alî bin Ebî Tâlibin “radıyallahü anhümâ” Münâzarası:


Birgün Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hücre-i mubârekelerinin [evlerinin] kapısına geldikde, Alî bin Ebî Tâlib “kerremallahü vecheh” hazretleri de gelmişdi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” geri durup, Alîye “radıyallahü anh” buyurdu ki, yâ Alî! Evvelâ sen dâhil ol [eve gir]. Hazret-i Alî buyurdu ki: Yâ Ebâ Bekr! Önce sen gir ki, her iyilikde önde olan, her hayrlı işde önde olan, herkesi geçen sensin. Ebû Bekr hazretleri buyurdu ki: Sen önce gir yâ Alî! Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ yakın sensin.


Hazret-i Alî buyurdu ki: Yâ Ebâ Bekr! Ben o kimsenin önünde nasıl giderim ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimden Ebû Bekrden dahâ üstün bir kimse üzerine güneş doğmadı.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önüne nasıl geçeyim ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Fâtıma-tüz-zehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ” sana verdiği gün, (Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim) buyurdu.


Alî “radıyallahü anh” buyurdu: Ben o kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (İbrâhîm aleyhisselâmı görmek istiyen Ebû Bekrin yüzüne baksın!) buyurdu.


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Senin önüne geçemem. Çünki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Âdem aleyhisselâmın hilm sıfatını ve Yûsüf aleyhisselâmın ahlâkını görmek isteyen, Aliyyül mürtedâya baksın!)


Hazret-i Alî buyurdu: Ben bir kimsenin önünce geçemem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Yâ Rabbî! Beni en çok seven ve Eshâbımın en iyisi kimdir.)


Nidâ erişdi ki; (Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Ebû Bekr-i Sıddîkdır) buyuruldu.


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce varamam ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (İlmi bir kimseye veririm ki, Allahü teâlâ onu sever. Ben de onu severim.) Ya’nî o Aliyyül mürtedâdır. [Ya’nî ilm şehrinin kapısı sen oldun.]


Aliyyül mürtedâ buyurdu: Ben o kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Cennetin kapıları üzerinde, Ebû Bekr habîbullah yazılıdır.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Hayber gününde bayrağı sana verdi, buyurdu: (Bu bayrak Melik-i gâlibin, Alî bin Ebî Tâlibe hediyyesidir.)


Alî “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Yâ Ebâ Bekr! Sen bana gören göz ve işitir kulak gibisin.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Kıyâmet günü, Alî, Cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenâb-ı Hak buyurur ki, Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Senin baban İbrâhîm Halîl, ne güzel babadır. Senin kardeşin Alî bin Ebî Tâlib ne güzel kardeşdir.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki; (Kıyâmet günü, Cennet meleklerinin reîsi olan Rıdvân adındaki melek, Cennete girer. Cennetin anahtârlarını getirir. Bana verir. Sonra Cebrâîl aleyhisselâm gelip, yâ Muhammed! Cennetin ve Cehennemin anahtârlarını Ebû Bekr-i Sıddîka ver. Ebû Bekr, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der.)


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki; (Alî bin Ebî Tâlib, kıyâmet günü benim yanımdadır.


Havz ve kevser yanında benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennetde benimledir. Allahü teâlâyı görürken benimledir.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Eğer Ebû Bekrin îmânını, bütün mü’minlerin îmânı ile tartsalar, Ebû Bekrin îmânı ağır gelir.)


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Ben ilmin şehriyim. Alî bunun kapısıdır.)


Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ben sâdıklığın şehriyim. Ebû Bekr, bunun kapısıdır.)


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kıyâmet günü Alî bin Ebî Tâlib, bir güzel ata bindirilir. Görenler, acabâ bu hangi Peygamberdir, der. Allahü teâlâ, bu, Alî bin Ebî Tâlibdir, buyurur.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ben ve Ebû Bekr, bir toprakdanız. Tekrâr bir olacağız.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Allahü teâlâ buyurur ki: Ey Cennet, senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim. Biri, Peygamberlerin üstünü Muhammed “aleyhisselâm”dır. Biri, Allahdan korkanların üstünü Alîdir. Biri, Fâtıma-tüz-zehrâdır, kadınların üstünüdür. Dördüncü köşesindeki de, temizlerin üstünü Hasen ile Hüseyndir.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimse önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Sekiz Cennetden şöyle ses gelir. Ey Ebû Bekr! Sevdiklerin ile birlikde gel! Hepiniz Cennete giriniz!)


Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Ben bir ağaca benzerim! Fâtıma, bunun gövdesidir. Alî budağıdır. Hasen ve Hüseyn, meyvâsıdır.)


Alî “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimse önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Allahü teâlâ Ebû Bekrin bütün kusûrlarını afv etsin. Çünki O, kızı Âişeyi bana verdi. Hicretde bana yardımcı oldu. Bilâl-ı Habeşîyi benim için alıp âzâd etdi.)


O iki server bu münâzaraya devâm ederlerken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hücre-i şerîflerinden [evlerinden] seslenip, buyurdular ki: (Ey kardeşlerim, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Aliyyül mürtedâ “radıyallahü anhümâ”! Artık içeri girin. Cebrâîl aleyhisselâm gelmişdir ve haber verir ki, yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerin ehli size nazar etmekde toplanmışlardır. Eğer siz kıyâmete kadar birbirinizi medh etseniz, Allahü teâlâ yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.) İkisi birbirine sarılıp, birlikde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna girdiler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bunlara teveccüh edip, buyurdular ki, (Allahü teâlâ ikinize de yüzbinlerle rahmet etsin. İkinizi sevenlere de yüzbinlerle rahmet etsin. Ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerle la’net olsun!) Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, (Yâ Resûlallah! Ben Alînin düşmanına şefâ’at etmem.) Alî “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, (Yâ Resûlallah! Ben Ebû Bekrin düşmanına şefâ’at etmem. Başını kılınç ile bedeninden ayırırım.) Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki, (Ben senin düşmanlarına kevser havzından su vermem.) Alî “radıyallahü anh” da dedi: (Ben senin düşmanlarını sırat üzerinden geçirmem.)


NÜKTE: Eğer melekler; (Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun) [Bekara sûresi 30.cu âyet-i kerîmesi meâli] demeseler idi, Âdem aleyhisselâmın ilmi meydâna çıkmaz idi. Eğer Nemrûd ateş yakmasa idi, İbrâhîm Halîl aleyhisselâm hazretlerinin şerefi meydâna çıkmaz idi. Eğer Ebû Cehlin câhillik inâdı ve inkârı olmasa idi, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin menâkıb-ı şerîfleri ayân olmazdı [açığa çıkmazdı]. Eğer şeytânın vesvesesi olmasa idi, Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin merdliği âşikâre olmazdı.


Eğer râfizîler olmasa idi, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin fazîletleri ayân olmazdı [açığa çıkmazdı].


Buyurulmuşdur ki, Müceddidiyye yolunun büyüklerinin silsilesinin nisbet-i küllîleri Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine ulaşır. Nisbet-i cüz’iyyeleri Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine varır. Bu münâsebetle, bu bâbda, onların ahvâlinden, bir mikdâr zikr olunur. Ma’lûm olsun ki, adı geçen meşhûr dedem, Seyyid Muhammed, (Bâbâ) denilmekle meşhûr olmuşdur. Onlar hazret-i Molla İlyâsdan kemâle erişip, onlardan me’zûn olmuşdur. Onlar hazret-i Dervîş ahî Hüsrev Şâhîden, onlar Mevlânâ Sun’ullah Güze Kenânîden, onlar Mevlânâ Alâ’üddîn-i Mektebdârdan, onlar Mevlânâ Sa’deddîn-i Kaşgârîden, onlar Mevlânâ Nizâmüddîn-i Hamûşdan, onlar Hâce Alâ’üddîn-i Attârdan, onlar Hâce Behâeddîn-i Nakşibendiden, onlar Emîr Gilâlden, onlar Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsîden, onlar Hâce Alî Râmîtenîden, onlar Hâce Muhammed İncirfagnevîden, onlar Hâce Ârif-i Rivegerîden, onlar Hâce Abdülhâlık Goncdüvânîden, onlar Hâce Yûsüf-i Hemedânîden, onlar Hâce Ebû Alî Farmedîden, onlar Şeyh Ebûl Kâsım Gürgânîden, onlar Şeyh Ebûl Hasen Harkânîden, onlar Sultân-ül-ârifîn Bâyezîd-i Bistâmîden, onlar Ca’fer-i Sâdıkdan, onlar Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddîkdan, onlar hazret-i Selmân-ı Fârisîden ve onlar Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden ve onlar, risâlet penâhî “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden me’zûn olmuş, kemâle erişmişlerdir. Şeyh Ebûl Kâsım bir nisbet ile de Şeyh Ebû Osmân Magribîden ve onlar Ebû Alî Kâtibden ve onlar Ebû Alî Rodbârîden ve onlar Cüneyd-i Bağdâdîden ve onlar Sırrı Sekâtîden ve onlar Ma’rûf-i Kerhîden ve onlar Dâvüd-i Tâîden ve onlar Habîb-i Acemîden ve onlar Hasen-i Basrîden ve onlar hazret-i Aliyyül mürtedâdan, onlar hazret-i risâlet penâhdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kemâle gelmişlerdir. Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin bir nisbeti de yüksek dedeleri hazret-i Muhammed Bâkırdan, ona da kendi babaları hazret-i Alî Zeynel’âbidînden, ona da kendi babaları Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden, ona da kendi babaları emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “kerremallahü vecheh”den gelmekdedir.

(Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn)

Kadınların teravih namazı için camiye gitmesinde mahzur var mıdır?

 Kadınların teravih namazı için camiye gitmesinde mahzur var mıdır?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, *Dergâh* ın bahçesinde, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleriyle oturuyorduk. Bir kanepede *Yan yana* idik. Az sonra, bir *Bey* girdi içeri. Tabii, *Efendi* nin yanında oturunca, ben kalkdım.


Öbür kanepeye geçdim. Beş on *Dakîka* konuşdular. Sonra o *Bey* kalkdı ve gitdi. Efendi, beni çağırdı ve *Sen bunu tanıyor musun?* dedi. Tanımıyorum efendim, dedim. 


Buyurdu ki: Buna *Mazhar Tobur* derler, kimyâ muallimidir. Ben ona; *Talebeye bol not ver!* diyorum. O, inadına *Kıt not* veriyor. Beni dinlemiyor. Onu, oradan tâyin ederler! dedi. 


Hakîkaten buyurdukları gibi oldu. O sene, *Zonguldak* da bir sanat mektebine *Tâyin* etdiler onu. Yâni, *Lise* den aldılar, *Orta* mektebe verdiler. 

● ● ● 

Peygamber Efendimize sormuşlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle iki kelimeyle cevap vermiş; İlim *Öğrenen* ve öğrendiğini başkalarına *Öğreten* dir, buyurmuş. 


Yalnız *Öğrenmek* le olmuyor. Öğrendiğini de *Öğretecek*. Asıl lâzım olan da budur. Elhamdülillah, biz öğretiyoruz kardeşim. Birine bir *Kitap* vermek, *Öğretmek* demekdir işte. 


Peygamber Efendimizin bize *Müjde* si bu. Öğrenecek ve öğretecek, yâni yayacak. Nasıl yayacak bu zamanda? *Kitap vermekle!* Ne mutlu ilim öğrenene ve Allahın kullarına öğretene, yâni yayana. 


Emîn olun ki, *İslâma Hizmet* edenler vefât ettiklerinde, *Melek* ler onların cenâzesini taşırlar. Ehl-i sünnet yolunu, yâni Peygamber Efendimizin yolunu *Yaymak*, Allahın kullarına bildirmek, en büyük *İbâdet* dir. 


Yâni bir müslümâna bir *Kitap* verseniz, o da okusa, istifâde etse, en büyük *İbâdet*, en büyük *Sevap* olur. Bize, ehl-i sünnet yolunu öğreten büyüklerimizden Allah *Râzı* olsun kardeşim. 

● ● ● 

Habîb, yâni *Seven*, mahbûba yâni *Sevilene* teslîm olmalıdır. O ne derse, dinler ve *Peki* der. Başkasını dinlemeğe *Tahammül* edemez. Hepimiz, *Efendi hazretleri* nin himâyesindeyiz, elhamdülillah. 


Onların *Feyzi* ve *Nûru* hepimizin kalbine akıyor inşallah. Ne kadar akıyor? *Muhabbeti* kadar. Muhabbeti çok olana, *Feyz* de çok gelir. Muhabbeti az olana, *Feyz* de az gelir. 


Onlardan *Feyz* alan, dünyâyı unutur. Bu dünyâyı unutdu mu, Allahü teâlânın *Muhabbeti* o kalbe yerleşir. Hiç kimsenin görmediği şeyleri *Görür*, hiç kimsenin işitmediği şeyleri *İşitir*.


Hiç kimsenin bilmediği *Mârifet* leri söyler. Allahü teâlânın *Sevgisi* bir kalbe yerleşirse, böyle olur. Ne mutlu bize ki, bunları okuyoruz. Bunları okumak, işitmek de büyük bir *Mazhariyet* dir kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Amerika’da *Otoban* lar var, aynen *Ahtapot* gibi, herkes numaralara bakıyor. Bir şaşırdın mı mahvoldun. Aynı *Nokta* ya gelmek için, bütün *Gün* dolaşıp durursun. 


Onun için, *İstikâmet* kadar mühim bir *Şey* yok kardeşim. Allahü teâlâya hamdolsun ki, *Efendi hazretleri* ne rastladık da, bize istikâmetimizi gösterdiler, önümüzü açdılar. Ne kadar *Şükr* etsek azdır. 

 

Okyanusu, *Yüzerek* geçemezsin. Tek başına *Kayıkla* da geçemezsin. Geçmeye kalkarsan, bir *Fırtına* çıkar, bir *Köpek balığı* çarpar, boğulup gidersin. 


*Herkese Lâzım Olan Îmân* kitâbımızda otuz kırk tâne gayr-i müslimin müslümân oldukları yazılı. *Niçin müslümân oldular?* diye de *Başlık* atmışız. Bunların çoğu da önemli kimseler. 


Kimi *Doktor*, kimi de *Kurmay Albay*. Avrupalı hıristiyanlar bunlar. Bir tânesi, birinci cihân harbinde, *Müslümân* bir Pâkistânlı ile *Ahbap* oluyor. Birbirlerine gidip geliyorlar. 


O müslümân, bir gün bu ahbâbının evine, ziyârete gidiyor, ona islâmiyeti anlatıyor. O da diyor ki: *Senelerdir arkadaşız, sizin müslümânlığınıza bayıldım, çok seviyorum*, diyor. 


Pâkistânlı da ona; *Öyleyse müslümân olsana kardeşim, dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşursun, seni sevdiğim için söylüyorum*, diyor. 


O da diyor ki: Ben *Müslümân* lığı çok seviyorum ama günde *Beş* defâ *Namaz* kılmak, bana *Zor* geliyor. Bunun bir *Çâresi* yok mu? Ben müslümân olacağım, ama bana bir *Çâre* söyle, diyor. 


Onun evinin duvarında, örtülü bir *Şey* asılıymış. Pâkistânlı merak edip, ona soruyor; *Bu nedir?* diyor.


O da diyor ki: Bu, *Keman* dır, ben her gün vazîfeden gelince, bunu *İki sâat* çalarım, yorgunluğum gider. Çalmazsam, o *Gece* uyuyamam. Bu, benim *İlâcım*, diyor.


Pâkistânlı; *Bizim de öyle yorgunluklarımız oluyor, bizim ilâcımız da günde beş kere namaz kılmakdır*, diyor. Günde beş kere namaz kılınca, yorgunluk, üzüntü kalmıyor, diyor. 


O da; *Sahi mi?* diyor. Pâkistânlı; *Evet, istersen tecrübesini yap, ama evvelâ müslümân olman lâzım!* diyor. O da arkadaşına inanıyor, râhata kavuşmak için *Îmâna* gelip, müslüman oluyor. 


Nitekim Peygamber Efendimize souyorlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle cevaben; *En kıymetli insan, ilim öğrenen ve öğrendiğini başkalarına öğretendir*, buyuruyor.

Namazda duyulan lezzet

 "Namazda duyulan lezzette nefsin payı yoktur."

(Muhammed Ma'sûm Fârûkî )

“kaddesallahu teâlâ sirreh”

Düşünceleri yalnız yiyip içmek olacak

 Peygamber efendimiz (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdular:

“Bir zaman gelecek ki, ümmetimde müslimanlığın yalnız adı kalacak. Mü'min olanlar, yalnız birkaç İslâm âdetini yapacak. İmânları kalmıyacak. Kur'ân-ı kerîm yalnız, okunacak. Emirlerinden, yasaklarından haberleri bile olmıyacak. Düşünceleri yalnız yiyip içmek olacak. Allahü teâlâ'yı unutacaklar. Yalnız paraya tapınacaklar. Kadınlara köle olacaklar. Az kazanmak ile kanâat etmiyecekler. Çok kazanınca doymayacaklar.”


(Riyâdün Nâsihîn)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir defâsında Efendi hazretleri *Sohbet* ederken buyurdu ki: Fâtih Câmiinin bahçesindeki sergide *Ma’lûmât-ı Nâfi’a* kitâbını gördüm. Param olsaydı alırdım, çok kıymetli bir *Kitap* dır, onu okuyun, buyurdu. 


Ben sessizce, kimseye görünmeden dışarıya çıkdım ve koşa koşa *Fâtih Câmii* ne geldim. Kitaplar satılmadan yetişmek için devâmlı *Koşdum*. Bakdım ki, *Kitap* lar duruyor.


*Nefes nefese* hemen alırsam *Pahalı* verir diye, biraz ileride dinlenip, öyle gitdim. O kitapların hepsini satın aldım ve gene koşa koşa *Efendi hazretleri* ne geldim. 


Bu defâ da, Efendiyi bir an evvel *Sevindirmek* için koşuyordum. Nihâyet gelip, Efendiye *Kitap* ları arz ettim. İçlerinden birini bana verdiler. İşte bu kitapdan, bizim *Fâideli Bilgiler* kitâbı meydâna geldi. 

● ● ● 

Bir gün de, Efendi hazretlerinin dergâhına, ikindi namâzına gitdim. Mübârek *Yalnız* dı odada. Bana; *İkindiyi kıldın mı?* dedi. Hayır efendim kılmadım, dedim. 


*Hadi gel, gidelim de mescitde berâber kılalım!* dedi. Çıkdım, abdest alıp geldim. Efendiyle berâber mescide girdik. *Sünnet* leri kıldık. İkimiz *Farzı* kılacağız.


Bana ne dedi biliyor musunuz? *Hadi, sen imâm ol*, buyurdu. Çok şaşırdım. Ben Efendiye imâm olacağım, hiç olmaz denir mi? *Başüstüne efendim!* dedim. 


Berâber namaz kıldık, ben *İmâm* oldum, Efendi *Müezzin* oldu. Yâ Rabbî, ne iltifât, ne iltifât, görülmemiş şey. Ancak o namâzı *Nasıl kıldım*, bilmiyorum. *Titriye titriye*, korka korka. 


Efendi’ye imâm olmak. Bu da bir *İltifât*. Kim bilir, bunlar hep, Efendi hazretlerinin kalbindeki bize olan *Muhabbet* in eseridir. Muhabbet olmazsa bunlar olur mu? 


Sonra bana; *Namazdan sonra nereye gideceksin?* dedi. Ankara’ya efendim, dedim. Efendiyi görmek için, Ankara’dan bir günlüğüne gelirdim kardeşim

● ● ● 

Sâlih olan mü’min, *Ehl-i sünnet* îtikâdındadır. Ehl-i sünnet îtikâdında olana *Sünnî* denir. Böyle kimse, dört *Mezheb* den birine uyar ve her hareketinde islâmiyete tâbi olur. 


Ecdâdımız, istirâhatlerini, menfaatlerini *Fedâ* ederek, dînimizin bu güzel *Emir* lerini bildirmek ve torunlarının *Dinleri* ni korumak için, çok kıymetli *Kitap* lar yazmış.


Ve bizlere *Yâdigâr* bırakmışlar. Bir hadîs-i şerîf var. Efendimiz aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *Siz dîninizi, islâm âlimlerinin ağızlarından alınız, öğreniniz!* 


İşte biz de, elhamdülillah dînimizi, hakîkî *İslâm âlimleri* nden öğrendik kardeşim. Bu, ne büyük bir *Ni’met*, bu ni’mete nasıl *Şükr* edilir.

Kalb iki hâlden birisindedir

 Kalb iki hâlden birisindedir. Yâ, îmân edilecek şeylere îmân etmiş, bağlanmışdır. Veyâhud, o îmân edilecek şeyleri inkâr etmekdedir.

Îmân edip bağlanmanın alâmeti, îmân edilecek şeylere kalbin râzı olmasıdır. Ve onun sebebiyle göğsün açılması ve ferâhlamasıdır. Küfr ve inkârın alâmeti, tasdîk edilecek şeyleri kalbin sevmemesi ve o sebebden göğsün daralmasıdır. 3/51

(Mektûbât-ı Rabbâni,3/51)

Kur'an-ı kerîmi herkes anlayamaz

Seyyid Abdülhakim Efendi "kuddise sirruh" buyurdu ki, (ibâdet, emrleri yapmak demekdir. Kur 'ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak ibâdetdir. Bunlarin ma' nâsini anlamak emr olunmadi. Bunları anlamak, ibâdet degildir. Kur'ân-ı kerîmi anlamak için, yetmisiki yardımcı ilmi ve sekiz temel ilmi ögrenmek lâzımdir. Ancak, bundan sonra, Kur'ân-ı kerîmi anlamaga isti'dâd hâsıl olup, cenâb-ı Hak, ihsân ederse, anlıyabilir. Herkes anlamalidir demek, dîne müdâhene etmek olur. Kur'an-ı kerîmi anlamak için, isti'dâdi çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lâzımdır.

Bizim gibi az olanlar ise, yüz sene de çalışsak anlıyamayz. İslâmiyyetde ilm diye, fâideli bilgilere denir. Faideli ilm, se'âdet-i ebediyyeyi elde etmeğe, ya' nì Allahù tealânin rızâsını kazanmaya vesile olan ilmdir ki, bunlara, (islâm bilgileri) denir).