NİSBET

“Bir gün (Hilmî Bey hocamızla “rahmetullahi teala aleyh”) beraberdik.

“Efendi hazretlerinin en büyük âlimler ve velîler zümresinden olduğunda hiç şübhe yoktur”dedikten sonra;

“Efendi hazretlerinin (kaddesallahu teala sirreh) İmâm-ı Gazâlî’den (rahmetullahi teala aleyh) nisbeti vardır” buyurdu.

Bu nisbeti sebebiyledir ki, Efendi hazretlerinin (kaddesallahu teala sirreh) yazılarını okuyanlar, eğer İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin (kaddesallahu teala sirruhumâ) eserlerini okumuşsa, ifade ve cümlelerden tefrîk edemezler (ayıramazlar).”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 163)

İSTİKÂMET

“Nakşî, Müceddîdî ve Hâlidî yollarının ve kollarının esâsı, Sünnet-i seniyyeye ittiba’ ve şeyh-i muktedâya muhabbet ve hep huzûr-ı meallah ile olmak üzere kurulduğundan, bu yolda hâkim unsûr istikâmet oldu. Kerâmet istikâmetten aşağıda kaldı.

Dîni istikâmet, dünyâsı istikâmet, dışı istikâmet, içi istikâmet üzere bulunmak çok zordur. Resûlullah’ın (sallallahu teala aleyhi ve sellem);

“Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı” hadîs-i şerîfi, o sûredeki 

“Emr olunduğun gibi, istikâmet üzere ol”

âyet-i kerîmesinin ağırlığı altında buyurulmuştur. Bunun için evliyâ, istikâmet kerâmetten bin kat üstündür, demiştir. Ya’nî gerçek dîn, hakîkî kulluk, ancak istikâmetle ele geçer. Bu da, büyüklerin nasîbi oldu.

Ve bu fakîr, (Hilmî Bey) hocamızı hep buna dikkat eder, istikâmetten ayrılmamağa çalışır, buldum ve gördüm. Bunun için hocamızı kerâmetle hiç değerlendirmedim.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 154)

İSTİMDÂT

“Bu fakîr (Süleyman Kuku “rahmetullahi teala aleyh” Efendi), Mektûbât’ı el yazım ile yazıp, istinsâh ettiğim sıralarda, bazı yerleri veyâ kelimeleri anlayamazdım. Bazan rüyâda Abdülhakîm Efendi (kaddesallahu teala sirreh hazretleri) teşrîf edip, izah buyurur, bazan (Hilmî Bey) hocamı (rahmetullahi teala aleyh) rüyâda görür, bilmediklerimi suâl eder, cevablarını alırdım.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 156)

İRŞÂD

 Hilmî Bey (rahmetullahi teala aleyh) hocamız buyurdular:

“Kardeşim, bu silsile-i aliyyenin her halkası çok büyüktür. Nakşîbendî, Müceddîdî ve Hâlidîlerde irşâd için, velâyet-i hassa-i Muhammediyye’ye erişmek şarttır. Asgarî had (sınır) budur. A’zâmîsi ise, daha yukarılara çıkar.”


(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 155)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Dünyânın her yerinden kitap istiyorlar. Âşık bunlar, âşık. Ne yalvarıyorlar bir bilseniz. *Bize, namâzı öğreten kitap gönderin*, diyorlar tâ Afrika’nın ortasında. Hele bir imâm yazmış: 


*Efendim, şu kadar talebemiz var burada. Fakat hiç kitâbımız yok. Bize Amme cüzü gönderin*, diyor. Âdetâ yalvarıyor. 


Hepsine gönderiyoruz, elhamdülillah. Çok memnûn oluyorlar, çook. Ne duâlar ediyorlar. *Zamânımızın bir tânesi* diyorlar. 


*Allah, sizden ve size yardım edenlerin hepsinden râzı olsun*, diyorlar. 


Bâzıları da; *Bu, bir kişinin yapacağı iş değil. Yardımcılarınıza Allah selâmet versin, Allah râzı olsun*, diyor. 


Böyle duâ ediyorlar hepsi. Her hangi bir mektûbu açın, önce *Duâ* ve *Selâm*’la başlıyor. 


Bizim *Kıymetsiz Yazılar* kitâbı, islâm harfleri ile yazılmış olan, Mektûbâtın hülâsasıdır, özetidir. Ben Ankara’da, Mamak’da iken, aylarla uğraşdım. *Türkçe Mektûbât*’ın hülâsasını çıkardım. 


Hem de *Elif-bâ* sırası ile. Efendi hazretlerine Ankara’dan geldiğimde kendilerine gösterdim. Mübârek; *Başından biraz oku!* buyurdu. Okudum. *Devam et!* dedi. Belki birkaç sâat sürdü. 


Mübârek, sonuna kadar dinledi, çok hoşuna gitdi. *Bu, bir kitap olmuş. Bu kitâbın ismini ne koydun?* dedi. Efendi hazretlerinin yanında söz söylemek kolay mı? Susdum tabii. 


*Bu kitâbın ismi, (Kıymetsiz Yazılar) olsun*, buyurdu. Öyle deyince, içimden; *Evvâh!* dedim. Kıymetsizmiş. Ben de çok kıymetli zannediyordum, diye düşündüm. 


O esnâda Efendi bana bakıp; *Ne düşünüyorsun? Bu yazılara bahâ biçilir mi, buna kıymet bulunur mu?* dedi. O zaman sevindim. 


Yine buyurdu ki: *Kıymetsiz demek, buna kıymet biçilemez demekdir. Yâni o kadar kıymetli ki, dünyâda hiçbir şey onun gibi kıymetli değil*, demekdir.

İmâm-ı Rabbânî'nin âşıkıyım

 - Efendi hazretlerine, Gavs-ı a'zam Abdülkâdir Geylânî mi, yoksa Gavs-ı Sâmedânî İmâm-ı Rabbânî mi (radıyallahü anhümâ) yüksektir, sordular. Bir-iki sâat Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü, gavsiyyet makamını yüce hâllerini ve kerâmetlerini anlattılar. Sıra İmâm-ı Rabbânî hazretlerine gelince, : "Bu fakîr, İmâm-ı Rabbânî'nin âşıkıyım" buyurup, sözü kesmişlerdir.

(Gün batarken gördüğüm son ışık, sf: 151)

ALÂKA

 Şâh-ı Nakşibend hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) hacdan dönünce;

“Efendim, filân talebeniz sizinle alâkayı kesti” 

dediler. 

“Sorun bakalım, bizi rüyâda görüyor mu?”

buyurdular. Sordular.

“Arada bir görürüm”  dedi (o kimse). 

Hazret-i Hâce’ye (kaddesallahu teala sirreh) arz ettiler.

“Kim demiş bizimle alâkayı kesti? Bizden kesilen, bizi rüyâda da görmez”

buyurdu.

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 151)

...

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi*, yanına her gelene güleryüz gösteriyor, tatlı tatlı konuşup, iyi davranıyor. Onların yanında gülüyor, müdârâ yapıyor. Biz de râhat ediyoruz. 


Dün, bir genç çocukla karşılaşdım eczânede. Bizim eczânede daha önce staj görmüşdü. *Efendim ben müslümânım*, dedi. 


Ben de ona; Ee peki, sen namaz kılıyor musun? dedim. *Yok efendim kılmıyorum*, dedi. 


Şunu yapıyor musun? dedim. *Yok yapmıyorum*, dedi. Bunu yapıyor musun? dedim, *Yok yapmıyorum*, dedi.


En sonunda çocuk; *Müslümânlık kalbde olur efendim. Sen ne yaparsan yap, asıl iş kalbdedir, sen kalbe bak!* dedi. 


Sen bunu nerde okudun? dedim. *Türkçe Kur’ânda okudum*, dedi. Şimdi türkçe Kur’ân satılıyormuş her yerde, bu türkçe Kur’ânda böyle yazıyormuş. 


Müslümânlık kalbde olur, senin kalbin temiz olsun da, ne olursan ol, ne yaparsan yap. Allah affeder, iş kalbdedir. Allah kalbe bakar. Böyle yazıyormuş o Türkçe Kur’ânda. 


Çok üzüldüm kardeşim. O çocuğa dedim ki:


*Sen deli misin yâhu. İslâm’ın şartları var, Allahü teâlânın emirleri var. Onun emirlerinden bir tânesinde şübhe eden, beğenmiyen kâfir olur. Kalbi ne olursa olsun*, dedim.


O Kur’ân tercümesi elimize geçseydi de baksaydık, kim bilir daha neler neler yazıyordur. Hiç öyle şey olur mu kardeşim? İslâmın şartları var. Allahü teâlânın emirleri var, yasakları var. 


İslâmiyyet, yalnız *Îmân* değil ki. Allahü teâlânın bütün emirlerinden bir tânesini beğenmiyen *Kâfir* olur. Allahü teâlâ bize, sevdiklerinin kitaplarını okumak nasîb etmiş elhamdülillah. 


Bu din, bugüne kadar nakledilerek gelmişdir. İnsanların en kötüsü, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri, kendi anladığına göre anlatandır. Onlar için, Efendimiz ne buyuruyor? 


*Kim, Kur’ân-ı kerîme, yâni Allahü teâlânın dînine, kendi aklına göre, kendi fikrine göre, kendi düşüncesine göre mânâ vermeye kalkarsa, kâfir olur*, buyuruyor.

Müstehcen konuşmak

Sual: Bazı kimseler, müstehcen konuşuyor. Ayıp şeyler söylüyor. İnsanların ayıplayacağı çirkin işler yapıyor. Müslüman olan kimse, böyle şeyler yapar mı?

CEVAP

Hadika’da buyuruluyor ki:

Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fahiş denir. Buradaki manası çirkin olan işleri açık kelimelerle anlatmak, müstehcen konuşmak demektir. Cima için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Cimayı, abdest bozmayı ve necaseti anlatmak gerektiği zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir! Kinaye, bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli olan, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde, cima için lems [dokunmak] kelimesini söylemiştir.


Dinimizde hayanın, utanmanın yeri çok mühimdir. Hayası olan, Allahü teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. Açıktan günah işleyen kimse, hem insanlardan, hem de Allah’tan çekinmediğini gösterir. (Allah’ın bildiğini kuldan ne saklıyayım) demek doğru değildir. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayasızlıktır.


Hadis-i şerifde buyuruldu ki:

(Haya ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır.) [Tirmizi]


Haya, imanın esasındandır

Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayasız kimsenin küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdür) buyuruldu. (Hakim)


Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.) [Beyheki]


(Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının! ) [Nesai]


(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez) [Tirmizi]


(Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır.) [İbni Ebiddünya]


(Allahü teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez.) [İbni Ebiddünya]


Görüldüğü gibi, hayanın iman ile, hayasızlığın da imansızlık ile alakası büyüktür. İnsanlardan utanan kimsenin, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. İnsanları, böyle kimselerin zararından sakındırmak için onların gıybetini yapmak caizdir. Hadis-i şerifte, (Haya cilbabını [örtüsünü] üzerinden atanları gıybet etmek günah olmaz) buyuruldu. (Harâiti)


Sual: Porno film seyretmek veya fuhuş sözler söylemek günah mıdır?

CEVAP

Elbette günahtır. Bir hadis-i şerif:

(Çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyenden Allahü teâlâ nefret eder.) [Tirmizî]


Güzel ahlaklı olmalı. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Kıyamette müminin terazisinde güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz.) [Tirmizî]


Sual: Küfretmek, yani sövmek günah mıdır?

CEVAP

Sövmek günahtır. Sövmek, fuhuş, yani çirkin sözdür. İki hadis-i şerif meali şöyledir:


(Fuhuş söyleyene Cennet haramdır.) [İbni Ebiddünya, Ebu Nuaym]


(Fuhuş söz [sövmek] nifaktandır.) [Tirmizi]


Küfür, kâfir olmak demektir. Fuhuş sözler için, küfretmek yerine, sövmek tabirini kullanmalıdır.


Sual: (Domuz oğlu domuz, eşek oğlu eşek demek veya bir kimsenin geçmiş sülalesine sövmek, Hazret-i Âdem’e kadar gideceği için, küfür olur) diyorlar. Böyle sövmek küfür müdür?

CEVAP

Hazret-i Âdem’e kadar gitmez, yani böyle söylemek küfür olmaz; fakat böyle çirkin şekilde sövmek, asla caiz değildir.


Fuhuş söyleyen, Cennete giremez

Sual: Bazı kimseler, açık, net olmalı diyerek, insanın edep yerlerinden, çocukların yanlarında bile açık olarak bahsetmekte, konuşmaktadır. Böyle konuşmak, yazmak, dinimizce uygun mudur?

Cevap: Fuhuş söyleyen kimse tazir olunur, cezalandırılır. Çünkü, fuhuş söylemek tahrimen mekruhtur. Hadîkada deniyor ki:

“Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fâhiş denir. Burada, çirkin olan işleri başkalarına açık kelimelerle anlatmak demektir. Cima ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur ve tahrimen mekruhtur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Mürüvvet, insanlık, erkeklik demektir. Cimayı ve abdest bozmayı anlatmak lazım olduğu zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir. Kinaye, bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, cima için dokunmak, lems kelimesini söylemiştir. İbni Ebiddünyâ ve Ebû Nu'aym hazretlerinin bildirdikleri hadîs-i şerifte;

(Fuhuş söyleyenlerin Cennete girmeleri haramdır) buyuruldu. Yani, bunun azabını çekmedikçe Cennete girmezler.”


Sual: Bir kimsenin insanlara, hanımına, kocasına, çocuklarına hitap ederken, "lan, adi, mal, şerefsiz, sapık..." gibi kelimeler kullanması, dinen uygun olur mu?

CEVAP

Eshab-ı kiramdan Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri, Peygamber efendimizin güzel hâllerini anlatırken;

“Resulullah efendimiz heybetli yani saygı ve korku hasıl ederdi. Fakat, kaba değil, nazik idi. Herkese acır, kimseden bir şey beklemezdi. Saadet, huzur isteyen, Onun gibi olmalıdır” buyurmaktadır.

Resulullah efendimizin en büyük düşmanı olan ve mübarek vücuduna ve nazik ruhuna eziyet ve işkenceler yapan Ebu Cehil'e lanet ettikleri, sövdükleri görülmemiştir.

Kadınların kalbleri ince, nazik ve hislerine tabidirler. Hadis-i şerifte; (Bir erkek, zevcesini döverse, kıyamette ben onun davacısı olurum) buyuruldu.

Dünya işlerindeki kusuru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile söylememelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri;

“Hiçbir bî edeb yani edepsiz, Allahü teâlânın rızasına kavuşamamıştır” buyurmaktadır.

Haram işleyeni görünce, gadaba gelmek, din gayretinden ileri gelir. Fakat, kızınca aklın ve İslamiyetin dışına taşmamak lazımdır. Ona, kâfir, münafık, deyyus ve diğer fuhuş, çirkin şeyler söylemek, haram olur. Söyleyenin ta'zir edilmesi, cezalandırılması lazım olur. Haram işleyeni görenin, buna cahil veya ahmak demesine izin verilmiş ise de, yumuşak, tatlı söyleyerek nasihat vermek, iyi olur. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, her zaman yumuşak söylemeyi sever) buyuruldu.

Seâdet-i Ebediyye'de Ta’zîr bahsinde buyuruluyor ki:

“Müslümana, ey kâfir, ey habis, ey sapık, ey facir diyen ta'zîr olunur. Ey münafık, Yahudi, Nasrani, kahpenin oğlu diyen ta'zîr olunur. Namussuzun oğlu, facirenin oğlu, kâfirin oğlu, fasıkın oğlu, hırsızların yuvası, zanilerin başı, haramzâde diyen ta'zîr olunur.

Ta'zîrin çoğunda, Allahü teâlânın hakkı ve kul hakkı birlikte vardır. Fakat kul hakkı daha çoktur. Ta'zîr, incitilen kimsenin affetmesi ile sakıt olur. Kul hakkını hâkim affedemez. Bir kimse, birine çeşitli kelimelerle veya birkaç kişiye bir kelime ile sövse, her biri için ayrı ayrı ta'zîr olunur. Çünkü kulların hakları birbirleri yerine geçmez.

Ta'zîr, haram işleyene ve sözü ile, hareketi ile, işareti ile, Müslümana haksız olarak eziyet verene yapılır.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Biz, Peygamber aleyhisselâmın eshâbını çok severiz. Niçin? Çünkü, Peygamber aleyhisselâm onları seviyor. Onlar da Onu seviyorlar. 


Mâdem ki Peygamber Efendimizi seviyoruz, öyleyse Onu sevenleri ve Onun sevdiklerini de seveceğiz. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlânın, bir kuluna vereceği en büyük ni’met, sevdiği bir *Dostu* nu ona tanıtmasıdır. Aynen Eshâb-ı kirâma Peygamber Efendimizi tanıtdığı gibi. 


Onun için, bu gün bu büyükleri tanıyanlar, Peygamberimizin zamânında dünyâya gelselerdi, hepsi *Eshâb-ı kirâm* olurlardı. Ve bu gün, o büyükleri inkâr edenler, o zaman dünyâya gelselerdi, *Ebû Cehil*’den beter olurlardı. 


Peygamber Efendimiz ne buyuruyor? *Benden sonra Ebû Bekr’le Ömer’i seviniz, Ebû Bekr’le Ömer’in yolundan ayrılmayınız*, buyuruyor. 


Yine Peygamber aleyhisselâm; *Aleyküm bi sünnetî ve sünnet-i hulefâ-i râşidîn*, buyuruyor. Yâni benim yolumdan şaşmayınız ve benim dört halîfemin de yolundan şaşmayınız, buyuruyor. 


Efendimiz aleyhisselâm yine buyuruyor ki: *Bütün ümmetimin îmânları, Ebû Bekr’in îmânı ile tartılsa, Ebû Bekr’in îmânı daha fazla gelir, daha ağır basar*. 


Bütün ümmetin îmânına, hazret-i Alî de dâhil, hazret-i Ömer de dâhil radıyallahü anhümâ. Cümle Evliyâların, âlimlerin hepsinin îmânını topla, hazret-i Ebû Bekr’in îmânı, onlardan fazladır.


Kim söylüyor bunu? Peygamber Efendimiz söylüyor. Peygamber Efendimiz ayrıca ne buyuruyor? *Allahü teâlâ hak sözü, Ömer’in diline koymuşdur*. 


Ne demek bunun mânâsı? Yâni, hazret-i Ömer radıyallahü anh her ne söylerse Doğru’dur. Bir hadîs-i şerîfde de Efendimiz aleyhisselâm buyuruyor ki: 


*Benden sonra peygamber gelmiyecek. Ben âhir zaman peygamberiyim. Eğer benden sonra peygamber gelmek mümkün olsaydı, Ömer peygamber olurdu*, buyuruyor.


Yâni Efendimiz aleyhisselâm, bu hadîs-i şerîfinde; *Hazret-i Ömer*’in radıyallahü anh o hâliyle *Peygamber* olacağını, yâni daha yükselmesine lüzûm olmıyacağını beyân buyuruyor.

ÖLÇÜ

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (kaddesallahu teala sirreh) haretleri buyurdular:

“Evliyâyı inkâr etmekten sakınmak vâcib olduğu gibi, onlara itikadda taşkınlık yapmaktan kaçınmak da vâcibdir.”

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 144)