*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bu büyükler, gelen talebelerde kâbiliyet aramazlar. Zîra onlar, bir *Taş*’a teveccüh etseler veyâ dokunsalar, hattâ sâdece baksalar, o taş *Feyz* alır, feyz verir. Hattâ *bin sene* geçse bile, o feyz, o taşdan gitmez efendim.
O büyüklerin tahmînî konuşmaları, *Allahü a’lem* demeleri, yâni *Allah bilir ki*, demeleri veyâ öyle zannediyorum ki, demeleri *Kat’iyyet* ifâde eder.
Çünkü onlar, *Mutlak böyledir* demezler, bir açık kapı bırakırlar.
Meselâ Efendi hazretleri; *Bu gün, dünyâda bir mürşid-i kâmil, şurada yok, şurada yok, şurada yok, belki Hindistân’da vardır*, buyurdular.
İşte o *Belki* kelimesi, kat’iyyet ifâde eder. O gün Hindistân’da vardı efendim, İsmi de, *Ehlisünnet Hân*. Hattâ bu zât, bir kitap yazmış. Ben okudum o kitâbı.
Bir yerinde yazmış ki: *Bizi seven, yolumuzu seven, bu büyükleri seven kimseye, kabir azâbı olmaz*. Öyle buyurmuş Mübârek.
*******
Bir kadıncağız, kocasına devâmlı söylermiş, dermiş ki: *Ne olur, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine söyle, ben Ona bağlanmak istiyorum*. O da; Söylerim hanım! dermiş, ama gidince unuturmuş.
Ertesi gün bir daha sormuş: *Söyledin mi efendi?* Aaa, Vallâhi unutdum hanım. *Niye unutdun?* Hanım, bu gün öyle bir sohbet vardı ki, Vallâhi aklıma bile gelmedi. Hanımı; *Bâri bugün söyle*, demiş.
Adam da; Hayhay hanım söylerim, demiş, ama gene unutmuş. Derken hanım vefât etmiş efendim. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri namâzını kıldırmış ve *Allahü a’lem, bizi sevenler kabir azâbı çekmez*, buyurmuş.
Ertesi gün, bu kadıncağızı rüyâda görüyorlar. Diyorlar ki: Allahü teâlâ sana ne muâmele etdi?
Kadıncağız sevinç içinde; *O zâtı sevdiğim için kabir azâbı çekmiyorum*, demiş. Kabir azâbı yok. Niçin? O zâtı sevdiği için. Sevmek kâfi, ne büyük *müjde* kardeşim