Melekler üç şeyden münezzehdirler

 - Ehl-i sünnette, meleklerin üç şeyden münezzeh olduklarına inanmak farzdır: Küfürden münezzehdirler,isyân etmezler, kötü sıfatlardan münezzehdirler. Meleklerin en efdali, vahyi teblîğ eden,ilim ilham eden Cebrâil Aleyhisselâmdır.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Tevfik Rıza'nın Sultan Abdulhamid Han'a pişmanĺık dolu şiiri

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?

Feryâdım varır mı bârigâhına?

Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,

Şu nankör milletin bak günahına.


Târihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftara atan,

Asrın en siyâsî Padişâhına.


"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,

İhtilâle kıyam etmeli dedik;

Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;

Çalıştık fitnenin intibahına.


Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,

Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz.

Tükürdük atalar kıblegâhına.


Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,

Bir sürü türedi, girdi meydana.

Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?

Yuh olsun bunların ham ervâhına!


Bunlar halkı didik didik ettiler,

Katliâma kadar sürüp gittiler.

Saçak öpmeyenler secde ettiler.

Tükürün onların pis külâhına.


Haddi yok, açlıkla derde girenin,

Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.

Lanetle anılan cebâbirenin

Bu, rahmet okuttu en küstahına.


Çok kişiye şimdi vatan mezardır,

Herkesin belâdan nasîbi vardır,

Selâmetle eren pek bahtiyardır,

Harab büldânın şen sabahına.


Milliyet dâvâsı fıska büründü,

Ridâ-yı diyanet yerde süründü,

Türkün ruhu zorla âsi göründü,

Hem Peygamberine, hem Allâh'ına.


Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin

Âhiretten bile himmet eylersin,

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefâat kıl şâhım mededhâhına.


(Rıza Tevfik)

Kadınla erkeğin zaruretsiz konuşması

Kadın, kız veyâ parlak oğlan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek herkese harâmdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır,kararır. Nefs zevk alır,kuvvetlenir,azar. Şeytân nefsin, şehvetin hareketine yardım eder. Güzel olmıyan oğlanın sesi câiz ise de, çirkin kızın da sesini, yanında dinlemek harâmdır. Kızların, kadınların mevlid,ilâhî gibi okuması câiz olan seslerini, kendilerini görmeden [meselâ gramofondan, radyodan] erkeklerin dinlemesi, oğlanın yüzüne bakmak gibidir. Ya'nî, düşünceye göre, halâl veyâ harâm olur. Şübheli şeyden kaçınmalıdır.

(Hadîka) da diyor ki, zarûret olmadan, erkeğin kız ile konuşması harâmdır. Alış-veriş gibi işlerde zarûret mikdârı konuşmak câiz olur.

(Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye, 25.baskı, sahîfe 640)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu zamanda *(Enver Ören)* e sormadan yapılan işler meşrû değildir. Meşrû olmıyan iş demek, *(Bunun hesâbını vereceksin)* demekdir. 


Ama sordukdan sonra yapılan iş, meşrûiyyet kazanır, *(Meşrû)* olur. Mes’ûliyyet sizden kalkar. Eğer bir şeyin sonu *(Mutlak)* sa, olacaksa, onu *(Olmuş)* bilin. Kurtuluş yok çünkü. 


Bizim, *(Başarı)* dan kastımız, âhiretdeki başarıdır kardeşim. Yoksa dünyâyı *(Îmâr)* eden, dünyâyı *(Ma’mûr)* eden kişiye, başarılı denmez. Başarı, *(Kalıcı)* olandır. 


Kalıcı olan da *(Âhiret)* dir, dünyâ değil. Hepimiz bir işlerle uğraşıyoruz. Bunun sonunda bir muhâsebe var, bir hesaplaşma var. Bu hesaplaşmada *(Kazanmak)* da var, *(Kaybetmek)* de. 


Velhâsıl âhiretde kendisini Cehennemden kurtaran kişi, *(Başarılı)* dır. Kendisini *(Yanmak)* dan kurtaramıyana hiç başarılı denir mi? 


Kardeşim görüyorsunuz, benim ömrüm *(Kitap)* okumakla geçdi. Çok kitap okudum, hâlâ da okuyorum. Ama ben, yeni bir *(Şey)* öğrenmek için okumuyorum ki. 


Efendi hazretlerinden herşeyi öğrendim zâten. Ben, Efendi’den duyduklarımın, mûteber kitaplardan, *(Mehaz)* ını, *(Kaynağı)* nı, *(Vesîka)* sını, *(Senedi)* ni arayıp bulmak için okuyorum. 


Benim ömrüm, aramakla geçdi. Ve böylece bir netîceye vardım efendim. Bir şey öğrendim. O da şu: *(Rastgele çok kitap okuyan, sapıtır, yoldan çıkar.)* 


Ancak, bir *(Mürşid-i kâmil)* görmüşse, ondan, hakkı bâtıldan ayırmayı öğrenmişse, onun kitap okuması, zarar vermez. Çünkü bir *(Mürşidi)* var. 


Efendi hazretlerinin şu kerâmeti varmış, bu kerâmeti varmış, benimle hiç *(Alâka)* sı yok kardeşim. Neden? Çünkü ben *(Yanlış)* yolda idim, ben *(Küfr)* de idim.


Beni *(Küfr)* den kurtardılar, *(Müslümân)* olmama sebep oldular, bundan daha büyük *(Kerâmet)* olur mu? Yâni ben *(Ateş)* de idim, beni yanmakdan kurtardılar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendim, bir gün evde, yukarıki odada oturuyordum. Kapının zili çaldı. Enver bey inip açdı, sonra gelip; *(Efendim arkadaşlar kitap satışından gelmişler, satış raporunu getirmişler)* dedi. 


*(Açın, okuyun)* dedim. Okudu, çok sevindim efendim. Çok kitap satmışlar, dağıtmışlar. Çok *(Memnun)* oldum, çok *(Duâ)* etdim.


Hattâ pencereyi açıp, o arabaya bakdım. Arkadaşı da gördüm. Enver beye; *(Gidin, çok sevindiğimi ve duâ etdiğimi o arkadaşa söyleyin)* dedim. 


Ve ayrıca; *(Arabayı sürerken dikkat etsin. Melekler kanatlarını, o arabanın altına döşüyorlar)* diye söyleyin dedim. 

● ● ●

Efendi hazretleri; *(Biz Mektûbâtı teberrüken, yâni bereketlenmek için okuruz, kitâbın heryerini anlıyamayız)*, buyururdu. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine *(Sevgi)* ve *(Muhabbet)* le bakdıkları anda, o talebenin kalbi *(Zikr’e)* başlarmış. 


Bir kişi o kadar *(Zengin)* olsa ki, bütün dünyânın herşeyi onun olsa, malının hepsini *(Sadaka)* olarak dağıtsa, bundan aldığı *(Sevap)*, unutulmuş bir *(Sünneti)* meydana çıkarmanın sevâbına yetişemez. 


Hele *(Farz)* sevâbıyla hiç kıyaslanamaz. İşte bizim *(Kitap)* larımızın yayılmasıyla, *(Farz)* lar yayılıyor kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Vaktiyle çok *(Zengin)* bir adam varmış efendim, böyle kalın demirlerden odalar, hazîneler yapdırmış. İçlerini de tıka basa *(Altın)* la doldurmuş, devâmlı da *(İlâve)* ediyormuş. 


Arada bir gider, o altınları *(Sever)* miş, *(Okşar)* mış. Bir gün yine gidiyor, o demirden, çelikden yapılmış hazînelerden birinin içine giriyor. Orada altınları *(Okşuyor)*, *(Seviyor)*, *(Öpüyor)*.


Derken nasıl oluyorsa *(Çelik kapı)* birden kapanıyor. Adam *(İçerde)* kalıyor. İçerden de açılmıyormuş. Adam bağırıyor, çağırıyor. 


*(Duyan)* yok, *(Bilen)* yok, *(Soran)* yok. Adam, o altınların içinde bağıra bağıra *(Ölüp)* gidiyor efendim. Dünyâ *(Sevgi)* si bu işte. 


*(Ehibbâ)* dan Hâlid Turan bey vardı, Allah rahmet eylesin, Menemen’e götürdüler onu da. Efendi hazretleri de orda. O da benim gibi uyuyamıyormuş. 


Efendi hazretlerine gitmiş; *(Efendim, ben geceleri hiç uyuyamıyorum, ne yapayım?)* demiş. Efendi hazretleri, pek söylemez böyle şeyler. 


Ama o gün, ona söylemiş. Buyurmuş ki: *(Bizi düşün, o vakit uyursun.)* Hâlid Turan bey kendisi anlatıyor. Artık Efendi’yi düşünüp, râhatça uyuyordum, dedi. 


Yaa, uyumak da bir *(Ni’met)* efendim. Uyuyabilmek bir *(Seâdet)*. Nice kimseler var ki, rahat uyuyamıyorlar. 


Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyor ki: *(Bütün mü’minler adâletle değil, ihsân-ı ilâhîyle Cennete girecekler.)* 


Eshâb-ı kirâm; *(Yâ Resûlallah, siz de mi?)* diye sordular. Efendimiz aleyhisselâm; *(Evet, ben de öyle)* buyurdu. 


Neden? Çünkü Mehmet Masûm hazretleri, Mektûbâtında buyuruyor. Allahü teâlâ, bu dîn-i mübîni, bir *(Şey)* için göndermişdir. O da şu: 


Sen, bir *(Hiç)* sin. Biz bir *(Hiç)* iz, bunu anlamamız için göndermişdir. Öyle buyuruyor Mehmed Mâsum hazretleri. Kul, *(Hiç)* olduğunu anlamadığı müddetçe huzûrlu olamaz efendim.

Kimseye minnet etme!

 🕳️Aklı başında bir insan isen, bir lokma ekmek için alçak dünyaya baş eğip muhtac olma. Git, değirmen gibi, sen de ekmeğini taştan çıkar. Al­nının teriyle kazan ve kimseye minnet etme!"


Hacı Bayram-ı Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh)

Resulullah Efendimiz Aleyhisselutu vesellem’in Enes Bin Malik radiyallahuanh’a öğrettiği dua.

Resulullah Efendimiz Aleyhisselutu vesellem’in Enes Bin Malik radiyallahuanh’a öğrettiği dua.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiç kimse, hiç kimseye bir şey yapmaz, ancak *(Kendi)* ne yapar. Kötülük edenler, birini üzenler, incitenler, *(Helâl)* lık dilemezlerse, âhiretde *(Cezâ)* sını görürler.


Yâni yine *(Kendi)* lerine etmiş olurlar. Allahü teâlânın iyilik murâd etdikleri, hep *(İyilik)* yaparlar. Çünkü yaratılışdan öyledirler. *(Hilkat)* leri, iyilik yapmak üzerinedir.


*(Kötülük)* yapamazlar. Bütün düşünceleri, *(İyilik)* etmek üzerinedir. Bâzıları da hep *(Kötülük)* yapmayı düşünürler, bunlar da *(İyilik)* yapamazlar. 


*(Arkadaş)* ımız iyi olursa, bu *(Nefs)* in şerrinden kısmen kurtuluruz. En azından yapdığımız işin *(Kötü)* olduğunu biliriz. 


Bunu bilmek de bir *(Fazîlet)* dir. Tersi de olur Allah korusun. İşlediğimiz *(Günâhı)* beğenmek de olabilir. 


İnsan, işlediği günâhı beğenirse *(Küfr’e)* girer, çok tehlikeli. Yapdığının *(Günâh)* olduğunu bilmesi, gene fazîletdir. 


Çünkü *(Tövbe)* yolu açık. Ama, *(Bunda ne var ki canım?)* derse, felâket olur. Niçin? Çünkü *(Îmân)* gider, Allah korusun. 


Âhiretde *(Zaman)* mefhûmunu kaldırıyor Cenâb-ı Hak. Orada zaman yok. Zaman, *(Dünyâ)* da idi. Orada yok. 


Gene orada *(Gün)* ler var, ama güneşin doğup batmasıyla alâkası yok. Oraya *(Mahsus)* bir tarzda günler var. 


Orada zaman yok. Onun için meselâ Efendimiz aleyhisselâm *(Mîrâc)* da, hazret-i *(Osmân)* ın koşarak Cennete girdiğini gördü. 


Hâlbuki hazret-i Osmân henüz *(Dünyâ)* da. Zamanlı olduğu için dünyâda yaşıyor. Ama orda, yâni âhirette *(Zaman)* yok. 


Onun için, Efendimiz aleyhisselâm, *(Mîraç)* gecesinde dünyâdan çıktı, *(Âhiret)* e karıştı ve Allahü teâlâyı âhirette *(Görmüş)* oldu. 


Hazret-i Osmânı da *(Cennet)* e girerken gördü. Onu da âhirette görmüş oldu. Çünkü bu dünyâ *(Hayâl)*, yâni bir *(Görüntü)*. 


Bu görüntünün aslı, âhiretde. Hazret-i Osmân’ın gerçek hayâtı, *(Âhiret)* de. Burda zaman çok uzadığı için *(Ölüm)* ü bekliyor. 


Niye bekliyor? Öldükden sonra *(Âhiret)* e gitsin de, o gerçek hayâtda *(Cennet)* e girsin, diye.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, müslümânlara *(Hizmet)* edenleri çok *(Sever)* kardeşim. Şimdi biz de, Türkiye’deki ve bütün dünyâdaki müslümânlara *(Hizmet)* ediyoruz. 


*(Dünyâ)* larına hizmet etmek kıymetli, *(Âhiret)* lerine hizmet etmek daha *(Kıymet)* li. 


Onların Cennete gitmelerine ve *(Küfr)* den, *(Cehennem)* den kurtulmalarına hizmet ediyoruz elhamdülillah. Bütün âbiler, bu sevâba *(Ortak)* dır kardeşim. 


Yeter ki, *(Allah)* için yapsın. Fakat elhamdülillah bizim âbilerin hepsi *(Allah için)* çalışıyor. Hepsi bu *(Sevâba)* kavuşacak inşallah. 


*(Kıyâmet)* de, karşımıza çıkacak bu *(Hizmet)* ler. Efendi hazretlerini seven, Ona *(Bağlı)* olan kimsede, muhakkak bir *(Kıvılcım)* vardır. 


*(Efendi)* hazretlerinin *(Nûr’u)*, onun kalbine bir kıvılcım verir. 


Efendi hazretleri, *(Sofra)* da bâzen, tabağındakilerin yarısını yerdi, bir parça kalırdı. Onu da bana uzatırdı ve *(Al, bunu sen tamâmla)* derdi. 


Elhamdülillah, onunla *(İftihâr)* ediyorum kardeşim. Ne büyük ni’met. Bir *(Mürşid-i kâmil)* in yediği yemeğin bakiyesi bana *(Nasîb)* olurdu. 


Onların yemeklerinde *(Feyz)* vardır muhakkak. Bir gün de gitdim yine *(Efendi)* ye, ikindi namâzına. Efendi hazretleri yalnızdı odada. 


Bana; *(İkindiyi kıldın mı?)* dedi. Hayır efendim, daha kılmadım, dedim. *(Hadi gel, gidelim de berâber mescitde kılalım)* dedi. 


Çıkdım, abdest aldım geldim. *(Efendi)* nin peşinde mescide girdim. Sünnetleri kıldık. İkimiz *(Farzı)* kılacağız. Bana döndü; *(Hadi, sen imâm ol)* buyurdu. 


Şaşırdım efendim. Ben *(İmâm)* olacağım Efendiye. Hiç olmaz denir mi? *(Başüstüne efendim)* dedim. Berâber namaz kıldık.


Ben *(İmâm)* oldum, Efendi *(Müezzin)*. Ancak, o namâzı nasıl kıldım bilmiyorum. Titreye titreye, korka korka. 


Efendi’nin imâmı olmak bir *(İltifât)*. Bunlar, hep Efendi hazretlerinin *(Kalp)* lerindeki muhabbetin *(Eseri)* dir kardeşim. 


*(Muhabbet)* olmazsa, bunlar olur mu? Efendi hazretleri, sonra bana; *(Namazdan sonra nereye gideceksin?)* dedi. Efendim, Ankara’ya, dedim.

Hüzün ve gam

 Bir kimse de ki hüzün ve gam vardır, onda cem'iyyet ve huzûr râyihası vardır. Hâcegân'ın (kaddesallahu teâlâ ervahahüm), işi [hali,tavrı] ekseriyâ böyle idi.

(Mevlânâ Abdurrahman Câmî kuddise sirruh)