Tevekkül ehli

 -Hak sübhânehü ve teâlâ hayırlı şeyleri hep tevekkül ehline vermiştir. Tevekkül sâhibi tamam râhattır. Zirâ kendisini ni'am-i ilâhiyyede [Allahın ni'metlerinde] müstağrak bulur. Balıkların deryâda rızıklarını suda hâzır bulması ve biriktirmemesi gibi. Tevekkül sâhibi de Hak teâlânın ni'metleri denizinde rızıkları biriktirmeğe luzûm görmez. Mütevekkilin zahîresi olmaz. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Samed

 - Allahüssamed, masmada-i ileyhdir. Ya'nî hâcetlerde merce-i küldür. Hiçbir ayıb ve kusur kabûl etmez. Ona bir şey dâhil olmaz. Hiçbir şey Ondan hâric olmaz. Hiç bir mahlûkun, hiçbir zamanda hiçbir mekânda tasarrufu yoktur, hiçbir hâcet tamam olmaz, Allahu teâlâya mürâcât etmeyince.

- Samed, istiâne edilen [yardım istenen] şey, son müracaat, son büyük O'dur.

- Samed dilediğini yapan, istediğini hükmedendir. Hiçbir şey Onun irâdesini tegayyur etmez [değiştirmez]. Ve hiçbir şey Onun hükmünü tebdîl edemez.

- Samed'in bir ma'nâsı, Allah celle celâlühü Azîmdir, Mâciddir. Hiçbir şey Onun irâdesi taalluk etmeyince husûl bulmaz.

-Samed, hazreti İbni Abbâs (radıyallahü anh) der ki, sıfâtlarında kâmil. Kemâl demek, ötesi yok demektir. Hiçbir mahlûk Onun sıfatlarıyla sıfatlanamaz. Allahu teâlânın zatı, sıfatları ve şanlarının izah ve şerhini hiçbir mahlûk yapamaz.

- Sameddir. Ya'nî ihtiyâclar ona ref' olunur. Ganîdir, ya'nî hiçbir şey de, hiçbir zamanda, hiçbir mekânda, hiçbir mahalde, hiçbir kimseye muhtâc değildir. Bütün mahlûkat her şeyde, her halde, her ânda Allah celle şânühüye muhtâcdır.

- Öyle Sameddir ki, öyle merci'dir ki, öyle mümittir ki, öyle muhyidir ki,

- Sameddir, ya'nî bâkîdir. Ya'nî bütün mahlûkattan evvel var idi; bütün mahlûkat fânî olunca, O bâkîdir.

- Samedin bir ma'nâsı, Allahu teâlâya kimse vâris olmaz. O herkese vâristir. "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır" [Âl-i İmrân-180]. Ya'nî göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allahın mülküdür.

-Sameddir. Unutmaz, gâfil olmaz, sehv etmez.

-Sameddir Allahu teâlâ. Hiçbir mahlûk Onun sıfatıyla muttasıf değildir. Münezzehdir her bir ayb ve kusûrdan. 

- Sameddir. Zatında kâmildir, sıfatında kâmildir, ef'alinde kâmildir. Kâmil ancak Allahu teâlâdır. Kemâliyle de ancak O bilir. Biz ise nâkısız kemâli bilmeyiz. 

-Sameddir. Âlidir. Hudûstan ve zevâlden münezzehdir.

-Sameddir. İbtidasız [başlangıçsız] bir evvelle Evveldir. Bâkıdir. İntihâsı yoktur. Fahr-i  Âlem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) sıfât-ı ilâhiyyenin mazhar-ı tammıdır, beşer olmak itibâriyle.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Namaz kıblesi, hacetler kıblesi

 - Namaz kıblesi Kâbe-i muazzama olduğu gibi, hâcetler kıblesi de Arş-ı ilâhîdir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

İmân ve küfr

 İmân: Asl-i iman fuâddadır [imanın aslı kalbin içindedir]. Asl-i küfr de fuâddadır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Cemâdât, Nebâdat,Hayvânât

 Cemâdâtın nebâtada [cansızların bitkilere] en yakın olanı mercandır. Nebâtâdın hayvânata [bitkilerin hayvanlara] en yakın olanı hurmadır. Hayvânâtın insana en yakın olanı atdır. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh) 

Avâm kimdir?

 - Avâm. Birkaç ma'nadadır. Biri, Peygamberlerden başka herkes avamdır. Diğeri ilim itibâriyle olup, ictihâd makamına varmayan avamdır. Bir üçüncüsü ise bâtın itibâriyledir. Vilâyet-i hassa-i Muhammediyyeye (sallallahü aleyhi ve sellem) varmayanlar avamdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh) 

Arş ve kürsî

 - Kürsînin hilkati [yaradılması] Arşın hilkatinden iki bin sene kadar sonradır, Hasan-ı Basrî. Arş Cennetin sakfıdır [tavanıdır]. Yedi dirhem bir sahraya nisbetle ne ise, yedi gök Kürsiye nisbetle o kadardır. Arşa nisbetle Kürsînin vüsatı [büyüklüğü] sahrayı atılmış küçük bir halka gibidir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Melekler üç şeyden münezzehdirler

 - Ehl-i sünnette, meleklerin üç şeyden münezzeh olduklarına inanmak farzdır: Küfürden münezzehdirler,isyân etmezler, kötü sıfatlardan münezzehdirler. Meleklerin en efdali, vahyi teblîğ eden,ilim ilham eden Cebrâil Aleyhisselâmdır.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Tevfik Rıza'nın Sultan Abdulhamid Han'a pişmanĺık dolu şiiri

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?

Feryâdım varır mı bârigâhına?

Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,

Şu nankör milletin bak günahına.


Târihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftara atan,

Asrın en siyâsî Padişâhına.


"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,

İhtilâle kıyam etmeli dedik;

Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;

Çalıştık fitnenin intibahına.


Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,

Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz.

Tükürdük atalar kıblegâhına.


Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,

Bir sürü türedi, girdi meydana.

Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?

Yuh olsun bunların ham ervâhına!


Bunlar halkı didik didik ettiler,

Katliâma kadar sürüp gittiler.

Saçak öpmeyenler secde ettiler.

Tükürün onların pis külâhına.


Haddi yok, açlıkla derde girenin,

Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.

Lanetle anılan cebâbirenin

Bu, rahmet okuttu en küstahına.


Çok kişiye şimdi vatan mezardır,

Herkesin belâdan nasîbi vardır,

Selâmetle eren pek bahtiyardır,

Harab büldânın şen sabahına.


Milliyet dâvâsı fıska büründü,

Ridâ-yı diyanet yerde süründü,

Türkün ruhu zorla âsi göründü,

Hem Peygamberine, hem Allâh'ına.


Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin

Âhiretten bile himmet eylersin,

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefâat kıl şâhım mededhâhına.


(Rıza Tevfik)

Kadınla erkeğin zaruretsiz konuşması

Kadın, kız veyâ parlak oğlan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek herkese harâmdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır,kararır. Nefs zevk alır,kuvvetlenir,azar. Şeytân nefsin, şehvetin hareketine yardım eder. Güzel olmıyan oğlanın sesi câiz ise de, çirkin kızın da sesini, yanında dinlemek harâmdır. Kızların, kadınların mevlid,ilâhî gibi okuması câiz olan seslerini, kendilerini görmeden [meselâ gramofondan, radyodan] erkeklerin dinlemesi, oğlanın yüzüne bakmak gibidir. Ya'nî, düşünceye göre, halâl veyâ harâm olur. Şübheli şeyden kaçınmalıdır.

(Hadîka) da diyor ki, zarûret olmadan, erkeğin kız ile konuşması harâmdır. Alış-veriş gibi işlerde zarûret mikdârı konuşmak câiz olur.

(Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye, 25.baskı, sahîfe 640)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu zamanda *(Enver Ören)* e sormadan yapılan işler meşrû değildir. Meşrû olmıyan iş demek, *(Bunun hesâbını vereceksin)* demekdir. 


Ama sordukdan sonra yapılan iş, meşrûiyyet kazanır, *(Meşrû)* olur. Mes’ûliyyet sizden kalkar. Eğer bir şeyin sonu *(Mutlak)* sa, olacaksa, onu *(Olmuş)* bilin. Kurtuluş yok çünkü. 


Bizim, *(Başarı)* dan kastımız, âhiretdeki başarıdır kardeşim. Yoksa dünyâyı *(Îmâr)* eden, dünyâyı *(Ma’mûr)* eden kişiye, başarılı denmez. Başarı, *(Kalıcı)* olandır. 


Kalıcı olan da *(Âhiret)* dir, dünyâ değil. Hepimiz bir işlerle uğraşıyoruz. Bunun sonunda bir muhâsebe var, bir hesaplaşma var. Bu hesaplaşmada *(Kazanmak)* da var, *(Kaybetmek)* de. 


Velhâsıl âhiretde kendisini Cehennemden kurtaran kişi, *(Başarılı)* dır. Kendisini *(Yanmak)* dan kurtaramıyana hiç başarılı denir mi? 


Kardeşim görüyorsunuz, benim ömrüm *(Kitap)* okumakla geçdi. Çok kitap okudum, hâlâ da okuyorum. Ama ben, yeni bir *(Şey)* öğrenmek için okumuyorum ki. 


Efendi hazretlerinden herşeyi öğrendim zâten. Ben, Efendi’den duyduklarımın, mûteber kitaplardan, *(Mehaz)* ını, *(Kaynağı)* nı, *(Vesîka)* sını, *(Senedi)* ni arayıp bulmak için okuyorum. 


Benim ömrüm, aramakla geçdi. Ve böylece bir netîceye vardım efendim. Bir şey öğrendim. O da şu: *(Rastgele çok kitap okuyan, sapıtır, yoldan çıkar.)* 


Ancak, bir *(Mürşid-i kâmil)* görmüşse, ondan, hakkı bâtıldan ayırmayı öğrenmişse, onun kitap okuması, zarar vermez. Çünkü bir *(Mürşidi)* var. 


Efendi hazretlerinin şu kerâmeti varmış, bu kerâmeti varmış, benimle hiç *(Alâka)* sı yok kardeşim. Neden? Çünkü ben *(Yanlış)* yolda idim, ben *(Küfr)* de idim.


Beni *(Küfr)* den kurtardılar, *(Müslümân)* olmama sebep oldular, bundan daha büyük *(Kerâmet)* olur mu? Yâni ben *(Ateş)* de idim, beni yanmakdan kurtardılar.