*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allahü teâlânın dînini anlatmakda, islâmiyeti yaymakda iki *(Ecir)*, yâni iki *(Sevap)* vardır kardeşim. Birincisi, *(Emr-i mâruf)* yapmakdır.
Yâni birine bir dînî kitap vermekdir. Bu, emr-i mâruf sevâbıdır. *(Emr-i mâruf)* sevâbı, *(Cihad)* sevâbından kat kat daha *(Fazla)* dır.
İkinci *(Ecir)* ise, eğer sizin emr-i mâruf yapdığınız kişi, bununla *(Amel)* ederse, o amel edenin kazandığı bütün *(Sevap)* ların bir misli de size gelir.
Ancak *(Emr-i mâruf)* yapmak, yâni islâmiyeti *(Teblîğ)* etmek, herkesin kabul edeceği mânâsına gelmez.
Çünkü Peygamberimiz, senelerce islâmiyeti anlatmasına rağmen, *(On sene)* de, inananların sayısı *(Yüz kişi)* yi zor buldu.
*(Küfr)* den sonra en büyük günâh, *(Kibir)* dir kardeşim.
Allahü teâlâ; *(Büyüklük bana mahsûsdur, bunda kim bana ortak olmak isterse, onu Cehenneme atarım)* buyuruyor.
Ancak, *(Kibir)* başka, *(Vakar)* başkadır. Mü’min, herkesin yanında vakarlı olur. Yâni müslümân, dâima *(Yeni)* ve *(Temiz)* giyinir, herkes tarafından sevilir.
Büyükler; *(Bâ dostânra mürüvvet, bâ düşmanân müdârâ)* buyurmuş. Ne demek bu?
Yâni, dostlara doğru söylemeli, *(Mert)* çe konuşmalı, ama düşmanları, güler yüz ve tatlı sözle *(İdâre)* etmelidir.