Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü azîmüşşân hepimize *(Din)* ve *(Dünyâ)* iyilikleri versin kardeşim. Din ve dünyâ selâmeti versin. Bundan daha kıymetli *(Duâ)* ne olabilir? Hem dünyâda *(Râhat)* edeceksin, hem de âhiretde. 


İşte, *(Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhireti haseneten)* bu demekdir. Yâ Rabbî, bize, hem dünyâda, hem de âhiretde *(rahatlık)* ver, *(sıkıntı)* verme. 


*(Ve kınâ azâbennâr)*. Bizi, Cehennem ateşinde yanmakdan koru. 

 

Bilâl-i Habeşîye radıyallahü anh sormuşlar ki: *(Efendimiz aleyhisselâm en çok hangi duâyı severdi?)* Cevâben bu *(Duâ)* yı buyurmuş Mübârek. 


Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr. Hepsi var bunun içinde. *(Dünyâ)* râhatlığı da var, *(Âhiret)* râhatlığı da. 


Mü’minin âhireti, dünyâsından daha iyidir. Bir gün Efendi hazretleri buyurdu ki: *(Lâf olsun diye dinlemeyin, bunu Mazher-i Cân-ı Cânân böyle buyuruyor)*. 


Ne diyor? (Mü’minin âhireti, dünyâsından iyidir) buyuruyor.


Hadîs-i şerîf var, meâlen; *(Bu dünyâ mel’ûndur. Bu dünyâda Allah rızâsı için olmıyan her iş de mel’ûndur)* buyuruluyor. 


Eğer *(Enver)* in kalbinde bir zerrecik *(Menfaat)* düşüncesi olsa, hiçbir âbi onu sevmez, hattâ sevemez. Çünkü menfaat *(Nefsânî)* dir, *(Şeytânî)* dir.


Ve mü’min kullar, *(Nefs)* ine ve *(Şeytân)* a uyan kimseyi sevemezler. Çünkü hubb-u fillâh ve buğd-u fillâh, bu dînin *(Aslı)* dır kardeşim.

EL-KÂBID Celle Celâluhu

 EL-KÂBID Celle Celâluhu 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, kendini ne kadar *Âciz* görürse, *(Zelîl)* görürse, zillet içinde kabûl ederse, Allah indinde o kadar *(Azîz)* olur, o kadar *(Makbûl)* olur. 


Ayrıca mü’min, ya *(Öğrenir)*, ya *(Öğretir)*, ya da bir *(Sohbet)* de bulunur. Onu da yapamazsa, böyle yapanlara *(Muhabbet)* besler.


Onları *(Sever)* ve duâ eder, beşincisi olamaz. Yâni mü’min, ya *(Talebe)* dir, ya *(Muallim)* dir, ya da *(Sohbet)* dinleyicidir. 


Bunları da yapamazsa, en azından bunu yapanları *(Sever)*, açar ellerini, onlara *(Duâ)* eder, ama bir beşincisi olamaz. Bu zamanda *(Küfre)* girmek çok kolay. 


Meselâ bir harama, *(Ne güzel)* dese, mâzallah *(Küfre)* girer. Fakat efendim îmâna gelmek de çok kolay. Bir tövbe etse, *(Küfr)* den kurtulur. 


Meselâ; *(Yâ Rabbî, bilerek veyâ bilmiyerek bir günâh işledimse veyâ küfre girdimse, çok pişmânım, beni affet)* dese, o anda günâhları affolur. *(Îmânı)* gitdiyse geri gelir. 


Yalnız iki şey geri gelmez. Kılınmayan namazların *(Kazâ)* sı, bir de *(Kul hakkı)*. Öyleyse helâllaşacığız. Kazâmız varsa, bir an önce kılıp bitireceğiz kardeşim. 


Namâzını kazâya bırakan, iki *(Suç)* işlemişdir. Biri, Allahın *(Namaz)* emrini yerine getirmemekdir ki, ancak *(Kazâ)* sını kılmakla affolur. 


İkincisi, o namâzı vaktinde kılmamak *(Suçu)* dur ki, o da, *(Emr-i mâruf)* yapmakla affolur. 


Meselâ bizim *(Kitap)* ları dağıtmak, hem *(Cihâd)* dır, hem de *(Emr-i mâruf)* dur, hem de büyük *(Günâh)* ların affına sebepdir.

Sultanım sizin mahkemede şahitlik yapmanız caiz değildir

 "Sultanım Sizin Mahkemede Şahitlik Yapmanız Caiz Değildir" | Molla Fenari Hazretleri - I.Bayezid Han

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(İnsan)* olarak yaratıldığımıza hamdederiz. Eli ayağı *(Düzgün)* olarak yaratıldığımıza hamdederiz. Cenâb-ı Hakkın, bize *(Akıl)* verdiğine şükrederiz. Akıl olmasa, insan *(Deli)* olur efendim.


Kimse ona kıymet vermez. Akıl, insanı hayvandan ayıran *(Fark)* dır. O yoksa, insan *(Hayvan)* gibi olur. Duygu organları olmasa, insan *(Kütük)* gibi olur. Bir de *(Îmân)* ni’meti var. 


Bu kadar ni’metlerin, mutlaka *(Şükr)* ü îcâb eder. Şükredilmezse, Allahü teâlâ alır efendim. *(Sıhhat)* ni’metini alır, *(Îmân)* ni’metini alır mâzallah. 


Peki ne yapacağız? Bize ne *(Emr)* etdi ise onu. Şükür, ancak böyle yapılır. 


Allahü teâlânın gadabı, günâhlar içinde *(Gizli)* dir. Küçük olsun, büyük olsun. Allahü teâlâ söz veriyor ki: *(Kim tövbe ederse, onu affedeceğim)*. Rabbimizin vâ’di bu. 


Öyleyse her günâha *(Tövbe)* edeceğiz kardeşim. Çünkü tövbe etmek, *(Farz)* dır. Bir küçük günâh yüzünden, ikiyüz bin sene ibâdet eden *(İblîsi)*, Cenâb-ı Hak tard etmişdir, yâni kovmuşdur. 


Onun için hadîs-i şerîfde; *(İ’mel, vestağfir)* buyuruldu. Bu, emirdir bize. Yâni *(İbâdet)* yap, arkasından *(Tövbe)* et. Çünkü biz, ibâdet yaparken de günâha girebiliriz. 


Hattâ İmâm-ı Gazâlî buyuruyor ki: *(Bizim tövbelerimiz bile bir başka tövbeye muhtaçdır)*. Kim buyuruyor bunu? İmâm-ı Gazâlî hazretleri. Çok mühim kardeşim. 


Günâhlara tövbe etmek *(Farz)* dır efendim. Hangi günâhda gadab-ı ilâhînin olduğu belli değil. O hâlde mü’min, *(İstiğfâr)* edendir, mü’min *(Tövbe)* edendir. Allahü teâlâ, tövbe eden kulunu sever.

EL-ALÎM Celle Celâluhu

 EL-ALÎM Celle Celâluhu 

EL-FETTÂH Celle Celâluhu

EL-FETTÂH Celle Celâluhu 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyorlar ki: *(Her gün bir mektup okuyanla irtibâta geçerim.)* Başka büyükler de buyuruyorlar ki: 


Tasavvufa âit bir şey konuşurken, içerden veyâ dışardan bir *(Mâni)*, bir *(Gürültü)* veyâ söze karışan biri olursa, konuşmayı kesin. 


Çünkü bunu, Allahü teâlâ kesmişdir. Ama konuşma *(Fıkhî)* bir konuda olursa, *(Davul)* bile çalsa, o şey anlatılır. 


İnsan, genç iken, *(Şehvet)* inin esîridir. Yaşlandıkça *(Şöhret)* inin esîri olur. Size, Nereye bağlısınız? diye sorarlarsa; *(İmâm-ı âzama bağlıyız)* dersiniz. 


Çünkü hiç bir yere bağlı değilim demek, *(Hatâ)* dır kardeşim. Hattâ İmâm-ı Rabbânî’ye bağlıyım bile demeyin. 


Hedefi, maksadı *(Allah)* olmıyan kimse, Cehennem ve kabir *(Azâb)* ından kurtulamaz. Îmânla ölene rahmetli denir. 


*(Bid'at)* çıkartan kimse, iki milyar yüz altmış milyon sene Cehennemde yanacak. Bizim kitaplarımızı alıp da bir rafa koyana, Allahü teâlâ *(Îmân)* nasîb eder. 


Seâdet-i Ebediyye kitâbının evlerde bulunması, *(Feyz)* almaya sebep olur efendim. 


*(Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi)*. Kim bu duâyı okursa, yerde ve gökde, ona aslâ bir zarar gelmez. 


*(Bismillâhillezî)*, bu, öyle bir besmeledir ki, *(Lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi)*. Gökde ve yerde, hiçbir şey o kula zarar veremez.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Îmân’ın* devâmı, *Hubbu fillaha* ve *Buğzu fillaha* bağlı kardeşim. Onun için birbirimizi seveceğiz. Allah düşmanlarını sevmiyeceğiz. 


Ben, çantamda hep *Kitap* taşırdım, birilerine *Vermek* için. Bâzen verirdim, beni terslerlerdi efendim. 


Bizde var, biz biliyoruz bunları, başkasına ver! derlerdi. Çok kırılırdım. Sonra Allahü teâlâ sizleri yaratdı.


Benim çanta *Hiç* kaldı bunun yanında. O kadar çok *Kitap* satışları geliyor ki, Rabbime nasıl *Şükr* edeceğimi bilemiyorum kardeşim. 


Dünyânın panzehiri *Âhiretdir*. Çünkü bizim *İlmihâlin* daha birinci sayfasında var bu. 


Din, insanların dünyâda *Râhat* ve *Huzûr* içinde yaşamaları, âhiretde de *Cennete* gitmeleri için gelmişdir. En son gelen dînin ismi, *İslâmiyetdir*, diye yazıyor.


Dünyâda *Râhat* ve *Huzûr*, ancak *İslâmiyetde* var, *Ehl-i sünnet* olmakda var. Âhiretde Cennete girmek de yine islâmiyetle mümkün. 


Bu zamanda, *Hâl* ile emr-i mâruf, *Kâl* ile, yâni *Söz* ile olandan daha tesîrlidir kardeşim. *Muhabbet* olmasaydı, şu koca kâinatda hiç bir şey yaratılmazdı. Hiç. 


Peki niye? Çünkü Allahü teâlâ, Peygamber aleyhisselâma *Âşıkdır*. Her mü’min, her evliyâ, hattâ peygamberler de, Allahü teâlâya *Âşıkdır*.


Allahü teâlâ da Peygamber Efendimize aleyhisselâm *Âşıkdır*. Allahü teâlâ, kendisine yapılan hakâretleri *Affediyor*, ama Sevgili Habîbine yapılanı *Affetmiyor*. 


Ona zerre kadar *Benzerlik*, Cennetin kapısını açar. Onun için çok *Şanslıyız* kardeşim, çok *Bahtiyârız*. Böyle kıymetli, böyle üstün bir Peygamberin *Ümmeti* olmakla şereflenmişiz, bu ne ni’met!

Dine hizmet eden aziz olur

 Enver abi buyurdular ki;

Burada bir arkadaşımız var, onu buradan görüyorum. Allah rahmet eylesin, hanımı vefat etti. Hanımı vefat etmeden birkaç saat evvel, o arkadaş buraya telefon etti ve; bizim hanım çok ağır. Ne yapayım, dedi. Ben de Hocamıza telefon ettim, dua ettiler, Allah selamet-i iman versin, buyurdular. Bu kadıncağız vefatından üç-dört dakika evvel, kocasına diyor ki; Şimdi, şu anda seyyid Abdülhakim efendi hazretlerini görüyorum. Bana diyor ki; Kızım korkma ölümden, gözünden çapak alacak kadar duyacaksın, hiç duymayacaksın. Bu arkadaşımıza; senin hanım ne iş yapardı, diye sordum. Kitap hizmeti yapanlara yemek verirdi, dedi. Mübarekler buyurdular ki; Efendim, Allahü tealanın dinine hizmet eden mücahide bir bardak su veren, asla, ne kabir azabı ne ölüm acısı, ne mahşer azabı, hiç çekmeyecektir. Onlar Arşın altında gölgeleneceklerdir. Bu, Kıyamet ve Ahiret kitabında yazıyor. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyorlar ki; Bir âlime bir bardak su veren için melekler nida edeceklermiş. Ey, filan âlime bir bardak su veren, gel gel. Sana bugün azap yok. Müjdeler çok. Biz yeter ki, kendimizden vazgeçelim. Bizim için bütün faziletlere, bütün devletlere, bütün nimetlere, bütün güzelliklere en büyük engel, bizim kendimizdir, nefsimizdir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; *Men hademe hudime*, buyuruyor. Peygamber aleyhisselâm bir şey buyurdu mu, kıyâmete kadar *Geçerlidir* o. Âyet-i kerîme de öyle değil mi? 


Kıyâmete kadar geçerlidir. İşte, bir din kardeşine *Hizmet* eden, bir bardak *Su* veren, mutlaka karşılığını görür efendim. Nasıl görür? Allahü teâlâ ona, birini *Hizmet* etdirir. 


Yapdığı boşa gitmez, daha *Dünyâda* görür. Allahü teâlâ bize, Onun kullarına *Hizmet* etmeyi nasîb etdi elhamdülillah. Böyle mühim bir *Vazîfe* verdi, ne büyük *Şeref* kardeşim! 


Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin, bedduâsı var talebelerine. *Kim, birinden bir şey isteyip de alırsa, ona şefâat etmiyeceğim*, buyurmuş. 


Çünkü ben, talebelerimi, *Veren* kişilerden seçdim, *Alan* kimselerden değil. *Kim isteyip de alırsa, ona şefâat etmiyeceğim*, buyuruyor. 


Herhangi bir işe, *Bismillâh irrahmân irrâhîm* diyerek başlıyan kimse, mutlaka *Muvaffak* olur, *Kârlı* çıkar. İyi ama, Besmele çekip de muvaffak olamıyanlar var, zarar edenler var.


Hattâ ölenler var. Şimdi biri kalkıp: *Ben Besmele çekdim, ama başıma neler neler geldi*, derse, böyle söylemek câhillikdir efendim. İslâmiyeti bilmemekdendir. 


Bizim *Kitapları* okuyan, böyle söylemez. Çünkü o başına gelenler, onu, daha *Beter* şerlerden kurtardı, haberi yok. Çünkü onun başına bu *Sıkıntılar* gelmeseydi, âhiretde bunun *On* mislini, *Bin* mislini çekecekdi. 


Biz Rabbimizden, şu olsun, bu olsun, bana şunu ver, bunu ver, diye talepde bulunmuyoruz. *Yâ Rabbî, benim hakkımda hayrlısı neyse, öyle olsun*, diyoruz. 


Eğer dileğimiz olmazsa, üzülmüyoruz, *Bizim için hayrlısı buymuş*, diyoruz. Bu Büyükleri tanımak ve sevmek *Kerâmetdir* kardeşim. Onların yolunda yürümek ayrı bir kerâmet.