Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Düşman*’a tâbi olmak, *Ahmak*’lıkdır. Nefsine tâbi olan, islâmiyeti beğenmez, kabûl etmez, mâzallah *Kâfir* olur. *Küfr*’ün sebebi de budur işte.


*Küfr*’ün asıl sebebi, *Nefs*’dir. Herkesi aldatmak, *İçki* içmek, zevk-i sefâ peşinde koşmak, *Çalgı*’lar, *Oyun*’lar. Bunlar hep, *Nefs*’in istediği şeylerdir işte. 


*Nefs*, günâhlardan *Zevk* alıyor. Hâlbuki Allahü teâlâ bunları *Yasak* etmiş. Allahü teâlâ; *Size yasak etdiğim şeyleri yapmayın!* buyuruyor. 


İnsanın *Nefs*’i ise; *Yap!* diyor. Allahü teâlâ *Yapma!* diyor. Ama o, nefsini tercîh ediyor, onun sözüne *Peki* diyor. Ve onun *Dediği*’ni yapıyor. 


Allahü teâlânın *Yasak* etmesini kabûl etmiyor. Neden? Çünkü *İşine* gelmiyor. Allahü teâlânın *Emr*’etdiği şeyleri beğenmiyor. 


Bunları *Yapmak* hoşuna gitmiyor, *İçki* içmek hoşuna gidiyor, ama *Ayran* içmek hoşuna gitmiyor! Demek ki *Îmân* ne imiş? 


Îmân, *Âmentü*’nün altı *Şart*’ına inanmak, bir de Allahü teâlânın *Emir* ve *Yasak*’larını beğenmek ve *Kabûl* etmekdir. 


Ama, bu altı şeye *İnanmak* ve Allahü teâlânın emrlerini, yasaklarını *Kabûl* etmek, bâzı insanların *İşine* gelmiyor. Kimlerin işine gelmiyor? *Nefs*’ine uyanların. 


*Akl*’ı olanlar, *Akl*’ına uyanlar, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını *Beğenir*, kabûl eder. Ama *Nefs*’ine uyanlar kabûl etmez. 


Bunlar, Allahın *Emr*’ine uymayı değil de, *Nefs*’ine uymayı, nefsine *İtâat* etmeyi tercîh eder. Demek ki bu gibiler, *Allah*’ın kulu değil de, *Nefs*’inin kuludur, nefsinin *Köle*’sidir.

Hüseyin Hilmi Işık efendi hocası Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerini anlatıyor

Hüseyin Hilmi Işık efendi hocası Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerini anlatıyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şirketimizin bütün işlerinin, *Girdi* ve *Çıkdı*’larının, vekîlim *Enver Ören*’in izni, muvâfakati ve *Emri* ile yapılmasını, bütün arkadaşlarımdan önemle *Ricâ* ediyorum. 


*Îmân* demek; *Âmentü*’de bildirilen altı tâne îmânın şartına *İnanmak*, İslâmiyeti *Kabûl* etmek ve *Beğenmek*’dir. 


Pekiii İslâmiyet nedir? Allahü teâlânın *Emir*’lerine ve *Yasak*’larına, *İslâmiyet* denir. 


Demek ki, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını *Kabûl* edip, *Beğenmek*, bir de *Âmentü*’nün şartlarına inanmak. İşte *Îmân* budur. 


*Âkıl* olan, yâni *Akıllı* olan insan, bunları hemen *Kabûl* eder. Allahü teâlâ, *Fâide*’li olan şeyleri emretmiş, elbette yapacağız. *Fâide*’si bizedir. 


*Zarar*’lı olan şeylerden de sakınacağız ki, *Zarar*’ı bizedir. Ama bir insan, aklına uymayıp da *Nefs*’ine uyarsa, o zaman *Felâket*’e gider. 


İnsanın nefsine *Tatlı* gelen şeyleri Allahü teâlâ *Yasak* etmiş, nefsine *Güç* gelen şeyleri ise *Emr* etmişdir. 


O’nun *Emr*’etdiği şeyler, nefse *Zor* geliyor. Aksine Rabbimizin *Yasak* etdiği şeyleri, *Nefs* seviyor, onlardan *Lezzet* alıyor. 


Kim *Nefs*’ine uyup da mâzallah Allahü teâlânın *Emir*’lerini ve *Yasak*’larını beğenmiyor, kabûl etmiyorsa, işte buna *Kâfir* denir. 


İsterse *Âmentü*’nün altı şartına da inansın, yine *Kâfir*’dir. Peki, *İslâmiyet* nedir? 


Allahü teâlânın *Emir*’lerine ve *Yasak*’larına *İslâmiyet* denir. İslâmiyeti kabûl etmiyen, beğenmiyen, *Kâfir* olur. 


Niçin islâmiyeti kabûl etmiyor? *Nefs*’ine tâbi oluyor da onun için. Hâlbuki *Nefs*, insanın *Düşman*’ıdır. İnsan, düşmanına *Tâbi* olur mu?

Çöküntünün ve ahlaksızlığın hakiki sebebi


 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiç *Cehennem*’e girmiyecek olan, doğrudan doğruya *Cennet*’e gidecek olanlar, sâdece *Ehl-i sünnet* yolunda olan *Müslümân*’lardır. 


Bu *Yol*, Peygamber aleyhisselâmın *Yolu*’dur. Ehl-i sünnet ne demek? Ehl-i sünnet, *Dört mezheb’den birinde bulunmak demekdir*. 


Elhamdülillah, Rabbimiz bize *Ehl-i sünnet*’den olmayı *Nasîb* etmiş. 


Allahü teâlâ bizi *Cehennem*’den kurtulacak olan ve doğrudan *Cennet*’e gideceklerden eylemiş. Ne büyük *Ni’met*. 


Onun için *Rabbimiz*’e ne kadar *Şükr*’etsek azdır kardeşim. Allahü teâlâ hepimize *Din* ve *Dünyâ* seâdeti versin. 


Bu günlerimizi aratmasın. Dünyâda *Cennet hayâtı* yaşıyoruz kardeşim. O kadar *Râhat*’ız ki, Allah *Enver âbi*’den râzı olsun, 


O'nun sâyesinde *Râhat* ediyoruz. Enver âbi, *Kuleli*’den benim talebemdir. *Talebe*’lerimin içinde en çok onu *Beğenir*’dim. 


Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu *Müessese*’leri ben kurdum. *Gazete*’yi ben çıkardım. Ama hepsine *Enver âbi*’yi vekîl etdim. 


Ve dedim ki: *Enver bey benim her işte vekîlimdir. Onun sözü benim sözümdür*. 


Enver bey bize namaz kıldırsın. Hepimizin *Emîr*’i Odur. O, *Emîr-ül mü’minîn*’dir. Ben hayâtdayken de, vefâtımdan sonra da *Vekîl*’imdir. 


Başda, vekîlim *Enver bey* olmak üzere, bu hizmete *İştirak* eden bütün kardeşlerime, hepinize *Duâ* ediyorum.


Hepinizin, *Sıhhat*, *Âfiyet* ve iki cihânda *Necât* bulmanız için ve bu *Hizmet*’lerin elemsiz, kedersiz devâm etmesi için *Duâ* ediyorum.

Muhammed (Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem)

 Muhammed (Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) insandır. Melek değildir. Arabdır. Kureyş aşîretindendir. Hâşımî kabîlesindendir. Muttalibî hânedânındandır. Mekke-i mükerremede tevellüd buyurmuşlar, kırk yaşında nebî ve kırk [üç] yaşında Resûl olmuşlardır. On sene sonra emr-i ilâhî ile Medîne-i münevvereye hicret buyurmuşlar ve on sene sonra da vefât etmişler. Âişe (radıyallahü teâlâ anha) vâlidemizin hücrelerinde [odalarında] defn olunmuşlardır. Cemi'-i mahlûkatın [bütün varlıkların] bütün kemâl sıfatları Aleyhissalâtü vesselâmın kemâl sıfatlarına nisbetle bir kum dânesinin kum deryâsına nisbeti gibidir. O tekdir. Sâdık,masduk Peygamberdir (Aleyhissalâtü ves-selâm).

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Kur'ân-ı Azîmüşşân

 Kur'ân-ı azîmüşşân, kırâat itibâriyle Kur'ândır, yazılmak itibâriyle mushafdır. Hak ve bâtılı tefrik etimek [ayırmak] itibâriyle Furkan'dır.

Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî

Karz-ı Hasen

 -Karz-ı hasen [kârsız borç] îmân kefâleti dolayısıyla kefâlet-i ilâhiyye ile verildiğinden, sadakadan efdaldir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Her *Gün*, her *An*, dünyânın her yerinde *Namaz* kılınıyor ve o namaz kılanlar, bize *Selâm* ve *Duâ* ediyorlar. Şu anda biz burada otururken, uyurken, bize *Duâ* ediyorlar. 


Aynı şekilde, biz de namâza duruyoruz, bütün *Eshâb-ı kirâm*’a, bütün *Melek*’lere, bütün *Evliyâ*’lara ve dünyâdaki bütün *Müslümân*’lara duâ ediyoruz. 


Velhâsıl biz, her an, *Binler*’ce, *Milyon*’larca müslümandan *Duâ* alıyoruz. Yine her namazda biz de *Milyon*’larca müslümana *Duâ* ediyoruz. 

● ● ●

*Mürşid-i kâmil* olan evliyânın *Kalp göz*’ü açıkdır kardeşim. Onlar, *Kabir*’de olanları görüyorlar, *Mahşer*’de olanları görüyorlar, *Sırat* köprüsünü, *Mîzân*’ı, yâni *Terâzi*’yi görüyorlar.


Hattâ *Cennet*’i görüyorlar, *Cehennem*’i görüyorlar. Çünkü âhiretde *Zaman* yok. Zaman, bu *Dünyâ*’da var, orada yok. 


Meselâ Peygamberimiz aleyhisselâm, *Mîrâc*’da hazret-i *Osmân*’ın, koşarak *Cennet*’e girdiğini gördü. Hâlbuki hazret-i Osmân henüz ölmemişdi, *Dünyâ*’da yaşıyordu. 


Orada zaman olmadığı için, hazret-i Osmânı *Cennet*’e girerken gördü. Çünkü bu dünyâ bir *Hayâl*. Ne demek hayâl? Yâni, *Ayna*’daki bir *Görüntü*. Aslı olmasa, görüntü olmaz.


Dünyâ, *Asıl* değil ki. Asıl olan, *Âhiret*’dir. Hazret-i Osmânın gerçek *Hayât*’ı, âhiretde. Burada zaman olduğu için *Ölüm*’ü bekliyor. Niçin? Öldükden sonra o gerçek hayâtda *Cennet*’e gitsin diye. 


Âhirette zaman yok. *Ezel* ve *Ebed*, orada bir *An*’dır. *Mebde* ve *Müntehâ*, yâni baş ve son, *Milyar*’larla sene, orada bir *An*’dır. Biz zamanlı yaratıldık. Zamanlı *Doğduk*, zamanlı *Büyüdük*. 


Onun için *Zamansız*’lık ne demek, aklımız ermez. Aklımız ermiyor bizim bu işe. İşte *Kalp gözü* açık olanlar, *Kıyâmet*’i de görüyor, *Cennet*’i de görüyor, *Cehennem*’de yananları da görüyor. 


Şimdiki *İslâm* düşmanları geberip de Cehenneme gidiyorlar ya, onların *Cehennem*’de yandıklarını, *Kalp gözü* açık olanlar görür efendim. 


Nasıl görürler? *Kalp*’lerinden âhirete bir *Pencere* açılır, o pencereden *Âhiret*’i görürler.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Üniversite*’de okurken, Cumartesi günleri *Bâyezid* câmiine gider, en önde *Yer* kapar, Efendi hazretlerinin tam *Karşısı*’nda oturur, *Zevk*’le dinlerdim. 


Ne *Güzel* günlerdi yâ Rabbî! Şimdi *Hasret*’iyle yanıyorum Efendi’nin. O günlerin bereketiyle bu *Kitap*’lar yazılıyor kardeşim. 


*Arabî* ve *Fârisî* kitapları okumak kolay mı? Hele de *Yazmak!* Çok zor, çook. Bu, ancak *Büyük*’lerin himmetiyle, onların *Yardımı*’yla oluyor.

● ● ●

Her hafta, *Cumâ Namâzı*’ndan sonra, beş on dakîka *Sohbet* yapıyoruz. Ne konuşalım? *Fitne fesat* zamânında ne konuşulur? 


Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: *Huzûr* on kısmdır, dokuzu *Susmak*’dadır. Fitne fesat zamânında *Ne* yapmak lâzım? 


Onu da Peygamber aleyhisselâm *Haber* veriyor. Peygamberimiz *Ne* dediyse, *Ne* buyurduysa, biz de *Onu* yapacağız kardeşim. 


Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: Ümmetim arasında *Fitne Fesat* yayıldığı zaman, bir kimse benim *Sünnet*’ime yapışırsa, ona yüz *Şehîd Sevâbı* var. 


Yine Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: *Men temesseke bi sünnetî, inde fesâdi ümmetî. Elehu ecürü mieti şehîd*, buyuruyor. Ne demek bu?


Yâni *Men*, bir kimse, *Temesseke bi sünnetî*, benim sünnetime yapışırsa, *İnde fesâdi ümmetî*, ümmetimin arasında *Fitne Fesat* yayıldığı zaman.


Yâni şimdi, bu zamanda, kim benim sünnetime yapışırsa. *Elehu ecürü mieti şehîd*, ona, yüz *Şehîd* ecri, yüz *Şehîd* sevâbı var. 


*Yüz* şehîd sevâbı, *Şaka* değil. Sünnete yapışmak ne demek? Bunu da *Hadîka* ve *Berîka* kitapları yazıyor, bizlere bildiriyor. 


Sünnete yapışmak demek, *Îtikâd*’da ve *Amel*’de ehl-i sünnet *Âlim*’lerinin bildirdiği *Yol*’a, yâni ehl-i sünnetin *Yolu*’na yapışmakdır.

Peygamber efendimize getirilen salavât kesin olarak kabul edilir

 *Takrîb - ül Usûl*'de der ki : İnsanların bütün amelleri ya kabül edilir , ya tard edilir . Ancak Resûl-i ekreme ( sallallahü teâlâ aleyhi ve sel lem ) salavật okumak böyle değildir . Çünkü Ona salavật , Ona ikrâmen kesin olarak kabûl edilmektedir . Alimler bu hususta ittifak etmişlerdir . 

*“Allahümme salli ve sellim, alâ seyyidina, Muhammed’in ve alâ âli seyyidina Muhammed”*