Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün biri, *Şâh-ı Nakşibend* hazretlerinin sohbetine gitmiş. O da, haftanın belirli günlerinde *Sohbet* yaparmış. O gün, bu adam *Köyü*’nden kalkmış sohbete gelip oturmuş. 


Aradan yarım *Saat* geçmiş, bir *Saat* geçmiş, Şâh-ı Nakşibend hazretleri tek *Kelime* etmemiş. Sâdece *Sükût* edip, önüne bakmış. Bu adam dayanamamış ve *Efendim, bir şey söyliyebilir miyim?* demiş. 


Mübârek zât; *Söyle!* buyurunca; Ben, tâ uzakdan *Geldim*. Bir saatdır oturuyorum, hiçbir *Nasîhat* vermediniz, hiçbir *Şey* söylemediniz. 


Ben şimdi köyüme gideceğim. Bana; *Ne öğrendin, anlat bize!* diyecekler. Ben ne diyeceğim efendim? demiş. Bunu söylemek, *Cesâret* işi. Söylenir mi büyük bir zâta? 


Ama o söylemiş. Mübârek buyurmuş ki: *Eğer bizim sükûtumuzdan bir şey anlamıyorsan, konuşmamızdan da bir şey anlıyamazsın*. 


Neden susdu Şâh-ı Nakşibend hazretleri? Orada ne *Fâide*’ler teşekkül etdi, belki de, ordakilerin kalplerine *Feyz* akıtıyordu, kim bilir.


Nitekim *Güneş*, herkese *Işık* veriyor, *Enerji* veriyor ve bu *Hayât* devâm ediyor. 


Evliyânın *Kalbi* de, Peygamber aleyhisselâmın mübârek *Kalbi*’nden çıkan ve müteselsilen kendi kalplerine kadar gelen *Mânevî* bir *Güneş* gibidir. Sevenlerinin kalbine *Feyz* verirler. 

● ● ●  

Kardeşim, birine bir *Kitap* vermenin *Sevâbı* ne kadardır biliyor musunuz? Meselâ *Osmânlı* ordusundaki bir *Asker*’i düşünün. İstanbuldan kalkıp, *At sırtı*’nda Viyâna kapılarına kadar gidiyor. 


Altı ay süren bu yorucu yolculukdan sonra *Düşman*’la göğüs göğüse *Harb*’ediyor, bir çok yerinden yaralanıyor ve sonunda *Kan*’lar içinde atından düşüp *Şehîd* oluyor. 


İşte birine, bir tek *Kitap* vermenin *Sevâb*’ı, bu *Şehîd* olan erin kazandığı sevapdan *Az* değildir. 


Hem sonra, bir müslümânın *Hidâyet*’ine sebep olmak, on kâfiri *Müslümân* yapmakdan dahâ *Sevap*’dır. Onun için çok büyük *Hizmet* yapıyorsunuz. 


Sizin bu yapdığınız, büyük *Cihâd*’dır. Allahü teâlânın dînini yayıyorsunuz. *Melekler*, sizin bu hizmetinize imreniyor, *Gıbta* ediyor kardeşim.

Yâdigâr mektûblar 49.mektûb

 Kıymetli M. Ali Bey kardeşim

Mektûbunuzu okudum. Sıhhat ve âfiyette olduğunuza ve Seâdet-i Ebediyye okumakla ve cihâd yapmakla şereflendiğinize çok memnûn ve mesrûr oldum.

Kardeşim, birinci sualinizin cevâbı şöyledir ki:

Tevrat, İncil ve Zebûr'un mu'cize olmadıkları, sahîfenin sonunda açıklanmışdır. Ya'nî bunların lafızları, okunuşları mu'cize değildir. Bunun için tam ve devâmlı mu'cize yalnız Kur'ân-ı kerîmdir. Bu husûsda geniş bilgi almak isteyenlere Zerkânî'nin (Mevâhib-i Ledüniyye) şerhini ve Yûsüf Nebhânî'nin (Hüccetullahi ale'l-Âlemîn) kitâblarını okumalarını tavsiye ederim. Her iki kitâbda uzun yazılıdır. İkisi de Arabîdir.

İkinci sualinize gelince:

İmâm-ı Gazâlî ve Kâdı İyaz'ın yazılarından, peygamberlerin zelle ve hatâ üzere devâm etmedikleri anlaşılmakdadır. Peygamberlerden birkaç zelle ve hatâ zâhir olduğu Kur'ân-ı kerîmde bildiriliyor. Buna hiçbir âlim karşı gelemez.

Bütün âlimler peygamberlerin zelle ve hatâda devâm ve sebât etmeyeceklerini bildiriyor. Câiz değildir diyenler, devâm ve sebât etmeleri câiz değildir demişlerdir. Câizdir diyenler de, ictihâdda hatâ veya zellenin câiz olduğunu, fakat sonradan Allahü teâlâ tarafından tashîh edildiğini bildirmişlerdir. Meselâ, Beydâvî tefsîri ve Zerkânî şerhi böyle yazmakdadırlar.  O halde bütün âlimlerin sözleri aynı olmakdadır.

Zelle demek, küçük günâh demek değildir. Günâh olmayan şeyi, en iyi şekilde yapmamak demekdir. Hiçbir peygamber bütün ömründe hiç bir günâh işlememişdir.

Seâdet-i Ebediyye ikinci kısım 21. maddede de bu husûsda bilgi vardır.

Din ve dünyâ seâdetinize duâ eder, duâlarınızı beklerim efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir vakitler *Şeker*, vesîka ile satılırdı. Hattâ herşey, *Ekmek* bile öyle satılırdı, *Vesîka* ile. 


İkinci Cihân harbi sırasında, bir aileye, *Vesîka* ile ayda yarım kilo *Toz şeker* verilirdi. Yalnız subaylara, *Bir kilo* verirlerdi. Ben Ankara’da o bir kilo *Toz şekeri* alırdım. 

 

İstanbul Kasımpaşa’da bir *Bakkal* vardı o zamanlar. Onunla anlaşdık. *Toz şekeri* ona verirdim, üstüne de ne kadar isterse *Para* verirdim. O da bana bir kilo *Kesme şeker* verirdi. 


*Toz* şekeri, *Kesme* şeker’e çevirirdik. Bir kilo kesme şeker aldım mı, dünyâlar bana verilmiş gibi *Sevinir*’dim. Gider, Efendi hazretlerinin elini öper, *Kesme şekeri* takdîm ederdim. Efendi, buna *Sevinir*’di. 


Çünkü *Çay*’ı, kesme *Şeker*’le içerdi Mübârek. Misâfirlerine de *İkrâm* ederdi. Şimdi birileri; Efendiye çay içirmek için şeker götürmüşsün, bunları niye anlatıyorsun? Ne lüzûmu var? derse, onlara derim ki: 


*İnde zikris sâlihîn, tenzîl-ür rahme*. Yâni sâlihlerden, Evliyâlardan bahs edilen yere *Rahmet* yağar. Efendi hazretlerinden onun için *Bahs*’ediyorum ki, buraya, bu odaya *Rahmet* yağsın. 


Efendim, biz şimdi dînimize *Hizmet* ediyoruz, elhamdülillâh. Ama hizmet ediyoruz diye *Mağrûr* olmıyalım, *Gurûr*’lanmıyalım. Allah bize *Yardım* ediyor. Allah yardım etmezse yapamayız ki. 


Nerede o *Para*, nerede o *İş*. Elhamdülillâh, *Kâfirler* de bizim emrimizde çalışıyor efendim. Nasıl mı? *Gemi*’leri, *Tayyâre*’leri, *Vapur*’ları, *Tren*’leri, hep bizim kitapları taşıyor. 


Elhamdülillâh, ne büyük *Ni’met* bu. Bütün dünyâ bizim *Emr*’imizde şimdi. Bütün dünyâ bizim *Kitap*'ları yaymakda çalışıyorlar. Kim yapıyor bunları? *Allah* yapıyor bunu kardeşim. 


Allahü teâlâ, bizi *Şirin* gösteriyor onlara, *Tatlı* gösteriyor. O, *Dost*’larını şirin gösterir, tatlı gösterir *Düşman*’lara. Allah hepimizi, onların *Şer*’lerinden muhâfaza eylesin. 


Duâ ediyoruz ya namazlardan sonra. Allaha *Sığınıyor*’uz. Allahü teâlâ hepimize *İyilik*’ler versin. Allahü teâlâ hepimizi, yevm-i Cumânın *Şefâat*’ine nâil eylesi, *Bereket*’ine kavuşdursun.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gece *Efendi* hazretlerine gitdim, *Yağmur* yağmış, yollar çamur. Bir saat kadar geçdi. Efendi hazretleri durup dururken; *Acabâ Münîr nasıl?* buyurdu. 


*Münîr* âbi, Efendi hazretlerinin oğlu, *Mekkî* Efendinin de kardeşidir. O da *Beyazıt*’ta oturuyor. Ben sessizce çıkdım hemen. 


*Eyüp*’den tâ *Beyazıt*’a, gece karanlığında ve mezarların arasından, *Koşa koşa* gidip kapıyı çaldım. *Münîr* âbi çıkınca; 


*Efendim, babanız sizi sordular, merak ediyorlar, nasılsınız, iyi misiniz?* dedim. 


O da bana; *İyiyim iyiyim, bir şeyim yok, ellerinden öperim*, dedi. Ben tekrar koşa koşa, soluk soluğa geldim.


Bakdım ki Efendi hazretleri *Sohbet*’e devâm ediyor. Bana bakdılar. Ben hemen kendilerine; Efendim, Beyazıt’a gitdim, Münîr âbiyi gördüm, dedim. Efendi; *Öyle miii, nasıl buldun?* dedi. 


İyi efendim, sıhhati yerinde, bir sıkıntısı yok elhamdülillah, dedim. Efendi; *Ooh, çok râhatladım, beni çok sevindirdin*, buyurdular. İşte bu *Cümle* için gitdim. 


*Beni çok sevindirdin*. 


Size, iki emânet bırakıyorum. Biri, *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*. Kim benim duâmı *Almak* isterse, kim benimle *Sohbet* etmek isterse, kim benden *İstifâde* etmek isterse, bizim *İlmihâl*’i okusun.


Ve okutsun. Ona, *Elli* sene emek verdim kardeşim. O, bu asrın *Mürşid-i kâmili*'dir. İkinci emânetim, *Enver âbi*. Eğer *İlmihâl*’den anlamadığınız yerler olursa, ona sorarsınız.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, meâlen; *Kullarımın arasında benden en çok korkanlar, beni en iyi tanıyanlardır*, buyuruyor. 


Ancak, korkmanın temelinde *Muhabbet* vardır, *Sevgi* vardır. Evet, *Seven* korkar. Ama niçin korkar? Kötülük yapar diye mi? Hayır, *Onu üzerim*, diye korkar. 


Meselâ bir talebe, *Hocası*’ndan korkar. Niçin? Bir *Hatâ* yaparım, yanlış bir *İş* yaparım da hocam *Üzülür* diye korkar. 


Eshâb-ı kirâmın hiç *Biri*, mesleğiyle veyâ zenginliğiyle anılmıyor, hâtırlanmıyor. Onların ortak husûsiyeti, *Eshâb* olmakdı. Bu da, en yüksek *Mertebe*’dir. 


*Eshâb-ı kirâm*’ın en aşağısı, kıyâmete kadar gelecek olan *Evliyâ*’ların en yükseğinden daha *Yüksek*’dir. Bizim arkadaşlarımızın da hepsi çok *Kıymetli*’dir. 


Herbiri, *Eshâb-ı kirâm* gibidir. Arkadaşlardan herhangi birine rastlıyan, onu seven, onunla görüşen bir kimse, *Bid’at ehli* olmaz kardeşim, *Müşrik* olmaz, dünyâda da âhiretde de *Felâket*’lerden kurtulur. 

● ● ● 

Bir şey *Mutlak* olacaksa, siz onu *Olmuş* bilin. *Garip* olmak, *Mahcûb* olmak çok iyidir. Hattâ kendini *Acındırmak* da çok iyidir. Çünkü acındırmak, hastalığını *Kabûl* etmekdir. 


Hastalığını kabûl edene, *Tedâvî* kolay olur. Hastalığını *İnkâr* edene, bir şey yapamazsınız. Neden? Çünkü, *Ben hasta değilim*, diyor. Aslında hepimiz hastayız kardeşim. 


Bunu, Allahü teâlâ bildiriyor Kur’ân-ı kerîmde. Eûzü billâhi mineş şeytân irracîm, *Fî kulûbihim maradun*. Yâni, kalplerinde hastalık vardır. 


Allahü teâlâ buyuruyor ki: *Kullarımı ben yaratdım, kalplerini de hasta yaratdım*. Böyle buyuruyor Allahü teâlâ.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Öfke* ile *Gayret*’i ayırmak lâzım kardeşim. *Öfke*, nefsi için kızmakdır. *Gayret* ise, dîni için, Allah için kızmakdır. Meselâ *Doktor*, hastasının düşmanı değildir. Ama her türlü *Ameliyat*’ı yapıyor.


*Kesiyor*, *Biçiyor*, her türlü sıkıntıyı veriyor. Fakat siz ona teşekkür ediyorsunuz. *Benim iyiliğim için yapıyor*, diyorsunuz.


İşte Allahü teâlâ da, *Gayret* sâhibi kulunu sever. Kendisi de *Gayûr*’dur, yâni *Gayret* sâhibidir. 


İnsanlar, çok şey öğrenmek ister. Ama *Öğrenmek*’den maksat, *Edinmek*’dir, yâni *Hâllenmek*’dir, *Tatbîk* etmekdir. 


Tatbîk etmediğiniz zaman *Vebâl* altında kalırsınız. Yârın âhirette; *Bilmiyordum*, diyemezsiniz. 

● ● ●

İnşallah bu Hizmet’lerden dolayı, meselâ bizim kitapları okuyup da *Namâz*’a başlıyanlar ve *Îmân*’ını kurtaranlar sebebiyle, Allahü teâlâ bize bir *Ni’met* verirse.


Yâni inşallah Cennet’ini *Nasîb* ederse, Cennetin kapısına geldiğim zaman içeri girmiyeceğim. Yâni tek *Başıma* girmiyeceğim ve diyeceğim ki: 


*Yâ Rabbî!* Bu hizmetleri ben tek *Başıma* yapmadım. Benim dünyâda çok iyi *Arkadaş*’larım vardı, *Kardeş*’lerim vardı, *yardımcı*’larım vardı, onları da isterim, diyeceğim. 


Sonra *Mahşer*’e dönüp, bütün arkadaşları *Tek tek* alacağım, hep birlikde Cennete gireceğiz inşallah. Meselâ *Enver*’i alacağım. 


Bu dünyâ *Hayâl* kardeşim. Yâhut kısa bir *Rüyâ*. Dünyânın, Allah indinde hiç *Kıymet*’i yok. 


Eğer Allahü teâlâ, bu *Dünyâ*’ya sivrisineğin kanadı kadar *Kıymet* verseydi, düşmanı olan *Kâfir*’lere bir yudum *Su* vermezdi. Büyükler öyle buyuruyorlar kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Namaz kılmıyan, mürted olmaz, *Günâhkâr* olur. *Şeytân*, secde etmediği için değil, *Secde* emrine *Karşı* geldiği için, bu emri beğenmediği için *Tard* edildi, onun için *Kovuldu*. 


Secde etmedi, secde etmediği gibi, *Secde emrine* karşı geldi, beğenmedi. *Bu emir yanlış!* dedi. 


Ben, *Buna mı* secde edeceğim? Ben bu kadar *Kıymetli* iken, toprakdan yaratılmış bir *Adam*’a mı secde edeceğim, dedi ve *Kovuldu*.


*İyilik* ve *Kötülük* nedir efendim? İyilik, öldükden sonra karşımıza çıkacak olan *Ni’met*’lerdir. *Kötülük* de, öldükden sonra başımıza gelecek olan *Sıkıntı*’lardır. 


O hâlde *Dünyâ* yok efendim. Dünyâ, bir *Hayâl* dir, Hayâlden ibâretdir. *Asıl* değil, *Hakîkat* değil, *Hayat* değil. Nedir peki? *Hayâl*’dir. Asıl hayât, öldükden sonra başlıyacak. 


Bir kimse *Dînini öğrenmek* için yola çıksa, Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: 


Gökdeki *Kuş*’lar, karadaki *Hayvan*’lar, denizdeki *Balık*’lar, yâni bütün mahlûkat, bu kul için *İstiğfâr* ederler. 


*Yâ Rabbî, affet bu kulunu. Bu, senin dînini öğrenmek için gidiyor*, derler ve *Bu, ne şerefli bir insan*, diye duâ ederler. 


Bunu *Kim* buyuruyor? Peygamber Efendimiz buyuruyor. Bu, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilen *Sevap*’dır. Ya *Öğretmek* için giderse? 


Yâni birine bir *Kitap* verirse, yâhut da bir kitap verilmesine *Sebep* olursa? *Vesîle* olursa? Buna verilen sevap, öğrenmek için gidenden çok daha *Fazla*’dır kardeşim. 


Çünkü bu, *Emr-i mâruf*’dur, bu hizmetle şereflenenler, Resûlulluh Efendimizin *Vâris*’i olurlar, bu kadar *Kıymetli*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan ölünce, ne götürüyor oraya? Sâdece Allah için yapdığı *İbâdet*’ler, verdiği *Sadaka*’lar, yapdığı *Hizmet*’ler. Yâhut da Allah korusun, nefsinin arzularıyla işlediği *Günâh*’ları götürüyor. 


Mâzallah *Küfr*’lerini götürüyor. Azıp kudurarak yapdığı bin türlü *Rezîllik*’leri ile, *Günâh*’ları ile mezara giriyor. 


Kabirde, insanların görmediği, ama gerçekde var olan o *Yılan*’ları, *Akrep*’leri, dünyâdan kendisi götürür efendim. O yılanlar, o akrepler, aslında kendi *Günâh*’larıdır. 


Dünyâda işlenen *Günâh*’lar, *Küfr*’ler, kabirde mücessem hâle gelecek, *Yılan* ve *Akrep* şeklini alacak, yâni *Azap* âleti olacak ve mahşere kadar onu *Isıracak*, Allah korusun. 

● ● ● 

*Bir kimse, bir din kardeşini seviyorsa, sevdiğini ona bildirsin!* buyuruyor büyükler. Ben hepinizi seviyorum. Enver âbi şâhid, *Şâhid*’im de var. Müessesemize emeği geçenlere hep *Duâ* ediyorum. 


*Duâ-i zahr-ül gayb, icâbete makrûndur!* Yâni, bir kişinin kendisine yapdığı *Duâ* kabûl olmıyabilir, ama başkasına, gıyâbında yapdığı duâ *Kabûl* olur.


Elhamdülillah, Rabbimize sonsuz *Şükür*’ler olsun. Râhatız, neş’eliyiz, *Kitap*’larımız dağılıyor, *Gazete*’miz yayılıyor. Bundan büyük *Lütf-u ilâhî* olur mu? Allah, Enver âbimize *Neş’eli* olmak nasîb etsin. 


Çok mühimdir bu. İşin başı o. Enver âbi *Neş’eli* ise, hepimiz *Neş’eli*’yiz. Allahü teâlâ hepimize din ve dünyâ *Seâdeti* versin. Bu günlerimizi aratmasın. 


Dünyâda *Cennet* hayâtı yaşıyoruz kardeşim, o kadar râhatız. Allah, Enver bey kardeşimizden *Râzı* olsun. Onun sâyesinde *Râhat* ediyoruz. Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berakâtüh.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiçbir *Hizmet* yokdur ki, karşılığında *Acı* ve *Izdırap* olmasın. Bir hizmetde acı ve ızdırap ne kadar *Çok*’sa, o hizmet o kadar uzun *Ömür*’lü olur. 


Meselâ Peygamber aleyhisselâm, gelmiş ve gelecek bütün insanların çekdiği *Acı* ve *Izdırap*’dan en büyüğünü çekdi. Nitekim kendisi;


*Benim çekdiğimi, peygamberler dâhil, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlar dâhil, hiç biri çekmedi*, buyurmuşdur. 


Eğer bir yerde Allahü teâlânın dînine *Hizmet* varsa, her mü’minin bu hizmete *İştirak* etmesi *Farz*’dır kardeşim. 


*Farz*, yâni *Allahın Emr*’i. Ve bu farz, *Üç* şekilde îfâ edilir. Birincisi, *Fiilen* iştirak eder. İkincisi, *Mâlen* iştirak eder. 


Yâni kendisi yapamasa da, mâlen *Destek* verir. Üçüncüsü de *Duâ* eder. *Yâ Rabbî ben yapamıyorum, sen bunlara yardım et!* der. Yine *Cihâd* sevâbı alır. 


Bu zamanda *Namaz* kılmak, alâmet-i *İslâm* olmuşdur. Yâni namaz, *Mü’min* ile *Kâfir*’i ayıran bir *Fark* hâline gelmişdir, *Alâmet* olmuşdur. 


Efendi hazretleri de, zaman zaman; *Bir vakit namâzım kazâya kalacağına, bin kere ölmeyi tercîh ederim*, buyururdu Mübârek. Namaz o kadar mühim kardeşim. 


Elhamdülillah, *Kitap*’larımız dağılıyor kardeşim. Bu, çok büyük bir *Hizmet*. Siz yapıyorsunuz bu hizmeti. Bu hizmeti yapanlar, Peygamberlik *Vazîfe*’sine tâlip olmuşlardır. Hattâ Onun *Vâris*’i olmuşlardır. 


Çok kıymetli hizmet çünkü, çok mübârek hizmet. Bir ni’met ne kadar *Kıymet*’li ise, onun düşmanı da o kadar *Kavî* olur. Kimdir o düşman? İnsanın *Kendi*’si, yâni *Nefs*’i.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sel’de*, *Su’da*. *Deniz*’de boğularak vefât edenler, iki kat *Şehîd* sevâbı alıyorlar kardeşim. Hattâ bir rivâyete göre, *Kul hakkı*’ndan bile kurtuluyorlar. 


Yâni Allahü teâlâ, alacaklıya bir *Köşk* gösterip; *Şu kula hakkını helâl edersen, bu köşk senin!* diyecek ve onu, kul hakkından kurtaracak. Ne büyük *Ni’met*, ne büyük *İkrâm*. 


Allahü teâlâ, yaşıyanlara *Sıhhat* ve *Âfiyet* versin efendim, *Şehîd* olarak vefât edenler, şu anda bitmez tükenmez *Cennet* ni’metleri içindeler, ne *Mutlu* onlara. 


*Şeyh Sâdî* hazretleri, *Gülistân* kitâbının sâhibidir. Kitâbında, kendine hitâben diyor ki: 


*Ey Sâdî! Yakînen bil ki, tarîk-ı seâdet. Mustafâya tâbi olmadan gidilemez elbet*.


Yâni, Muhammed aleyhisselâma *Tâbi* olmadan seâdete kavuşmaya *imkân* yokdur. Ona tâbi olmıyan, dünyâda *Sefâlet* çeker, sürünür. Âhiretde de *Cehennem*’e gider ve *Yanar*. 


Resûlullah Efendimize *Tâbi* olmak için de, en evvelâ *Îmân* etmek, yâni *Âmentü*’ye inanmak lâzım. Bizim *Kitaplar*’ımızda bunlar yazılı. Okuyacağız, öğreneceğiz. 


Ondan sonra da, öğrendiğimiz bu *Farz*’ları, *Vâcib*’leri ve *Sünnet*’leri yapacağız kardeşim. *Harâm*’lardan da sakınacağız, bunlar çok mühim. 


*Evliyâ-i kirâm*’dan Ebül Hasan-i Harkânî hazretlerine sormuşlar: Yâ İmâm, Allahü teâlâ; *İsteyin Veririm!* buyuruyor. Ama, istiyoruz, vermiyor. 


Buyurmuş ki: İstemesini bilmiyorsunuz. Allahü teâlâ duâyı *Kabûl* eder, ama hangi *Ağız*’dan çıkan *Duâ*’yı kabûl eder? Peygamber Efendimiz, bunu haber veriyor. 


Efendimiz aleyhisselâm, Sa’d ibni Ebî Vakkâs hazretlerine buyuruyor ki: 


Yâ Sa’d! Duâlarının *Kabûl* olmasını istiyorsan, *Ağzına* dikkat et! Ağzına *Harâm* girmesin! Ağzından *Harâm* çıkmasın! 


Niçin? Çünkü bir ağıza harâm *Girer*’se, ve bir ağızdan harâm *Çıkar*’sa, o ağızla yapılan *Duâ*’yı Allahü teâlâ kabûl etmez! Peygamber Efendimiz, böyle buyuruyorlar.

İbadete müzik karıştırmak

 Sual: Teganninin mubah olması için şartlar nelerdir?

CEVAP

Büyük İslam âlimi Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:

Sima ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara caizdir. Aletsiz, çalgısız olan sese sima [teganni] denir. Yalnız çalgı ile veya çalgı ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. (İlk teganni eden şeytandır) ve (Gına, kalbde nifak hâsıl eder) hadis-i şerifleri de gınanın [müziğin] haram olduğunu göstermektedir. Âlimler, simanın haram olmasında ihtilaf etti. Gınanın haram olduğunda ihtilaf yoktur. Kadın sesi gınaya dâhildir. Simaya helal diyen âlimler de, bazı şartlar bildirdi. Bu şartlar bulunmayan sima da haram olur. (Dürr-ül-mearif)


Teganninin mubah olması için şu beş şartı gözetmek gerekir:

1- Yabancı kadın sesini, yanında dinlemek haramdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır, hasta olur. Nefs ise, zevk alır, kuvvetlenir, azar. Böylece kuvvetlenen nefs, haramları, kalbe yaptırır. Çünkü her aza kalbin emrindedir. Kadınların okuduğu ilahileri, mevlidleri erkeklerin dinlemesi haramdır. [Kasetten, radyodan dinlemek ise mekruhtur.] Şehveti harekete getiren şiirleri teganni ile okumak haramdır.


2- Çalgı bulunmamalıdır. Çünkü keyif için, eğlence için, her çalgıyı çalmak ve dinlemek haramdır.


3- Çalgısız olsa da, günah olan şarkı ve türküleri dinlememelidir.


4- Dinleyiciler arasında yabancı kadın bulunmamalıdır.


5- Nefsinde şehvet hissi olmayan kimselerin, zevk için, güzel ses dinlemeleri caiz ise de, devamlı olmamalıdır. Bazı mubahları sık sık işlemek, abes olur, boş yere zaman öldürmek olur. Bunlar ise haramdır. (Dürr-ül-mearif, Hadika, K. Saadet)


İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:

İnsanların yüreğinde kalb [gönül] denilen bir kuvvet vardır. Çelik, taşa sürtülünce ateş çıktığı gibi, ahenkli ses de, gönlü harekete getirir. Kalbde, Allah sevgisi varsa, güzel ses, bu sevgiyi arttırır. Çalgı ve her günah nefsi kuvvetlendirir, zararlı olur.


Temiz kalb müzikten zevk alamaz. Güzel ses, kalbe, dışarıdan bir şey getirmez. Sağlam kalbdeki helal olan bağı harekete getirir. Hasta olmayan kalbin teganni dinlemesi helal olur. Kalbde bir bağlılık yoksa, güzel sesten lezzet alması, kuş sesi dinlemek, yeşillik, akarsu seyretmek gibi olur. Bunları seyir, göze lezzet verdiği gibi, güzel koku, burna hoş geldiği gibi, güzel ses de, kulağa lezzet verir ve mubah olur.


Kalbi hasta olanın [Allah’tan başka şeye bağlananın] nefsi azar, çalgı dinleyince, haram işleme arzusu artar. Musikiden ruh değil, Allahü teâlânın düşmanı olan nefs lezzet alır. Zavallı ruh, nefsin elinde esir olduğu için, kendi lezzeti sanır.


Musikinin tadı, zehirli bala, yaldızlanmış pisliğe benzer. Hasta olmayan kalbin, helal şeylere olan sevgisini arttıran ve nefsi zayıflatan sesleri dinlemek de, bazı şartlarla mubah olur.


Hacca gidecek olanın Kâbe, hac, Mekke, Medine şarkılarını dinlemesi, askerlerin harb, kahramanlık şarkılarını dinlemesi mubah, hatta sevap olur. Düğün, ziyafet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi gereken yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mubahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. (İhya)


Raks nedir?

Sual: Raks, sima ve teganni nedir, haram mıdır?

CEVAP

Raks, eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans etmek demektir. Eskiden raks eden erkeğe rakkas, kadına da rakkase denirdi. İhtiyari olmayan, yani kendi elinden olmadan raksa vecd denir. Vecde gelmek, kendi elinde olmadığı için günah değildir.


Sima, nağmeli ses demektir. Nağmeli sesin de, mubah ve haram olanı vardır.


Aletsiz, çalgısız olan insan sesine, sima [teganni] denir. Çalgılı veya çalgıyla birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir.


Büyük İslam âlimi Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:

Sima kalbi öldürür ve kalbde nifak hâsıl eder. (Mekatib-i şerife m.99)


Teganninin bir sünnet olan kısmı, bir de haram olan kısmı vardır:

Sünnet olan teganni, Kur'an-ı kerimi tecvide uyarak okumaktır. Teganni, kelimenin manasını değiştirmezse ve harfler, iki harf kadar uzamazsa, yalnız sesi güzelleştirip okumayı süslerse, caiz olur. Hatta namaz içinde de, namaz dışında da, müstehab olur.


Haram olan teganni, ırlamaktır, sesini hançeresinde tekrarlayıp türlü sesler çıkarmaktır. Harfleri, kelimeleri bozarak türlü sesler çıkarmak demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî]


Teganni yaparken harfler bozulursa haram, harfler bozulmazsa mekruh olur. Burada kelimeler bozuluyor. Kur'an-ı kerimi teganni ederek, yani kelimeleri bozarak okumak, caiz değildir.


Kalbde helal olan şeyin sevgisi [mesela Allah sevgisi] varsa, sima [ilahi, kaside gibi nağmeli sesler] onu artırıyorsa o kimsenin teganni dinlemesi helal olur. Kalbinde, dinimizin yasak ettiği bir şey olanın, teganni dinlemesi günah olur. (K. Saadet s.322)


Sima ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara caizdir. (Dürr-ül mearif s.4)


Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi gerekir. (Halebi)


İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: İlahi ve kasideleri teganni ile okumak ve dinlemek, bizim yolumuzda yasaktır. (1/266 ve 3/7)


İmam, amel-i kesir olacak kadar teganni ederse namaz bozulur. (Ebussuud efendi fetvası)


Kur’an-ı kerimi, zikri, duayı, teganni ile okumanın haram olduğu, Bezzaziyye’de yazılıdır. (Berîka)


Teganni ile okunan ezanı, Kur’an-ı kerimi ve mevlidleri dinlemek de günahtır. Kelimeleri bozmadan teganni etmek, yani sesi güzelleştirmek caizdir ve iyidir. (S. Ebediyye)


Teganni haramdır. (Tıbb-ün-nebevi)


Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak ve dinlemek haramdır. Burhaneddin-i Mergınânî buyurdu ki:

Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun demek, küfür olur. Tecdid-i iman gerekir. Kuhistânî de böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ)


Musiki ile okunan şeyleri dinlememeli. Cahil tarikatçılar teganni ile ilahi okuyorlar. Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetlerine, ibadette lezzet hâsıl olduğunu, feyiz geldiğini sanıyorlar. Böyle sapıklar, Deccal’ın askeridir. Kur’an-ı kerimi, zikri ve duayı teganni ile okuyanları dinlememek gerekir. Tatarhaniyye fetva kitabı, bunları teganni ile okumanın haram olduğunda sözbirliği bulunduğunu yazmaktadır. (Birgivî vasiyetnamesi şerhi)


Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak haramdır. (K. Saadet) [Tecvide uygun olarak teganni edilirse mahzuru olmaz.]


Mescitlerde Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyanları nehyetmek farzdır. (İhya 2/823)


Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. (Hindiyye)


Sima esnasında raks günahtır. (Merec-ül-bahreyn)


Hiçbir âlim, hiçbir zamanda, teganninin mubah olduğunu söylememiştir. (Mültekıt)


Hak sevgisi ile sima dinleyen sıddık, nefse uyup dinleyen zındık olur. (Siyerül-aktab)


Şeyh-i ekber Muhyiddin-i Arabî hazretleri, zamanındaki sofileri sima ve rakstan men etmişti. (Mektubat-ı Masumiye 4/29)


Tasavvuf ehlinde meşhur olan sima ve raks iki türlüdür:

Birincisi, kalbin ve nefsin fani olmasından sonra, cemal veya celal sıfatlarının tecellisinde hâsıl olur ki, bunda aklın ve nefsin müdahalesi yoktur. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ve Sünbül Sinan efendinin zikir ve simaları böyleydi. Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Biz, bunları yapmayız, büyük zatların yaptıklarına da günah demeyiz) buyurdu.


İkincisi, bazı cahil ve gafil tarikatçıların, noksan akıllarına ve azgın nefislerine uyarak, bağırmaları ve zıplamalarıdır. (Makamat-i Mazheriyye m.11)


Kur’an-ı kerim okumaya, namaz kılmaya vakit bırakmayan her mubah iş mekruhtur. Tarikatçıların raks etmeleri, dönmeleri haramdır. Onları seyretmek de haramdır. Her çeşit çalgı çalmak haramdır. (Fetâvâ-yı Hindiyye)


Eğlence veya para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek haramdır. Çalgıyla raks etmek büyük günahtır. Sıkıntısını gidermek için, kendi kendine şarkı söylemek günah değildir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması caizdir. (Redd-ül-Muhtar)


Mevlidde, salihlerle salevat okumak, her zaman sevabdır; fakat buna haram karıştırmak, mesela çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur. (Allame Zahirüddin bin Cafer)


Büyük âlim İbni Arabi hazretleri Fütuhat-ı Mekkiyye kitabında, raks ile ve dönerek olan simanın yasak olduğunu bildirmiştir. (Mektubat-ı Rabbanî)


Raksla, sözle [şarkıyla, çalgıyla] başkalarını eğlendirenin şahitliği kabul edilmez. (Mecelle m. 1705)


Ney de, diğer çalgılar gibi, asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks etmek caiz değildir. (Redd-ül-muhtar)


Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalble, sessiz olacağını Mesnevi’de bildirmektedir. (S. Ebediyye)


İbadet, eğlence ve müzik

Sual: Ramazan eğlenceleri, ramazan konserleri düzenleniyor. Bir de, tasavvuf müziği eşliğinde iftarlar veriliyor. Bunlar dine uygun mu?

CEVAP

Hiçbirinin dinde yeri yoktur. İslam âlimleri buyuruyor ki:

Çağıranın yemeği şüpheliyse veya İslamiyet’in yasak ettiği şey varsa, mesela çalgı çalınıyorsa, oyun, kumar gibi şeyler varsa, o çağrılan yere gidilmez. (İhya)


Gıybet, oyun, şarkı bulunan yemeğe gidilmez. (Muhit, Metalib-ül-müminin)


Ramazan ayı, eğlence ayı değil, ibadet ve fırsat zamanıdır. Ramazan ayında, çeşitli çalgılı programlar, konserler düzenlenmesi dine aykırıdır. En tehlikelisi de, bunların bir kısmı, tasavvuf müziği, semah gösterisi vs. adı altında yapılarak, ibadet olarak sunulmaktadır. Hâlbuki dinimizde, her çeşit çalgı haramdır. İbadete haram karıştırmak ve bundan daha da kötüsü, bizzat ibadet olarak sunmak, küfre kadar götürür, fakat maalesef, bugün Müslümanların çoğu bu gaflet içindedir. Çalgının haram olduğunu bilen azalmıştır. Bu durumu mucize olarak, sevgili Peygamberimiz şöyle bildiriyor:

(Bir zaman gelecek, ümmetimden bazıları, mizmarı [çalgıyı] helâl sayacaktır.) [Buharî]


(Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenenleri, Allahü teâlâ, yerin dibine batırır.) [İbni Mace]


(Şu beş şey zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Lanetleşme, içki içme, erkeklerin ipekli giymesi, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla iktifa etmesi.) [Deylemî, Hâkim]


(Ben, mizmarları [çalgıları] ve putları yasaklamak için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym]


(İblis’e, senin müezzinin mizmarlar [çalgılar] denildi.) [Taberanî]


(Nimete kavuşunca çalgıyla eğlenmek lanetlenmiştir.) [Bezzar]


(Resulullah, çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.) [Begavî]


İncil’in yasakladığı müziği, sonradan papazlar, Hristiyanlığa soktu. (Mevahib-i ledünniyye şerhi)


Müzik, çalgı diğer dinlerde de büyük günahtı. (Dürr-ül-münteka)


Çalgısız da olsa, tegannili sesleri çok dinlemekten sakınmalı, çünkü sima, kalbi öldürür. Kalbde nifak hâsıl olur. (Mekatib-i şerife, m. 90, 99)


İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki: Tarikatçıların yaptığı gibi, ölçülü hareketlerle sallanıp oynamaya raks denir. Fıkıh âlimleri, (Raksı helâl sayıp, bilhassa tefle oynayarak teganni eden kimse kâfir olur) demişlerdir. Bezzaziyye kitabının sahibi Kurtubî’den, (Çalgının ve raksın haram olduğu hususunda müctehid imamların icma’ı vardır) diye nakledip, (Şeyhülislam Kirmani’nin, “Raksı helâl gören kâfir olur” fetvasını gördüm) demiştir. Raksı helâl sayanların, fâsık olacağını bildiren âlimler de olmuştur. Bütün bunlar, kâfirlerin âdetidir. Her çalgı haramdır. Eğer ansızın kulağına gelirse, mazur sayılır. Dinlememek için, bütün gücünü sarf etmek farzdır. (Redd-ül-muhtar)


İbadete haram karıştırmak

Sual: Çalgı çalmak ve dinlemek haram olduğu gibi, mevlidi ve ilahileri çalgı eşliğinde okumak da haram mı? Mevlid-i şerifi halk müziği yerine tasavvuf müziği ile mi okumalı?

CEVAP

İlahi ve mevlid okumak ibadettir. Adına "tasavvuf müziği" de dense, çalgının her çeşidi haramdır. İbadet etmeye, Kur’an okumaya, namaz kılmaya, zikir çekmeye, mevlit okutmaya haram karıştırmak küfür olur. Çünkü İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Resulullah’ın geldiği bir evde, küçük zenci kızlar [cariyeler] tef çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resulullah’ı övmeye başladılar. Resulullah, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi okumak] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. Bazıları, bu hadis-i şerife istinaden kadınların şarkı söylemesinin ve çalgının caiz olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki şarkı söyleyen kızlar cariyeydi. Cariyenin statüsü farklıdır. Sesi de avret değildir. (İhya)


(Çalgıya helâl diyen âlimler var, çalgılı ilahi küfür olmaz) diyen türedilere itibar etmemeli.


Defle zikir çekmek

Sual: Zikretmek için Avrupa’dan zilli def istediler. Defin zilli olup olmaması fark eder mi?

CEVAP

Zilli olup olmaması fark etmez. Defle veya ney gibi başka çalgı aletiyle zikir çekilmez, ilahi söylenmez. Çünkü zikir de, ilahi de ibadettir. İbadete çalgı karıştırılmaz. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Bir evde, küçük zenci kızları [cariyeler] def çalıp şarkı söylüyorlardı. Resulullah efendimiz gelince, şarkıyı bırakıp, Resulullah'ı övmeye başladılar. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. (K. Saadet)


Resulullah efendimiz, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızı dinlemiştir. Bu esnada şarkı söyleyenlerden birinin, (Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var) demesi üzerine, Resulullah Efendimiz, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et, gaybı ancak Allah bilir) buyurmuştur. (İbni Mace)


(Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et!) buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. Bunun küfür olduğu bildirilmiştir.


Kadınların düğünde kendi aralarında def çalıp oynamaları caizdir. (Redd-ül-muhtar)


İmam-ı Münavî hazretleri, (Mescitlerde def çalınmaz, yalnız nikâh yapılır) buyuruyor. (Hadika)


Bazı tarikatçıların yaptıkları gibi, dönmek, dümbelek, ney, saz çalmak haramdır. (Tahtâvî şerhi)


Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetlerini, ibadetten lezzet hâsıl oldu, feyiz geldi sanan kimse, sapıktır, Deccal’ın askeridir. Kur'an-ı kerimi, zikri ve duayı teganniyle okuyanları dinlememek gerekir. Tatarhaniyye fetva kitabında, (Bunları teganniyle okumak sözbirliğiyle haramdır) buyuruluyor. (Birgivî vasiyetnamesi şerhi)


Hazret-i Ebu Bekir, def için (Şeytanın düdüğüdür) buyurmuştur. (Buharî, Müslim)


Ney denilen çalgıyla veya başka çalgılarla Kur’an, salevat, ezan ve ilahi okumak ve böyle zikir yapmak da bidattir, büyük günahtır. Bazı bidatler, küfre sebep olur. (M. Nasihat)


Şu hâlde defle veya başka çalgılarla ilahi söylemek ve zikretmekten çok sakınmalı. İbadete, bir çalgı aleti olan defin zillisini de, zilsizini de karıştırmamalıdır.


İlahi dinlemek

Sual: Çalgısız ilahi dinlemekte mahzur var mıdır?

CEVAP

Ara sıra, uygun ilahileri dinlemekte mahzur olmaz. Her zaman dinlememeli. Çünkü bazı mübahları, sık sık işlemek, zamanı boşa harcamak olur. Bu ise caiz olmaz. Günahları, kusurları, azapları anlatan ilahileri ara sıra dinleyerek, üzülmek, tevbeye sebep olmak sevabdır, ama ölüme, kaza kadere karşı üzülmeye sebep olan ilahileri dinleyerek üzülmek haram olur. Bunun için, mevlidlerde vefat bahsi okunmamalıdır. (S. Ebediyye)


Çalgı ile ibadet

Sual: Fıkıh kitaplarında, fısk meclislerinde, çalgı çalınan yerlerde, tesbih, zikir, çekmek, hatta din kitabı okumanın bid’at ve haram olduğu, çünkü Peygamber efendimizin böyle okumaları yasak ettiği bildiriliyor. Minibüslerde kadın erkek karışık olduğuna göre fısk meclisi olmuyor mu? Bir de çalgı çalınıyor. Böyle minibüslerde giderken Kur’an okumak, zikir ve tesbih çekmek haram değil mi?

CEVAP

Çalgı çalarak zikretmekle, bir yerde çalgı çalınırken zikretmek ayrıdır. Görmekle bakmak ayrı olduğu gibi dinlemekle duymak da ayrıdır.


Minibüslerde biz çalgı eşliğinde zikir etmiyoruz. Biz istemeden kulağımıza geliyor. Herkes gaflette iken, zikir çekmek günah olmaz aksine çok iyi olur.


Böyle bir durum olmadan çalgı ile zikir çekmek elbette büyük günahtır. Din kitaplarında deniyor ki:

Musiki ile okunan şeyleri dinlememeli. Cahil tarikatçılar teganni ile ilahi okuyorlar. Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetlerine, ibadette lezzet hâsıl olduğunu, feyiz geldiğini sanıyorlar. Böyle sapıklar, Deccal’ın askeridir. Kur'an-ı kerimi, zikri ve duayı teganni ile okuyanları dinlememek gerekir. Tatarhaniyye fetva kitabı, bunları teganni ile okumanın haram olduğunda sözbirliği bulunduğunu yazmaktadır. (Birgivî vasiyetnamesi şerhi)


Kilisede org çalarak İncillerden parçalar okunduğu gibi, Kur'an-ı kerimi çalgı çalarak okumak küfürdür. (S. Ebediyye)


Ney çalgısı

Sual: Dini yayınlarda fon müziği olarak kullanılan ney, diğer çalgılardan farklı mıdır?

CEVAP

Farklı değildir. Ney de diğer çalgılar gibidir. Çalgı ve diğer günahları ibadete karıştırmak daha büyük günah olur. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Tabiîn’in büyüklerinden Hazret-i Nâfi anlatır: Sahabeden Abdullah bin Ömer’le beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Kulaklarını parmaklarıyla kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. (Ney sesi daha işitiliyor mu?) dedi. (Hayır, işitilmiyor) dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. (Resulullah da böyle yapmıştı) dedi. Ben o zaman çocuktum.


Çocuğa günah olmayacağı için, ona da kulaklarını kapat dememiştir. Hazret-i Nâfi, (Abdullah bin Ömer takvası sebebiyle kulaklarını kapattı) denmemesi için çocuk olduğunu özellikle bildirdi. (Eşiat-ül-lemeat)


Ney çalgısı

Sual: Mesnevi’de, (Dinle neyden…) deniyor. Buradaki ney’den maksat çalgı mıdır, yoksa bir benzetme mi yapılmıştır?

CEVAP

Ney çalgıdır; fakat buradaki ney çalgı değildir. Çalgının her çeşidi haramdır. Mevlana Cami hazretleri buyuruyor ki:

Mesnevinin birinci beytinde, (Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor) deniyor. Burada neyden maksat, İslam dininde yetişen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsça’da, yok demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlakı, sıfatları ve kemalatı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası, kamış, kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kâmil kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhamı iledir. (Mesnevi şerhi)


Fon müziği

Sual: Bazı belgesel programlarında, dini filmlerde ve dini şiirlerde, fon müziği kullanılabiliyor. Bunları izlemek, dinlemek günah olmaz mı?

CEVAP

Faydalı belgesel veya uygun dini film izlerken, uygun olan dini şiir dinlerken, fon müziği, elde olmadan kulağa gelebiliyor. Elde olmadan kulağa gelen şeyler, duyan için günah olmaz; fakat piyasada, fon müziği olmaktan çıkıp, müzik sesinin ön planda olduğu programlar da mevcuttur. Böyle yayınları izlemek, müzik dinlemek olup, günah olur. Bir başka husus da, bunlar dinlemek içindir; zaruretsiz fon müziği çalmak caiz olmaz.


Çirkin istek

Sual: Bazı radyolarda, Peygamber efendimiz için şarkı, türkü veya çalgılı ilahiler söylenmesini istiyorlar. Radyo da, (Bu şarkıyı Peygamberimiz için yayımlıyoruz) diyor. Böyle bir istek uygun mudur?

CEVAP

Hiç uygun değildir. Peygamberimizin ismini günaha bulaştırmak, çok çirkin olur. Mubah olan bir şey olsa bile, yine uygun olmaz.


Çalgılı ilahi

Sual: (Ebüssüûd Efendi, çalgılı ilahinin küfür olduğuna fetva vermiş) deniyor. O fetva nasıldır?

CEVAP

Fetva şöyledir: Sual: Ney çalıp, tevhid ve salevat okumanın ve işitip lezzet duymanın hükmü nedir? Cevap: Bu iş, tevhidi ve salevâtı hafife almak ve alay olacağı için küfür olur.


NOT: İşitip lezzet duymak demek, kendi isteğiyle severek dinlemek demektir. Yoksa kulağına gelse, bu işi beğenmese küfür olmaz. Tevhid ve salevat okumak ibadettir. İbadetin arasına haram olan çalgı karıştırılmaz. Çünkü Resulullah efendimiz, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızdan birinin, şarkı arasında, (Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var) demesi üzerine, Resulullah Efendimiz, hemen müdahale edip, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et!) buyurmuştur. (İbni Mace)


Resulullah'ı övmek, mevlit okumak, ibadettir. (Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et!) buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. Ebüssüûd Efendi de, bunun küfür olduğunu bildirmiştir.


Yunus Emre’nin, ilahi mahiyetindeki şiirlerini de, böyle çalgı çalarak okumanın küfür olduğunu, yine Ebüssüûd Efendi bildiriyor. Bazı cahiller, Ebüssüûd efendinin, Yunus Emre’nin şiirlerine küfür dediğini sanıyorlar. Hâlbuki o, bunları çalgı ile okumaya küfür diyor.


Teganni ile okumak ne demektir?

Sual: Teganni ne demektir ve Kur’an-ı kerimi, ezanı teganni ile okumak niçin uygun görülmemektedir?

Cevap: Teganni, güzel, hoşa gidecek sesle okumak demektir. Kur’ân-ı kerimi, ezanı, mevlidi, ilahileri teganni ile okumak iki türlü olur:

1- Sünnet, sevap olan tegannidir. Tecvit ilmine uygun okumaktır. Böyle teganni, kalplere, ruhlara kuvvet vermektedir.


2- Haram olan tegannidir ki, musiki perdelerine uyarak okumaktır. Böyle teganni, harfleri, kelimeleri bozuyor, manayı değiştiriyor. Böyle okuyanların nağmeleri, nefse hoş, tatlı geliyor. Nefislerine mağlup kimseleri ağlatıyor. Bunların manalarından haberleri olmuyor, kalpleri, gafletten, hastalıktan kurtulamıyor.


Kur’an-ı kerimi ve ezanı teganni ile okurken, mana değişir veya harf tekerrür ederse, haram olur. El-fıkhu alel mezâhibde diyor ki:

“Teganni ile ezan okumak haramdır. Bunu dinlemek caiz değildir.”


Her türlü oyunu oynamak

Sual: Her türlü oyunu kumarsız olarak oynamanın, çalgılı şarkılar dinlemenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Fetâvâ-yı Hindiyyede deniyor ki:

“Her türlü teganni, yani çalgı ile şarkı söylemek ve dinlemek haramdır. Ansızın işitir ve oradan kaçarsa günah olmaz. Günah olmayan şeyleri böyle olmayan seslerle dinlemek caiz olur. İlim, ahlak bulunan şiir yazmak, söylemek caizdir. Kur’an-ı kerim okumaya, namaz kılmaya vakit bırakmayan her mubah iş mekruhtur. Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. Bu tekkelere gitmek, oturmak da haramdır. Şimdi, dinden haberi olmayan fasıklar, böyle tarikatçılık yapıyorlar. Düğünlerde ve küçük çocuğu eğlendirmek için kadının def çalması caizdir. Günah şey söylemeden ve başkalarını güldürmek için olmayan mizah, latife söylemek caizdir. Kuvvetlenmek için güreşmek caizdir. Oyun ve eğlence için mekruhtur. Tavla, onaltı taş, iskambil, briç ve bilardo, bezik gibi oyunlar, kumarsız da olsalar, mala-yanidir. İlim öğrenmeye, namaz kılmaya mani olan her şey haramdır.”


Sual: Neşeli zamanlarda anlamı güzel olan şiirleri söylemenin, okumanın dinen bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Düğün, ziyafet, sünnet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi lazım olan yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mübahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:

“Resûlullah efendimiz Mekke’ye girdiği zaman, önünde ibni Revaha beyitler okuyarak gidiyordu. Hazret-i Ömer bunu görünce;

-Resûlullah efendimizin önünde şiir okunur mu? diyerek darıldı. Resûlullah efendimiz de;

-Bırak ya Ömer, mâni olma! Bu beyitler kâfirlere, ok atmaktan daha çok tesirlidir buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, nefsi azdıran şiirleri okumak caiz olmayıp, harpte kafirlere zarar verici, onları üzücü şiirleri okumak caizdir.”


Günahları, kusurları, azapları anlatan kasideleri, ilahileri dinleyerek, üzülmek, tevbeye sebep olmak sevaptır.


Sual: Başkalarını kötüleyen, ahlaksızlık anlatan şiirleri okumak mahzurlu mudur?

Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:

“Tâtârhâniyye fetva kitabında; başkalarını hicveden, kötüleyen ve fuhuş, içki anlatan, şehveti harekete getiren şiirleri teganni yani ses dalgaları ile okumak, her dinde haramdır. Harama sebep olan şeyler de haram olur demektedir.”


Kur’ân-ı kerimi, teganni ederek okumak

Sual: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı, şarkı kalıplarına uyarak okumanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı musiki ile, teganni ederek okumak, manasını bozuyor ve zararlı oluyor. Mesela, Allahü ekber, Allahü teâlâ büyüktür, demektir. Sesi uzatarak, mesela Aaaallahü ekber, şeklinde okunursa, Allah, acaba büyük müdür? demek olur ki, böyle söyleyenlerin imanlarının gideceği meydandadır. Bütün fıkıh kitaplarında ve mesela, Halebî-yi sagîrde, konu ile alakalı olarak buyuruluyor ki:

“Kur’ân-ı kerimi nağme ile, yani sesi musiki perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekruh demiştir. Zira fasıkların nağmelerine teşebbühtür, benzemektir. Eğer harfler değişir ise, haramdır. Okuması mekruh olan bir şeyi dinlemek de mekruhtur. Okuması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. Kur’ân-ı kerimi teganni ile okuyan hafızlara emr-i ma'rûf yapmak vaciptir. İnatlarına, düşmanlıklarına sebep olacak ise, bunları dinlememeli, orayı terk etmelidir. Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi, tekrar kılınması lazımdır.”