İçki ve alkol bahsi

Allahü teâlâya âsî olmak, ya’nî harâm işlemek insanı dünyâda ve âhıretde felâkete götürür. Harâmlardan en büyüğü Ehl-i sünnet i’tikâdını bilmemekdir. İkincisi nemâz kılmamakdır. Üçüncüsü içki içmekdir. (Enisül-vâizîn) kitâbı onuncu meclisinde diyor ki: Şerâb ve serhoş eden her içki harâmdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Şerâb içmek, büyük günâhların en büyüğü ve bütün fenâlıkların ve günâhların anasıdır) ve (Bütün fenâlıklar bir yere toplanmışdır. Bu yerin kilidi zinâ, anahtarı şerâbdır ve bütün iyilikler bir yerde toplanmışdır. Bu yerin kilidi nemâz, anahtarı abdest almakdır) ve (Allahü teâlâyı seven ve Kıyâmete inanan kimse, içki içilen yerde oturmasın) ve (Şerâbı yapmak, üzümünü sıkmak, taşımak, dağıtmak, satmak ve içmek, günâhda berâberdir ve bunların nemâzlarına, oruclarına, haclarına, zekâtlarına ve sadakalarına sevâb verilmez. Meğer ki tevbe ederler) ve (Hurma şerâbı da harâmdır) ve (Üzüm şirası taze olup değişmemiş ise halâldir) buyurdu. (Buhârî-yi şerîf) ve (Müslim)de Ebû Mûsâ “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, (Baldan ve arpadan yapılan içkiler ve serhoş eden her içki harâmdır.) İmâm-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ”, (Çok içilince serhoş eden içkinin azı da harâmdır) buyurdu. Fetvâ da bunun üzerinedir. Başka ilâç varken, bunları ilâc olarak içmek de harâmdır. Hâricden kullanmak câiz ise de, necsdirler, uçmakla temizlenemez, yıkamak lâzımdır. [(El-fıkhü alel mezâhibil-erbe’a) kitâbında diyor ki, (Serhoş eden sıvıların hepsi, dört mezhebde de şerâb gibi galîz, fenâ necâsetdir. Hanefîde avuç içi yüzeyinden fazlası ile, diğer üç mezhebde görülebilen az mikdârı ile kılınan nemâz sahîh olmaz. Şâfi’îde ve hanefînin bir rivâyetinde, ilâc ve kolonya yapmakda kullanılan mikdârı, çok olsa da afv edilmiş olup, nemâzın sıhhatine mâni’ olmaz.)] Esrar, afyon, eroin gibi uyuşdurucu şeyleri keyf için yimek, içmek harâm olup, tedâvî için câizdir. Enîs-ül-vâizînin kelâmı temâm oldu.

EDEB-İ SALAVÂT

Şifâ’da (Şifâ kitabında) mezkûrdur ki hazret-i resûlün (sallallahu teala aleyhi ve sellem) ismini zikr eden ya (da) işiden mü’mine vâcibdir ki; o halde (iken) hayatlarındaki (Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın sağlığındaki) meclis-i şerîflerine hâzır olmuş gibi (huzurlarında imiş gibi) hareketten sükût (hareketsiz) hudû’ ve huşû’ üzere (tevazu üzere)  ola. Cemi’i selefin (eshâb-ı kiramı görüp onlara tabi olan müslimanlar)  âdetleri bu idi. Hattâ İmâm-ı Mâlik (rahmetullahi teala aleyh) yanında (Efendimiz aleyhissalatü vesselamın ismi) zikr olundukca benzi sararub beli bükülürdü. Sebebi soruldukda

“Benim gördüklerimi görmüş olaydınız böyle dimezdiniz”dimiş.

(Mir’ât-ı kâinat)

Yemek nasıl olmalı?

 Behaeddin-i Buhari hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir gün bazı sevdiklerine;


- Kardeşlerim, gadap ve öfke ile pişirilen yemekte, zulmet olur, buyurdu. Böyle yemeklerde hayır olmadığı gibi yiyenlere şifa değil, dert ve hastalık olur bilakis.


Ve ekledi:

- Böyle pişen yemeği yiyenlerde fena ve kötü fiiller zuhur eder.


Sordular:

- Hangi yemeklerde hayır vardır efendim?

- Bir yemek, gaflete dalmadan, Allahü teâlâyı düşünerek, neşe ve sevinç içinde yapılırsa, hayırlı ve bereketli olur. O yemek, yiyenlere şifa ve deva olur.


İbadetten zevk almak


Şöyle devam etti:

- Allah’ın beğenmediği kötü ameller, şüpheli yemeklerden hasıl olur.

İbadetlerden zevk almak, bilhassa namazları huşu içinde kılmak da helal lokma yemeğe bağlıdır. Ayrıca yemeğin helalinden olması kâfi değil.


- Başka ne lazım efendim?

- O yemeğin âgâh halde hazırlanması gerekir. Yani Hak teâlâyı hatırlayarak, gadaplı ve öfkeli olmayarak, seve seve, zevkle pişirilmelidir ki, böyle yemekler, yiyene maddi ve manevi fayda sağlar.


Ve ilave etti:

- Ayrıca, yemek yemenin de usulü var. Allahü teâlânın huzurundaymış gibi edeble oturup, adabıyla yemelidir. Kim yemekte bunlara dikkat ederse, kıldığı namazlardan da tad ve lezzet alır. Her kim de şüpheli yer ve yemek adabına riayet etmezse, kıldığı namazlardan tad alamaz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Ehl-i sünnet* âlimlerinin en büyüğü, hattâ *Reîs* leri, *İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe* hazretleridir. İlk kitâbı hâzırlıyan O. İlk kitâbı O meydana getirdi. Ama kendisi yazmadı. 


O söyledi, *Talebe* leri, *Kâtip* leri yazdılar. Biz, o ilk kitâbı, yâni *El kavl* kitâbını basdırdık. Çok *Kalın* bir kitap. Çok istiyorlar onu dünyâdan. 


*Hanefî* olmıyanlar bile hep *Kavl* kitâbını istiyorlar. Çünkü islâmiyeti anlatıyor. Sâdece *Hanefî* mezhebini anlatmıyor ki. 


Onun için, hangi *Mezheb* den olursa olsun, hep *Kavl* kitâbını çok arıyorlar. Elhamdülillah efendim, biz onu da basdırdık. 


Eğer ben *Efendi hazretleri* ni görmeseydim, *Efendi* hazretlerinden işitmeseydim, Ondan dînimi öğrenmeseydim, bu *Kitaplar* meydana gelmezdi. 


Bu kitaplar, hep Efendi hazretlerinin mübârek *Sözleri* nden meydana gelmişdir. 

● ● ● 

En büyük *Günâh*, dîni parayla *Satmak* dır. Yâni *Din* kitâbından *Para* kazanmakdır. Bu kadar *Kitap* basılıyor, satılıyor. Bu *Kitap* hizmetlerinden benim cebime *On* para girmemişdir. 


Hattâ ben, kendi kitaplarımı bile *Para* ile satın alırım. Dînimize âit bir meseleyi *Öğreten* veyâ öğretilmesine *Sebep* olan, yüz *Ömre* sevâbı alır. 


Bir *İslâm Ahlâkı* nın, bir *Namaz Kitâbı* nın içinde, dîne âit yüzlerce *Mesele* var. Bir talebe, *Dînini* öğrenmek için, hattâ dîninden bir *Mesele* öğrenmek için evinden çıksa.


Dînini öğreneceği *Zâtın* evine gidinceye kadar, bu şerefli *Kul* benim üstüme *Bassın* diye, o yola *Melekler* kanatlarını döşerler kardeşim. 


Bu *Sevap*, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilmekdedir. Ya *Öğretmek* için giderse? Yâni birine bir *Kitap* verirse? Veyâ kitap verilmesine *Sebep* olursa?


Yâni bir kimse, onun *Elinden* dînini öğrenirse, ona verilen *Sevâbı* bir düşünün. Elbette ki öbüründen daha *Çok* sevap alacakdır.


Birine bir *Kitap* vermek veyâ kitap verilmesine *Sebep* olmak o kadar *Sevap* dır ki, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar, bunun için; *Yâ Rabbî, bu kulunu affet!* diye istiğfâr ederler. 


Bizim dînimizin *İki* esâsı vardır. Biri *Öğrenmek*, diğeri *Öğretmek*. Dînimizin en büyük düşmanı *Cehâlet* dir. Onun için nerede *İlim* varsa, *Din* oradadır. 


Nerede *Din* varsa, *İlim* oradadır. İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *İbâdet* dir, çok büyük *Sevap* dır kardeşim.

AŞÛRE GÜNÜNÜN KIYMETİ

 Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür. 


Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir.

 Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesi ve günüdür.

 Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul buyurdu. 


Âdem aleyhisselâmın tövbesinin kabul olması, 

Nuh aleyhisselamın gemisinin tufandan kurtulması,

 Yunus aleyhisselamın balığın karnından çıkması,

 İbrahim aleyhisselamın Nemrud'un ateşinde yanmaması,

 İdris aleyhisselamın diri olarak göğe çıkarılması, 

Yakup aleyhisselamın, oğlu Yusuf aleyhisselama kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, 

Yusuf aleyhisselamın kuyudan çıkması, 

Eyyub aleyhisselamın hastalıktan kurtulması,

 Musa aleyhisselamın Kızıldeniz'den geçip, Firavun'un boğulması ve 

İsa aleyhisselamın viladeti, doğumu ve Yahudilerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu.


Mübarek gecelerde ibadet etmek çok sevaptır. 

Rıyâd-un-nâsıhîn kitâbında buyuruluyor ki: 

“İmâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında buyuruyor ki: 

Gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir sâat kadar ihya etmek, 

Yani okumak, 

Namaz kılmak, 

Dua etmek, 

Bütün geceyi ihya etmek olur. 

Yaz ve kış geceleri için hep böyledir’ buyuruyor.” 

 İbni Abidînde de böyle olduğu bildirilmektedir.

 

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 

(Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffarettir.)

Aşûre günü oruç tutmak isteyenler, 

Muharremin 9. 10. veya 10. 11. yahut 9. 10. 11. günleri tutmalıdır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Allah*, bir kuluna *İyilik* murâd ederse, onun önüne, sevap kazanacak bir *İş* koyar. Yâni önüne bir iyilik yapma fırsatı çıkartır. Meselâ; *Şunu yap da, sana bir sevâp vereyim!* buyurur. 


Ne *Güzel* şey. Cenâb-ı Hak, sevdiklerine böyle *Fırsat* lar çıkarır. Yapsın da *Sevap* kazansın diye. İşte bu fırsatları kaçırmamak lâzım efendim. 


Çünkü o *Fırsatı* Allahü tâlâ koydu önümüze. Bir *İmtihân* dır bu. Tabii orda vereceğimiz karar, *Îmânımız* ın gücünü veyâ zayıflılığını gösterir. 


Bir kimse, karşısındakinin kalbinden neler geçiyor, neler düşünüyor, onları *Anlasa*, her etdiği duâ *Kabûl* olsa, bu, Allahü teâlânın o kimseyi sevdiğine *Alâmet* değildir. 


Allahü teâlânın sevgisi, şerîata *Uymak* dadır. Farzları, sünnetleri *Yapıyor* mu? Harâmlardan *Sakınıyor* mu? İşte Allahü teâlânın sevgisine *Alâmet* budur. 


Bunu, büyük *Velî* Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri, *Avârif* kitâbında uzun anlatıyor. 


Meselâ; Şu adam *Çok* mübârek, duâları *Kabûl* oluyor, herkesin ne düşündüğünü *Anlıyor*, kaybolan şeylerin nerde olduğunu *Biliyor*. Çok büyük evliyâ, diyorlar. 


Hayır, bu *Yanlış* Evliyâlık bu değil. Çünkü bu gibi hâller *Evliyâ* da olduğu gibi, *Kâfirler* de de olabilir. 


Evliyâda olursa *Kerâmet* denir. Kâfirlerde, fâsıklarda olursa, *İstidrac* denir. Bu ikisi, riyâzet çekenlerde de olur, riyâzet çekmiyenlerde de olur. 

● ● ● 

● ● ● 

Pâkistân'dan bir *Mektup* geldi. Yazmış ki: Âcizâne nakşibendî ve müceddidîyim. Çok talebelerim var. Geliyorlar, onlara *Mektûbât* dan okuyoruz, anlatıyoruz ve *Mektûbâtın* gösterdiği yolda çalışıyoruz, diyor. 


Bir gün talebelerim toplanmışlar, oturuyoruz. Ben onlara, *Mektûbât* dan anlatırken, postacı geldi. Bana bir paket getirdi. Bir de açdım ki, *Hakîkat Kitâbevi* nden geliyor. 


İçinde *Kitaplar* var, hem de İngilizce. Açdım bir kitâbınızı, bakdım İngilizce *Seâdet-i Ebediyye* Endless Bliss kitâbını alıp bir sayfasını açdım, seyyid *Abdülhakîm Arvâsî* nin mektûbu çıkdı.


İngilizce bir mektup. O anda, Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin *Rûhâniyeti* salonu kapladı. Mübârek *Rûh’u* burada hâzır oldu. *Vallahi* senin şeyhinin rûhâniyeti salonu doldurdu! diyor.

Tarihi Hoşap Kalesi




Hemen yanıbaşında Seyyid Abdurrahman Arvasi kutub hazretlerinin kabr-i şerifinin bulunduğu tarihi Hoşap kalesinden kareler...

Yemek duası

 Bu yemek duâsını okuyanın, tepesinden tırnağına kadar bütün günâhları affolur efendim

 Bizim yemek duâsı var, hani yemeklerden sonra okuyoruz ya “Elhamdü lillâhillezi eşba’nâ ve ervânâ min gayri havlin minnâ velâ kuvveh. Allahümme et'imhüm kemâ et'amûnâ.” Bu duâyı okuyanın, tepesinden tırnağına kadar bütün günâhları affolur efendim. Çünki burada bir îtirâf var. Bu îtirâfda; “Min gayri havlin minnâ velâ kuvveh” buyuruluyor.

Nedir bunun mânâsı? Yâni diyoruz ki: “Yâ Rabbî, şu rızkın önüme gelmesinde, benim hiçbir emeğim yok. Her şey önüme hazır geldi. Tarlayı eken, yetişdiren, çapalıyan, un yapan, ekmek yapan, böyle kaç kişi var. İnşallah ben de verdiğin bu rızkı, senin rızâna uygun olarak harcarım yâ Rabbî”.

Riyâdünnâsihîn kitâbında mübârek zât buyuruyor ki: İnsanın yediği bir lokma ekmekde, 360 kişinin hakkı var. Biz, bu kadar hazıra konuyoruz. “Allahümme et'imhüm kemâ et'amûnâ”, yâni “Yâ Rabbî, bu ni’metlerin önüme gelmesi için emeği geçenlerin hepsine, sen Cennetini nasîb et” diyoruz. Onun için bu duâ çok kıymetli kardeşim.

(Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Biz, elhamdülillah Ehl-i sünnet *Gemisi* ne bindik kardeşim. *Kaptan* belli, ikinci *Kaptan* da belli. Mühim olan, bu gemiden düşmemeye gayret edelim. 


Bizi gemiden atmazlar, ama biz kendimizi atmıyalım. Çünkü deniz dalgalı, etrâfta *Fırtına* var, *Kasırga* var, köpek *Balıkları* var.


Yapacağımız bir *Hatâ*, bir yanlış *İcrâat* sebebiyle, Allah korusun gemiden düşersek *Felâket* olur. Bu gemiden düşmemenin, tek bir *Yolu* var.


O da birbirimizi çok *Sevmek* dir. Birbirimizi seveceğiz ve kalp kırmıyacağız, yoksa, *Gadab-ı İlâhî* ye uğrar insan. Çok tehlikeli. 

● ● ● 

Bu *Çayı*, Efendi hazreterinin huzûrunda içdiğim *Çayı* düşünerek içiyorum. Sanki o çaymış gibi tatlı oluyor. Onun o *Lezzeti*, o *Feyzi*, size de akseder inşallah. 


Efendi hazretleri bir gün buyurdular ki: *Makbûl olanların, sevilenlerin kabâhati, afv ile karşılanır*. Öyle buyurdular. 


İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin halîfelerinden bâzısı, kendi mürîdlerinden şikâyet ediyor. *Falanca beni üzüyor!* diyor. İmâm-ı Rabbânî de cevâbında; 


Mâdem öyle, def et onu, kov gitsin! demiyor. Ne diyor peki? *Makbûl olan, sevilen talebenin kabâhatleri afvolur!* diyor. 


Cevap bu. *Affedeceksin, ne kızıyorsun!* diyor. Demek ki, biz de affedeceğiz kardeşim, karşılık vermiyeceğiz. 

● ● ● 

Bütün dünyâya gidiyor bizim *Kitap* lar. Afrika’da çok medrese var. *Ehl-i sünnet* hepsi de. Ama ne *Kur’ân-ı kerîm* kalmış, ne *Amme cüzü* kalmış, ne de *Fıkh kitâbı*. 


Hiç *Kitap* yok. Niçin? İngilizler *Yok* etmişler. Afrika’da, medreselerde talebeye okutacaklar, ama *Kitap* yok. Elhamdülillah, bize yalvarıyorlar, bizden kitap istiyorlar. Çok seviniyorum, kardeşim. 


Çünkü bütün dünyâ, bizim *Kitapları* beğeniyor, seviyor, *Tasdîk* ediyor. Ehl-i sünnet medreseleri diyorlar ki: *Allah râzı olsun, sizin kitaplar bize kuvvetli bir silâh oldu!* 


Böyle diyorlar. Ben de seviniyorum. Niçin seviniyorum? Çünkü *Mezhebsiz* ler, Pâkistân’da, Hindistân’da, Mısır’da, Afrika’da, *Âyet-i kerîme* lere, uydurup uydurup mânâ veriyorlar.

Ahmet Mekki Üçışık Efendinin Bağlum-u Şerifte bulunan kabirleri

Efendi hazretlerinin büyük mahdumu Ahmet Mekki Üçışık efendinin Bağlum-u Şerifte bulunan kabirleri. Allahu teâlâ şefaatlerine nail eylesin.

EVDEN ÇIKARKEN

Evden çıkarken, vasıtaya binerken ve korkulu yerlerde, (Bismillahillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil-erdı ve lâ fissemâ’ ve hüvessemî’ul alîm) duasını okumalı ki, Allahü teâlâ her türlü felaketten muhafaza etsin. Bu duada, karada, denizde, havada, yani nerede olursa olsun, bir mümin, başladığı herhangi bir işte Besmele çekerse, ona bir zarar gelmeyeceği bildiriliyor. Bu, o kadar mübarek bir duadır ki, okuyana hiçbir şey zarar vermez. Çünkü dinimize uygun olarak yola çıkmış oluyoruz. Bunu okuduğumuz hâlde başımıza bir şey gelirse, bizim için mutlaka hayırlıdır.