Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Efendi* hazretleri Bâyezid câmiindeki vaazlarında hiç bilmediğim şeyleri söylerdi, anlatırdı. Ben de cep defterimi çıkarıp, onları *Not* ederdim, sonra okurum diye. 


Ama Mübârek; *Not etmeyin, yazmayın, dinleyin!* derdi. 


Hakîkaten o not etdiklerimi okumak nasîb olmuyor. Vakit bulamıyorum. Fakat Ondan dinlediklerimi hiç unutmuyorum, hep hâtırımda. Not etdiklerimse defterde kaldı. Hiç okuyamıyorum.


Efendi hazretleri, *Not etmeyin!* deyince, üzülürdüm. Câhillik işte, kendi kendime; *Niçin not etmemize mâni oluyor?* derdim. Niçin? Meğer sebebi buymuş. Okumak nasîb olmazmış. 


O, ne yapardı? Kalbinden söyler, kalbimize yerleşdirirdi. Çünkü *Kalp* den çıkan, *Kalbe* girer ve yerleşirmiş. Ağızdan çıkan sözler, kalbe girmez ki yerleşsin. 


Kalpden, *Allah rızâsı* için çıkan sözler, dinliyenin kalbine yerleşir. *Mübâreğin* sözleri, *Evliyâ-i kirâm* ın sözleri kalplere yerleşir kardeşim. 

********

Bu bizim büyüklerimiz, Peygamberlerin *Vârisleri* dir, *Vekîlleri* dir. Ne mutlu onları tanıyanlara. *Sevmek* şöyle dursun, *Tanımak* bile ne büyük ni’met. 


Hele tanıdıkdan sonra bir de *Sevdi* mi, seâdete kavuşdu demekdir. *Feyz* yolu açılır o zaman. Feyz gelmeğe başlar kalpden kalbe. 


Bu zamanda kurtulmanın bir tek *Çâre* si var efendim, iki değil. Nedir o? Kurtulanlarla *Berâber* olmak. 


Peki, kurtulanlar kimlerdir? *Ehl-i sünnet* âlimleridir, *Allah* dostlarıdır. *Evliyâ* zâtlardır. Meselâ *Efendi* hazretleridir. 


İyi ama, biz Efendi hazretlerini görmedik ki. Görmedik ama, *Tam İlmihâl* kitâbı, onun sözleriyle dolu. Her zaman söylüyorum, benim ömrüm *Aramak* la geçdi. 


Neyi aramakla? *Efendi* den öğrendiğim bilgilerin kaynağını, senedini, vesîkasını bulmak için, *Bin* den fazla kitap karışdırdım.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ hepimize *Hüsn-ü hâtime* nasîb eylesin kardeşim. Birbirimize duâ edeceğiz. Ben, her namazda, bütün kardeşlerime *Duâ* ediyorum. 


Bir elin sesi çıkmaz ki, hepimiz böyle bir araya gelince bu hizmetler oluyor. Cenâb-ı Hak, bize bu hizmetleri nasîb ediyor, ama bir *Vâsıta* ile, bir *Sebep* le. 


*Müsebbib-il esbâb* dır Cenâb-ı Hak. Evvelâ sebepleri halk eder, sonra ni’metleri. İşte arkadaşlarımız bu hizmetlerimize *Sebep* oluyorlar, ne büyük *Ni’met* kardeşim. 

********

Enver âbi üniversitede talebeyken, *Kızlar* böyle *Erkek* talebelerin peşinde dolaşırlarmış. Bir tânesi gelmiş bir gün Enver âbi’ye. Enver âbi, *Ben gidiyordum* diyor.


Koluma biri girdi, bir de bakdım, bir *Kız talebe*. Ben de kolumu çekdim. Kız; *Bunda iş yok* demiş. Şeytân da öyle dermiş. Bunda iş yok. 

********

Bizim evde, yatak odasının kapısının üstünde bir levha var, orada şöyle yazılı: *Rütbet-ül ilmi a’ler-rüteb*. Ne demek bu? *Rütbet-ül-ilmi*; ilmin rütbesi, derecesi, 


*A’ler-rüteb*; rüteb, rütbeler demek. Rütbelerin en  a’lâsıdır, en yükseğidir. Demek ki, rütbelerin en a’lâsı, en yükseği *İlim rütbesi* dir. 


İbrâhim aleyhisselâm vefât edeceği zaman Azrâil aleyhisselâm geliyor. *Yâ İbrâhim! İzin verirsen, rûhunu kabz edeceğim, alacağım!* diyor. 


Çünkü Allahü teâlâ, Azrâil aleyhiselâma emir vermiş: *Peygamberlerimin izni olmadan ruhlarını alma. Onlardan izin iste, izin verirlerse ruhlarını al*, diye emretmiş. 


Bütün Peygamberler de böyle. Bu emirden dolayı, İbrâhim aleyhisselâm vefât edeceği zaman Azrâil aleyhisselâm geliyor, izin istiyor. 


*Yâ İbrâhim! Eğer izin verirsen, Allahü teâlânın emriyle senin rûhunu kabzedeceğim!* diyor. 


İbrâhim aleyhisselâm *Halîlullah* dır. Halîl, *Dost* demek. *Allahın dostu*. İbrâhim aleyhisselâm, ölüm meleğine, *Dost, dostunun rûhunu alır mı?* diyor. 


Yâni rûhunu vermek istemiyor. Azrâil aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın rûhunu almak için kendisinden izin alamayınca; *Yâ rabbî! Senin dostun İbrâhim’in ne söylediğini sen de işitdin*, diyor. 


Allahü teâlâ da; *Evet işitdim, sen de Halîlime de ki: Dost dosta kavuşmak istemez mi?* 


Azrâil aleyhisselâm böyle deyince, İbrâhim aleyhisselâm kendisine; *Yâ Azrâil! çabuk gel, rûhumu al da, bir an evvel beni Rabbime kavuşdur!* buyuruyor.

HASEN-İ BERKÎ

Büyük evliyâdan. Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimlerde âlim oldu. Tasavvuf yolunda yetişip evliyâlık derecelerinde yükselmek için, Şeyh Ahmed-i Berkî’nin talebesi oldu. Onun hizmetinde, yüksek makamlara, ilâhî ma’rifetlere kavuştu. Hocasının işâreti ile Serhend’e giderek, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hizmetine girdi. Onun talebesi olmakla şereflendi. Sohbetleriyle yüksek hâllere ve makamlara erişti. Sonra vatanına dönerek eski hocası Ahmed-i Berkî’in sohbetine devam etti. Onbirinci asrın sonlarında vefât etti.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Ahmed-i Berkî’ye yazdığı mektûpta; “Şeyh Hasen, sizin devlet erkânınızdandır. İşlerinizde sizin yardımcınızdır. Eğer siz bir sefere çıkacak olursanız, vekîliniz odur. Ona iltifât ve teveccühü eksik etmeyiniz. Çok gayret ediniz ki, zarurî din ilimlerini bitirsin. Hindistan’a gelişi, onun için de sizin için de büyük ni’met oldu. Allahü teâlâ bize ve size istikâmet versin” buyurdular.


Bundan kısa bir zaman sonra, Ahmed Berkî âhırete intikâl etti. Hazret-i İmâm’a haber gelince, Ahmed-i Berkî’nin eshâbına şu mektûbu yazdılar “Ahmed-i Berkî’nin gösterdiği yolda yürüyünüz. Zikir ve murâkabe ile meşgûl olun ki, bir isteksizlik ve gevşeklik hâsıl olmasın. Talebeleri toplanıp, birbirlerinde fânî olsunlar ki, sohbetin eseri zâhir olsun. Bu fakîr bundan önce; “Eğer Mevlânâ bir sefere çıkarsa, kendi yerine Şeyh Hasen’i bırakması uygun olur” diye yazmıştım. Herhalde bu seferi kast etmişiz. Şimdi de tekrar tekrar düşünüyorum. Bu işi yapacak ancak Şeyh Hasen’i buluyorum. Ba’zı arkadaşlara bu sözümüz ağır gelmesin. Bizim ve onların istemesiyle olmuyor. Ona uymanız lâzımdır. Şeyh Hasen’in yolu, Mevlânâ’nın yoluna çok yakındır. Mevlânâ’nın son defa bizden aldığı nisbette Şeyh Hasen’in de ortaklığı vardır. Diğer arkadaşların, her ne kadar keşf ve müşâhede sahibi olsalar da, bu nisbetten nasîbleri azdır.”


Hepsi emre uyarak, Mevlânâ Hasen-i Berkî’nin sohbetine dâhil oldular. Hasen-i Berkî, bu makamda, ilim ve feyz vermekle meşgûl oldu. İmâm-ı Rabbânî’nin ve kendi üstadının âdetlerine ve usûllerine bağlı kaldı. Murâkabe, mücâhede ve bid’atlerin kaldırılması ile uğraşıp, daha yüksek derecelere ve ulvî makamlara kavuştu.


Hasen-i Berkî anlattı: “Bu fakire iki açık hâdise gösterildi. Biri şudur: Hazret-i İmâm bizi talebeliğe kabûl edip buyurdu ki: “Hem yardım ediyoruz, hem de hakîki imâna kavuşmanıza vesile olmaya çalışıyoruz.” ikinci hâdise de şudur Hazret-i İmâm bana; “Bizden ne istersin?” diye sordular. Bu fakîr de; “Her şeyi veriniz” dedim. Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî hazretleri; “Öyleyse gel” deyip elimi tuttular. O anda bambaşka bir hâle girdim.”


Hasen-i Berkî, vefâtına yakın dedi ki: “Bana müjde verildi ki, senin taleben olan, mağfiret olunmuştur. Daha çok istedim, ilham oldu ki, sana muhabbeti olan mağfiret olunmuştur. Daha çoğunu istedim. Emr olundu ki, tevâtürle her kim sana kıyâmete kadar muhabbet ederse mağfiret olunmuştur. Ehbâbına olan vasıyyet ve nasihatlerinde buyurdu ki: “Bütün yeryüzünü araştırdım. Dünyâda hazret-i İmâm’ın iki büyük oğulları, ya’nî Hâce Muhammed Sa’îd ve Hâce Muhammed Ma’sûm gibisini bulamadım. Sizden kim Hakkı taleb ederse, onların huzûruna koşsun, onlara hizmeti, saadet ve kurtuluşu bilsin!”


İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Hasen-i Berkî’ye yazdığı mektûplardan biri şöyledir:


“(Bu mektûbumu yazmağa, Besmele ile başlıyorum). Allahü teâlâya hamd, seçtiği iyi insanlara selâm ve duâ ederim. Kardeşim. Şeyh Hasen’in mektûbunu okuyunca, çok sevindim. Kıymetli bilgiler ve ma’rifetler yazılı idi. Bunları anlayınca, pek hoşuma gitti. Allahü teâlâya şükürler olsun ki, yazdığınız bilgilerin, keşiflerin hepsi doğrudur. Hepsi, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygundur. Ehl-i sünnet âlimlerinin doğru i’tikâdları böyledir. Cenâb-ı Hak, doğru yolda bulundursun. Yüksek derecelere eriştirsin! Yayılmış olan bid’atlerin ortadan kalkmasına çalıştığınızı yazıyorsunuz. Bid’at karanlıklarının ortalığı kapladığı böyle bir zamanda, bid’atlerden bir bid’atin ortadan kalkmasına sebep olmak, unutulmuş sünnetlerden bir sünneti meydana çıkarmak, pek büyük bir ni’mettir. Sahih olan hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) buyuruyor ki: “Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır!” Bu işin büyüklüğünü, bu hadîs-i şerîften anlamalıdır. Fakat, bu işi yaparken, gözetilecek mühim bir incelik vardır. Ya’nî bir Sünneti meydana çıkarayım derken, fitne uyanmasına sebep olmamalı, bir iyilik, çeşitli kötülüklere, zararlara yol açmamalıdır. Çünkü, âhır zamandayız. Müslümanlığın za’îf, garîb olduğu bir asırdayız.


Merhum Mevlânâ Ahmed’in çocuklarının okumalarına, terbiyeli, bilgili yetişmelerine çok gayret ediniz. Zâhirî ve batınî edebleri öğretiniz. Görüştüğünüz herkesin, hattâ orada bulunan bütün din kardeşlerimizin İslâmiyete uymalarına, sünnete yapışmalarına ön ayak olunuz! Bid’at işlemenin, dinsizliğin zararlarını herkese anlatanız! Cenâb-ı Hak hepimize iyi işler yapmak nasîb eylesin! Dîn-i İslâmın yayılmasına, gençlere öğretilmesine çalışanlara, başarılar versin! Dîn-i İslâmı yıkmak için, temiz gençliğin imânını, ahlâkını çalmak için uğraşan, yalan ve iftiralarla gençleri aldatmağa çalışan din ve fazilet düşmanlarına aldanarak kötü yola sapmaktan, yavrularımızı korusun! Âmîn.” (3. cild, 105. mektûp)


¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾


1) Hadarât-ül-Kuds sh. 362


2) Tezkire-i İmâm-ı Rabbânî sh. 341


3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1012


4) Zübdet-ül-makâmât sh. 379

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Nakşibendî büyükleri *Taş*’a teveccüh etseler, taş feyz alır kardeşim. İstîdâda bakmadan herkese *Feyz* verirler. Yalnız *Talep* şartdır. İstemek lâzım. Talep olmayınca feyz olmaz. 


*Mevlâna Hâlid* hazretleri Bağdat’dan Delhi’ye gelirken, yolda rüyâda, *Abdullah-ı Dehlevî* hazretlerini görüyor. Uyanınca bakıyor ki, kalbi *Zikr* ediyor. 


Delhi ye gelince, aynen rüyâda gördüğü gibi, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini görüyor. Ve yedi ayda *Mürşid-i kâmil* oluyor. 


Bir gün sohbet esnâsında, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini sevenlerden bir *Kadın* ın vefât ettiği haberi geliyor. 


Abdullah-ı Dehlevî hazretleri bunu işitince, o hanımın kabrine teveccüh edip, sonra yanındakilere; *Kuvvetli ihtimâldir ki, bu yola bağlı olanlara kabir azâbı olmaz*, buyuruyor. 


Abdülhakîm Efendi hazretleri de; *Bu büyüklerin Kuvvetli ihtimâl demeleri, Muhakkak demekdir*, buyururdu. 


Bir kadıncağız da, *Abdullah-ı Dehlevî* hazretlerine bağlanmak istermiş. Kocasıyla devâmlı haber gönderirmiş, kocası da söylemeyi unuturmuş. Derken kadın ölmüş. 


O ölünce, kocasının aklına gelmiş ve gidip hanımının bu arzûsunu Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine söylemiş. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri de kabûl buyurmuşlar. 


O gece kadın, kocasının rüyâsına girip; *Çok şükür, murâdıma kavuşdum, beni kabûl etdiler*, demiş. Nakşibendî büyükleri böyledir kardeşim. 


Ölüye diriye, kadına erkeğe, yaşlıya çocuğa, hepsine *Feyz* verirler. Hattâ yanlarında bulunmak da şart değildir. Uzakdan *Sevmek* yetişir. 


Hâlbuki *Çeştiyye* tarîkatına girmek için, mürşid-i kâmilin Elini tutarak intisâb etmek şartdır. Nakşibendîde ise, uzakdan bağlanıp *Sevmek* le de, intisâb etmiş olunur.

Kurban Kesmenin Fazileti İle İlgili Birkaç Hadis-i Şerif

(Cimrilerin en kötüsü [vacib olduğu hâlde] kurban kesmeyendir.)[S. Ebediyye]

(Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, namaz kıldığımız yere gelmesin!) [Hâkim]

(Kurbanın postunun her kılına ve her parçasına bir sevab vardır.)[Hakim]

(Kurbanlarınız semiz olsun. Onlar Sıratta bineklerinizdir.) [Zâd-ül mukvin]

(Kurbanın derisindeki her tüy sayısınca size sevab vardır. Kanının her damlası kadar mükâfat vardır. O sizin mizanınıza konacaktır. Müjdeler olsun!) [İbni Mace]

(Kurbanlarınızı gönül hoşluğuyla kesin! Çünkü hiçbir Müslüman yoktur ki, kurbanını kıbleye döndürüp kessin de, bunun kanı, boynuzu, yünü, her şeyi kıyamette kendi mizanına konan sevabı olmasın!) [Deylemi]

(Sevab umarak kurban kesen, Cehennemden korunur.)[Taberani]

(Kurban bayramında yapılan amellerden Allahü teâlâ katında kurban kesmekten daha kıymetlisi yoktur. Daha kanı yere düşmeden Allahü teâlâ, onu muhafaza eder. Onunla nefsinizi tezkiye edin, onu seve seve kesin!) [Tirmizi]

(Kurbanların en hayırlısı boynuzlu koçtur.) [İbni Mace]

(Ya Fatıma, kurbanının yanına git! Kesilirken orada bulun! Kurbanının yere akacak ilk kan damlasıyla, geçmiş günahların affedilir.) [İ. Hibban]

(Kesilen kurban, Kıyamette, etiyle, kanıyla 70 kat büyüyerek mizana konur.) [İsfehani]

Abdest imanlı olmanın alametidir

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez. Çünkü abdest, îmânlı olmanın alâmetidir. Namazın anahtârı, bedenin günâhlardan temizleyicisidir."

Abdest almak, namazın farzlarındandır. Kur’ân-ı kerîmi tutmak, Kâbe'yi tavâf etmek, tilâvet secdesi yapmak, cenaze namazı kılmak için de abdest almak lâzımdır. 


Peygamber efendimize, Eshâb-ı kirâmdan biri;


-Yâ Resûlallah, abdestin hâssasından bana bir şey îzâh eder misiniz diye arz edince, Resûlullah efendimiz;


-Her ne zaman ümmetimden biri abdest alırken Bismillah deyip elini yıkarsa, eliyle yaptığı küçük günâhların hepsi affolur. Ağzına, yüzüne ve diğer âzâlarına su verdikçe, bütün küçük günâhları dökülür, buyurmuşlardır.


Diğer âzâlar yıkandıkça da, küçük günâhlar affolunur. Büyük günâhlar, insan ve hayvan hakları bu aftan müstesnâdır. Hak sâhibi, ister Müslümân, ister gayr-i müslim olsun, hak kendisine veya vârislerine ödenmedikçe, günâh affolunmaz.


Abdestin farzları, sünnetleri, edebleri ve bozan şeyleri vardır. Abdestsiz olduğunu bilerek zaruretsiz namaz kılanın îmânı gider. Namaz kılarken abdesti bozulan, hemen omuzuna selâm verip, namazından çıkar. Vakit çıkmadan abdest alıp, namazını baştan tekrar kılar. Abdesti temiz yerde almak lâzımdır. Resûlullah efendimiz;


(Abdest almak istediğiniz vakit, abdest bozduğunuz yerde abdest almayınız! Çünkü abdest suyunun her bir damlasına bir yıllık nâfile namaz sevâbı veriliyor) buyurmuşlardır.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

“Abdest alırken yıkanması lâzım olan yerleri üç defa ve her defasında, her taraflarını tamam yıkamaya çok dikkat etmelidir. Böylece, sünnete uygun abdest alınmış olur. Başa mesh ederken, başın her tarafını kaplayarak sığamalıdır. Kulakları ve enseyi iyi mesh etmelidir. 

Ayak parmaklarını hilâllerken, yani parmak aralarını temizlerken sol elin küçük parmağını, ayak parmaklarının alt tarafından, aralarına sokulması bildirilmiştir. Buna ehemmiyet vermeli, müstehab deyip geçmemelidir. Müstehapları hafîf görmemelidir. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği ve beğendikleridir. 

Eğer, bütün dünyayı vermekle, beğendiği bir işin yapılabileceği bilinmiş olsa ve dünyayı verip o iş yapılabilse, çok kâr edilmiş olur ve birkaç saksı parçası verip kıymetli bir elması ele geçirmek gibi olur. Yahut, birkaç çakıl parçasını verip, ölmüş bir sevgilinin ruhunu geriye getirerek, hayat kazandırmak gibidir.”


Netice olarak, her zaman abdestli bulunmak, yatağa abdestli girmek, abdestli yemek ve içmek çok sevaptır. Abdestli iken ölenlere şehît sevâbı verilir. Peygamber efendimizin  buyurduğu gibi:


(Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez. Çünkü abdest, îmânlı olmanın alâmetidir. Namazın anahtârı, bedenin günâhlardan temizleyicisidir.)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Hazret-i Ömer* radıyallahü anh, umreye giderken, Peygamber aleyhisselâm; *Ey kardeşim Ömer! Bana da duâ et!* buyurmuşlar. 


Hazret-i Ömer radıyallahü anh, bu *Kardeşim* sözünden o kadar sevinmiş, o kadar duygulanmış ki: *Ben ömrümde hiçbir şeye bu kadar sevinmedim*, demişdir.


Efendimiz böyle duâ isteyince, hazret-i Ömer radıyallahü anh, içinden; *Yâ Resûlallah! Sizin de duâya ihtiyâcınız var mı?* der gibi Efendimize bakmış. 


Resûlullah Efendimiz de aleyhisselâm; *Yâ Ömer! Sen duâ et, fâidesi edene mi, yoksa edilene mi olur, sonra anlarsın*, buyurmuşlar. 

********

Geceleri yatarken, bir *Âyet-el kürsî*, üç *İhlâs*, bir *Fâtiha*, üç *İstiğfâr*, on kere de, *Tevekkeltü alellah lâ havle velâ kuvvete illâ billah*, okuyorum.


Bunu, bana *Efendi hazretleri* söyledi, ben de o zamandan beri hep okuyorum. Dînimizde her meselenin kolaylığı ve çıkar yolu vardır ve bunların ayrı ayrı *Sevapları* da vardır.


Meselâ mest üzerine mesh etmenin ayrıca *Sevâbı* vardır. Herkes ömründe, hiç olmazsa bir kere *Mest* giymelidir. Kendinin yoksa bile, başkasından isteyip giymelidir. 


Vakfa verilen para, *Cihâd* için olup, *Farz* sevâbı kazandırır ve nâfile ibâdet sevâbından milyar kat daha iyidir. Meselâ bir fakire, *Bir Milyar* lira sadaka verilse, bizim vakfa da *Bir* lira verilse.


Bu bir lira, öbüründen *Bin* kat daha *Sevap* dır. Biz her ay bizim eczâneden bizim vakfa *Beş bin* lira veriyoruz. Ayrıca üç aylıkları alınca, onu da vakfa veriyoruz. Vakıfdan hiç para almıyoruz.

BU YOL

Bu yol, aynen yüce Eshâb-ı kirâmın yoludur. Eksiği ve fazlası yoktur. Bu da Kitab ve Sünnetteki azîmetleri almaktan ibarettir. Bunun için tarîkatın imâmı, mahlûkatın gavsı, hakkın, hakîkatin ve dînin mürşidi Şâh-ı Nakşibend hazretleri;

“Bizim yolumuzdan yüz çevirenin dîni tehlikeye girer.”

buyurmuştur.

(İmâm-ı Rabbânî)

“Kaddesallahu teâlâ sirreh “

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, Süleyman Kuku, 2004)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, kâfir bir *Cin*, bir putun içine girip, oradan Peygamber aleyhisselâma karşı *Çirkin* sözler söyledi. Eshâb-ı kirâm üzüldüler. 


Hemen bir *Melek* gelip, o Cinni öldürdü. Sonra Peygamber aleyhisselâmın huzûruna gelip; 


*Yâ Resûlallah! Ben yedinci kat gökde bir meleğim. Rabbimin emriyle gelip o kâfir Cinni öldürdüm. Şimdi ne emrin varsa, yerine getireyim*, dedi. 


Cinler her şekle girerler, ama bunları çoğu kişiler tanıyamaz. Bir zaman *İki kişi*, mezarlıkların yanından geçerken duvarın üstünde bir *Keçi* görmüşler. 


Biri, o keçiye bakıp; *Hem de erkekmiş*, demiş. Keçi onlara dönüp; *Erkeğim tabii ya!* demiş. Meğer o keçi, *Cin* miş. 


Yine bir gence, bir *Cin* kızı gelmiş. Hiç yanından ayrılmazmış. O nereye gitse, peşinden gidermiş. Bir gün o genç bakkala girmiş. O *Cin* kızı da gene gencin arkasından gelmiş.


Ve bakkalın bisküvilerini yemeğe başlamış. Gencin canı sıkılmış. O Cin kızına; *Sen müslümân değil misin, niye bunları yiyorsun?* diye sormuş. 


O Cin kızı da cevâbında; *Ben müslümânım, ama bunlar buraya Besmelesiz kondu. Besmelesiz konulan şeyler bize helâldir*, demiş. 

********

Ne mutlu size kardeşim. Melekler imreniyorlar, size *Gıbta* ediyorlar. Kanatlarını sizin ayaklarınızın altına geriyorlar. 


Peki niçin? Bu *Mücâhid* kul, bizim kanadımıza bassın da, biz de şereflenelim diye. Bunun için kanatlarını geriyorlar. 


Allahın dînine *Hizmet*, böyle kıymetlidir kardeşim. Ne mutlu bu hizmete iştirak edenlere. *Allahın Lütfu* dur bu. Herkese nasîb olmaz. 


Allah, dilediğine nasîb eder bu hizmetleri. Sizin *Elinizi* değil, *Ayağınızı* öpseler azdır. Elhamdülillah, sizi gördüm, kalbim ferahladı kardeşim.

İçinde küfür ve bid'at bulunan kalp ölmüştür

İçinde küfür ve bid'at bulunan kalp ölmüştür. Ölü kalp taş gibi katıdır. Hiçbir duyarlılığı kalmamıştır.

 (Hüseyin Hilmi Işık rahmetullah-i aleyh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Efendi* hazretlerini görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. Ehli sünnet âlimlerinin kitaplarının ismini bile işitmezdik. 


Hep *Efendi* hazretlerinin tavsiye ettiği kitaplardan tercüme edip de bizim kitaplara koyduk. *Seâdet-i ebediyye* nin ön sözünü okursanız görürsünüz. En son satırında ne var? 


*Bu kitaplar çok kıymetlidir, sevâbı çokdur. Bütün bu sevaplar, Abdülhakîm Efendi hazretlerine âitdir. Bizde birşey yok, bunlar hep Efendi hazretlerinin eseridir*, diye yazdım


Gece gündüz *Şükr* edelim ki, islâma hizmet etmek bize nasîb oluyor kardeşim. Allah yolunda, hâlis niyetle yapılan hizmetler *Zâyi* olmaz. Allahü teâlâ zâyi etmez.


Rabbimize nasıl *Şükr* edeceğimizi bilemiyorum. Çok râhatız. Ni’metler içinde yüzüyoruz. Nereden geliyor bu ni’metler? Seyyid *Abdülhakîm Arvâsî* hazretlerinden geliyor. 


*Şeref-ül mekân bil mekîn*. Yâni, bir yerin kıymeti, şerefi, orada bulunanlara tâbidir. Göklerdeki melekler *Gıpta* ediyor, imreniyor, beğeniyor, hoşlarına gidiyor, seviyorlar, seviniyorlar. 


Niçin? *Siz varsınız* diye. Yoksa taşın, toprağın ne kıymeti var. Oraya kıymet veren, *Sâhipleri* dir, orada bulunanlardır. Bu ni’meti bize ihsân eden Rabbimize sonsuz *Şükür* ler olsun. 


Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah. Bu büyük *Ni’met* karşısında, dünyâ zevkleri, dünyâ malları ne kalır ki; *Hiç!* 


Onun için bu dünyânın hayrına ve şerrine, vücûduna ve ademine, yâni varlığına ve yokluğuna hiç üzülmemelidir. *Olsa* da oluuur, *Olmasa* da, hiç kıymeti yok. 


Maksadımız *Hizmet* dir, sen ben dâvâsı değil. O müdürmüş, bu bilmem neymiş, bunların hiç kıymeti yok. Asıl iş, *Niyet* de. *İnnemel a’mâlü binniyyât*. Ne demek bu? 


Yâni, amellere verilecek karşılık, *Niyete* göredir. İki kişi aynı ameli işler, amel işliyenin karşılığı, niyete göre değişir. Bir safda iki kişi, yan yana namaz kılar imâmın arkasında. 


Birinin niyeti *Hâlis* dir, yâni *Allah* içindir. Ötekinin hâlis değildir, ihlâsdan haberi yok. Onun ibâdetiyle bunun ibâdeti arasında, *Dağlar* kadar fark vardır. 


Hâlbuki görünüşde ikisi de aynı. Biz de bütün dünyâya, bütün müslümânlara *Hizmet* ediyoruz, niyetimiz de hâlis. Niyet *Hâlis* olunca, Allahü teâlâ yardım ediyor kardeşim.