Çekdiğim cevr ü sitem senden midir benden midir

Çekdiğim cevr ü sitem senden midir benden midir 
Nâr-ı hicrandan mıdır yâ âlî ihsandan mıdır 

Bî-vefâ olmuş kamu işbu cihanın dilberi 
Tab'-ı tohmundan mıdır yâ hükm-i sultândan mıdır

Sûre-i Seb'ul-Mesânî dilberin vechindedir 
Nakşı insandan mıdır yâ sun'-ı Rahmân'dan mıdır 

Mâh cemâlin arz edip âşıkların canın alır 
Hüsnü me'vâdan mıdır yâ şâh-ı Ken'ân'dan mıdır

Bir güzel tahtını kurmuş mülk-i hüsne hükm eder 
Taht-ı zîverden midir yâ kuvvet-i kândan mıdır 

Ruhlerinin revnakı aklım perîşân eyledi 
Nûr-ı esvedden midir yâ küfr ü îmândan mıdır 

Pîr-i Sâmi'nin kelâmı bizlere verir hayât 
Sohbeti candan mıdır yâ gizli canandan mıdır

Kaşlarıyla kipriği zülfü beni mest eyledi
Verd-i ahmerden midir yâ dürr ü mercandan mıdır 

İlm ü hikmet sözlerinden dem urursun 
Salihâ Bilmezem senden midir yâ bahr-i irfandan mıdır

(Salih Baba)

Cevr = Ezâ, cefa, eziyet.

Nâr-ı hicran = Ayrılık ateşi.

Âlİ ihsan = Yüce ihsan.

Bî-vefâ = Vefasız.

Kamu = Herkes.

Dilber = Sevgili.

Tab-ı tohum = Parlak, halis tohum.

Sûre-i Seb'ul-Mesânî dilberin vechindedir = Fatiha sûresi güzelin yüzündedir.

Sun'-u Rahman = Allah'ın işi

Mâh = Ay.

Hüsnü me'va = Güzellik makamı.

Şah-ı Ken'an = Hz. Yusuf.

Mülk-i hüsn = Güzellik mülkü, ülkesi.

Taht-ı ziver = Süslü taht.

Kuvvet-i kân = Madenin kuvveti, halisiyeti.

Ruh = Yanak, yüz, çehre.

Revnak = Parlaklık.

Nur-ı esved = Siyah nûr.

Verd-iAhmer = Kızmızı gül.

Dürr ü mercan = İnci ve mercan.


Bahr-i irfan = İrfan denizi.

SÜLEYMAN KUKU EFENDİNİN BİR HATIRASI

Her gece yatmadan yedi Ayet-el kürsi okurdum. Bir gece yorgundum, üç defa okuyabildim. Hem az okudum, diye üzüldüm, hem de öyle üzüntülü uyudum. O gece ilk defa Efendi hazretlerini rüyada gördüm: Yanına gittim. Elini öpmek istedim. El öpmek yok, buyurdular. Efendim, ben Hüseyin Hilmi beyin talebesiyim, dedim. Öyleyse, öp buyurup elini uzattılar. Ben de öptüm ve o heyecanla uyandım ve tekrar uyudum. Baktım, kalkıp bir yere doğru gidiyorlar. Yürüyüp yetiştim. Beraber bir caminin şadırvanına geldik. Buyurdular ki: "Evladım, ben şimdi abdest hazırlığı yapacağım. Sen de kalk sabah namazını kıl. Pijamaların temizdir, pijamalarınla kıl." Uyandım, sevinçten gözümden yaşlar aktı. Kalktım, baktım ki, tan yeri yeni ağarıyor. Efendi hazretleri beni namaza uyandırdı, ne kadar sevinsem değer, dedim ve abdest alıp, pijamalarımla namaz kıldım.
KAYNAK: Gün batarken gördüğüm son ışık, sahife no:232

Eşini üzen aslında kendini üzer

Evlilikte mutlu olmanın bazı sırları vardır. Bunlara dikkat edersen rahat edersin.Hanımını, iyi havalarda, çayırlara, su kenarlarına, haram bulunmayan ve kalabalık olmayan yerlere götürmeli, gezdirmeli, hava aldırmalısın.Hanımına Kur’an-ı kerim okumasını, farzlardan, haramlardan, ona lazım olanları öğretmelisin. Zira Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bilmeyen ve hanımına ve çocuklarına öğretmeyen kimse, Cehennemde azab çekecektir. Onun ihtiyaçlarını temin etmeli, hiç olmazsa haftada bir kere tatlı yedirmelisin. Nafaka temininden aciz olanın evlenmesi haramdır.Mesela yapamayacağınız şeyleri bile söz vererek gönlünü alın. Çünkü o, evinde kapalı, başkalarından ümitsiz ve yalnız size alışmış olan biricik dostunuz, dert ortağınız ve aşçınızdır.Çocukları terbiyede, ona yardım ediniz. Çünkü, bebek, anasına, gece gündüz ağlayıp, hiç rahat vermez. Onu insafsızca üzen bir alacaklıdır.O halde, ona imdat edene, Allahü teâlâ yardım eder. Hanımının nafakasını sıkmamalı, israf da etmemelisin. Ailenin nafakasına verilen paranın sevabı, sadaka sevabından daha çoktur.Hanımın kızınca, sen sus. Böyle yaparsan o pişman olup, özür dilemeye başlar. Çünkü kadınlar, zayıftır. Susunca mağlup olurlar.Hanımının iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua et ve Allahü teâlâya şükret. Çünkü, uygun bir kadın büyük nimettir. Hanımınla öyle ol ki, “Beyim beni herkesten çok seviyor”, bilsin.Bakkal kasap, çarşı, pazar işlerini asla ona bırakma oğlum. Evin idaresinde onun fikrini sor. Ama dışarıdaki, büyük işleri söyleyerek, onu üzme! Akşamları eve gelince hanımına selam vermeli, yani selamün aleyküm demeli ve nasılsın? diye hatırını sormalısın. Eğer üzüntülüyse, onu çok sevdiğini, acıdığını söyleyip halini sormalı, tatlı şeyler söylemelisin.Zaruret olmadıkça, hanımını boşamamalıdır. Zira Allahü teâlâ, bütün mubahlar, yani izin verdiği şeyler içinde yalnız boşamayı sevmez.Evliyadan birinin zevcesi, huysuz idi. Buna hep sabrederdi. Yakınları kendisine;- Niçin bu kadının derdini çekiyorsunuz? Boşayıp, iyi huylu bir hanımla evlenseniz! dediler.Cevap olarak;- Eğer onu boşarsam, ona sabredemeyen biri alır da, ikisinin birden felakete düşmelerinden korkarım, buyurdu. Hanımının cahilce hareketleri için daima uyanık ol evladım!. Evde hakim ve amir erkek olmalıdır. Kadın değil.Hanımının, günah olmayan kusurlarını görmemezlikten gel. Günah iş ve sözlerden vazgeçmesini ve namaza, oruca ve gusül abdesti almaya devam etmesini, tatlı ve yumuşak sözlerle nasihat et! Kıymetli elbise ve ziynet eşyası alacağını vaad ederek ibadetleri yaptırmaya çalış.Onun ayıp ve sırlarını, herkesten gizle! Onunla bazen latife yap, şakalaş.Mesela Allahü teâlânın Sevgilisi, hanımlarına karşı insanların en zarifi idi. Hatta bir kere Aişe validemizle yarış ettiler. Aişe validemiz geçti. Bir daha yarış ettiklerinde, Server-i alem geçti. Müslümanın, hanımı ile böyle şeyler yapması, boş ve günah değildir, sevabtır.Onlar, erkeğe emanet olunmuşlar, gülerek, tatlılıkla geçinmek için alınmışlardır. Aklı olan erkek, hanımını üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir.Çünkü zalim ve huysuz kimsenin hayat arkadaşı devamlı üzülerek asabı bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, saadeti sona ermiştir.Çünkü eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor ilaç aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara, kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Hanımının ahlakında bir değişiklik görürsen, kabahati kendinde bul ve “Ben iyi olsaydım, o da böyle olmazdı” diye düşün.Büyüklerimiz; (Bir kimse, ailesinin huysuzluğuna sabrederse, altı şey, ziyandan kurtulur) buyurmuştur.Çocuk dayaktan, tabak bardak, kırılmaktan, ahırdakiler dövülmekten, kedi sövülmekten, misafir gücendirilmekten, elbise yırtılmaktan kurtulur evladım. Bir hanım, namazını kılıyor, kendisine itaat ediyor, yabancı erkeklere açık saçık görünmüyorsa, Cennet nimetidir. Kıymetini bilmeli, onu üzmemelidir.Ona, gamını, kederini, düşmanlarını, borçlarını söylememeli, yanında ve olmadığı zamanlarda, hep hayır dua etmeli, fena dua etmemelidir.Çünkü o, gece gündüz onun için çalışmakta, onun ekmekcisi, aşçısı, terzisi, malının bekcisi, yoldaşı ve onun sonsuz arkadaşıdır.Ana babaya, kayın valide ve kayın pedere hürmet ve hizmet etmek, birinci vazifeniz olmalıdır. Büyüklerin rızasını, duasını almaya çalışmalı, hayır dualarını, büyük kazanç bilmelisiniz.
Abdülhalık-ı Goncdüvani “kuddise sirruh”

Mekki efendi: Şu anda yaşayanlar arasında babamdan en çok istifade eden Hilmi bey'dir

Süleyman Kuku efendi bizzat Mekki efendi'den işittiğini şöyle naklediyor...

-"Şu anda yaşayanlar arasında babamdan en çok istifade eden Hilmi bey'dir."



Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Hüseyin Hilmi Işık efendiye yazdığı mektublar


Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Hüseyin Hilmi Işık efendiye yazdığı mektublar...Bu resimde efendi hazretlerinin Hüseyin Hilmi Işık efendiye yazdığı 4 ayrı mektubu bir karede görmektesiniz.

Aynadaki yalana aldanma!


Dünya bir imtihan ve iptilalar mekanıdır. İlk nazarda rayihası, hoş ve tatlı gelir. Nefse tazelik ve canlılık verir. Lakin bir tuzaktır ki, nefs engelini aşamayanların girdabıdır. Su gibi görünen aldatıcı bir serap veya, çocukların heves ettiği bir elma şekeridir ki, dışı rengarenk boyalar ve renkler cümbüşü, içi ise harabat ve ekşidir. Aşıkını büyüleyerek sefih eder. Zahirine aldananlar, ebedi alemlerini ziyana uğratır. Neticesi, sonsuzluğa dek nedamettir.

İnsan da büyük bir alemin küçük bir modelidir. Onun bu basit görünen yapısına Allah’ın -celle celâlühû- halifesi olmak şerefi ikram edilmiştir. Lakin insan, ruhani ve manevi gıdalarla beslendiği takdirde mahlukatın en şereflisi olur. Aksi halde nefsani yapısının esiri olursa, iflasların en acısı olan ebediyet bedbahtlığına düçar olur. Mevlana -kuddise sirruh- bu hususu “Efendi nefsinin emiri, köle ise esiri olandır” diyerek ne güzel ifade etmiştir.

İnsanda bir iman şuuru teşekkül etmeden, onun ciddi bir hayat yolculuğuna hazırlanıp insanlık haysiyetini koruyarak yaşaması imkansızdır. Gafletle çiğnediğimiz toprakta işlediğimiz masiyetlere, kıyamet ekranında seyirci olacağımız muhakkaktır. Sabahı mahşere dayanan ölüm gecesi, herkesin müstakbel akıbetidir, ibret olarak Dünya sahnesinde gösteriliyor ki, cesede, ten planına ait her şey pörsümeğe mahkumdur. Mazide kalan günler, Ahiret hesabına kaydedilmektedir.

“Dünya’ya geliş ve Dünya’dan gidiş” gibi iki muazzam meçhulün arasına sıkışan idrak, Dünya’ya aid gerçek bir değer hükmüne ulaşıp hal ve hareketler buna göre tanzim edilmedikçe, izafi gölgeler aleminden gerçekler yurduna doğru manevi bir yolculuğa gidilemez..

Kazanca medar olan amel işleme zaman ve mekanı bu alemdedir. Bu tahdidli zamanı, amellerin en faziletlilerine harcama zarureti aşikardır. Zaman ıslak bir sabuna benzer. Onu elde muhafaza zordur. Daima kayar. Ve mekanı da kayganlaştırır. Zaman, keskin bir kılıç gibidir. Ona hakimiyet, maharet ister. Onu iyi kullanmak, hayırları tercih ile önemliyi öne almak, önemsizi sonraya atmak gerektir. Bu ise gerçeğe ulaşmış her aklın icabı ve muktezasıdır.

Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Yarın yaparım diyenler helak oldu!” buyurur.

İnsan ne tuhaftır ki, bir-iki günlük misafir olarak bulunduğu bu Dünya’da kendini aldatır. Her gün cenaze sahnelerini seyrettiği halde, ölümü kendine uzak görür. Kendisini, kaybetmesi her an muhtemel olan fani emanetlerin daimi sahibi sanır. Halbuki insan, ruhuna ceset giydirilerek bir kapıdan Dünya’ya dahil edildiğinde, artık bir ölüm yolcusu demektir. O yolun bir hazırlık mekanına girmiştir de bunu hiç hatırına getirmez. Bir gün gelir, ruh, cesetten soyundurulur. Ahiret kapısı olan kabirde diğer bir büyük yolculuğa uğurlanır. Yasin süresinde buyurulur:

“Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç (bu manzarayı) düşünmüyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrak etmiyorlar mı?) (Ayet:68)

Ayet-i kerime’de, insana en güzel şekilde nasihat edilmektedir. Dünya’nın farik vasfı, vefasızlıktır. Verdiğini geriye çabuk alır. Bir gün yükseltir, ertesi gün kuyunun zeminine indirir. Gölge gibidir. Onu yakalamak istersen daima kaçar. Sen kaçarsan da peşini bırakmaz. Arkasında koşulan şeylere nail olmak için bugün-yarın derken ömür biter. Dünya’ya gönül verilirse, o, huysuz bir acuze olur. Zaman zaman insanı yere çarpar. Vesvese ve dırdırının ardı arkası kesilmez. Tavır ve hareketleri vefasızdır. Ona bağlananları çok çabuk feda eder.

“Nefs” engelini aşanlar içinse zaman, hiç bir şeyle kıyas olunamayacak derecede bir nimettir. Hakk Teala, Asr süresine “zamana yemin” ile başlar. Her şeyin satın alınması veya geri gelmesi az-çok mümkündür. Zaman’ın ise asla!

En büyük nedamet sebeplerinin başında “zaman”ın boşa harcanması gelir. Ölümü bilen, fani Dünya lezzetlerine, yolculuğunu bilen de misafirhanedeki oyuncaklara aldanmaz! Çünkü eşya, ondan ayrılmayacak bir surette Dünya misafirhanesine aittir. Bütün fani nimetler, bir kişide toplansa ve o, huzur ve saadet içinde bin yıl yaşasa ne fayda!.. Sonunda gireceği yer, bu kara toprağın altı, bu yağız yerin bir çukuru değil midir?!.

Ölümsüz bir hayat yahut ihtiyarlığı olmayan bir gençlik arzu edilirse, bu ancak nefs engelinin aşılması, yalancı ve fani eşyaların esaretinden kurtulup Hakk’a ram olunması suretiyle elde edilebilir!..

Ariflerden biri, hikmetler ve ibretler sergisi olan bu alemi, akiller için seyr-i bedayi, ahmaklar için yemek ile şehvet olarak tarif etmiştir.

Nefsanî olarak yaşanan bir Dünya hayatı, helake götüren hile ve desiselerle doludur. Hz. Mevlana -kuddise sirruh-, insanın gençlik, zindelik ve dinçlik mevsimleri ile ardındaki süprizler cümbüşünü ve gel-geç maceralarını şu misaller ile anlatır:

“Sen, ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayran olan kimse! Bir de sonbaharın sararmış haline ve soğukluğuna bak!”

“Şafak vaktinde güzel Güneş’in doğuşunu görünce, gurub zamanı, O’nun ölümü demek olan batışını hatırla!”

“Bu hoş çardakta -yani mehtaplı bir gecede- bedir halindeki Kamer’in letafetini görürsün; O’nun bir de ay sonlarında uğradığı zaaf ve bedir haline olan hasretini düşün.'”

“İnsan da aynı bu macerayı yaşar. Kemali ve cemali, zevale mahkumdur”

“Güzel bir çocuk, bakarsın, güzelliği ile halkın sevgilisi olmuştur. Bir müddet sonra, ihtiyar bir bunak haline gelir ve halka rezil olur!”

“Eğer gümüş tenli güzeller seni avladıysa, ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedene bak!”

“Ey yağlı-ballı yemekler ve nefis gıdalar görüp imrenen, kalk helaya git de, onların akıbetini orada gör!”

“Pisliğe de ki: Senin o güzelliğin, tabak içindeki zevk ü letafetin ve güzel kokun nerede!”

“Cevaben der ki: O saydığın şeyler gonca idi. Ben de kurulmuş bir tuzaktım. Sen gelip tuzağa düşünce, gonca eridi, soldu ve cürüfa döndü. “

“Ustaları hayran bırakan öyle maharetli eller vardır ki, sonunda titrek olmuştur.”

“Keza cam gibi nergis bakışlı mahmur bir gözü, sonunda çipil olmuş ve suları akmağa başlamış bir halde görürsün!”

“Keza arslanların safında giden arslan gibi yiğit bir er, gün gelir, fare gibi aciz birine mağlup olur.”

“Keza üstün kabiliyetli bir sanatkarı, sonunda acze bürünmüş bir zavallı gibi işe yaramaz bir halde görürsün!”

“Keza, akılları baştan alan misk kokulu ve kıvırcık bir zülüf, ihtiyarlıkta, kır merkebin kuyruğu gibi çirkinleşir!”

“Bütün bunca şeylerin ilk ve letafetli hallerine bak! Sonra da onların nasıl pörsüdüklerine ve ne hallere girmiş olduklarını gör!”

“Çünkü bu Alem, sana tuzağını kurmuş ve o vasıta ile nice ham ervahı aldatıp perişan etmiştir.”

“Böylece alemin her cüz’ünü say ve evvelki haliyle sonraki” halini göz önüne getir!”

“Her kim ki, nefsin esiri olmaktan ve mecazlara (gölgelere) aldanmaktan kurtulmuş ise, Allah’a -celle celâlühû- o kadar yakındır.”

“Güzelliği île iftihar eden Ay gibi parlak olan her güzelin yüzüne bak! Fakat, evvelini gördükten sonra sonuna da nazar et ki, şeytan gibi tek gözlü, yani bir şeyin Dünya tarafını görüp Ahiret tarafını görememek ahmaklığına düşmeyesin… “

“Şeytan, Adem’in çamurunu gördü, yüceliğini göremedi. Bu Dünya’ya aid olan çamuru seyretti. Fakat öteki aleme aid olan maneviyatına âmâ oldu. Şeytanın bilemediği taraf, insanın Hakk’ın halifesi (halifetullah) olmasıdır.”

“Ey insan, Dünya’dan birbirine zıd iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almağa istidadlı? “

“O seslerden biri Allah’a yaklaşanların hali, diğeri ise aldananların halidir.”

“Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile!.. “

“Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı adeta kör ve sağır olur.”

“Ey salik, aynadaki son nakşa bak! Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binanın harabe haline geleceğini düşün (de aynadaki yalana aldanma!… )”

“Ne mutlu o kimseye ki, Hakk erlerinin duydukları sesi önceden işitti.”

Hz. Mevlana’nın -kuddise sirruh- bahsettiği birbirinin zıddı olan iki sesin biri Dünya’ya meyil, öbürü Dünya’dan nefrettir. Onlardan hangisini dinler ve icabet edersen, öbürünün zıddı ve mahrumu olursun Hadis-i şerifte:

“Dünya ve Ahiret, ortak iki zevce gibidir. Birisini ne kadar hoşnut edersen, öbürünü o kadar kızdırırsın!..” buyurulmuştur.

Yani Dünya’ya davet sesi, gönülde yer ederse, Ahiret nasihati o gönüle tesir etmez Ahiret’e davet sesi bir gönülde yerleşir ise, Dünya’ya davet sesi ona yabancı olur.

Bir kalbe Dünya’ya meyil kokuşu bulaştı mı, onu temizlemek bir hayli müşkildir. Nasıl çanak-çömleğe bulaşan kötü kokuyu temizlemek için onu ateşe atmağa, yakmağa ihtiyaç varsa, kötü ahlakın temizlenme mekanı da cehennemdir.

Cihan sultanlarını irşad edip yönlendiren, onlara gönül aynasında ukbayı seyrettiren büyük mürşid-i kamil Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, şu Dünya’nın hal ve keyfiyetini ne güzel tasvir eder:

Kim umar senden vefayı,
Yalan Dünya değil misin?
Muhammedü’l-Mustafa’yı
Alan Dünya değil misin?

Yürü hey bi-vefa yürü,
Sensin hod bir köhne karı.
Nice yüz bin erden geri
Kalan Dünya değil misin?

İnsan ibret almaz mı ki, her fani varlığın tazelik ve zindeliği zaman değirmeninde daimi bir surette öğütülmektedir! Ahiret’siz yaşanan bir Dünya’da nefsani hayatı besleyen iltifatlar, Dünya oyuncakları, büyük İstikbal adına ne korkunç bir aldanıştır!..

Gafilane bir hayat, çocuklukta oyun, delikanlılıkta şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir türlü çırpınış ve nedametten ibarettir. Zikri dudağına ve kalbine almayan, merhametten nasipsiz, muzdaribin derdini duymak ve hissetmek istemeyen, bedbaht ve mutekebbirin kaçtığı ölüm, kendisini her an pusuda beklemektedir. Ahiret’siz bir Dünya ferahlığı elde etmek için Dünya süslerine bürünmüş, fani lezzetlerde son gününe kadar yorulanların hali, ne hazin bir tükeniştir!. Umumiyetle insan, hayatın binbir cilve ve tezahürleri içinde aynadaki yalanların esiridir. Her an bu yalanlar ile vefasızlığını devam ettiren Dünya, bir aldanış mekanı değil de nedir?..

Ya Rab! Dünya’ya dalıp kendisini bir bardak suda helak edenlerin akıbetinden bizleri koru! Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim!.. Amin.

Türkiye'de kadın erkek karışık plaja girme nasıl başladı ?

Osmanlı zamanındaki deniz hamamları hakkında bir yazı okumuştum. İsteyen kadınlar rahatça denize girebilsin diye, kenarları çevrili özel deniz hamamları yapılmış. Öyle ki, erkeklerin olduğu yerler, kadınların seslerini duyamayacakları kadar uzak olurmuş. 
Fakat İstanbul'un kibar kadın ve kızları ayaklarını denize bile sokmazlar, kararmamak için şemsiyelerini ellerinden bırakmazlarmış.
İstanbul'un işgalinden sonra ilk olarak İngilizler ve beyaz Ruslar kadın erkek karışık denize giriyorlar. Önceleri halk bu durumu namussuzluk olarak görüp karşı çıkarken, zamanla yerli halk da karışık olarak denize girmeye başlıyor.
Müslüman bir kadının yüzlerce yabancı erkeğin olduğu bir yerde, iç çamaşırlarıyla durması ne islâmî, ne de insani bir durumdur.
Müslüman bir erkeğin, yüzlerce çıplak kadının olduğu bir yerde denize girmesi de, İslami ve insani bağlamda kabul edilemez.
Hangi kadın evine gelen erkek misafirin yanında iç çamaşırlarıyla dolaşabilir. Bunu hangi erkek karısı için kabul edebilir?
Peki plajda çıplak olmakla, evde yabancı bir erkeğin yanında çıplak durmanın arasındaki fark nedir?
Utancı giden kimsenin kalbi ölür. Diyor Hazreti Ömer (radiyallahu anh )
Edep perdesinin, hayâ perdesinin, mahremiyetin perdelerinin yırtıldığı bir çağda yaşıyoruz.
Görülmemesi, gösterilmemesi, perdenin ardında olması gereken her şeyi ifşa etmek maalesef bu zamanda medenilik sayılıyor.
Sadece kadınların olduğu yerde bile denize girsek, başka bir kadının sırtına, dizinden yukarısına bakmamız caiz değil. Bu açıdan haşema giyip, haramların dolu olduğu bir yerde denize girmekte müslüman bir kadına yakışmaz.
Hangi çağda yaşıyoruz sözü, hesap gününe inanmayan, âyetleri umursamayan akıl fukarası insanların sözüdür. Müslüman dünyalık zevkleri için asla ahiretini satamaz. Allah'ü teala'yı gazaplandırmaktan korkar. Başkasının günahlarını kendi günahlarına kılıf yapmaz.
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm'ın ahlâkı hayadır."
Muvatta, Hüsnü'1-Hulk 9

Cahide Sultan

Ehl-i sünnet itikadında olmanın şartları

Ehl-i sünnet itikadında olmanın şartları...

Ehl-i sünnet itikadından, önemli olanlardan bazıları şunlardır:
1- Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür.]
2- Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan ve haram işleyen kâfirdir) derler.]
3- İman ya vardır ya yoktur, artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.]
4- Kur’an-ı kerim mahluk [yaratık] değildir.
5- Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta) derler. Bu küfürdür.]
6- Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese kâfir derler.]
7- Kabir suali ve kabir azabı haktır.
8- Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir.
9- Evliyanın kerameti haktır.
10- Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid 10)
11- Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür.
12- Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur.
13- Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür.
14- Peygamberler günah işlemez.
15- Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak.
16- Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Şit’in, Hazret-i İdris’in peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hazret-i Nuh derler. Liderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.]
17- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak.
18- Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir.
19- Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir. [Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani kâfir derler.]
20- Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak.
İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı) buyuruyor. (Fıkhı ekber)
21- Ahirette (Cennette) Allahü teâlâ görülecektir.
22- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta gittikçe artar.
23- Mest üzerine mesh etmek caizdir.
24- Sultana isyan caiz değildir.
(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.)

Sen benim hem kızım hem de gelinimsin


1940 senesinde, Abdülhakîm Efendinin tavassutu ile Karamürsel Kumaş Fabrikası Müdürü Ziya Beyin kızı Nefise Siret Hanım ile evlendi. Belediye kaydını müteakip, nikahı, Hanefî ve Şâfi'î mezheblerine göre Abdülhakîm Efendi kıydı. Düğün yemeğinde Hilmi Işık'ı yanına oturttu. Yatsıdan sonra kendisine duâ etti ve zevcesine teveccüh buyurarak, "Sen benim hem kızım, hem de gelinimsin" dedi. Böylece Hüseyin Işık'ı manevi oğulluğa kabul ettiği anlaşıldı.

Kurban etini nasıl paylaşmalı


Sual: Kurban eti hakkında yapılacak işler nelerdir?
CEVAP
Maddeler hâlinde bildirelim:
1- Eti tartarak, eşit olarak paylaşmak gerekir. Yağ, sakatat ve yenilen her şey paylaşılır. Tartmadan bölüşüp helâlleşmek caiz olmaz, faiz olur. 7 kişiden dördüne etle birlikte birer bacak, beşinciye etle birlikte derisi, altıncıya etle birlikte başı verilirse, tartmadan paylaşmak caiz olur. Yedinciye bir şey koymak gerekmez. Yahut 7 kişi, kurbanlık ineği birine teslim edip, (Kesmeye, kestirmeye, etini dilediğin gibi sarf etmeye, seni umumi vekil ettik) deseler, umumi vekil, bölüştürmeden etin tamamını herhangi birine verebilir veya tartmadan ortaklar arasında göz kararıyla paylaştırabilir.

2- Kurbanın etini eşit olarak tarttıktan sonra, paylaşmak için kur’a çekmek iyidir. Bir malı, ortaklar arasında taksim etmek için, kur’a çekmek caiz ve sünnettir.

3- Kurban eti tartılmadan paylaşılıp, biri diğerine, mendil, defter, kalem gibi bir şey verse, paylaşma sahih olur.

4- Taksim etmeden etin bir kısmını pişirip, ortakların müşterek yemeleri caizdir.

5- Mutfakları bir olan baba oğlun, karı kocanın ortak olarak kestikleri kurbanı, tartıp paylaşmaları gerekir. Yahut 1. maddedeki gibi, biri umumi vekil olursa, tartmaya gerek kalmaz.

6- Müslüman bir kimsenin kesip, gayrimüslimin yüzdüğü kurbanın etini yemek caizdir.

7- Kurbanın ve her hayvanın şu yedi yeri yenmez: Akan kanı, zekeri, husyeleri [koç yumurtası denilen yerleri], bezleri [guddeleri], safra kesesi, dişi hayvanın önü ve idrar kesesi [mesanesi].

8- Ölü mü, diri mi olduğu bilinmeyen hayvan, kesilince kan çıkar ve hareket ederse, eti yenir.

9- Kurban etini, kesen de yiyebilir. Fakir zengin herkese de verebilir. Etin üçte birini evine, üçte birini komşulara, gerisini fakirlere vermek müstehabdır. Hepsini fakirlere de verebilir.

10- Kurban etini, evinde 3 günden fazla bırakabilir. Kurban sahibi zengin değilse, çoluk çocuğunun et ihtiyacını karşılamak için hepsini evinde bırakabilir.

11- Hayvan kesildikten sonra eti telef olsa [mesela yansa, köpekler yese], tekrar kesmek gerekmez. Kan akıtmakla vacib yerine gelmiştir.

12- Kurbanın hiçbir yeri satılmaz. Bir kısmı satılırsa, satılan kadarının bedelini sadaka olarak vermek gerekir, ama kurbanın etiyle yenecek bir şey alınsa, o miktarı sadaka vermek gerekmez.

13- Kurban derisi namaz kılan fakire verilir. Ne yapıldığı bilinmeyen yerlere vermemelidir. Evde de kullanılabilir. Parayla satılmaz. Derisi, eti satılırsa, parası fakirlere sadaka olarak verilir. Yahut devamlı kullanılacak bir şey karşılığı da satılabilir.

14- Ortaklardan biri kurban kesmeden ölse, hissesi mirasçılarına verilir.

15- Karnı yarılıp, yavrusu çıkarıldıktan sonra, o yara sebebiyle ölürken kesilen koyun yenmez.

16- Canlı hayvanın her parçası haramdır. Kesildikten sonra, kendine zarar vermeyen kimsenin pişirmeden yemesi caizdir. [Mesela çiğ köfte, sucuk ve pastırma yemekte mahzur yoktur.]

17- Makam sahibine saygı için kesilen hayvan leş olur. Sırf ona saygı için hayvan kesmek caiz değildir. (Eğer falanca zat gelirse, Allah için bir hayvan keseceğim) derse, o zat gelince kesilir. O hayvan adak olduğu için, etinden kesen ve zenginler yiyemez; fakirlere verir. Yolcuya, misafire veya bir makam sahibine, saygı için değil, yedirmek için hayvan kesmek caizdir.

Kurban etini taksim ederken
Sual: Bir evde, bütün aile fertleri için ortak kurban kesilse, kurban eti eve geldikten sonra, taksim edilmeden, herkes hissesini hediye etse, taksime gerek kalır mı?
CEVAP 
Böyle yapmak faiz olur, haram olur. Her parçanın yanına ayak, baş ve deri konursa tartmadan taksim yapılması caiz olur. Mesela 7 ortak varsa, dört kişinin hissesine birer ayak konur, birinin yanına baş konur, birininkine deri konur, biri de ötekilerden farklı olur yani boş olur. Eğer ortak dört kişi ise birer ayak koymak da yeterlidir, beş kişiyse birine de baş veya deri konur. Veyahut ortakların her biri diğerine, mendil, defter, kalem gibi bir şey verirlerse yine paylaşma sahih olur.

Eğer alırken, (Allah rızası için bayram kurbanımı almaya, aldırmaya, kesmeye, kestirmeye ve etini dilediğin şekilde sarf etmeye seni umumi vekil ettim) diyerek birine umumi vekalet verilseydi, hiç dağıtmadan da o vekil etin hepsini eve bırakabilirdi.

Dilenciye et vermek
Sual: Ortak kurbanın başını veya ciğerini ortaklar, dilenciye verse, kalanını taksim caiz mi?
CEVAP 
Evet, caizdir.

Tartmadan kurbanı paylaşmak
Sual: Kurban eti tartılmadan paylaşılıp, her biri diğerine, mendil, defter, kalem gibi bir şey verse, paylaşma sahih olur mu?
CEVAP
Evet, sahih olur. Yahut yedi kişiden dördüne etle birlikte birer bacak, beşinciye etle birlikte derisi, altıncıya etle birlikte başı verilirse, tartmadan paylaşmak caiz olur. Yedinciye bir şey koymak gerekmez.

Sual: Aynı aileden olan kızı ve torunları 5 kişi kurban için bir sığır satın alıyorlar. Bu kurbana sonradan 7 hisseye tamamlamak için, nine ve dedelerini de ortak ediyor fakat onlardan para almıyorlar. Yalnız kestikten sonra, pay edip parayı veren kız ve torunları 5 hisse olarak pay ediyorlar. Bu şekilde dede ve ninelerini de kurban sevabından yararlandırdıklarını söylüyorlar. Bu şekilde olan bir kurbanda 7 kişiye paylaştırılması mı gerekir yoksa onların yaptığı gibi 5 pay olarak ayrılabilir mi? Dede ve ninelerinin "kanına kurban" olarak girdiklerini söylüyorlar.
CEVAP
Beşe bölünmez yediye bölünür. Dede ve ninelerinin "kanına kurban" olarak girdiklerini söylemeleri uygun değil. Etlerini almayabilirler ama normal kurbana girerler. Parasını kim verirse versin önemi yok.

Sual: Kurbanlık bir dana aldığımızda, bu danadan 4 pay vacib kurbanı, 3 pay kurban adağı olacak şekilde paylaşabilir miyiz? Bu şekilde adak ve kurban borçlarımızı ödeyebilir miyiz?
CEVAP
Evet ödemiş olursunuz.

Sual: Ben 3 pay adak, 1 pay vacib, annem, 1 pay vacib, kardeşim 1 pay vacib ve hanım 1 pay vacib, kurbanımızı almaya karar verdik. Bu kurbanı kesip dağıtırken adak olan kısmını nasıl, vacib olan kısmını nasıl ayırmalıyız? 
CEVAP
Herkes payını alır. Siz üç pay alacağınıza göre sizinkiler adak, ötekiler vacib kurbandır. Siz adakları istediğiniz fakirlere verirsiniz.

Sual: 300 lira ben, 900 lira da arkadaş katıp bir inek aldık. Eti, para nispetinde mi paylaşmak gerekir?
CEVAP
Evet.

Sual: Kurbanlık ortak inek alırken arkadaş eşini de kattı. İneğe 1200 lira verdik. 600 lirasını o, diğer yarısını da ben verdim. Ancak eti nasıl paylaşılır?
CEVAP
Etin yarısı sizindir. Kalan yarısını da arkadaşınız, hanımı ile paylaşır.

Sual: Kurbanı henüz bölüşmeden, bir kısmını tartıp ortaklara vermek caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Birkaç kişi ortak olarak aldığımız ineği, kurban ettikten sonra, etini tartarak paylaştırmak şart mı? Göz kararı ile paylaşıp helalleşmek kâfi gelir mi?
CEVAP
Hayvan, kesilince kurban edilmiş olur. Ancak eti dinimizin bildirdiği şekilde paylaşılmazsa, haram işlenmiş olur. Paylaşmadan, hediye etmek de caiz olmaz. Tartmadan paylaşılırsa faiz olur. Göz kararı ile paylaşmak kâfi gelmez. “Hakkımı helal ettim veya sana hediye ettim” deseler de caiz olmaz.
Faiz olmaması için eti tartmalı, eşit olarak paylaşmalıdır.

Taksimi mümkün olan bir şeyde, ortak olanların hisselerini ayırmadan önce, hiç kimseye hediye etmeleri de caiz değildir. Her birine et ile birlikte deri veya bacak yahut baş verilirse, tartmadan paylaşmak caiz olur. Bunun için deri ortağın birine, bacaklar dört ortağa, baş da ortağın birine verilir. Kuyruk, ciğer, işkembe, böbrek gibi organların hepsi bir kişiye veya hepsine paylaştırılabilir. Yani bunların etten ayrı özelliği yoktur. Yahut her biri diğerlerine bir defter, ikincisi bir mendil gibi şey de verirse tartmak gerekmez.

Sual: Kurban etini kavurma yaparak saklamak günah mıdır? Kurban eti üç günden fazla evde bırakılmaz mı?
CEVAP
Kurban etini üç günden fazla saklamanın mahzuru yoktur. Etin üçte birini eve ayırıp, üçte birini komşulara, gerisini de fakirlere vermek müstehaptır.

Kurban nisabına malik bir kimse, geliri ile güç geçiniyorsa, etin hepsini kavurma yapıp, birkaç ay et parasından biriktirerek gelecek yılın kurban parası olarak saklaması ve böylece kurban kesme sevabından mahrum kalmaması çok iyi olur.

Sual: Kurban bayramında çocuğunu sünnet ettiren kimsenin, kurban etinden misafirlere ikram etmesi caiz midir?
CEVAP
Kurban etini, sünnet merasiminde misafirlere ikramda mahzur yoktur.

Sual: Geçen yıl kurbanlık bir boğa, kesilirken kaçıp sokakta birçok şeye zarar verdiği için kurşunlanmıştı. Ayağı da kırılmıştı. Ancak ölmeden önce kesilmişti. Bunun eti yenir mi ve kurban sahih olur mu?
CEVAP
Ölmeden önce kesildiği için eti yenir ve kurban da sahih olur.

Sual: Akika, vacib ve adak kurbanı için hisseye giren bir kimse akika ve adak kurbanı hisselerine ait payları aile olarak yiyebilir mi? 
CEVAP
Adaklar yenmez. Fakirlere dağıtmak gerekir. Akika yenir.

Sual: Fakir, ölen babası için bayramda kestiği kurbandan yiyebilir mi?
CEVAP
Yiyebilir. Yalnız adak yenmez.

Sual: Kurban adayan, bayramdan önce kesse, sonra da bayramda kesileceğini öğrense, bayramda da keseceği için bunu yiyebilir mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Kurban etini yemek için bekletmek lazım mı?
CEVAP
Kesilir kesilmez yenilebilir. Bir iki gün bekletilirse et tatlılaşır.

Sual: Kestiğimiz kurbanın etini veya bir sadakayı kötü kimselere vermek caiz midir?
CEVAP
Caiz ise de, iyi kimseleri tercih etmek gerekir. Kesilen kurban, verilen sadaka, yapılan her iyilik çeşitli belaları önler. Sadakanın fazileti çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.) [Tirmizi]

(Sadaka, kabir azabından korur. Kıyamette de sahibini himayesi altına alır.) [Beyheki] 

(İyilik ömrü artırır, sadaka günahları giderir ve kötü ölümden korur.) [Taberani]

Malı çok olup da zekat, sadaka vermeyen kimse, sıkıntı içinde yaşar. Hadis-i şerifte, (Gerçek fakir, malı olduğu halde sadaka vermeyendir) buyuruluyor. Az da olsa vermeye alışmalıdır! İmam-ı Şafii hazretleri, (Almayı seven, vermekten hoşlanmayan kimselerle arkadaşlık etmek uygun değildir) buyuruyor. Peygamber efendimiz yemin ederek, (Sadaka malı eksiltmez, sadaka vermekle mal eksilmez) buyuruyor. Sadaka verenin malının bereketi artar. Az malı çok iş görür. Hadis-i şerifte, (Gizli-açık çok sadaka verin ki rızkınız bollaşsın, yardıma mazhar olasınız ve duanız kabul edilsin) buyuruluyor. (İbni Mace)

Sual: Hacca gidenler kurbanlarını kestirdikten sonra, suudiler kurbanları toprağa gömüyorlarmış. Yalnızca kurban kesilip eti kimseye verilmeyip atılırsa, kurban ibadeti yerine getirilmiş olur mu? 
CEVAP
Kurban etini başkalarına verme mecburiyeti yok, mecburiyet kanın akmasıdır. Suudiler yani vehhabiler bütün ehl-i sünnet müslümanlara müşrik yani kâfir diyor ve müşrikin kestiği yenmez diyor, onun için toprağa gömüyorlar. Şimdi Afrika’ya ve başka ülkelere götürüldüğünü duyduk.

Sual: Kurbanı kesince karnından yavru çıkınca ne yapılır?
CEVAP
Kurbanı kesince, hayvandan çıkan yavru diri ise, yenmesi için, ayrıca kesmek gerekir. Fakat kurban sahibi yavrunun etinden yemez, yerse kıymetini fakire sadaka olarak vermesi gerekir. Yavruyu diri olarak tasadduk etmek müstehaptır. Kurbanın karnından çıkan yavru, ölü ise yememeli.

Sual: Kurbanlık hayvana sövünce, o hayvanın eti yenir mi?
CEVAP
İnsana, hayvana ve hele cansıza kızıp sövmek doğru değildir. Hadis-i şerifte, (Öfke imanı bozar) buyuruldu. Öfkesini yenen Cennetle müjdelenmiştir. Her ne kadar bir hayvana sövmek uygun değilse de, böyle bir hayvanı kesmek, kurban etmek ve etinden yemek caizdir. (Hadika)

Ortakların hissesi
Sual: Üç ortak, 350 lira vererek bir inek satın alıyorlar. Biri 50, ikincisi 100, diğeri de 200 lira verse, kurbanın eti nasıl paylaşılır?
CEVAP
Herkes, verdiği para kadar hisse alır. Kurban yediye bölünür. 50 lira veren bir hisse, 100 lira veren iki hisse, 200 lira veren de dört hisse alır. Bu kurbanın eti 3,5 hisse de yapılabilir. Birinci ortak yarım, ikincisi bir, üçüncüsü de iki hisse alır. En düşük olanın hissesi yedide birden aşağı olmadığı için, böyle ortaklık sahih olur.

Sultan Alparslan'ın Malazgirt Savaşı Öncesinde Askerlerine Yaptığı Tarihi Konuşma

Sultan Alparslan'ın Malazgirt Savaşı Öncesinde Askerlerine Yaptığı Konuşma.. Tarih 26 Ağustos 1071... Ve yine bir Cuma günü dedi ki:

"Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamamiyle O'nun elindedir. Bu sebepten benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz."

Askerler heyecanla, hep bir ağızdan; "Asla emrinden ayrılmayacağız!" diye haykırmışlardı. Alparslan konuşmasına böyle devam etmiştir:

"Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır. Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana dek biz azınlıkta düşman çoğunlukta olmak üzere, böyle bekleyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım."

Bu konuşmasından sonra oku, yayı atarak kılıcını sıyıran Alparslan, "Bismillah!" diyerek en ön safta düşmana doğru at sürmüştür. Kumandanlarının arkasından şimşek gibi Bizans ordusu üzerine atılan 54 bin er, düşman ordusunu perişan etmişti. Gün boyu devam eden savaş neticesinde müslümanlar kesin zaferi kazanmış, Bizans askerleri yüz geri kaçmağa başlamışlardı.