Aynadaki yalana aldanma!
Dünya bir imtihan ve iptilalar mekanıdır. İlk nazarda rayihası, hoş ve tatlı gelir. Nefse tazelik ve canlılık verir. Lakin bir tuzaktır ki, nefs engelini aşamayanların girdabıdır. Su gibi görünen aldatıcı bir serap veya, çocukların heves ettiği bir elma şekeridir ki, dışı rengarenk boyalar ve renkler cümbüşü, içi ise harabat ve ekşidir. Aşıkını büyüleyerek sefih eder. Zahirine aldananlar, ebedi alemlerini ziyana uğratır. Neticesi, sonsuzluğa dek nedamettir.
İnsan da büyük bir alemin küçük bir modelidir. Onun bu basit görünen yapısına Allah’ın -celle celâlühû- halifesi olmak şerefi ikram edilmiştir. Lakin insan, ruhani ve manevi gıdalarla beslendiği takdirde mahlukatın en şereflisi olur. Aksi halde nefsani yapısının esiri olursa, iflasların en acısı olan ebediyet bedbahtlığına düçar olur. Mevlana -kuddise sirruh- bu hususu “Efendi nefsinin emiri, köle ise esiri olandır” diyerek ne güzel ifade etmiştir.
İnsanda bir iman şuuru teşekkül etmeden, onun ciddi bir hayat yolculuğuna hazırlanıp insanlık haysiyetini koruyarak yaşaması imkansızdır. Gafletle çiğnediğimiz toprakta işlediğimiz masiyetlere, kıyamet ekranında seyirci olacağımız muhakkaktır. Sabahı mahşere dayanan ölüm gecesi, herkesin müstakbel akıbetidir, ibret olarak Dünya sahnesinde gösteriliyor ki, cesede, ten planına ait her şey pörsümeğe mahkumdur. Mazide kalan günler, Ahiret hesabına kaydedilmektedir.
“Dünya’ya geliş ve Dünya’dan gidiş” gibi iki muazzam meçhulün arasına sıkışan idrak, Dünya’ya aid gerçek bir değer hükmüne ulaşıp hal ve hareketler buna göre tanzim edilmedikçe, izafi gölgeler aleminden gerçekler yurduna doğru manevi bir yolculuğa gidilemez..
Kazanca medar olan amel işleme zaman ve mekanı bu alemdedir. Bu tahdidli zamanı, amellerin en faziletlilerine harcama zarureti aşikardır. Zaman ıslak bir sabuna benzer. Onu elde muhafaza zordur. Daima kayar. Ve mekanı da kayganlaştırır. Zaman, keskin bir kılıç gibidir. Ona hakimiyet, maharet ister. Onu iyi kullanmak, hayırları tercih ile önemliyi öne almak, önemsizi sonraya atmak gerektir. Bu ise gerçeğe ulaşmış her aklın icabı ve muktezasıdır.
Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yarın yaparım diyenler helak oldu!” buyurur.
İnsan ne tuhaftır ki, bir-iki günlük misafir olarak bulunduğu bu Dünya’da kendini aldatır. Her gün cenaze sahnelerini seyrettiği halde, ölümü kendine uzak görür. Kendisini, kaybetmesi her an muhtemel olan fani emanetlerin daimi sahibi sanır. Halbuki insan, ruhuna ceset giydirilerek bir kapıdan Dünya’ya dahil edildiğinde, artık bir ölüm yolcusu demektir. O yolun bir hazırlık mekanına girmiştir de bunu hiç hatırına getirmez. Bir gün gelir, ruh, cesetten soyundurulur. Ahiret kapısı olan kabirde diğer bir büyük yolculuğa uğurlanır. Yasin süresinde buyurulur:
“Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç (bu manzarayı) düşünmüyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrak etmiyorlar mı?) (Ayet:68)
Ayet-i kerime’de, insana en güzel şekilde nasihat edilmektedir. Dünya’nın farik vasfı, vefasızlıktır. Verdiğini geriye çabuk alır. Bir gün yükseltir, ertesi gün kuyunun zeminine indirir. Gölge gibidir. Onu yakalamak istersen daima kaçar. Sen kaçarsan da peşini bırakmaz. Arkasında koşulan şeylere nail olmak için bugün-yarın derken ömür biter. Dünya’ya gönül verilirse, o, huysuz bir acuze olur. Zaman zaman insanı yere çarpar. Vesvese ve dırdırının ardı arkası kesilmez. Tavır ve hareketleri vefasızdır. Ona bağlananları çok çabuk feda eder.
“Nefs” engelini aşanlar içinse zaman, hiç bir şeyle kıyas olunamayacak derecede bir nimettir. Hakk Teala, Asr süresine “zamana yemin” ile başlar. Her şeyin satın alınması veya geri gelmesi az-çok mümkündür. Zaman’ın ise asla!
En büyük nedamet sebeplerinin başında “zaman”ın boşa harcanması gelir. Ölümü bilen, fani Dünya lezzetlerine, yolculuğunu bilen de misafirhanedeki oyuncaklara aldanmaz! Çünkü eşya, ondan ayrılmayacak bir surette Dünya misafirhanesine aittir. Bütün fani nimetler, bir kişide toplansa ve o, huzur ve saadet içinde bin yıl yaşasa ne fayda!.. Sonunda gireceği yer, bu kara toprağın altı, bu yağız yerin bir çukuru değil midir?!.
Ölümsüz bir hayat yahut ihtiyarlığı olmayan bir gençlik arzu edilirse, bu ancak nefs engelinin aşılması, yalancı ve fani eşyaların esaretinden kurtulup Hakk’a ram olunması suretiyle elde edilebilir!..
Ariflerden biri, hikmetler ve ibretler sergisi olan bu alemi, akiller için seyr-i bedayi, ahmaklar için yemek ile şehvet olarak tarif etmiştir.
Nefsanî olarak yaşanan bir Dünya hayatı, helake götüren hile ve desiselerle doludur. Hz. Mevlana -kuddise sirruh-, insanın gençlik, zindelik ve dinçlik mevsimleri ile ardındaki süprizler cümbüşünü ve gel-geç maceralarını şu misaller ile anlatır:
“Sen, ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayran olan kimse! Bir de sonbaharın sararmış haline ve soğukluğuna bak!”
“Şafak vaktinde güzel Güneş’in doğuşunu görünce, gurub zamanı, O’nun ölümü demek olan batışını hatırla!”
“Bu hoş çardakta -yani mehtaplı bir gecede- bedir halindeki Kamer’in letafetini görürsün; O’nun bir de ay sonlarında uğradığı zaaf ve bedir haline olan hasretini düşün.'”
“İnsan da aynı bu macerayı yaşar. Kemali ve cemali, zevale mahkumdur”
“Güzel bir çocuk, bakarsın, güzelliği ile halkın sevgilisi olmuştur. Bir müddet sonra, ihtiyar bir bunak haline gelir ve halka rezil olur!”
“Eğer gümüş tenli güzeller seni avladıysa, ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedene bak!”
“Ey yağlı-ballı yemekler ve nefis gıdalar görüp imrenen, kalk helaya git de, onların akıbetini orada gör!”
“Pisliğe de ki: Senin o güzelliğin, tabak içindeki zevk ü letafetin ve güzel kokun nerede!”
“Cevaben der ki: O saydığın şeyler gonca idi. Ben de kurulmuş bir tuzaktım. Sen gelip tuzağa düşünce, gonca eridi, soldu ve cürüfa döndü. “
“Ustaları hayran bırakan öyle maharetli eller vardır ki, sonunda titrek olmuştur.”
“Keza cam gibi nergis bakışlı mahmur bir gözü, sonunda çipil olmuş ve suları akmağa başlamış bir halde görürsün!”
“Keza arslanların safında giden arslan gibi yiğit bir er, gün gelir, fare gibi aciz birine mağlup olur.”
“Keza üstün kabiliyetli bir sanatkarı, sonunda acze bürünmüş bir zavallı gibi işe yaramaz bir halde görürsün!”
“Keza, akılları baştan alan misk kokulu ve kıvırcık bir zülüf, ihtiyarlıkta, kır merkebin kuyruğu gibi çirkinleşir!”
“Bütün bunca şeylerin ilk ve letafetli hallerine bak! Sonra da onların nasıl pörsüdüklerine ve ne hallere girmiş olduklarını gör!”
“Çünkü bu Alem, sana tuzağını kurmuş ve o vasıta ile nice ham ervahı aldatıp perişan etmiştir.”
“Böylece alemin her cüz’ünü say ve evvelki haliyle sonraki” halini göz önüne getir!”
“Her kim ki, nefsin esiri olmaktan ve mecazlara (gölgelere) aldanmaktan kurtulmuş ise, Allah’a -celle celâlühû- o kadar yakındır.”
“Güzelliği île iftihar eden Ay gibi parlak olan her güzelin yüzüne bak! Fakat, evvelini gördükten sonra sonuna da nazar et ki, şeytan gibi tek gözlü, yani bir şeyin Dünya tarafını görüp Ahiret tarafını görememek ahmaklığına düşmeyesin… “
“Şeytan, Adem’in çamurunu gördü, yüceliğini göremedi. Bu Dünya’ya aid olan çamuru seyretti. Fakat öteki aleme aid olan maneviyatına âmâ oldu. Şeytanın bilemediği taraf, insanın Hakk’ın halifesi (halifetullah) olmasıdır.”
“Ey insan, Dünya’dan birbirine zıd iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almağa istidadlı? “
“O seslerden biri Allah’a yaklaşanların hali, diğeri ise aldananların halidir.”
“Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile!.. “
“Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı adeta kör ve sağır olur.”
“Ey salik, aynadaki son nakşa bak! Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binanın harabe haline geleceğini düşün (de aynadaki yalana aldanma!… )”
“Ne mutlu o kimseye ki, Hakk erlerinin duydukları sesi önceden işitti.”
Hz. Mevlana’nın -kuddise sirruh- bahsettiği birbirinin zıddı olan iki sesin biri Dünya’ya meyil, öbürü Dünya’dan nefrettir. Onlardan hangisini dinler ve icabet edersen, öbürünün zıddı ve mahrumu olursun Hadis-i şerifte:
“Dünya ve Ahiret, ortak iki zevce gibidir. Birisini ne kadar hoşnut edersen, öbürünü o kadar kızdırırsın!..” buyurulmuştur.
Yani Dünya’ya davet sesi, gönülde yer ederse, Ahiret nasihati o gönüle tesir etmez Ahiret’e davet sesi bir gönülde yerleşir ise, Dünya’ya davet sesi ona yabancı olur.
Bir kalbe Dünya’ya meyil kokuşu bulaştı mı, onu temizlemek bir hayli müşkildir. Nasıl çanak-çömleğe bulaşan kötü kokuyu temizlemek için onu ateşe atmağa, yakmağa ihtiyaç varsa, kötü ahlakın temizlenme mekanı da cehennemdir.
Cihan sultanlarını irşad edip yönlendiren, onlara gönül aynasında ukbayı seyrettiren büyük mürşid-i kamil Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, şu Dünya’nın hal ve keyfiyetini ne güzel tasvir eder:
Kim umar senden vefayı,
Yalan Dünya değil misin?
Muhammedü’l-Mustafa’yı
Alan Dünya değil misin?
Yürü hey bi-vefa yürü,
Sensin hod bir köhne karı.
Nice yüz bin erden geri
Kalan Dünya değil misin?
İnsan ibret almaz mı ki, her fani varlığın tazelik ve zindeliği zaman değirmeninde daimi bir surette öğütülmektedir! Ahiret’siz yaşanan bir Dünya’da nefsani hayatı besleyen iltifatlar, Dünya oyuncakları, büyük İstikbal adına ne korkunç bir aldanıştır!..
Gafilane bir hayat, çocuklukta oyun, delikanlılıkta şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret ve binbir türlü çırpınış ve nedametten ibarettir. Zikri dudağına ve kalbine almayan, merhametten nasipsiz, muzdaribin derdini duymak ve hissetmek istemeyen, bedbaht ve mutekebbirin kaçtığı ölüm, kendisini her an pusuda beklemektedir. Ahiret’siz bir Dünya ferahlığı elde etmek için Dünya süslerine bürünmüş, fani lezzetlerde son gününe kadar yorulanların hali, ne hazin bir tükeniştir!. Umumiyetle insan, hayatın binbir cilve ve tezahürleri içinde aynadaki yalanların esiridir. Her an bu yalanlar ile vefasızlığını devam ettiren Dünya, bir aldanış mekanı değil de nedir?..
Ya Rab! Dünya’ya dalıp kendisini bir bardak suda helak edenlerin akıbetinden bizleri koru! Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim!.. Amin.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder