Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, Sefer-i Âhiret risâlesinde buyuruyor ki:
Namaz
kılmıyan, namaz kılmamakla bütün müminlere zulmetmiş bulunuyor. Zîra
her namazda (Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn) demekle bütün
müminlere duâ ediliyor. Her gün beş vakit namazda yirmi defa tekrar
olunan bu duâdan müslümanları mahrûm bırakıyor. Yani hakları olan bu
duâyı terkediyor. Kıyâmet gününde bütün mü’minler bu haklarını namaz
kılmıyanlardan alacaktır. Namaza gevşeklik gösterenler, namazı
önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezâya uğrarlar:
Ömründen
hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar,
hakaretler ve zilletler içerisinde hayat sürer. Kimseden saygı görmediği
gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır
ve menfaat görmez. Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler,
namazına devam etmiyenler veya namazında gevşeklik gösterenlerdir. Bu
gibi yerlerde, ekseriya namazı terkedenler, namaza gevşeklik gösterenler
görülür. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da
çoğunlukla yine namaz kılmıyanlardır. Namazı doğru kılanlar, sâlihlerin
yanında hurmet ve haysiyet ve îtibar sâhibidir. Bu gibiler, arkadaşları
ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Aşağı, çirkin, süflî ve
ezici işlerde çalışanlar genellikle namaz kılmıyan veya namaza gevşeklik
gösterenlerdir.
Cenâb-ı Hakkın hizmetinde bulunmaya
yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki, güzellik ve
cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namaza
gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeblerine
başvursalar da, hergün defalarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü,
çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâle
kavuşamaz ve bu simaya bürünemezler. Her çeşit güzel kokular sürünseler
de, kendilerinde hâsıl olan yahûdî kokusuna benzer kokuyu
hissedebilenlerden gizliyemezler. Bu kokuyu duyanlar vardır. Nitekim
yehûdîler, yehûdîliğe mahsûs olan kokudan, İslâma gelip İslâm dîninde
karar kılmadıkça kurtulamıyacakları gibi, namazı terkedenler de, namaza
devam ve şartlarına riayet etmedikçe kurtulamazlar.
Simâ-i
sâlihîn ancak namaza devam edenlerde bulunur. Bunu anlıyanlar vardır.
Hattâ bu işin ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin namazı
olduğunu da bilebilirler. Namaza devam edenler, uzun zaman hamama
gitmeseler de, yıkanmasalar da, bunun gibi hayli zaman çamaşır
değiştirmeseler de, vücudları, elbise ve çamaşırları pis kokmaz. Namazı
terkedenler, aksine sık sık hamama gitseler de ve çamaşır değiştirseler
de, o nezafet, o tarâvet ve o zarafete sâhip olamazlar.
Günde
defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse, giydirse,
günlerce Kur’ân-ı kerîm hatmetse, birçok kere hacca gitse, buna benzer
ibâdet, tâat ve iyilikler yapsa, Cenâb-ı Hak ona zerre kadar bir sevab
vermez. Bütün amelleri boştur.
Allahü teâlâ, o
vakitleri namaza mahsus kıldığından bu vakitleri namazda geçirmeleri
elbette lâzımdır. Bu vakitleri Allahü teâlânın tâyin ettiği şekilden
düzenden çıkarmak zulmünde bulundukları için namazı terkedenlerin her
işinden, dünyevî ve uhrevî yaptıklarından iyilik, hayır ve bereket
kalkar.
Yâ Rabbi diyen kuluna, Allahü teâlâ, (Lebbeyk
= söyle yapılsın) buyuruyor. Namaz kılmıyan kimseye, böyle söylemez.
Onun duâsı kabûl olunacak makama getirilmez. Yanî bir engel çıkar da
geri bırakılır. Kabûl olunacak yere ulaşamaz. Tıpkı dünya işinde,
dilekçe yazanın, dilekçesinin bir yerde takılıp yerine ulaşamaması gibi.
Sâlihler,
Allahü teâlâya yâr olanlar namaz kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve
berekete ve rahmete vesile olurlar. Namazda, Âdem aleyhisselâmın
yaratılmasından yeryüzünde bir tek mü’min kalıncaya kadar, bütün
müminlerin ve dolayısiyle bütün mahlûkatın da hakları vardır. Namaz
terkedilince, Hakkın rahmeti, örtülü kalır. Rahmetin gelmesine değil
kesilmesine sebeb olduğundan bütün mahlûkat namazı terkedene buğz ve
düşmanlık eder.
Müslümanların duâlarının bereketinden
mahrum kalır. Yanî hisse, pay alamaz. Ölse, mezarı yanından geçen bir
müslümanın okuduğu Fâtihadan gerektiği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ
böylelerini, ulûhiyet makamında özel hizmet sayılan namaza almadığından,
Hakka hizmetten kovulmuş ve bu hizmet için verilecek olan faydalardan
mahrum kalmıştır.
Namaz kılmıyan, görünüşü bozuk bir
sûrette ve rahatsız olarak yatağa düşer. Üstünü başını, yorganını,
karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek berbat eder. Öyle olur ki, en
yakınları olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret
eder. Beklenilen hürmet ve riâyeti gösteremezler. Dünyalık olarak çok
büyük meselâ pâdişah da olsa, yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde
ikrah olunur bir sûret ve şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ve
yakınları ondan nefret ederler.
Namaz kılmıyanın
ölümünde; gözlerinde korku alâmetleri, telâş ve hüzün eserleri, gözünü
göğe dikme işaretleri görünür. Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya
aşağıya doğru dikilir ki, bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur.
Kuş tüyü yataklarda, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve
saraylarda binbir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da, yine
zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Çünkü
izzet, ancak Allahü teâlâya, Muhammed aleyhisselâma ve müminlere
mahsustur. Hz.Ömer bunun için: “Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ
bizi İslâm dîni ile azîz eyledi. Eğer izzet ve şerefi, Allahü teâlânın
bizi azîz ettiğinden başka yerde ararsak, eskisinden daha zelîl ve aşağı
oluruz” buyurdu.
Namaz kılmamakla îmân zayıflar.
Namazı kılmıyanların îmânları zayıf olduğundan, ne melekler, ne rûhlar,
ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlûkat onu azîz tutmaz, ona hürmet
ve riâyet göstermezler. Namaz kılmıyan ölürken saçları ve sakalları
sarkar. Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca, hayatındaki
şeklinde bulunmaz. Mü’minler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz,
aynen canlı gibi kalır. Onun ölümünü gören, ölümünden haberdar değilse,
uyuduğunu zanneder.
Ne kadar çok yemek yese de, yine
açlık ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül
edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler
yedirilse, bu acı, bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin
olunamaz. Bu hasta yedirilmekle doyurulamaz. Boğazı, barsakları açlıkla
acı çeker.
Açlık bir orantı hâlinde yükselir, artar.
Nihâyet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terketmek büyük
günahtır. Cezâsı da o nisbette büyük olur. Açlık da mühim bir
hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir.
İşte namaz kılmıyanlar açlık hastalığı ile kıvranıp öyle giderler. Her
namaz kılmıyan mutlaka aç olarak ölür.
Namaz kılan,
güler yüzlü mütebessim, parlak ve nûrânî yüzlü olur. Sevinç ve neşe
alâmetleri yüzünde ve gözlerinde âşikâr olur. Hak teâlâdan ve
meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını ve Hak teâlânın lütuf ve
ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır.
Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir
şekilde kokar. Renginde lâtif bir güzellik olur.
Etrafa
güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok
ve kanmış olarak vefat ederler. Namazın tamam olması ve kemâl üzere
bulunması, fıkıh kitablarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın
farzlarını, vâciblerini, sünnet ve müstehablarını yapmaya, yerine
getirmeye bağlıdır. Namazda huşu’ bu dört şeyde toplanmış ve kalbin
hudû’u da bunlara bağlanmıştır. Mü’minle kâfir arasındaki fark namazdır.
Mü’min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfık ise bâzan kılar, bazân
kılmaz.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Îmân,
namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itinâ ile,
vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riâyet ederek kılan, mümindir.)
[İbni Neccâr] (
Kıyâmette kulun ilk sorguya
çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabûl
edilir, düzgün değilse, hiçbir ameli kabûl edilmez.) [Taberânî]
(Namaz kılmıyan, Kıyâmette, Allahı kızgın olarak bulacaktır.) [Bezzâr]
(Namazı kılmıyanın ibâdetleri kabûl olmaz ve namaza başlayana kadar Allahın himâyesinden uzak kalır.) [Ebû Nuaym]
(Namaz
dinin direğidir, terkeden dinini yıkmış olur.) [Beyhekî] (Namaz kılan
kıyâmette kurtulacaktır, kılmıyan perişan olacaktır.) [Taberânî]
Hanbelî’de
bir namazı özürsüz terkeden kâfir olduğundan öldürülür. Yıkanmaz kefene
sarılmaz, namazı kılınmaz ve müslümanların kabristanına konulmaz.
Ayağına ip bağlanır, murdar bir it gibi, bir çukur kazıp içine konur.
Üzerine toprak atılır. Üzerine kabir alâmeti de yapılmaz. Şâfiî ve
Mâlikî’de büyük günâh işlediği için cezâ olarak öldürülür. Hanefî’de
namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır. Namaz kılmamak îmânsız
ölmeye, namaz kılmak ise iki cihan seâdetine sebep olur.