HAZRETİ ÖMER'İN ADALETİ

“Medine ahalisi anlaşarak bir yere toplandılar. Ömer (radıyallahü teâlâ anh) hazretlerinin adâletini tecrübe etmek için anlaştılar. Aralarından bir yahudi çıktı. Ben sizin müşkilinizi hâl etmeye muktedirim, dedi. Onlar da buna bazı vaadlerde bulundular. 


Hazret-i Ömerin bir oğlu var idi. Bedenen çok zayıf kalmıştı. O yahudi, kendisini hekim tanıtıp, hazret-i Ömerin (radıyallahü teâlâ anh) oğlunun yanına vardı. Hâlini ve hâtırını sordu. O da, zayıflığından bir mikdâr hikâye yolu ile şikâyet etti. Mel’ûn yahudi tebessüm ederek, bunun ilâcı kolaydır, dedi. Bu da ilâcını istedi. Zira kalblerinde kin ve hile yoktu. Yahudi, önüne düşüp, odasına götürdü. Sonra bir sürahi şarap doldurup, şerbetdir diye önüne koydu. Bu senin derdine devadır. Bunu içtiğin gibi sıhhat bulursun, dedi. O da sözünü hakikat zan edip, şarap ne olduğunu görmediği için, o sürahideki şarabı içip, şarhoş oldu.


O yahudinin güzel bir kızı vardı. O kızı arz eyledi. Şarâbın tesiri ile şarhoş olduğundan, kıza sahib oldu. Bir zamandan sonra ayılıp, aklı başına gelince, yaptığı işlere pişmân oldu. Nedâmet ile tevbe ve istigfâr edip, evlerine geldi. Hikmet-i rabbani, o kız hâmile olup, çocuk doğdu. Sonra, mel’ûn yahudi, bir çok yahudiyi ve o çocuğu yanına alıp, Ömer (radıyallahü teâlâ anh) hazretlerinin yanına getirdiler. Dediler ki, yâ halîfe, senin oğlun, bizim kızımıza zorlayarak sâhib olup, bu çocuk hâsıl oldu. Biz bunu beslemeye mecbur değiliz. Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) bunu görünce, mübarek gönülleri perişan olup, oğlunu çağırdı ve bu durumu sordu. Oğlu da meydâna gelen hâdiseyi anlattı. Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) o masuma beyt-ül-mâldan nafaka tayin eyledi.


Sonra oğlunu aşağı alıp, dînin emri olan sopayı vurdurmaya başladı. Sopa sayısı kırk olduğu zaman, Eshâb-ı güzîn, Ömer (radıyallahü anh) hazretlerinin yanına gelip, rica ettiler. Yâ halîfe, oğlunuz hastadır, bu şekildeki sopaya tehammül edemez. İhsan eyle, bunun suçunu bize bağışla. Zira sesi, Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) hazretlerinin sesine benzerdi. Eshâb-ı güzîn bunu, Ravda-i Mutahharaya götürüp, yüksek ses ile Kur’ân-ı azîmüşşânı okutup, kendileri dışarıdan dinlerler idi. Hazret-i Habîbullahın hasretinden ciğerlerini dağlarlar idi. Lütuf eyle, sesi hurmeti için suçunu afv eyle diye, ne şekilde söylediler ise, iltifât eylemedi. Allahü teâlânın hakkında hâtır olmaz. Ahirette çekmekten, dünyâda cezâsını bulmak iyidir, buyurdular. Altmış değnek olunca, babasına çağırdı ki, yâ baba, bir ân mehil ver ki, aziz annemin yüzünü göreyim, helallik dileyeyim. İltifât eylemeyip, yetmiş sopa olunca, çağırıp, yâ baba, işte ben ölüyorum. Mübarek yüzünü bana göster, görün ki, hasret gitmeyeyim, dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) mübarek yüzünü çevirip, gösterdi


Sopa sayısı seksen olunca rûhunu teslîm etti. Hazret-i Ömere öldüğünü bildirdiler. Buyurdu ki, ölüsüne yirmi değnek vurun ki, Hak emri yerini bulsun. Ondan sonra da yirmi değnek vurdular. Yüz tamam oldu. Sonra techîz ve tekfîni yapıp, götürüp defin eylediler. Sonra hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) acabâ babalık hakkını yerine getirip, seni kurtardım mı. Allahü teâlânın huzûrunda hâlin nasıl oldu diye ağladı. O gece Eshâbdan birisi onu rüyada gördü. Sultân-ı kâinât (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) hazretlerinin huzûr-u şerîfinde oturup, zevk ve sefâ ederdi. Bu sahâbîyi gördüğü gibi, kalkıp, güle-güle yanına geldi. Dedi ki, Allahü teâlâ babamdan râzı olsun ki, atalık hakkını yerine getirdi. Allahü teâlâya hamd olsun ki, devâmlı Fahr-i âlem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) hazretlerinin hizmet-i şerîflerinde olup, bir ân ayrılmıyorum. Dünyâ kahrından kurtulup, zevk ve safâ içine düştüm. Ertesi günü o sahâbî gelip, rüyada gördüğü hâli, hazret-i Ömere anlattı. Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) ağlamayı bırakıp, Allahü teâlânın inâyetine şükür secdesi eyledi (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în)”


[Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder